Kategori arşivi: Löp Bilgiler

KARİYE CAMİİ

İstanbul’da XV. yüzyıl sonunda kiliseden çevrilmiş cami.

Müellif: SEMAVİ EYİCE

Edirnekapı’nın Haliç’e bakan yamacında bulunan mâbed, Bizans döneminin önemli manastırlarından Khora’nın Îsâ’ya adanmış kilisesidir. Tarihçesi ve ilk yapısı hakkında birçok bilgi olmakla beraber bunlardan büyük bir kısmı tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Khora kelime olarak bir yerleşim yerinin dışını, taşrayı ifade etmektedir. Türkçe’de “köy” anlamındaki karyeden gelen kariye de bir bakıma bunun tercümesidir. IV. yüzyıl başlarında Konstantinos tarafından yaptırılan surların dışında kaldığından manastıra bu adın verildiği ileri sürülürse de bu görüş pek inandırıcı değildir. Fakat kilisenin içinde Îsâ ve Meryem’i tasvir eden mozaiklerde her ikisinin de adları ile birlikte Khora kelimesinin yazılmış olması bunun mistik bir anlamı olduğunu gösterir. Bazı eski filozofların Tanrı’nın sınırsızlığını ifade eden tarifleri Geç Bizans devrinde Îsâ ile Meryem’e de yakıştırılmıştır. Böylece Khora sıfatı her türlü çerçeveyi aşan bir âlemi belirtmektedir.

Öteden beri Khora Manastırı ve Kilisesi’ni İmparator Iustinianos’un VI. yüzyıl içinde kurduğu ileri sürülürse de IX. yüzyıla doğru yazıldığı bilinen bir kaynakta anlatılan bu kuruluş efsanesi gerçeğe uymaz. Manastır ilk defa, 742 yıllarında isyan edip kendisini imparator ilân eden bir valinin çocukları ile birlikte buraya kapatılması dolayısıyla zikredilir. Bundan sonra XI. yüzyıl sonlarında imparator olan I. Aleksios Komnenos’un kayınvâlidesi Maria Dukaina tarafından, o tarihlerde harabeye dönmüş olan yapıların restorasyonu ile kilisenin eskisine nazaran daha değişik bir mimaride yeniden inşası dolayısıyla ikinci defa anılır. Bugünkü binanın esasını teşkil ettiği sanılan bu kilise “Soteros” yani kurtarıcı Îsâ’ya adanmıştı. Fakat ardından yine tamir gerektiren binayı Aleksios’un küçük oğlu Isaakios Komnenos ihya ederek iç holünde kendisi için bir mezar yeri hazırlatmış ve buranın duvarında mozaik Îsâ tasvirinin bir köşesinde kendi portresini yaptırmıştır. Buna göre kilisenin bu orta kısmının XII. yüzyıla ait olduğu söylenebilir. IV. Haçlı Seferi sırasında (1204-1261) tekrar harap olan mâbedin Bizans İmparatorluğu ihya edildiğinde saray ileri gelenlerinden Theodoros Metokhites tarafından çok büyük ölçüde tamir ettirilip genişletilerek 1321’de tamamlandığı bilinmektedir. Bu sırada binanın güney tarafına bir ek şapelle batı cephesi önüne bir dış hol eklendiği gibi içi mozaikler ve fresko resimlerle bezenmiş, ayrıca Metokhites’in mozaik portresi iç kapının üstündeki Îsâ tasvirinin ayakları dibine yerleştirilmiştir. Theodoros’un manastıra komşu bir sarayı olduğu gibi bu dinî tesisin içinde de dostlarıyla ilmî konuşmalar yaptığı bir dairesi vardı. Palailogos sülâlesinden ve ileri gelenlerden birçok kişinin gömüldüğü manastır İstanbul’un fethine kadar kullanılmıştır. Kuşatma sırasında şehrin koruyucusu olduğu kabul edilen ve öteden beri Sarayburnu’nda bir manastırda muhafaza edilen Meryem ikonası surlara yakın olduğu için buraya getirilmiştir.

Fetihte ilk ele geçirilen yapılardan olan Khora Manastırı bir süre boş kalmış, şehrin içindeki bazı kilise ve harabeler bilhassa II. Bayezid döneminde camiye dönüştürüldüğünde Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Nitekim 953 (1546) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde “Kenîse (kilise) Camii” adıyla zikredilen mâbedin paşanın Çemberlitaş’taki evkafına bağlı olduğu kayıtlıdır. Türk döneminde Kahriye Camii olarak da adlandırılmıştır. İstanbul’daki sahâbe mezarlarından Ebû Saîd el-Hudrî’nin makam-kabrinin de burada olduğu kabul edilmektedir. Mimar Sinan’ın eserlerinin adlarını bildiren listelerden Tezkiretü’l-bünyân ve Tezkiretü’l-ebniye’den Mimar Sinan’ın Kariye Camii’ne yakın bir medrese inşa etmiş olduğu öğrenilmektedir. İstanbul medreseleri hakkında 20 Ağustos 1330’da (2 Eylül 1914) yazılan bir raporda, dört odalı ahşap bir yapı olan Kariye Medresesi’nin son derece harap bir durumda olduğu belirtilmektedir. Anlaşıldığına göre bu yıllarda medrese küçültülmüş ve daha sonra tamamen ortadan kaldırılmıştır. İstanbul’da tarihî binalara büyük zarar veren şiddetli depremlerden bahseden ve 1059 (1648) yılına ait olduğu kabul edilen bir belgeye göre (TSMA, nr. D. 9567) Kariye Camii XVII. yüzyıl ortasında oldukça hasar görmüştür. Öncekinden daha şiddetli olan ve camide önemli izler bırakan 1180 (1766) yılı depreminin hemen arkasından cami Mimar İsmâil Halîfe tarafından onarılmıştır.

Fetihten sonra Kariye Camii’ni gören yabancı seyyahların başında Fransız Albili Pierre Gilles bulunmaktadır. 1544-1550 yılları arasında Osmanlı topraklarında yaşayan, İstanbul ve çevresiyle ilgili incelemeler yapan Gilles, Konstantinos Sarayı (Tekfur Sarayı) ile Edirnekapı arasında bir yerde gördüğü kiliseden adını vermeksizin bahseder. Yine XVI. yüzyıl içinde Avusturya elçiliği papazı Stephan Gerlach da burayı ziyaret ederek caminin yanında bir medrese ile içinde ip bükenlerin çalıştığı kuru bir sarnıç bulunduğunu kaydetmiştir. Gilles gibi o da üç tarafında revaklar olan binanın içinin mozaik ve freskolarla süslenmiş olduğunu bildirir. Bu seyyahın bahsettiği kuru sarnıç, Karagümrük açıksu haznesinin (Vefa Stadyumu) arka tarafında Kasım Ağa Mescidi’nin yanında XIX. yüzyıl sonlarına kadar içinde ip bükenlerin çalıştığı yapı değilse Kariye Camii yakınında aynı iş için kullanılan ve bugün hiçbir izi kalmayan başka bir sarnıcın olması gerekir. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Kariye Camii’nden onun “evvelce bir sanatlı kilise” olduğu şeklindeki tek cümle ile bahsederek herhalde içindeki zengin mozaik süslemelere işaret etmiştir. İstanbul’u dolaşan bazı yabancıların, seyahatnâmelerinde caminin içinde mozaikle işlenmiş resimler gördüklerini yazmalarından buradaki duvar resimlerinin bir kısmının üstlerinin açık olduğu anlaşılır. Nitekim tarihçi Joseph von Hammer-Purgstall, 1822’de basılan İstanbul’a dair kitabında bunların varlığından bahseder. İstanbul patriklerinden Konstantinos da Rumca’sı 1824’te, Fransızca’sı 1846’da basılan İstanbul hakkındaki kitabında yapıdaki mozaik süslemelerin varlığına işaret etmiştir. Fransız mimar ve seyyahı Charles Texier 1835’e doğru caminin ilk defa planını çizmek üzere ölçülerini almış, fakat bu kroki ve notları yayımlamamıştır. Aynı yıllara doğru A. Lenoir, Kariye’nin batı cephesinin bir rölövesini çizmiş ve 1840’ta bir kitapta neşretmiştir. Bunun en ilgi çekici tarafı, bu cephedeki kemerlerin üstlerinin dalgalı bir mahya hattına sahip olmasıdır. XIX. yüzyılın ikinci yarısı başlarında çekilen bir fotoğrafta da bu durum açık şekilde görülür.

Kariye Camii, 1875’te İstanbullu Rumlar’dan P. Kuppas tarafından yürütüldüğü söylenen bir onarım geçirmiştir. Nitekim Fransız mimarlık tarihçisi A. Choisy, 28 Eylül 1875’te ziyaret ettiği Kariye Camii’nin o sırada tamir edildiğini yazar. Bu onarımda batı cephesinin dışındaki kemerlerin üstleri düz bir mahya hattıyla kesilmiştir. Onarımdan önce çekilmiş bir fotoğrafla D. Galanakis adında bir ressamın çizdiği resim litografya olarak A. G. Paspatis’in 1877’de yayımlanan eserinde Khora Kilisesi’nin Bizans dönemindeki tarihçesiyle beraber basılmıştır. Aynı yıllarda Avusturyalı mimar D. Pulgher, İstanbul’daki Bizans kiliselerinin rölövelerinin yer aldığı büyük bir albüm halindeki kitabında Kariye Camii’nin pek gerçeğe uymayan planı ve cephe etütleriyle birlikte içindeki mozaik ve freskoların bir kısmının kopyalarını da neşretmiştir. Ayrıca 1886’da duvar resimlerinin bir de katalogu bastırılmıştır. İstanbul’da büyük zararlar veren 1894 depreminde Kariye Camii’nin bazı kısımları yine harap olmuş, hatta minaresi de yıkılmıştır. Ancak az sonra yeniden tamir edilen mâbedi, II. Abdülhamid döneminde İstanbul’a gelen Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm ziyaret etmiştir. Alman mimar A. Rüdell, binanın rölövelerini büyük boyda bir kitap halinde 1908’de yayımlamış, Alexander van Millingen de büyük eserinde görülebilen duvar resimlerinin açıklamalı bir listesine yer vermiştir. Ayrıca İstanbul’daki Rus Arkeoloji Enstitüsü üyelerinden F. I. Schmit, Kariye Camii ve mozaikleri hakkında büyük bir eser neşretmiştir. İstanbul tarihi ve eski eserleri hakkında pek çok araştırması olan İhtifalci Mehmed Ziyâ 1910’da resimli bir kitapta bunları tanıtmıştır.

Ayasofya’da 1932’den beri mozaik araştırmaları yapan Thomas Whittemore başkanlığındaki Amerikan Bizans Enstitüsü 1948’de Kariye Camii’nde de çalışmalara girişti. O yıla kadar namaza açık olan cami vakıflardan alınarak müzeler dairesine bağlandı. Açıkta olan mozaikler temizlendiği gibi üstleri ince bir badana tabakasıyla örtülü olan güney tarafındaki ek kilisenin freskolarının meydana çıkarılmasına da başlandı. 1950’de Whittemore’un ölümü üzerine çalışmalar, merkezi Washington’da bulunan Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Enstitüsü tarafından Paul Underwood’un başkanlığında bütünüyle yabancılardan oluşan bir ekiple sürdürüldü. Ousterhout’un hazırladığı, Kariye Camii’nin genel mimarisine dair monografya 1987’de yayımlandı. Binanın içindeki duvar resimlerinin tamamı ise dört büyük cilt halinde ayrıca basıldı. Bundan sonra Kariye tekrar cami haline dönüştürülmemiştir. Bu tarihî eserin 450 yıldan beri cami olarak kullanıldığı düşünülmeksizin içindeki bütün teberrükât eşyası kaldırılmış, ahşap minber Zeyrek Kilise Camii’ne taşınıp buranın orta bölümüne konulmuştur. Bizans Enstitüsü, binayı restore ettikten ve mimari bakımdan etraflı bir incelemesini yaptıktan sonra Kariye Camii Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak ziyarete açılmıştır. Semavi Eyice tarafından Kariye Camii’ne dair bol resimli bir monografya 1997 yılında İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak yayımlanmıştır.

Bugün mevcut yapıda mimari bakımdan çeşitli dönemlere işaret eden değişik duvar örgülerine rastlanmakla beraber binanın ana mekânı dört ağır pâyeye oturan dört kemerden meydana gelmiş, ortasında kubbe bulunan kiborion biçimindedir. XI. yüzyıla, yani Komnenoslar dönemine ait olduğu anlaşılan bu ana mekânın batı tarafındaki giriş holü de (narteks) Aleksios Komnenos’un oğlu Isaakios tarafından yenilenen kiliseye ait olmalıdır. Bu ana mekânın apsis kısmının iki yanındaki kubbeli ve apsisli küçük mekânların da bu döneme ait olması gerekir. XIV. yüzyıl başlarında bina Metokhites tarafından ihya edilirken ana mekânın sağ (güney) cephesine bitişik olarak yapılan ek ince uzun tek nefli bir şapel karakterindedir. Aynı zamanda batı tarafına bir dış hol eklenmiştir. Binayı iki taraftan saran bu eklerin dış cepheleri kör kemerlerle hareketlendirilmiştir. Yapının güney-batı köşesindeki çıkıntının aslında çan kulesinin kaidesi olduğu ileri sürülür. Kilise camiye dönüştürüldükten sonra içinde merdiven olan bu çıkıntı minarenin kürsüsü olmuştur. Burada dikkati çeken bir özellik, minare gövdesine yakın kısımdaki kemerlerin Türk mimarisindeki kaş kemerler biçiminde oluşudur. Fakat bunların Bizans yapımı olduğu içlerinde tuğladan yapılmış, Metokhites’in adını veren monogramlardan anlaşılmaktadır. Gerek güneydeki ek şapelde gerekse batıdaki dış holde mevcut çok sayıdaki nişin son Bizans döneminin bazı ünlülerinin mezar yerleri olduğu tesbit edilmiştir. Bu ek şapelin altında üzeri beşik tonozlarla örtülü yüksek bir bodrum vardır. Bizans devrinde binanın doğu tarafında arazi meyilli olduğundan apsis çıkıntısı büyük bir kemerle desteklenmiştir. Yapının içinde ayrıca Bizans mermer işçiliğinin güzel bazı örnekleriyle de karşılaşılmaktadır. Kariye Camii’ne Türk devrinde önemli bir mimari ekleme yapılmamıştır ve bir harim avlusu olmadığı gibi bir şadırvanı da yoktur. Bugün görülen minare 1894 zelzelesinden sonra inşa edilmiş olup bir sanat değerine sahip değildir. Binanın bir vakitler cami olduğuna işaret eden tek unsur mihrap da geç bir döneme ait olup sanat değeri yoktur.
BİBLİYOGRAFYA

TSMA, nr. D. 9567.

İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 424.

Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 159; a.e.: Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadîkatü’l-cevâmi‘ (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 218-219.

J. von Hammer-Purgstall, Constantinopolis und der Bosporos, Pesth 1822, I, 383-384.

A. G. Paspatis, Byzantinai Meletai, İstanbul 1877, s. 326-332.

a.mlf., “Recherches sur les églises byzantines transformées en mosquées”, l’Universrevue orientale, sy. 5, İstanbul 1875, s. 288-289.

D. Pulgher, Les anciennes églises byzantines de Constantinople, Vienne 1878, s. 31-40.

J. P. Richter, Quellen der byzantinischen Kunstgeschichte, Wien 1892, s. 162, 195-197, 247.

A. Mordtmann, Esquisse topographique de Constantinople, Lille 1892, s. 76.

Ph. Forchheimer – J. Strzygowski, Die byzantinischen Wasserbehälter von Konstantinopel, Wien 1893, s. 107, nr. 35.

F. I. Schmit, “Kakhriedzami”, Izvestija Russkogo Arkheologiceskogo Instituto v Konstantinopole XI, Sofia-München 1906, I-II.

İhtifalci Mehmed Ziyâ, Kariye Câmi-i Şerîfi, İstanbul 1326.

A. Rüdell, Die Kahrie-Djamissi in Konstantinopel, Ein Kleinod byzantinischer Kunst, Berlin 1908.

A. van Millingen, Byzantine Churches in Constantinople, Their History and Architecture, London 1912, s. 288 vd.

J. Ebersolt, Monuments d’architecture byzantine, Paris 1934, s. 51-161.

A. M. Schneider, Byzanz: Vorarbeiten zur Topographie und Archäologie der Stadt, Berlin 1936, s. 57-58.

Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 394-403.

A. Süheyl Ünver, İstanbulda Sahâbe Kabirleri, İstanbul 1953.

Aziz Ogan – Vl. Mirmiroğlu, Kariye Cami, Eski Hora Manastırı, Ankara 1955.

P. G. İnciciyan, XVIII. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1956, s. 48.

R. Janin, La gèographie eclèsiastique de l’Empire byzantin, I- Le siège de Constantinople et de patriarcat œcuménique, II. Les églises et les monastères, Paris 1969, s. 531-538.

T. F. Mathews, The Byzantine Churches of Istanbul: A Photographic Survey, Pennsylvania 1976, s. 40-58.

W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, s. 159-163; a.e.: İstanbul’un Tarihsel Topografyası (trc. Ülker Sayın), İstanbul 2001, s. 159-163.

Çelik Gülersoy, Kariye (Chora), İstanbul 1980.

a.mlf., “Kariye”, Arkeoloji ve Sanat, I/1, İstanbul 1978, s. 13-16; I/2, s. 18-22; III/3, s. 17-22.

Semavi Eyice, Son Devir Bizans Mimârisi, İstanbul 1980, s. 46-51.

a.mlf., Kariye Mosque Church of Chora Manastery, İstanbul 1997.

Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 342.

R. G. Ousterhout, The Architecture of the Kariye Camii in Istanbul, Washington 1987.

a.mlf., “A Sixteenth-Century Visitor to the Chora”, Dumbarton Oaks Papers, sy. 39, Washington 1985, s. 118-124.

Şevket Gürel, İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri, İstanbul 1988, s. 49-52.

Fâtih Câmileri ve Diğer Târihî Eserler (haz. Fatih Müftülüğü), İstanbul 1991, s. 142-143.

Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, Ankara 2000, s. 253.

a.mlf., “Dârü’l-hilâfeti’l-‘aliyye Medresesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul Medreseleri”, İTED, VII/1-2 (1978), s. 136.

Zarif Orgun, “Hassa Mimarları”, Arkitekt, VIII/12, İstanbul 1939, s. 333-342.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 495-498 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.

Kariye Camii – Fatih / İstanbul

Kariye Camii’nin planı

XIX. yüzyılda Galanakis tarafından çizilen resmi (Paspatis, s. 327)

Kariye Camii’nin ana mekânından bir görünüş

Kariye Camii’nin ana mekânının güney cephesine bitişik olarak yapılan ek şapelin içinden bir görünüş

KAYNAK: KARİYE CAMİİ – TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

Kariye’nin Cami olarak kullanılması gerektiğine dair Danıştay Kararı

DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU 2019/2237 E. , 2021/695 K.
“İçtihat Metni”

T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU
Esas No : 2019/2237
Karar No : 2021/695

Kariye Camii

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : … Sendikası
VEKİLİ : Av. …
KARŞI TARAF (DAVALILAR) : 1- …
2- … Başkanlığı
VEKİLİ : …

İSTEMİN KONUSU : Danıştay İkinci Dairesinin 20/02/2019 tarih ve E:2016/10070, K:2019/698 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 26/10/2011 tarih ve ve 28096 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Yönetmeliği’nin; 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin, 9. maddesinin ikinci fıkrasının iptali istenilmiştir.
Daire kararının özeti: Danıştay İkinci Dairesinin 20/02/2019 tarih ve E:2016/10070, K:2019/698 sayılı kararıyla;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 124.; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 3., 41.; 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un işlem tarihindeki haliyle 9., 10., 12.; 05/04/2015 tarih ve 29327 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Diyanet İşleri Başkanlığı Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’nin 34., 23/12/2011 tarih ve 28151 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Vaizlik, Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyımlık Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği’nin 5., 19/02/2013 tarih ve 28564 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hac ve Umre Seyahatleri ile İlgili İşlerin Diyanet İşleri Başkanlığınca Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin 8. madde düzenlemelerine yer verildikten sonra,
Yönetmeliğin 9. maddesinin ikinci fıkrası yönünden;
Dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin, 08/02/2014 tarih ve 28907 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmeliğin 8. maddesi ile başlığı ile birlikte değiştirilip yeniden düzenlenmiş olması; aynı maddenin ikinci fıkrasının ise bilahare 18/06/2014 tarih ve 29034 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmeliğin 5. maddesi ile değiştirilmiş olması ve herhangi bir uygulama işleminin de dava konusu edilmemiş olması nedeniyle davanın konusuz kaldığı,
Bu itibarla, davacının iptalini talep ettiği söz konusu düzenleme yürürlükte bulunmadığından, bu düzenlemenin iptaline ilişkin istem hakkında karar verilmesine yer bulunmadığı,
Yönetmeliğin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden;
Davalı idarenin, ilgili mevzuatla kendisine verilmiş olan görev ve yetkilerini, istenilen amaç ve seviyede yerine getirebilmek amacıyla, örgütsel yapısı içerisinde görev veya görev yerlerini değiştireceği, bu yapı içerisinde kariyer basamaklarında yükselteceği personelini ve yurt dışı, hac ve umre hizmetlerinde görevlendirecekleri sistematik bir yapı (düzen) içerisinde, hukukun genel ilkeleri içerisinde kalmak suretiyle belirleyebileceği ve bu konuda gerekli düzenlemeleri de gerçekleştirebileceği,
Kamu hizmetinin yürütülmesinde belirleyici olan personel unsurunun, nesnel bir şekilde kariyer ve liyakat ilkelerine uygun olarak belirlenmesi ve meslek içinde ilerleme ve yükselmede ehliyet ve başarının esas alınmasının gerektiği,
Dava konusu düzenleme ile idarenin bu ilke doğrultusunda hareket ederek, eğitimli kişilerin bilgi ve deneyimlerinin kuruma ve kamu hizmetine aktarılmasını sağlamaya yönelik olarak, görev veya görev yerlerini değiştirmek için açılan sınavlara katılmak isteyen cami görevlileri, kariyer unvanlar için yapılacak sınavlara katılmak isteyen personel ile yurt dışı, hac ve umre hizmetlerinde görevlendirilmek için Başkanlıkça yapılacak sınavlara katılacaklar için ön seçim niteliğinde olmak üzere, görevlilerin bilgi seviyelerini ölçmek ve mesleki bakımdan göreve en iyi şekilde hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla Mesleki Bilgiler Seviye Tesbit Sınavı (MBSTS) yapılması ve bu sınavda, yukarıda belirtilen dava dışı Yönetmeliklere de koşut Başkanlıkça belirlenen puanı alma şartının getirildiği,
Bu durumda, merkezi bir sistem içerisinde gerçekleştirilecek Mesleki Bilgiler Seviye Tesbit Sınavı (MBSTS) sonucunda alınacak puanın; personelin seçiminde objektif bir kriter olarak belirlendiği, kariyer unvanlar için yapılacak sınavlara katılacaklar yönünden mesleki bakımdan göreve en iyi şekilde hazır olmaları ve hizmet kalitesinin artırılması amacını taşıdığı, kamu hizmetinde etkinliğin ve verimliliğin artırılması amacıyla kariyer ve liyakat ilkeleri gözetilerek getirildiği anlaşılan dava konusu düzenlemede, kamu yararı ve hizmet gerekleri ile mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığı,
Öte yandan; davacı Sendika tarafından, bu yönetmelik hükmü ile eş ve sağlık mazereti nedeniyle yer değiştirme talebinde bulunacak personelin sınav yükümlülüğüne tabi tutulmasının hukuka aykırı olduğunun iddia edildiği; Diyanet İşleri Başkanlığı Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’nin 35. maddesinin birinci fıkrasında, “Cami görevlilerinin mazeret, süre ve karşılıklı yer değiştirme talepleri dışında kalan isteğe bağlı atanmaları Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Yönetmeliği hükümlerine göre yapılır.” hükmünün yer aldığı, bu nedenle mazeret sebebiyle yer değişikliği sebeplerinin varlığı hâlinde yapılacak atamaların sınav şartından bağışık olduğu görüldüğünden bu iddiaya itibar edilmediği gerekçesiyle,
Yönetmeliğin; 9. maddesinin ikinci fıkrasının iptali istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına, 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin iptali istemi yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, Yönetmeliğin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile getirilen Mesleki Bilgiler Seviye Tespit Sınavına (MBSTS) ilkokul mezunu hafız ile doktora yapmış din görevlisinin de gireceği, bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olacağı ve hacca hep aynı kişilerin gitmesinin sağlanacağı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun atamaya ilişkin 72., 73., 74. ve 76. maddelerinde sınava ilişkin bir düzenleme olmadığı halde Yönetmelikle böyle bir sınırlama getirilmesinin hukuka aykırı olduğu; 9. maddesinin ikinci fıkrası bakımından, Daire kararında düzenlemenin yürürlükte bulunmaması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ise de, söz konusu maddede belirtilen sınavın il müftülüğü sınav kurulunca yapılacağı hükmünün geçerliliğini koruduğundan karar verilmesine yer olmadığı yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMALARI :
Davalı idarelerden Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, Danıştay İkinci Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Davalı idarelerden Cumhurbaşkanlığı tarafından, savunma verilmemiştir.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan;
“a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,
b) Hukuka aykırı karar verilmesi,
c)Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması” sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin reddine,
2.Dava hakkında kısmen karar verilmesine yer olmadığına, kısmen davanın reddine ilişkin Danıştay İkinci Dairesinin temyize konu 20/02/2019 tarih ve E:2016/10070, K:2019/698 sayılı kararının ONANMASINA,
3. Kesin olarak, 05/04/2021 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY
X- Dava, 26/10/2011 tarih ve ve 28096 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Yönetmeliği’nin; 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin, 9. maddesinin ikinci fıkrasının istemiyle açılmıştır.
Dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesi, 08/02/2014 tarih ve 28907 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmeliğin 8. maddesi ile başlığı ile birlikte değiştirilip yeniden düzenlenmiş; aynı maddenin 2. fıkrası ise bilahare 18/06/2014 tarih ve 29034 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmeliğin 5. maddesi ile değiştirilmiştir.
Düzenleyici işlem niteliğindeki Yönetmelik kuralları davacı tarafça menfaatleri ihlal edildiği ön iddiasıyla dava konusu yapılmış ve hukuka aykırı olduğu da belirtilerek iptali istenilmiş olup, Danıştay Dairesinde bu Yönetmelik yargılamaya tabi tutulup incelenmekte iken, davalı idarece “Yeni Yönetmelik / Yönetmelik Değişikliği” çıkarılmak suretiyle mevcut dava konusu Yönetmelik kuralları yürürlükten kaldırılmıştır.
Eski yönetmelik yargısal incelenme aşamasında iken davalı idarenin yeni yönetmelik çıkarma konusunda yetkisi bulunduğu tartışmasız olmakla birlikte, bu durum, idari yargı yerinin yargısal incelemesinde bulunan yönetmelik kuralları hakkında, hukuka uygun olup olmadıkları yönünden bir değerlendirme yapılıp sonuca varılmasına hukuken engel teşkil etmemektedir.
Hukuka uygunluk denetimi yapılmadan verilecek karar, idarenin bu şekilde yeni yönetmelik kuralları oluşturarak yargı denetimine tabi tutulmasından muaf kılınması sonucunu doğuracaktır.
Bu nedenle, idari yargı yerinin yargısal incelemeyi tamamlayıp dava konusu Yönetmelik kurallarının hukuka uygunluğunu veya hukuka aykırılığını tespit edip görüş ve gerekçesini açıklaması gerekmektedir.
Aksi takdirde, idari yargı yerinin etkililiği ve işlevselliği ortadan kalkmış olacak, yargısal denetime tabi tutulmayan Yönetmelik kuralları hukuk aleminde sonuç doğurmaya ve üretmeye devam edecektir.
Bu durumda; idari yargılama usulü gereklerinden olan, idarece iptal edilen veya yürürlükten kaldırılan işlem hakkında idari yargı yerince iptal kararı verilemeyeceği öngörüsü dikkate alınarak iptal kararı verilemez ise de, yönetmelik kurallarının hukuka uygun olup olmadıklarının tespit edilmesine bir engel bulunmadığından, idari yargı yerinin işlevselliği ve aynı zamanda taraf iddialarının karşılanması bakımından hukukilik denetimi yapılması bir zorunluluk olarak değerlendirilmektedir.
Bütün bunlar dikkate alınarak, dava konusu Yönetmelik kurallarının hukuka aykırılığı veya uygunluğu konusunda tespit yapılıp bu konuda gerekçe yazıldıktan sonra, yeni Yönetmelik değişiklikleri ile dava konusu Yönetmelik kuralları yürürlükten kaldırıldığı için karar verilmesine yer olmadığına dair kararın yerinde olduğunun açıklanması gerektiği görüşü ile karara katılmıyoruz.

KARŞI OY
XX- 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a fıkrasında; iptal davaları, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.
İptal davasının gerek anılan maddede, gerekse içtihat ve doktrinde belirlenen hukuki nitelikleri göz önüne alındığında; idare hukuku alanında tek taraflı irade açıklamasıyla kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen idari işlemlerin, ancak bu idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisi kurabilenler tarafından iptal davasına konu edileceğinin kabulü zorunlu bulunmaktadır.
İptal davasının amacı, hukuka aykırı idari işlemin uygulamadan kaldırılması, geçersiz kılınması ve işlemin hukuksal geçerliliğine son verilmesidir. Burada sağlanmak istenen, hukuk düzeninde hukuka aykırı işlemlerin bulunmamasını sağlayarak, hukuk devletinin korunmasıdır. İdare Hukuku ilkelerine göre, iptal kararları, iptali istenilen işlemi, tesis edildiği tarih itibarıyla ortadan kaldırarak, işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlar.
Bir idari işlemin hukuki irdelemesi yapıldığında, tespit edilen duruma göre dava konusu işlemin iptali ya da davanın reddi yolunda hüküm kurulması gerekmektedir. Hukuka uygunluk denetimi yapılan işlem yönünden “karar verilmesine yer olmadığına” hükmedilmesi, usulde yeri olmayan bir uygulama olup, işin esasının incelenmesinin sonucu olarak esas hakkında bir hüküm kurulması zorunlu bulunmaktadır.
Bir yönetmelik kuralına dava açıldıktan sonra, idarenin yeni yönetmelik çıkarma konusunda yetkisi bulunduğu açık olmakla birlikte, bu durum, idari yargı yerinin yargısal incelemesinde bulunan yönetmelik kuralı hakkında, hukuka uygun olup olmadığı yönünden bir değerlendirme yapılıp sonuca varılmasına hukuken engel değildir. Aksi halde, idare bu şekilde yeni yönetmelik yürürlüğe koyarak, mevcut yönetmeliğin yargı denetimine tabi tutulmasından muaf kılınmasına neden olacaktır. Ayrıca, davacılar şeklen değiştirilen her düzenlemeye karşı dava açmak zorunda bırakılarak, hak arama özgürlüğünün kullanılması da zorlaştırılacaktır.
Bu durumda, davacı tarafından hukuka aykırı olduğu ileri sürülen düzenlemelerin hukuki irdelemesi yapılarak Dairece işin esası hakkında, “ret” ya da “iptal” hükmü kurulması gerekirken, karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesinde hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabul edilerek, Danıştay İkinci Dairesinin 20/02/2019 tarih ve E:2016/10070, K:2019/698 sayılı kararının, karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kısmının bozulması gerektiği oyuyla, çoğunluk kararının bu kısmına katılmıyorum.

KARŞI OY
XXX- Dava konusu Yönetmeliğin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden;
Bu düzenleme ile görev veya görev yerlerini değiştirmek için açılan sınavlara katılmak isteyen cami görevlilerinin, kariyer unvanlar için yapılacak sınavlara katılmak isteyen personel ile yurt dışı, hac ve umre hizmetlerinde görevlendirilmek için Başkanlıkça yapılacak sınavlara katılacakların, Mesleki Bilgiler Seviye Tespit Sınavına (MBSTS) girmeleri ve Başkanlıkça belirlenen puanı almaları şart olduğu yönünde kural getirilmiş ise de, söz konusu düzenlemede, yapılacak sınava ilişkin soruların hangi konulardan oluşacağı, başarı puanının kaç puan olarak kabul edileceği, görev veya görev yerini değiştirmek isteyen personel ile kariyer unvanlar için yapılacak sınavlara katılmak isteyen personel ve hac ve umre hizmetlerinde görevlendirilecek personel için söz konusu sınavdan kaç puan alınması gerektiği gibi hususlara ilişkin olarak objektif kriterlere yer verilmediği anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, dava konusu düzenleme yönünden davanın reddine ilişkin Daire kararında hukuki isabet bulunmadığı görüşüyle kararın, Yönetmeliğin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden bozulması gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.

Kariye Camii
Kariye Camii

1894 iSTANBUL DEPREMi HAKKINDA BiR RAPOR ÜZERİNE İNCELEME

Dr. Hamiyet Sezer-*

Depremler, hiç kuşkusuz tabi afetlerin en tehlikeli ve yıkıcı olanıdır.
Şiddetine göre can ve mal kaybına veya hasara sebep olmaktadır. Ülkemizde de tarih içerisinde şiddetli depremler meydana gelmiş mal ve can kaybına yol açmıştır. Günümüzde pir çok teknik gelişme ile deprem bölgelerinde yer alan yerleşim yerlerinde deprem e dayanabilecek yapılar inşa edilerek zararlar azaltılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca, bu amaçla teknik ölçümler deprem bölgelerinin grafikleri çıkarılarak bilimsel araştırmalar yapılmaktadır1
Tarihi boyunca İstanbul’un geçirdiği bazı şiddetli depremler burada
kısaca anlatıldıktan sonra, yazımızın konusunu oluşturan 1894 depremi ile ilgili rapor açıklanmaya çalışılacaktır. ,”
İstanbul, tarih boyunca şiddetli bir çok deprem yaşamıştır. Bunlardan
özellikle i509, i690, i894 yıllarında meydana gelenleri en şiddetlileridir. Bu
depremler de İstanbul’da bir çok yapı yerle bir olmuş, çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. İstanbul’da yapıların çoğunun ahşap olması, bu kayıpları biraz olsun azaltmıştır kanısındayız. Çünkü kaynakların bildirdiğine göre bu şiddetli’ depremlerden sağlam kalabilen, dayanabilen ahşap binalardır.

İkinci derece-deprem bölgesinde yer alan İstanbul, İzrriit Körfezi’nden
Marmara Denizi’ne bağlanan Kuzey Anadolu fay hattının çok yakınındadır ve bu yüzden meydana gelen depremlerden etkilenmiştir. Bizans Dönemi’nde İstanbul’da yaşanan depremlerin büyük bir kısmı’ kaydedilmiştir. Bunlardan bazıları uzun süreli ve şiddetli olmuştur. Örneğin, 554,869 yıllarında olan depremler 40 gün sürmüştür. 1346 yılındaki deprem ise aralıklarla bir yıl devam etmiştir.2

Osmanlı döneminde, büyük tahribata sebep olan ilk deprem 16 Ocak 1489
tarihine rastlamaktadır3 İkinci büyük deprem ise 22 Ağustos 1509’da oldu ve sarsıntılar 45 gün sürdü. Bu deprem, bir çok insanın hayatını yitirmesine ve İstanbul’da büyük yıkıma sebebiyet verdi. 1000’in üzerinde ev yıkılmış 4 ile 5 bin arasında insan hayatını kaybetmiştir. Yaralananlar’ın tahmini sayısı ise 10 bin’dir. Edinilen bilgilere göre Divan-ı Hümayun üyesi 3 kişinin ev halkı da ölenler arasında yer almaktadır. Bunlardan Mustafa Paşa ve ona bağlı 360 sipahi atlarıyla beraber konakta ölmüştür4 . Hasar gören yapılar arasında Fatih, Beyazıt camileri, Topkapı Sarayı, Ayasofya’yı sayabiliriz. Topkapı Sarayı’nda önemli derecede yıkılma olmuş, Ayasofya’nın sıvaları dökülmüş, su bentleri yıkılmıştır. Kaynaklara göre, denizde büyük dalgalar ortaya çıkmış, bu dalgalar Galata ve İstanbul surlarını aşmıştır. Bu korkunç deprem yüzünden halk bir süre bahçelerde
kurulan çadır ve barakalarda oturmuştur. Padişah da saray bahçesinde yapılan geçici odalarda sığınmış ve 10 gün sonra da Edirne’ye gitmiştir. ILBayezid, İstanbul’un uğradığı bu. felaketden sonra geniş bir imar faaliyetine girişti. Para toplamak için her evden vergi alındı, Anadolu. ve Rumeli’den ameleler getirtildi. İki aylık bir sürede bir çok yer onarıldı5. Bu deprem tarihe “Küçük Kıyamet” olarak geçti.

İstanbul’un yaşadığı önemli depremlerden 1557 Nisan’ı, 1690 Temmuz’u
1766 Mayıs’ındakileri saymak mümkündür6. 1690’daki deprem Salı akşamı
güneş battıktan sonra gerçekleşti. Bu olay, Fatih Camiinin minaresinin yıkılmasına, kubbesinin çatlamasına, Topkapı çevresindeki surların bir
bölümünün yıkılmasına neden oldu. Depremde, edinilen bilgilere göre çok sayıda ev yıkılmış, 20 kişi ölmüştür. Sarsıntılar birkaç gün daha devam etmiştir7.

İstanbul, 24 Mayıs 1719’da da büyük bir deprem geçirdi. Pekçok binanın
bacaları, Topkapı Sarayı’ında Yalıköşkü civarında kayıkhanelerin bazıları yıkıldı. Surların bir kısmı tahrip oldu. İlk günkü sarsıntıdan sonra iki üç gün sarsıntılar hafif şekilde devam etmiştir. Bu deprem İzmit Körfezi civarında da etkili olmuştur8.

Kaynaklarda yer alan bilgilere göre;İstanbul, 22 Mayıs 1766’da 1509’dan
sonraki en şiddetli depremi yaşamıştır. Depremin süresi hakkında değişik bilgiler vardır. Deprem esnasında korkunç gürültüler duyulmuş, sarsıntılar aralıklarla 8 ay veya i yıl kadar hissedilmiştir. 25 Temmuz’da meydana gelen sarsıntı ise birincisi kadar şiddetli ve yıkıcı olmuştur. Halk uzun süre çadırlarda. barınmak zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Padişah’ın sarayı da hasar gördüğünden IILMustafa şehri terketmeye mecbur olmuştur. Birçok cami, han,saray yıkılmış veya hasar görmüştür. Bunlardan Fatih Camii, Çemberlitaş’taki Atik Ali Paşa Camii, Kariye Camii, Eyüp Sultan Camisini hasar gören, yıkılan camiler arasında sayabiliriz. Ayrıca, Şehrin su şebekesi zarara uğramıştır. Fatih Cami bu olayda tamamen zarar gördüğünden depremden sonra adeta yeni bir cami yapılmıştır.
Yine Fatih Camii gibi depremde hasar gören diğer binalar, Baruthane, Topkapı Sarayı. Yeniçeri odaları gibi yerler için tamirat işlemleri başlatllmıştır9. 8 Temmuz 1790’daki depreme gelince; o gün gece sabaha kadar yirmişer, otuzar dakika ara ile 5 defa hafifçe ertesi gün sabahtan akşama kadar 4 defa aralıklarla sarsıntılar şeklinde olmuştur 10. 28 Ekim 1802’de ortaya çıkan depremde ise bazı kemerler ve haneler yıkılmıştır 11. Ahmet Cevdet, 1804 Aralığı’nda bir deprem olduğunu kaydetmekte, bu depremden bir gün öncesinde İstanbul ‘un şiddetli bir fırtınaya’ maruz kaldığını ifade etmektedir12. Bunların dışında İstanbul, 1837, 1841 yıllarında da deprem geçirmiştir. Böylece, İstanbul’un tarih boyunca
geçirdiği yıkıcı depremleri kısaca özetledikten sonra i894 yılında meydana gelen son büyük depreme geçebiliriz.

İstanbul, son şiddetli depreme 10 Temmuz i894 tarihinde sahne
olmuştur. Deprem ,güneyden kuzeye doğru üç şiddetli sarsıntı halinde hissedildi. Beyoğlu ve Boğaziçi’nde daha az zarar verdi.Depremin merkezinin Yeşilköy’den 8 kilometre uzaklıkta ve güneydoğu Marmara Denizi’nde olduğu tespit edilmiştir. Bir çok sivil bina hasara uğramıştır. Bunlar arasında, Kapalı Çarşı, Bitpazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılar, Mercan Çarşı tarafları tamamen yıkılmıştır. Mercan sokağında kükürtlü su fışkırmış, Sirkeci’de istasyon zarar görmüştür. Fatih, Beşiktaş, Ortaköy, Sultan Ahmet, Aksaray, Edirnekapı, Topkapı, Balat, Bakırköy, Silivrikapı semtleri zarara uğrayan yerlerdir.

Semih Tezcan, Yalçın Acar, Ahmet Civ tarafından hazırlanmış olan bir
araştırmada, bu depremin şiddetini 9, enlemini 40,60 boylamını da 25,60 olarak belirtmektedir 13.

1894’deki bu deprem öğle saati 12.24’te alaturka saat ile 4.45’te meydana
geldi. Sarsıntılar İstanbul dışında, Yanya, Bükreş, Girit, Yunanistan, Konya ve Anadolu’nun büyük bir kesiminde hissedilmiştir. İstanbul il sınırları içinde 474 kişinin ölümüne, 482 kişinin yaralanmasına, 387 dayanıklı yapı ve 1087 ev, 299 dükkanın büyük ölçüde hasar görmesine yolaçmıştır. Yalnız bu rakamlar tespit edilebilenlerdir. Ölü ve yaralı sayısının daha fazla olması olasılığı vardır. Çünkü bazı yerlerde, örneğin Yalova’da ölü ve yaralı sayısı bilinmemektedirl4.

Sultan II.Abdülhamit bu deprem yüzünden epey hasar ve can kaybı
olduğunu öğrenince, yaralıların hemen tedavisini, ihtiyacı olanlara yardım
edilmesini, çadırlar kurulmasını emretmiş ve ayrıca fırınıardan bol miktarda ekmek dağıttırmıştır. Açıkta kalanlara, Şehremini’nin başkanlığında bir komisyon kurularak para, yiyecek ve çadır yardımı yapllmıştır15.

Bu yazımızın asıl konusunu, 1~94 yılı depremiyle ilgili olarak. söz konusu
yıl Atina Rasathanesi müdürü tarafından hazırlanmış bir raporun Osmanlıca tercümesi oluşturmaktadır. Belge, Yıldız Esas Evrakı Karton ll, Belge 17. C’de olup depremle ilgili, orijinal ‘bilgileri içermektedir. Rapor, deprem bölgesinde yapılan bilimsel incelemeler, ölçümler sonucunda oluşmuştur. Burada yapılan gözlemlerin ve ölçümlerin ne gösterdiği açıklanmıştır. Bilimsel bir inceleme sonucunda yazılmış bir rapor olması bakımından ve hemen olaydan kısa bir süre sonra hazırlanması açısından önemli bir belge niteliği taşımaktadır16.

Rapordan anlaşılacağı gibi, Sultan II.Abdülhamit depremden sonra bir
bilimsel araştırma yapılmasını istemiştir.Bunun üzerine, Atina Rasathanesi
MüdUrU Eserinisti (D.Eginitis) ile İstanbul Rasathanesi MüdUrU Kumbari
(Coumbary) 17 ve yardımcısı Emil Lakvan (Emi! Lacoine)’nin incelemeleri
sonucunda bu rapor hazırlanmıştır. 15 Ağustos 1894 tarihinde Padişah’a
sunulmuştur.

Mösyö Eserinisti, Kumbari, Emil Lakvan çalışmalarına öncelikle
incelemelerde önemli olabilecek ve zarar gören yerleri ziyaret ederek
başlamışlardır.

Raporda anlatrlanlara göre deprem ve sonuçları şöyledir:


Deprem,. 10 Temmuz 1894 tarihinde öğleden sonra saat 12’yi 24 dakika
geçe 3 kez şiddetli şekilde olmuştur. Bu sarsıntılar meydana gelen tahribatın tamamını oluşturmuştur. Birinci hareketden bir iki saniye önce arabalar geçiyormuş gibi yer altından şiddetli sesler duyulmuştur. Bu hareket diğerlerinden en hafifi olup eşyalar bile oynamamıştır. Hareket 4,5 saniye sürmüş şiddeti gittikçe artmıştır. Birinciden sonra gelen ikinci sarsıntı çok şiddetli olup uzun sürmüştür. Şiddeti giderek artarak 8,9 saniye devam etmiştir. Bu sarsıntının sonucu’ büyük tahribat olmuştur. Üçüncü sarsıntı ikinci ikincisinden sonra meydana gelmiştir. İkincisinden daha hafif olan üçüncü sarsıntı beş saniye sürmüştür. Raporu hazırlayan kişi zelzele sırasında yerin dalgalı bir deniz gibi olduğunu belirterek hareketin boyutunu göstermeye çalışmaktadır. Arka arkaya bu üç sarsıntı toplam i7, i8 saniye sürmüştür. Üç hareketin merkezleri birkaç derece ile kuzey doğu ve güney batı yönünde oynamaktadır. İncelemeyi yapan Eserinisti ve diğerleri kendi yaptıkları araştırma, valilerden gelen telgraflar ve aldıkları diğer bilgileri dayanarak çeşitli yerlerde depremin şiddetine ve süresine
ilişkin açık bir fikir edinerek aynı şiddette olan yerlerden geçen deprem
kavislerini tespit edebilmişlerdir. Rapora bu bölgelerle ilgili bir harita da
eklenmiştir.

Bu kavisler yeryüzünü biri diğerlerinden daha ‘büyük beş kısma
bölmektedir. Haritada belirtilen birinci kısım merkezdir ve en .çok zarar gören yerleri içerir. Bu bölge eğri bir hat şeklini almıştır. Hattın büyük ekseni Çatalca’dan Adapazarı’na kadar ve İzmit Körfezi boyunca 175 km uzunluğunda devam eder. Küçük eğri ise aynı körfezin kıyısında Katırlı (Esenköy) ve Maltepe köyleri arasında olan araziyi içermekte ve 39 kilometredir.


İkinci bölge de yalnız kötü inşa edilmiş bazı binalar yıkılmış diğer bazı
binalar çatlamıştır. Bu bölge Çorlu, Tekfur dağı, Mudanya,’ Akhisar, Üsküdar, Ortaköy, Terkos’dan oluşmaktadır. Büyük ekseni 248, küçük ekseni 74 kilometre, uzunluğundadır.


Üçüncü bölgede deprem şiddetli ise de bazı eşyalar kalabilmiş ve evler
hasar görmemiştir. Bölge Bandırma’dan ve Bilecik civarındaki Karaköy’den
geçen hattan ibarettir. Büyük ekseni 354, küçük ekseni i75 km ‘dir. Dördüncü bölge Yanya, Bükreş, Girit, Yunanistan, Konya ve Anadolu’nun büyük kısmını içine almaktadır. Bu bölgede deprem hafif hissedilmiş ve hasar olmamıştır.


Beşinci bölge büyük olup, bütün Avrupa, Asya ve Afrika’nın bir kısmını
kapsamaktadır. Bu bölgelerde hareket çok hafif olmuş ve sadece İngiltere’de Birmingam; Rusya’da Pavlus şehirlerinde ve Paris’teki aletlerde hissedilmiştir.

İstanbul’daki bu deprem çok büyük hasar yapmış, zarar görmeyen bina
kalmamıştır. Depremin şiddeti Heybeli ve Kınalı Ada’larda daha fazladır. Burada Ruhban Mektebi yıkılmıştır. İnsanlar günlerce baraka ve çadırlarda yaşamışlardır. Arazinin durumu hasarın büyüklüğünde etkili olmuştur. Örneğin Katırlı köyünün yarısı çamurdan oluşan arazi üzerine kuruldugundan hasar büyük olmuş, diğer yarısı ise dayanıklı arazide olduğundan hasar olmamıştır. Yine Yalova’da kurulan bir çiftiğin binaları kumlu arazide olduğundan yıkılmış diğer taraflar sağlam kalmıştır. Binalarda kullanılan malzemelerin iyi olmaması ve binaların eksikliği
ve hepsinin merkezde olması İstanbul’da ve köylerde zararın artmasına nedendir. Yapılan incelemeler sonucu ahşap binaların ve iyi yapılan tuğladan ve demir ile bağlanan binaların depreme dayandıkları saptanmıştır. Anlaşılacağı üzere günümüzde de yerleşim yerlerinde dikkat edilmesi gereken hususlar o zamanlarda da belirlenmiştir. Yani zemi!1in yapısının sağlam olması, yapı malzemelerinin ve inşaatın kaliteli olması gibi hususlara o zaman dikkat çekilmiştir.

Raporda, binalardaki teknik incelemelerin sonuçları da verilmektedir.’
Ayrıca ilginç olaylara değinilmektedir. Bunlar depremden önce ve sonra meydana gelen doğa olaylarıdır. Kıyıda bir çok yerde depremden önce deniz suyunun sıcak olduğuna tanık olunmuştur. Örneğin, Yeniköy’de depremden yarım saat önce denize giren iki kadın denizin ılık olduğunu hissetmişler ve aniden iki büyük dalga görmüşlerdir. Halbuki dalga olmasını gerektiren bir durum yoktur, hava sakindir ve vapur da geçmiyordur. Kuyulardan daha önce soğuk su çekilirken, çekilen suların depremden önce ılık olduğu belirtilmiştir. Büyük Ada’da depremden sonraki gün ve daha sonra iki gün 3 kilometre uzunluğunda denizde dar bulut gibi bir duman görülmüştür. Bütün bunların sebebi, depremden önce ve sonra pek çok gaz veya sıcak buhar çıkarak deniz suyunu ısınmasıdır.

Depremin hızı saniyede 3 kilometre olarak raporda açıklanmaktadır.
Deprem öncesi bazı uyarılar olduğu da kesindir. Yapılan gözlemlerde deprem merkezinin birçok bölgelerinde depremden çok önce kırlangıçların korkup yuvalarından uçmaları dikkat çekici bir belirti olarak anlatılmaktadır. Kırlangıçlar bazı yerlerde akşam geri döndükleri halde diğerlerinde sürü ile telgraf hatları üzerine konmuşlar ve depremden sonra dönmüşlerdir. Birkaç dakika önce tavuklarda da böyle bir durum yani kaçma olayları yaşanmıştır. Hayvanların depremi önceden sezebilmeleri, saptanan raporlarda depremi önceden hissedebilecek bir alet icat edebileceği fikri ileri sürülmektedir.

Araştırmalar sonucunda depremin tektonik, yani yeryüzünün oluşumundan dolayı meydana geldiği ortaya çıkmıştır.
Özetlemeye çalıştığımız yazımızın konusu raporda, olaylar detaylı şekilde
ve ayrıca teknik bilgilerle verilmektedir.

Söz Konusu Rapor
Hakipa-yı mükarim pema-yı hazret-i mülükaneye Atina rasathanesi direktörü Mösyö Eserinisti tarafından fi 3 Ağustos Rumi ve 15 Ağustos Efrenci sene1894 tarihiyle takdim olunan raporun tercümesidir
Zat-ı şevket semat hazret-i padişahileri, ‘ahiren Dersa’adet’de vuku’u
bulunan büyük hareket-i arzın fennen ve mükemmelen tedkik olmasını arzu buyurmakda olduklarından iş bu arzu-yu hümayun ile beraber tedkikat-ı mezkurenin ‘ale’l-umum funun içun’ derkar olan ehemmiyetini nazar-ı dikkate alarak gerek hakipa-yı. şahanelerine ve gerek erbab-ı fununa takdım olunmak üzere işbu ‘alamet-i tab’ iyenin ahvaline dair devr
s.2
ve dıraz icra-yı tedkikata mübaşeret eyledim.
Zat-ı mükarim semat hazret-i tacidarileri fünun ve ma’arif içun derkar olan
himmet-i seniyyeleriyle ‘atıfen kullarına bir vapur tahsisi buyurmuş
olduklarından ‘uluvv-ı cenab-ı şahanelerin sayesinde Dersa’adet rasathanesi müdürü Kumbari ve mu’avini Emil Lakvan. Efendilerin refakatiyle tetkikat-ı fenniyece ehemiyetleri olan hareketzede mahallerin kaffesi ziyaret olunmuştur.
İş bu tetkikat hitampezir olmağla başlıca netayicinin ‘arzı ile kesb-i
mefehheret olunur.

Hareket-i arzın 1894 efrenci Temmuzu’nun 10’unda (Dersa’adet evsat
saati üzere) alafranga ba’de’l-zahir saat 12’yi 24 dakika geçerek üç şedid zelzele ile başlamıştır. Bu zelzeleler mevcut olan tahribatın hemen cümlesini icra etmişlerdir. Birinci hareketten bir iki saniye evvel kaldırım üzerinden kemal-i sür’atle birçok arabalar geçiyor imiş
s.3
gibi yer altından şedid sedalar duyulmuştur. Tahtü’I-‘arz seda ile zuhıır eden birinci hareket ufki olup diğerleri kadar şedid olmadığından en hafif eşya-yi beytiyye bile yere düşürmemiştir. Bu hareket dört beş saniye sürüp şiddeti tedricen tezayüd etmiştir. Birincinin akabinde zuhur eden ikinci hareket pek şiddetli olup imtidad etmiş ve ufkla müteviizi 18 ve devri olup şiddeti tedricen tezüyüd ve sekiz dokuz saniye sürüp tahribat-ı mühimme icra eylemiştir. Bu hareketde dahi birincisinde olduğu gibi tahtü’l-arz seda var idi. Nihayet üçüncü tezelzül ikincisinin akabinde vuku’ bulub temevvücü ve ufki olmuşdur. Bu zelzelenin kısm-ı küllisinde arz dalgalı bir deniz üzerinde imiş gibi sallanmışdır. Üçüncü tezelzül ikincisinden hafif olub beş saniye sürmüşdür. Bu tezelzül ile dahi tahtü’l-arz
s.4 5.
seda mevcud idi. Aralarında pek az fasıla olan bu üç tezelzül cem’an
17, 18 saniye sürmüşdür. Üç tezelzül dahi merkezlerinin bi’l-cümle noktalarında bir veya diğer tarafda bir kaç derece cüz’i bir tahallüf ile şimal-ı şarki ve cenub-i garbi istikametinde bulunmuşlardır.
Mahallinde icra eylediğimiz tetkikat-ı mahsusamıza ve vilayat-ı şahane
valilerinin telgraf namelerine ve aldığımız diğer bir çok ma’Iuımat-ı sahiheye istinaden mahall-i muhtelifede zelzelenin imtidad ve şiddetine dair bir fikr-i sahih hasıl idüb hareketin aynı şiddeti haiz olan mahallerden geçen zelzele kavislerini tayin idebilmişizdir.
Bu kavisler sallanan arzın sathını yek diğerinden daha büyük olan beş
mıntıkaya taksim ederler.

s.5
Merbut haritada iriie olunan birinci mıntıka merkezi teşkil idüb en çok
rahnediir olan mahalleri hiividir. Bu mıntıka dahilinde ebniye-i seniyye
münhedim olmuşdur. Bu mıntıka-i merkeziye ber-mu’tad uzun bir hatt-ı münhani şeklini almışdır. Bunun büyük mihveri Çatalca’dan Adapazarı’na kadar ve İzmit Körfezi boyunca yüz yetmiş beş kilometre tulunde imtidad ider. Küçük mihveri mezkur körfezin munsabbında Katırlı ve Maltepe Karyeleri arasında olan araziyi havi olub 39 kilometre tulundadır. Tezelzülün istikameti hatt-ı münhanının küçük mihveri takriben mütevazi ve büyük mihverinde müstevi-i umudidir.
ikinci mıntıkada yalnız fena inşa olunmuş bazı ebniye yıkılub ekser
haneler hafifce çatlamışdır.

s.6
Bu mıntıka Çorlu ve Tekfur dağı l9 ve Mudanya ve Akhisar ve Üsküdar ve
Ortaköy ve Merkos’dan mürur iden zelzele ile mahdud olub bu dahi hatt-ı
münhani şeklindedir ve büyük mihveri 248 ve küçük mihveri 74 kilometre
tulundedir.
Üçüncü mıntıkada zelzele şedid olmuş ise de ba’zı eşyayı yere bırakmış
yahud yerinden oynatmış ve hanelere hasar vermemişdir. Bu dahi bir hatt-ı münhani şeklinde olub büyük mihveri 354 ve küçüğü ı75 kilometre tulundedir ve Bandırma’dan ve Bilecik civarında vaki’ Karaköy’den geçen zelzele ile tahdid olunmuşdur.
Dördüncü mıntıka Yanya’ya ve Bükreş’e ve Girid’e ve Yunanistan’a ve
Konya’ya ve Anadolu’nun büyük bir kısmına mümtedd olub.
s.7
Hareket-i arz an çok hafif ve doğrudan doğruya his olunur derecesinde
olmağla beraber hasar hasıl etmemiş olan memleketleri havidir.
Beşinci mıntıka pek cesim olub umum Avrupa ve Asya’yı ve Afrikanın bir
kısmını havidir. Bu mıntıka dahilinde olan memalikde hareket pek hafif olub yalnız alat-ı fenniye ve mıknatisiyyede his olunmuşdur. Malumat-ı acizanemizde nazaran hareket-i arz İngiltere’de Birmingem şehrinde ve Rusya’da Pavlus şehrinde ve Paris’de alat-ı fenniyede his olunmuştur.
Ber-vech-i ma’ruz Dersa’adetde ki hareket-i arzın pek büyük bir mesafesi
olmuşdur. Mesafe ve müddet nokta-i nazarıyla bu zelzele ma’lum olan
zelzelelerin en büyüklerinden biridir. Ale’l-husus merkezi şayan-ı dikkatdir. Bin sekiz yüz seksen dört (1884) kanun-ı evvelinın 25’inde Endillüs’de vuku’u
s.8
bulunan hareket-i arzın merkezi 40 kilometre tulunde ve 10 kilometre
arzında idi. Fakat zelzelelerin mesafesi behemehal şiddetleri nisbetinde
değildır. İşbu tedkik olunan zelzelenin şiddeti sinin-i ahirede vuku’u bulan ba’zı büyük zelzelelerin şiddetinden azdır. Bu zelzele 1893 senesinde Yunanistan’da Zanta Adası’nı tahrib eden hareket-i ‘arzdan daha şedid ise de Yunanistal).’da Lukrid nahiyesinde bu kadar mesafesi olmayan zelzele-i ahireden daha hafifdir.
Mesafe-i merkeziye dahilinde olan mahaller pek çok rahnedar olmuşdur.
Tahribat-ı maddiye pek mühim olub pek çok kimesneler dahi telef ve mecruh olmuşlardır. Bir çok haneler hemen kamilen münhedim olub diğerleri kabil-i sukunu olmayan bir hale gelmiş ve ekser haneler az çok çatlamış
s.9
ve hiç bir hane hasardan kurtulamamışdır. İstanbul’da felaket her cihetle.
büyükdür. Ale’l-husus Çarşı-yı Kebir harabezare dönüb enkaz altında pek çok kimesneler telef olmuşlardır. Heybeli ve Kınalı 20 adalarında zelzelenin şiddeti derece-i nihayeye varub Ruhban mektebi harab olmuş ve duvarlarının ekserisi yıkılmışdır.
Ayastefanos ve Anbarlı ve Kınalı ve Büyük Ada ve Katırlı’da birçok
hanelerin ve cami’ ve kiliselerin harab oldukları veyahud çatladıkları ve
minarelerin yıkıldığı görülmüşdür.
Her karye ve kasabada zelzele muceb-i te’sir manzaralara sebep olmuşdur.
Ahali kemal-İ havf ve haşiyet ile sokaklara firar etmiş ve pek çok kimesneler günlerce meydan ve bağçelerde tente ve baraka altında yatmışlardır.
s.10
çarşı-yı Kebir’de bir hayli mecruhlar bir kaç sa’atler enkaz altında
kaldıkları halde hükümet-i seniyye tarafından irsal olunan me’murların
himmetiyle çıkarılıp kurtarılmışlardır. Küçük bir çocuk sa’atlerce ezilmiş olan valdesinin kucağında kalmış olduğu halde ber-hayat olarak bulunub
kurtarılmışdır.
Tabakatti’l-arzın teşkilatı ba’zı mahallerde hasar ve mesaibe sebeb
olmuşdur. Katırlı karyesinin nısfı çamurdan teşekküI eden fena arazide inşa olunmuş olmağla harab olmuş ise de arazi-i metine üzerine te’sis olunan nısf-ı diğeri hal-i selametde kalmışdır. Yalova’da kumlu arazi. üzerine inşa olunan çiftlik ebniyesi münhedim olduğu halde nefs-i karye pek de rahnedar olmamışdır. Ebniye içün kullanılan edevatın ve binanın
s. 11
fenalığı ve eskiliği ale’l- husus merkezde bulunmalarından naşi ziyadesiyle zedelenen İstanbul’da ve karyelerde hasarın tezayüdüne sebep
olmuşdur.
Diğer tarafdan ekser hanelerin ahşab olması mesaibin az olmasına hidmet etmişdir. Dersa’adet hanelerinin sair mahaller gibi kamilen kargir olmaması şayan-ı memnuniyet ‘ad ‘olunmalıdır. Yoksa daha çok mazarrat hasıl olacak idi. Ahşap haneler zelzeleye hayretbahş derecede dayanmışlardır. Fena yapılmış olan eski ahşap haneler bile selametde kalmış iken yanlarında olan a’la yapılmış güzel ve yeni ve hatta demirler ile bağlanmış olan kargir haneler münhedim olmuşlardır.
Ahşap hanelerin zelzeleye en çok dayandıkları tebeyyün etdiği halde
kargirler bi ‘I-‘aks nadiren baki kalmışlardır.

s.12
Ahşapdan sonra en çok dayanan haneler tuğla ile yapılanlardır. Tuğla ile yapılan duvarlar elastik ve metin olmağla kolay dağılmazlar ise de güzel bağ ve istinadgahları olmadığı halde yıkılmışlar ve fakat duvarların yekdiğerine güzel bağlanmış ve civar hanelere muttasıl bulunan haneler pek hafif suretde çatlamışlardır. Büyük Ada’da tuğla ile yapılan bir hanenin ortası taştan olmağla taştan yapılan kısmının yıkılıp tuğladan olan kısmının selametde olduğu görülmüşdür. Bu dahi tuğla ile güzel inşa olunarak demirler ile bağlanan hanelerin hareket-i ‘arza dayandıklarını isbat eder.
Bi’l-cümle ebniyede ve harek.et-i ‘arzda zelzelenin istikametine müstevi-i ‘umudı tesadüf eden duvarlar yıkılmış yahud rahnedar olmuşdur. Halbuki zelzeleye mütevazi tesadüf eden duvarlar sağlam kalmış yahud az zedelenmişdir.

s.13
KuturIarı tezelzülün istikametine mütevazi düşen ebniye duvarları
yıkılmamış bile olsa 45 derece ufka ma’il “X”şeklinde çatlaklar peyda
etmişlerdir. Mesaafe-i merkeziyenin bir çok mahallerinde ve ‘ale’ l-husus Büyük Ada’da istikamet-i temevvücüye ve aşağıdan yukarıya doğru hareket
görülmüşdür. Büyük Ada’da değirmenin herem şeklinde olan büyük ocağı ufki olarak üç parçaya ayrılmış ve bu parçalar şimalden şarka doğru dönmüşdür. Üst taraftaki parça dört santimetre ve ortadaki parça andan daha az ve üçüncü parça diğerine nisbetle daha az eğrilmişdir. Bir hanenin küçük bir ocağı yine o istikamet üzere 30 derece kadar eğrilmişdir. Diğer bir hanede avluda bulunan iki çiçeklik yukarıya atılıp silindirik .
s.14
ka’idesinden çıkmış ve yere düşmüş ise de ka’idelerin silindirleri baki
kalmışdır. Mösyö Mesrubeyanın hanesinde tuğladan olan bir sütun ufkı olarak iki parça olmuş ve üst taraftaki parçası birkaç santimetre irtifa’a kadkalkıp ufkı çemberlerinden çıkmışdır ve 90 derece kadar eğrilip yine o ufkı çemberler arasında diğer parça üzerine düşmüşdür. Mösyö Zarifini hanesinde bir metre 30 santimetre bir sütun Üzerinde duran bir Nemesis heykeli 30 derece eğrilip ka’ idesinden 25 santimetre ötede yere düşmüş ve ayağı üzerinde durmuşdur.
Böyle bir çok meşhudat-ı .acizanemiz tezelzülatın istikameti ufkı ve temevvüci olduğunu gösteriyor.
Mesafe-i merkeziyenin zemininde pek çok yarık ve çatlak
s.15
yokdur. Meşhudumuz olan’ en mühim yarık, arzı çamurdan ibaret olan
Anbarlı karyesindedir. Mezkur yarık üç kilometre tulunde ve sekiz santimetre kadar arzında olub denizden 300 metre uzakda ve sahile mütevazı olarak şark-ı garbi istikametindedir.
Mahall-i mezkurda birinci yarık mütevazi ve denize 30 metre daha yakın
olarak 100 metre tulunde ve altı santimetre arzında diğer bir yarık daha peyda olmuşdur.
Bu yarıkların arzı zelzelenin ibtidasından beri hergün tedrica azalmaktadır. Heybeli Ada’sında Ruhban ,mektebi ile Ticaret mektebi arasında 200 metre

s.16
tulunde ve şimal-i garbi ve cenub-ı şarki istikametinde gayetle dar bir
yarık hasıl 21 olmuşdur. Kınalı Ada’sında 22 deniz civarında şimal-i şarki ve cenub-i garbi istikametinde ba’zı küçük yarıklar ve bunların civarında arzın bir miktar çökdüğü görülmüşdür. Ortaköy’de deniz civarında iki küçük yarık görülmüşdür. Bunlar denize mütevazı ve şimal-i garbi ve cenub-ı şark i istikametinde olub yarılan yerde arz dahi biraz çökmüşdür. Arzın bu çökmesi ne mebni deniz civarındaki cami’-i şerif iki derece kadar eğilmişdir. Burgaz Ada’sında23 dahi sahile mütevazı olarak şimal-i cenubiye doğru yarıklar görülmüşdür. Bunlarınen mühimmi 200 metre tulunde ve altı santimetre arzındadır. Katırlı’da dahi sahile mütevazı olarak ba’zı yarıklar peyda olmuşdur.
s.l7
Sahilde mühim çökmüş yerlere gelince hiç bir yerde görülmemiş ve
ma’iyyet-i acizanemizee terfik buyurulan bahriye zabitanından Vasıf Efendi ma’rifetiyle denizin dibi iskandil, edildikde İngiliz haritasına nisbetle his olunur derecede fark görülmemişdir. Esteren kumpanyasının tahtü’l-bahr telgraf hattının yahud kablosunun Kartal’dan kal’a-i Sultaniye’ye kadar olan kısmında ve Kartal’dan üç mil uzakta kablo bir kaç yerde kesilmişdir. Bir kaç gün sonra kablo ihrac olundukda bıçak ile kesilmiş gibi temizce kırılmış olduğu müşahede olunmuşdur. Mahall-i mezkurda Vasıf Efendi tarafından iskandil olundukda İngiliz’ haritasından bir mikdar fark görülmüş ise de iskandil olunan noktaların haritadaki noktalara tamamıyle mutabık olduğu muhakkak değildir.
s.18
Efrenci TemmuzUn 10’unda vuku’u bulan zelzele su menba’alarına ve
kuyulara dahi te’sir etrnişdir. Hareketden bir kaç sa’at sonra Yalova’daki Koru nam kablıca sularının akşama kadar akmadığı görülmüş ise de 72 santigrad olan
derece-i hararetleri ve hassaları tebeddül eylememişdir. Anbarlı’da zelzeleden sonra yarım sa’at kadar çeşme suyu çekilip tekrar akdıkda iki sa’at kadar bulanık imiş. Katırlı’da bütün menba’ suları 10gün bir misli kadar çoğalmış ise de ‘muahharen mu’tad olan miktarda bulunmuşdur. Mezkur karyenin Ayakiryaki nam mahallinde bir ayazmada bir vakitden beri su yok iken tekrar su gelmişdir. Mesafe-i merkeziyenin birçok mahallerinde hayli kuyuların suları bir misli kadar çoğalıp bulanık olmuşdur.
s.19
Mesafe-i merkeziye dahilinde sahil boyunda deniz suları pek çok çalkanub ba’zı mahallelerde denizin 50 metre kadar çekilub geri döndüğü
görülmüştür. Başka mahallerde deniz ibtida yükselmiş ve ba’dehu çekilmişdir. Fakat ekseriya yükseldiği görülmüştür. Hiç bir mahalde sahil hududunun daimi bir suretde tebeddülü görülmemiştir.
Sevahilin birçok mahallerinde denizin kaynamaktada olduğu görülmüştür.
Ayastefanos’da hareket-i arz zamanında bir gemici elini denize sokdukda ılık olduğunu görmüşdür. Mahall-i mezkurde hareket-i arz’ dan bir çarık evvel denize giren bir kadın denizin gayetle ılık olduğunu görmüş ve bir az rahatsızlık his eylemiştir. Yeniköy’de hareketden yarım sa’at evvel denize giren iki kadın
s.20
denizin ılık olduğunu his etmişler ve bağteten iki büyük talga
görmüşlerdir. Halbuki deniz ile hava sakin olub o esnada uzakdan bile vapur geçmiyor idi. Makri köyünde bir kadın zelzeleden biraz evvel kuyudan su çekmiş olmağla ber-mu’tad soğuk olan kuyu suyunun ılık olduğunu görmüştür. Galata’da pek çok kimseler hareketi arz esnasında zeminin sair vakitlerden ziyade sıcak olduğunu his eylemişlerdir. Katırlı karyesinin ahalisi hareket-i arz esnasında sütun şeklinde denizden, buhar çıkub ve tedricen yükselub 10 metre irtifa’ına kadar çıktığını cenub-ı şarki ve şimal-i garbiye doğru sath-ı deryada sekiz kilometre mesafeye kadar gittiğini görmüşlerdir. Büyük Ada’da hareket-i arzın ertesi günü ve diğer
s.2l
iki gün 3 kilometru tulunde cenub-ı şarki ve şimal-i garbi istikametine
toğru ruy-ı deryada dar ve bulut gibi bir duman görülmüşdür. Tahkik etdigimız ve sahih zan eylediğimiz iş bu meşhudatdan istintac olunduğu vechile hareket-i arzdan evvel ve sonra ve esna-yı hareketde pek çok gaz yahud sıcak buha:r çıkub deniz suyunu ısıtmış ve sali-fu’z-zikr alametteri hasıl etmişdir.
Mesafe-i merkeziyenin büyük mihverinde bir körfez ve dağ ve sahil ve
tahtü’ I-arz kırık yerler gibi tabakat-ü’ arza müteallik bir alamet mevcud olur. Bu ka’ ide bu defa ki hareket-i arzın mesafe-i merkeziyesinin büyük mihverinde dahi mevcuddur. Mihver-i mezkur İzmid körfezi boyunca
s.22
mümtedd olub bu körfezin devamı olan sevahile mütevazi gider. İstikametın birliğini ve tezelzillatın mesafe-i merkeziyenin her noktasında
mutabık olmasını ve mesafe-i merkeziye hattının dar şekilde bulunmasını hesaba idhal etdiğimiz Mide tezelzülun merkezi olmayub hattı olduğunu yahud ta’ bir-i aher ile hareketin merkezi bir nokta olmayub mesafe-i merkeziye büyük mihverine mütevazi istikametde bulunan bir hatt olduğunu muhakkak ve o mihverin tulunca taht’ül-arz kırık bir malhall bulunmasını muhtemel ad etmemiz lazım gelur. Bu hareket-i arzın büyük bir vüs’atı olmasına nazaran merkezinin pek çok .derin olduğu zan olunur ve doton ve hayden usulüne müraca’at itdiğimiz halde “umk-ı mezkurun 34 kilometre olduğunu keşf etmişizdir.

s.23
Emil Lakvan Efendi ‘Umk-ı mezkuru diğer bir usul üzere hesab etdikde
aynı ‘umuki keşf etmiş olduğundan keşf etdiğimiz neticenin muhtemel olması tasdik kılınmışdır. 150seneden beru vuku’u bulunan hareket-i arz merkezlerinin şimdiye kadar keşf ve tahmin olunan ‘umuki 250 metreden 60 kilometre kadardır. Bu merkezlerin yalnız dokuzu 29 kilometre olan çarlezton merkezinden daha derin olub ekserisinin o kadar derin olmadığı keşf olunmuşdur. Benaberin Dersa’adet hareket-i ‘arzın merkez tezelzülü’ 150 seneden beri vuku’u bulan zelzele merkezlerinin en derini ‘ad olunmak lazım gelir ise de bu merkez daima kışr-ı ‘arzda ve küre-i ‘arzın nısf-ı kutruna nisbetle küçük bir derinlikde yani mezkur nısfkutrun I\200’i raddesindedir.
s:24
Fransa ve Rusya ve Romanya’da icra olunan tedkikat-ı fenniye mu’aveneti
ile tezelzülatın sür’at-ı intişarını hesab edebilmişizdir. Zelzele saniyede üç
kilometre sür’atle Paris’e ve 3,5 kilometre sür’atle Pavluska ve üç kilometre ve altı ‘aşr sür’atle Bükreş’e muvasalat etmişdir. Yunanistan’da ahiren Lukrid nahiyesinde. vuku’u bulan hareket-i ‘arzda Birmingamlı Mösyö Daviso’nun tedkikat-ı sahihesine ve Atina Rasathanesi’nde tedkikat-ı ‘aciziinemize istinaden mezkur hareket-i ‘arzın Birmingam şehrine kadar sür’at-i intişarı saniyede üç kilometre olduğunu keşf eylemiş olduğumuz cihetle işbu iki hareket-i ‘arzın Paris ve Pavlusk ve Bükreş ‘ve Birmingam’a kadar sür’at-ı intişarı takriben sedanın sulb-i cisimlerden geçmesinin sür’ati kadar olduğu tebeyyün eylenmişdir.
, s.25
Hareket-i ‘arzdan biraz evvel ba’zı .’alaim-i mütekaddime zuhur etdiği
muhakkak ‘ad olunmalıdır. Mesafe-i merkeziyenin bir çok mahallerinde hareket-i, ‘arzdan hayli evvel kırlangıçların korkup yuvalarından uçmuş oldukları ciileb-i inzar dikkat olmuşdur. Ba’zı mahallerde, kırlangıçlar akşam yuvalarına dönmüşler ise de diğer mahallerde sürü ile telgraf hatları üzerine konub şedid tezelzülatdan biraz sonra ‘avdet etmişlerdir. Mesafe-i merkeziyenin birçok mahallerinde hareketden birkaç dakika evvel tavukların ve hayvanat-ı sairenin korkub kaçmak ve ihtifa etmek istedikleri görülmüşdür. Bu ‘alamet-i şedid tezelzülatdan evvel arzın hafifce sallanmasından naşi olmağla insan hareket-i ‘arzı evvelden keşf edemediği halde kendisinden daha mütehassis olan hayvanlar anı his ederler.
s.:26
‘Bu izahatdan istifade olunarak en küçük sedayı ve en hafif tezelzülü gayetle his edebilecek alat-ı fenniye i’mali için İcra-yı tedkikat olunabilir. Bu
aletler hafif hareket-i arzı dahi haber vereceğinden şedid’ tezelzülat vuku’u
bulması üzerine celb dikkat eder. Mezkur imarat-ı mütekaddimeden başka bir mühendis hareket-i ‘arzdan biraz evvel aletin mıknatıs iğnesinin etrafına bir demir parçası dönderilmekte imiş gibi sallandığını görmüşdür. Efrenci Temmuz’un 10’unda vakt-i zahirde vuku’a gelen tezelzülat-ı şedideden sonra o günü ve ertesi günler az şiddetli tezelzülat dahi vuku’u bulub bunlar Ağustos’un 8’ine kadar kesb-i hıffet etmiş ve efrenci Ağustos’un S’inde dahi hayli hafif bir hareket duyulmuşdur.
s.27
İşbu tezelzülatın en şedidi Temmuz’un 12’sinde alafranga saatle akşam
saat 4’ü 10 geçerek zuhur etmiş ve iki saniye sürmüşdür. Temmuz’un 18’inde kable’z-zeval saat 1I’i 5S dakika geçerek şedid bir tezelzül duyulmuşdur. Bunlar ile beraber ilk defalar gibi tahtü’l-arz bir seda dahi işitilmişdir. Heybeli Ada’sında Temmuz’un 10’unda vakt-i zuhrdan sonra olan tezelzülata hatt-ı ufki üzere olub birçok toprak yıkılmasına müşabe tahtü’l-arz bir seda dahi duyulmuşdur. Birinei tezelzülatdan sonra mesafe-i merkeziyenin ba’zı mahallerinde tezelzül ile beraber olmaksızın seda duyulmuşdur. Tedkik etdiğimiz kaffe-i ‘alaime nazaran işbu hareket-i arzın tektonik yani arzın teşekkülatına müte’allik olduğu tahakkuk etmişdir. Mesafe-i merkeziye mihverinin tulunce merkez-:i tezelzülün vüs’ati ve teşekkülat-ı arziyeye müte’allik tabakatü’l-arz

s.29 (2S.s.olması gerekirken 29 yazılmış)
hadisesi teşkil eden İzmit Körfezi’nde mihver-i mezkurun istikameti ve
‘ale’l-‘umum isoseiste(latince yazılmış bir kelime) kavislerin gayetle uzun olan şekilleri ve iş bu ‘alamet-i tab’iyenin şiddet ve vüs’at-i fevka’l.’adesi mezkur hereket-i arzın tektonik yani teşkilat-ı arziyeye müte’allik olduğuna bizi ikna etmişdir. Yanardağ feveranları işbu hareket-i arzda görülen vüs’at ve şiddeti ve ahval-i saireyi haiz değildirler. Tektonik hareket-i arzlar arzın tedricen ve aheste teşkilinden hasbe’l-icab zuhur eden bir ‘alamet-i tab’iyedir. İşbu teşekkülün netayicinden biri dahi kışr-ı arzın hareketi ve sahil hatlarının tebdil-i mekanı ise de bu tebdil-i mekan ol-kadar aheste vuku’u bulur ki his olunması için binlerce seneler lazımdır. Binaenaleyh Marmara Denizi’nin şehr ve ada ve karyelerinin batması için asla ve kat’a
s.30
bir muhatara bulunmadığından ahalinin yanardağ zuhuruna ve adalar ile
sevahilin çökmesine dair olan evhamı ma’a-i-memnuniyye hiç bir mutala’a ve esbab-ı fenniye üzerine mübtehi değildir. Bi’l-‘aks Temmuz’un 10’unda üç şedid tezelzül ile başlamış olan hareket-i arzın devr-i istidadı şimdi hayli geçip hitama varmakda olması melhuzdur.

Mütercimi Tarih-i tercüme
Bogos kulları fi 8 Ağustos sene 1310


* A.Ü. D.T.C.F. Tarih Bölümü, Yakınça~ Tarihi Anabilim Dalı, Araştırma Görevlisi
1. Türkiye’nin deprem bölgeleri ve tektonik durumu için, Öcal,Türkiye’nin Sismitesi ve Zelzele Coğrafyası, İstanbul 1968,N.Pınar-E,Lahn,Türkiye Deprem Bölgeleri İzahlı Kataloğu, ‘Ankara,1952’ye bakılabilir,
2. Nevra Necipoğlu, “Depremler, Bizans Dönemi” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.3,s.33-34

3. Mustafa Cezar, “Osmanlı Devrinde İstanbul Yapılarında Tahribat Yapan Yangınlar ve Tabii Afetler” Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri I, İstanbul, 1963,5.380

4. N.N.Ambraseys, C.F.Finkel, The Seismieity of Turkeyand Adjacent Areas A Histarical Review 1500- 1800. Istanbul, i995,s.38. Bu eserlerde Türkiye’ de meydana gelen depremler hakkında kronojik olarak geniş bilgi bulunabilir.
5. Mustafa Cezar, a.g.m.s. 382-383, Şehabettin Tekindağ “İstanbul, Türk Devri 1453-1520” İslam Ansiklopedisi c.5-ıı,s. 1203
6. Kevork Pamukciyan, “Depremler, Osmanlı Dönemi” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.3, s.34-35, N.N.Ambraseys, C.F.Finkel, a.g.e, s.54,94,136 vd.
7. N.N.Ambraseys,C.F.Finkel,a.g.e.,s.94.
8. K Mustafa Cezar,a.g.m.s.388-389.

9. Mustafa Cezar,a,g.m,s.389,390,Kevork Pamukçiyan,”Sarkis Sarraf-Hovannesyan’a Göre istanbul’un 1766 Büyük Depremi”,Tarih ve Toplum,c.8,sayl 47,s.270-271,
10. Ahmet Cevdet, Tarih-i Cevdet,c,5,İstanbul 1303,s.22. .
11. Ahmet Cevdet,a.g.e,c.7,s.144,
12. Ahmet Cevdet,a.g.e.c.8,s.27.
13. Semih Tezcan,Yalçın Acar, Ahmet Civ, İstanbul için Deprem Riski Analizi, İstanbul,1979,s.5.Ancak,S,Sipahioğlu,D.Kolçak,Y.Altınok’un hazırladığı Türkiye ve Çevresinin Tarihsel Deprem Kataloğu (M,Ö.2100-M.S.1900),İstanbul,1981,s,63,adlı eserde depremin enlem ve boylamının belli olmadığı, şiddetinin saptanamadığı Yazılıdır, Ayrıca, aynı eserde depremin etkili olduğu yerlerin istanbul, Prens Adaları, Marmara Denizi, ‘Karamürsel, Adapazarı olarak belirtilmektedir. 1894’te hazırlanmış ve sunduğumuz raporda da belirtildiği gibi deprem, Adalar’ da ve yakın çevresinde büyük hasara yol açtığı görülmektedir.
14. Feriha Öztin,1O Temmuz 1894 İstanbul Depremi Raporu, Ankara,1994,s.9.Bu eser, 189’4 Istanbul depremi üzerinde yapılan kapsamlı bir çalışmadır. Yerli ve yabancı orijinal kaynaklarla birlikte bir çok eserden yararlanılmıştır.

15. Erdem YOcel,Tarih Boyunca İstanbul Depremleri”,Hayat Tarih Mecmuası, sayı 6(Temmuz 1971),s.63.
16. Feriha Öztin,a.g.e.Söz konusu raporu eserinde kullanarak verilerinden yararlanmıştır Ayrıca, raporu kaynaklar kısmında günümüz diline çevirerek ve teknik terimler kullanarak vermiştir Ancak yer adlarında ve bazı kelimelerde hatalar bulunmaktadır. Biz burada metnin eski
Türkçe ve günümüz diline çevrilmiş halini vermeyi uygun bulduk. ;
17. Coumbary, Osıııanlı Devleti’nde demiryolu yapmıı için bulunan bir mühendistir. Osmanlı Devleti’nde ilk meteoroloji rasathanesi Fransa’nın da etkisiyle ve Coumbary’nin girişimiyle H.1284(1867-68)’te. açıldı. Rasathane-i Amire’nin müdürlüğüne Coumbary getirildi. Emre Dölen,”Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Bilim”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c.l,s.167.

18. Paralel ve eşit anlamında kullanılmıştır.

19. Feriha Öztin a.g.e.’de Tekfur dağı olarak geçen bölgeyi Rodosto (Tekfurdağı, Tekirdag)” şeklinde vermiştir.s.33.0smanlıca belgede ise yukarıda belirtildiği gibi geçmektedir.

20. Feriha Öztin a.g.e.s.34’te Osmanlıca kaynakta Kınalı Ada olarak geçen yeri “Antigoni Adası, Burgaz Adası” şeklinde göstermektedir.

21 Feriha Öztin a,g,e,s.35’te bu kelimeyi sahile ulaşmıştır şeklinde vermiştir, Aslı ise yukarıdaki gibidir, . ,
22. Yine aynı yerde Kınalı Ada olarak geçen yer Burgaz Adası olarak verilmektedir.
23.Feriha Öztin,a.g,es.36’da Burgaz Ada’yı Kınalı Ada olarak yazmaktadır.

Osmanıca Metinler İçin Tıklayınız

KARİYE MÜZESİ (TOPOGRAFYASI-ÇEVRESİ) BAHÇE DUVARLARI SANAT TARİHİ RAPORU

İçindekiler

1. Kariye Müzesi Tarihçesi

2. Kariye Müzesi ve Mevcut Bahçe Duvarlarının Konumu

3.Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi ile Edirnekapı Semtinin Topografyasındaki ve   Çevresindeki Değişim

   3.1 Bizans Dönemi

   3.2 Osmanlı Dönemi

   3.3. Cumhuriyet Dönemi

4.Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi Bahçe düzenlemesi

    4.1 Giriş

   4.2 Günümüzde Kariye Müzesi Bahçe Düzenlemesi

   4.3.Kariye Müzesi Bahçe Duvarlarının Dönem Analizi

5. Kaynakça

1.Kariye Müzesi Tarihçesi

Günümüzde Kariye Camii veya Kariye Müzesi adları ile tanınan yapı, Ayasofya’dan sonra en fazla tanınan anıt eserlerimizdendir. Yapı geçmişte İstanbul’un altıncı tepesinde Haliç’in güneyinde inşa edilen Khora Manastırı’nın İsa’ya ithaf edilmiş ana kilisesiydi. Altıncı yüzyıla giden tarihsel geçmişi ile çok katmanlı bir yapıya sahip olan Kariye Müzesi, Bizans’ın geç döneminde (Paleologos Hanedanı Dönemi) 1316-21 yılları arasında Theodoros Metokhites tarafından büyük ölçüde yenilenerek ve bezenerek bugünkü şeklini almıştır. Mozaik ve freskleri ile Bizans sanatının ve dünya sanatının gelişiminde çok önemli bir yere sahip olan yapı Erken İtalyan Rönesansı anıtlarıyla özellikle de Giotto’nun Arena Şapeli’ndeki freskolarıyla kıyaslanır.

Bizans döneminin bu önemli kilisesi İstanbul’un 1453 yılında fetih edilmesi ile bir süre boş kaldıktan sonra II. Beyazıd döneminde 1511 yılında Sadrazam Hadım Ali (Atik Ali) Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.

Kariye, naos, kuzey taraftaki iki katlı ek yapı (anneks), iç narteks, dış narteks ve güney taraftaki mezar şapeli (parekklesion) ile beş ana mimari mekandan oluşan haç planlı bir yapıdır. Osmanlı döneminde etrafında zamanla oluşan medrese, tekke, türbe, çeşme, imaret ile birlikte bir manzumenin merkezi olmuştur. Cumhuriyetin ilanından bir süre sonra şehirdeki Bizans anıtlarının restorasyonu ile ilgili çalışmalar kapsamında Amerikan Bizans Araştırmaları Enstitüsü ile Dumbarton Oaks’ın çalışmaları ile restore edilmiştir ve Ayasofya Müzesi’ne bağlı bir anıt müze olarak da varlığına devam etmektedir.

2.Kariye Müzesi ve Mevcut Bahçe Duvarlarının Konumu

Kariye Müzesi ve bahçesi İstanbul İli, Fatih İlçesi, Dervişali Mahallesi, Kariye Cami sokak, no: 8’ te bulunan müze ve mevcut bahçe duvarları 473 pafta, 2607 ada, 1 parselde kayıtlı olup sit alanı içerisinde yer almaktadır. Bahçe duvarları, eğimli bir arazide yer alan yapıyı ve içinde bulunduğu araziyi, doğu, güney- güneybatı ve kuzey ve kuzeydoğu yönlerinden çevrelemektedir (Şekil-1).

Şekil-1Kariye Müzesi, bahçe duvarları ve tarihi yapı kalıntılarının mevcut vaziyet planı

Anıt eser ve bahçesi kuzeyde Kariye Türbesi Sokak, batıda Kariye Camii Sokak, güneyde Kariye Camii sokak ile kesişen Kariye Bostanı Sokak ve Neşter Sokak doğuda Kariye Parkı ve Salman Tomruk Caddesi ile çevrelenmiştir.

Foto 1.Kariye Müzesi ve çevresi, havadan görünüm,2015

Kariye müzesinin konumlandığı Edirnekapı semti; Tarihi yarımada içerisinde yer alıp Ayvansaray semtini de içine alan ve aynı zamanda kentin batı surları ile çevrelenen İstanbul’un en yüksek tepesi olan Edirnekapı tepesinde yer alır. Sur dışında kalan tarihi Edirnekapı Şehitliği ve Edirnekapı Mezarlığı’da semtin bütünü içinde düşünülür. Semt Edirnekapı’ya dek uzanan Fevzipaşa Caddesi ile güney ve kuzey olarak kesilmektedir. Batıda Bizans surları ve Edirnekapı’sını da içine alan Sulukule Caddesi ile doğusunda ve güneydoğusunda Fevzipaşa caddesinin her iki tarafında da devam eden Karagümrük mahallesi, kuzey batısında Dervişali Mahallesi, sur dışında batıda Eğrikapı semti yer almaktadır. Edirnekapı Tepesi İstanbul’un tarihi yarımadasın da bulunan yedi tepesinden altıncı tepedir.  Söz konusu bu tepe üzerinde Mihrimah Sultan Cami, Kariye Müzesi, Ayios Yeoryios Rum Kilisesi, Ayios Dimitrios Kilisesi, Atik Ali Paşa Camii ve Tekfur Sarayı gibi anıt yapılar bulunmaktadır.

Foto 2.Edirnekapı semtinin havadan görünümü, 1966
Foto.3.Edirnekapı semti havadan görünüm, suriçi, 2018
Foto.4.Edirnekapı semti, sur içinden sur dışına genel görünüm 2018
Foto.5 Edirnekapı ve Mihrimah Sultan Camii ile Aeitus (Çukurbostan-Karagümrük) sarnıcı genel görünüm, 2018

3. Kısaca; Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi ve Edirnekapı Semtinin Topografyasında ve Çevresindeki değişim

3.1Bizans Dönemi Edirnekapı semti, adını buradaki sur kapısından almaktadır. Kapının Bizans dönemindeki adı ‘’porta harisius veya ‘’Mezarlık Kapısı’’ anlamında kullanılan ‘’Miriadron’’dır. Ayrıca Bizans döneminde kapının, merasim kapısı olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Bizans imparatorlarının sefere çıkarken veya seferden dönerken bu kapıdan geçtikleri ve kapının Mese Caddesi üstünde yer aldığı bilinir. Ayrıca Bu kapının İstanbul’un fethi sırasında ilk açılan sur kapısı olduğu söylenir.

Foto.6.Edirnekapı semti havadan görünüm, 19.yüzyıl sonu

Edirnekapı semti geç roma döneminden itibaren önem kazanmaya başlamış İstanbul’un eski semtlerinden biridir.  4. Yüzyılda Konstantin surlarının dışında kalan bu bölge; 5. yüzyılda II. Theodosios tarafından inşa ettirilen ve batıya doğru genişletilen surların içinde kalarak son sınırı teşkil eder.  Yine 5. yüzyılda yazılan Natitia Urbis Costantinopolinae’ ye göre şehir 12’si sur içinde olmak üzere 14 bölge ve 322 alt birime ayrılmıştır. Edirnekapı’nın da içinde olduğu bölge 14. bölgedir.

Şekil 2. Büyük Konstantin Surları ve II. Theodosios Surlarını gösteren plan
Şekil 3. Kostantinopolis’in yönetim açısından 14 bölgeye ayrılan planı, ‘’İstanbul dünya kenti’’ sergisinden YKM

İstanbul (Kostantinopolis) kentinin kurulu olduğu yedi tepenin en yükseği olan Altıncı tepenin (Edirnekapı) sırtını ve eteğini kapsayan bu bölge;  tepenin en yüksek noktasından itibaren güney yönünde Lykos Deresine (Bayrampaşa) doğru vadiden aşağıya hafif eğimli, kuzey yönünde ise Haliç’e doğru inen dik bir yamaçtan müteşekkildir. Lykos Deresi’nin (Bayrampaşa) bir yarık meydana getirdiği hat, doğal bir sınır meydana getirmekteydi. 1959 yılında Lykos Deresi (Bayrampaşa Deresi) kapatılarak yerine kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan bugünkü Vatan Caddesi yapılmıştır.

Şekil 4. Bizans Döneminde Tarihi Yarımadayı gösteren bir planda Edirnekapı ve bölgesi

Şehre Porta Harisius veya diğer bir adıyla Andrinopolis kapısından (Edirnekapısı) girilmekte idi. Kapı Edirne yolu üzerinde bulunduğu için bu ismi almıştır.  Söz konusu bu yol Doğu ve batı arasındaki en büyük uluslararası ticaret yolundan biri Egnatia Yolu veya özgün adıyla Via Egnetia’dır.  Porta Harisius (Edirnekapısı) kapısına uzanan bu Antik Roma ticaret yolu Bizans dönemi ile birlikte eski önemini yeniden kazanmıştır.  Dolayısıyla Trakya’dan gelen yolcu ve mal getiren esnaflar bu kapıdan girer ve şehir merkezine uzanan çeşitli dükkanlar, nalbantlar, aşevlerinin yer aldığı yol boyunca (Bizans Döneminde ki adı ile Mese Caddesi) ticaret yapılırdı.

Kapının hemen karşı tarafında yolun sağında 9. Yüzyılda inşa edilen Ayios Georgios Kilisesi bulunmaktaydı. Kilise 1562-1565 yıllarında Mihrimah Sultan Camisi’nin inşası üzerine yıkıldı ve bugünkü yerinde yeniden inşa edildi. 1726’da restore edilen kilise, kayıtlara göre 1836’da Mimar Hacı Nikolaos tarafından yeniden inşa edildi.  Aya Yorgi Kilisesi kayıtlara o dönem Aziz Nikolas diye geçmişti. 1974’te Vakıflar idaresine geçen kilise, 2017’de restorasyonu yapılarak ve ibadete açık durumdadır.

Foto.9 Edirnekapısı ve çevresi, 2018

Mese caddesinin solunda, (günümüzde ise Fevzipaşa Caddesi’nin solunda ve Salma Tomruk olarak adlandırılan caddenin kavşak oluşturduğu köşe noktada) Bizans’ın dört büyük açık sarnıcından biri olan Aetios Sarnıcı bulunmaktaydı. Sarnıç dönemin valisi Aetius tarafından 421 yılında yaptırılmıştır. Anıtsal bir yapısı olan Aetius Sarnıcı, 244×84 metre ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Derinliği yaklaşık 13-15 metre, duvar kalınlığı 5-20 metredir. P.Gylles, 1540 yılında burasının bütünüyle kurumuş bir halde olduğunu ifade eder. Osmanlı dönemine suları boşalıp bütünüyle kurumuş halde ulaşan sarnıç, toprakla doldurulup bostan haline getirilmiştir. Çukurda bulunmasından ötürü “Çukurbostan” adıyla da anılmıştır.1926 sarnıç kalıntılarının üzerine eski adı ile Vefa yeni adıyla Karagümrük Stadı kuruldu.

Foto.10 Karagümrük Çukurbostan bir yanda küçük futbol sahası diğer yanda bostan, solda Kariye Camii ve Tekfur Sarayı

Mese Caddesi Konstantinopolis’in ilk ve önemli arteri idi.  Bu yolun Havariyun Kilisesi’nden (Günümüzde yerinde Fatih Cami’si bulunmaktadır) geçerek Harisius Kapısı’na (Edirnekapısı) ulaşan kısmı Mese’nin kuzeybatı aksını teşkil ederdi. Bu yol bugünkü Fevzipaşa Caddesi ile örtüşmektedir. Bizans döneminde şehrin yerleşim dokusu, esas olarak Marmara Denizi’ne paralel şekillendiğinden Edirnekapısı’na yönelen yol, şehrin daha az meskûn bölgeleriydi.

Şekil 5. Bizans Dönemi, Mese’nin kuzeybatı aksı üzerinde caddenin gösterimi (Feyza İlter, 2018)

Konstantinopolis’in kentsel alanı XI. yüzyıldan itibaren kuzeybatıda, Blakhernai bölgesinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Latin istilasına kadar eski kent çekirdeği ile beraber gelişen bu yeni kentsel alandaki Blakhernai Sarayı, 1204’ten itibaren yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. (Bu dönemde (1204) Latin istilası sırasında, kentin paha biçilmez anıtları ve binaları yağmaya ve büyük bir tahribata uğramıştı. 1260 yılında Latin İmparatorluğunun sona ermesi ile kent yeniden Bizans egemenliğine girmişti. ) Bu durumda, Mese’nin kuzeybatı aksında Havariyun Kilisesi – Blakhernai Sarayı güzergâhı önem kazanmıştır. Bu aks günümüzde kentin ihtiyacına göre işlevlendirilerek Fevzipaşa Caddesi olarak kentin ulaşım hattında halen varlığını korumaktadır.

Şekil 6. 1260 yılı Bizans İstanbul’unu gösteren bu haritada pempe renk ile gösterilen yerler sivil bina alanları kırmızı ile gösterilen dini yapıları, yeşil renk ile gösterilen noktalar resmi yapıları işaret etmektedir.

 Fevzipaşa Caddesi sınırının bir ucunu oluşturan Edirnekapı, Osmanlı dönemi boyunca da önemini korumuştur.  Fatih Sultan Mehmed döneminden Cumhuriyet’in ilanına kadar Osmanlı padişahlarının tahta çıkışlarında kılıç kuşanma merasimi için Topkapı Sarayı ile Eyüp Sultan arasında yapılan kılıç alayının güzergâhında devam eden Fatih Külliyesi ile Edirnekapı aksı günümüzdeki Fevzipaşa Caddesi’dir. Bizans döneminde olduğu gibi, kentin yönetim merkezi ile kutsaliyet merkezini birbirine bağlayan bu aks, Osmanlı Divanyolu’nun (Bizans Döneminde Mese) da bir parçası niteliğindedir. Ayrıca Avrupa’daki seferlere çıkılırken ordunun Edirnekapı’dan gönderilmesi ve Tanzimat’a kadar İstanbul’a gelen elçilerin kente Edirnekapı’dan girmesi, bu önemi destekler nitelikteki geleneklerdir.

Şekil 7. Osmanlı Dönemi Mese/ Fevzipaşa güzergahı ve sonradan genişletilen cadde

Cumhuriyet Döneminde ise 1929 yılında Fatih-Edirnekapı Tramvay hattının açılışı yapılmış olup cadde 1959 yılında da genişletilmiştir. Cadde bir süre sonra, 1960 yılların sonunda surlara açılan yeni bir geçitle son halini aldı. Ayrıca Fevzipaşa Caddesi aksı üzerinde Osmanlı Döneminde Fatih Külliyesi’nin inşası, Yavuz Sultan Külliyesi ve Mihrimah Sultan Külliyesi’nin de inşası ile kentin üç tepesi üzerinde silüetin önemli parçaları tamamlanmış oldu

Foto 13. Eski geçiş yolu olan Edirnekapısı ve 1960’lı yılların sonunda surların bir bölümünün yıkılarak açıldığı yeni geçiş yolu

Harısıus Kapısı’nın (Edirnekapısı) kuzeydoğuya doğru inen yamaçında ise Khora Manastır Kilisesi (Kariye Müzesi) yer alır.  Osmanlı Devleti’nin Bizans’tan devir aldığı önemli anıt yapıtlarından biri olan Kariye Müzesi Bizans Dönemi İstanbul’unun en önemli dini yapılarından biri olan Khora Manastırı’nın ana kilisesiydi.  4. Yüzyılda manastırın yerinde evvelce var olan küçük bir kilise İmparator Konstantin tarafından inşa ettirilen surların dışında kalmakta idi.  Buna istinaden yapıya muhtemelen  ‘’şehir surlarının dışındaki topraklar’’ anlamına gelen Chora (()ρα)adı verilmiştir. II. Theodosius ‘un 5. yüzyıl başlarında yeni şehir surlarını inşa etmesi ile manastır ve bulunduğu semt günümüzdeki adı ile Edirnekapı şehrin yeni sınırları içerisinde kalmıştır.  Daha sonraki dönemlerde birçok kez ihya edilen yapının son hali 14. yüzyıldan günümüze ulaşmıştır.

Chora çevresinde birçok önemli yapılar yer alır. Bizans döneminde kilisenin manastıra ait oluşu ve Ayvansaray’da kalıntıları tespit edilebilen Blakhernai Sarayı’na yakınlığı yapıyı önemli bir konumuna getirmiştir. Yine bunlardan biri Harısıus Kapısı’ndan  (Edirnekapısı) kuzeye devam eden surların en kuzey noktasında, Eğrikapı ile Edirnekapı arasında Chora Manastırının kuzeydoğusunda surlara bitişik Tekfur Sarayı olarak adlandırılan Blakhernai Sarayı’nın müştemilatı veya bir birimi olduğu düşünülen Bizans yapısıdır.  Bizans’ın ilk sivil mimari tarzını yansıtması açısından dünya sanat tarihi açısından da büyük önem taşıyan Tekfur Sarayı, Osmanlı Döneminde halk dilinde Tekir Sarayı olarak adlandırmalarına karşılık, yabancılar genellikle, 16. yüzyılda da  Konstantin Sarayı (Palatium  Constantini),  sonraları Porfirogennetos Sarayı  derler.  Bizans  kaynaklarının 14. ve 15. yüzyıllarda ‘’Porfirogennetos  Evi’’  olarak adlandırdıkları yerin burası olduğu sanılmaktadır.

Foto 14. Tekfur Sarayı ve surlar, 19.yüzyıl

Bizans imparatorlarının  12. yüzyıldan içinde yaşadıkları  Blakhernai Sarayı kompleksinin en güneyde ve yüksekteki  bir parçası, bir pavyonu olarak yapılan Tekfur Sarayı‘nın  hangi tarihlerde ve kim tarafından inşa ettirildiği net olarak bilinmez. Tekfur    Sarayı, fetihten sonra çeşitli maksatlarla kullanılmıştır. 16. yüzyılda Pirî  Reis’in İstanbul resminde burası, üstünü örten  çifte meyilli çatısı ve bitişiğinde burç üzerindeki balkonu ve bunu koruyan sundurmasıyla gösterilmiştir. Yine 16. yüzyılda İstanbul’a gelen Melchior Lorichs’in İstanbul panoramasında  da bina sağlam bir halde ve üstü çift meyilli beşik çatıyla örtülü olarak gösterilmiştir.  18. yüzyılda seramik ve çini atölyesi olarak kullanılan Tekfur Sarayı daha sonra camhane, ardından 19. yüzyılda Yahudiler‘in ikamet ettiği barınak olarak kullanılmış ve 1865 yılında çıkan yangınla beraber ara katları çökerek kullanılmaz hale gelmişti. Ayrıca; ünlü Kaşıkçı Elması buradaki çöplükte bulunmuştur.

1891 yılında Fernand de Mély tarafından yayınlanan Ortaçağ’da Konstantinopolis adlı haritada o tarihte hali hazırda mevcut binaların topografik incelemesi yapılmış, Bizans ve Osmanlı dönemlerinin eserleri ve bulundukları bölge üst üste getirilerek çakıştırılmış ve böylece Osmanlı ve Bizans dönemini kıyaslama imkanı verilmiştir.

Şekil 9. Edirnekapı, Tekfur Sarayı, Aya Yorgi Kilisesi, Kariye Cami, Çift sıra surlar ve önünde hendek, Haritadan Detay, 1891

Kariye Müzesi’nin en kuzeyinde yer alan Bizans döneminde, II. Theodosios dönemine ait İstanbul’un mahallelerini anlatan Notitia Urbis Constantinopolitanae’ye göre şehrin kuzeybatısında, şehir surlarından ayrı bir surla çevrili, şehrin 14. Bölgesi içinde olan Blakhernai mahallesiydi.  Blakharnıa Saray Kompleksi, Haliç’e dik inen yamaçta teraslara kurulmuş olup 1204’ten itibaren yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. Blakhernai Sarayı’nın olduğu bölgenin duvarları Haliç kıyısına uzak kaldığından kıyıyı korumak için 5. yy. duvar uzatılmış, bu bölüme de “Pteron” (siper) adı verilmiştir. 11. yy’da Komnenoslar döneminde imparator sarayı Blakhernai’ye taşınınca Blakhernai duvarı önüne, şehir dışına doğru yay çizerek uzanan 13 burçlu güçlü bir duvar olan “Manuel suru” yapılarak saray bölgesi tahkim edilmiştir. Eğrikapı bu surun içinde yer alır.  Bölgenin üç ana mahallesi vardı: Blakherna Sarayı ve çevresi dışında, Eğrikapı bölgesini içeren Kaligaria Mahallesi ve Lonca ile çevresini, Haliç’e bakan düzlüğü kapsayan Kynegion Mahallesi. Kaligaria Mahallesi XII. yüzyıla, yani İmparator Manuel Komnenos (1143-1170) dönemine kadar sur dışında kalmıştır. Blakhernai’dan günümüze dehlizler, bu kompleksi içinde yer alan Tekfur Sarayıve Anemas Zindanıdenilen yapılar ile pencereli cepheler geriye kalmıştır.

Foto 17. Blakharnıa bölgesi, Ayvansaray, 2018

Yapının bulunduğu bölge fethin hemen öncesinde 1344 civarında genel olarak bostanlar, bağlar ve aralarda yer alan etrafı çevrili küçük küçük yerleşim birimlerinden oluşmaktaydı. Bu yerleşim birimlerinde ve bahçelerde arazinin eğimine uygun olarak teraslamalar yapılırdı. 14. yüzyılda şehir tekrar küçülüyor; koca mahalleler terk ediliyor; bunların yerine, bahçeleri ve bağları ile büyük manastır kurumları oluşuyordu.

Söz konusu manastır bölgelerinin yanında, bir de onlar kadar geniş, yüksek memurlara ait konaklar ve bunların müştemilatı vardı.  Ayrıca Bizans imparatorlarının Büyük Saray ve Blakherrnia Sarayı dışında, kendi mülkleri olan ya da ailelerinden kişilerin sahip oldukları konakları (domus – oikia) ya da sarayları da vardı. Palaiologoslar döneminin ünlü isimlerinden Theodore Metokhites’in sarayı ise Blakherna yakınlarındaki, Khora Manastırı yakınlarında yer alıyordu. 1328’de bir isyan sebebiyle tahrip olunan Khora Manastır Kilisesinin banisi Theodore Metokhites’in sarayı yalnız bir kiliseyi, vezirin çocuklarına mahsus evleri ve birtakım iş ve idare dairelerini ihtiva etmiyor, aynı zamanda bağlı, havuzlu, çimenli bir parkı da içeriyordu; hatta burada, o zaman nadir olan develer dahi görülüyordu.

Yine Clavijo ‘nun 1403’te geldiği İstanbul’a dair verdiği bilgilere göre surlar arasında kalan kısımlar tarla ve meyve bahçeleriyle birbirinden ayrılmış bir dizi küçük mahalle barındırmaktaydı. Saray ve kiliselerin yıkıntıları her yerde görülebiliyordu. Aynı şekilde su kemerlerinde de, buna göre yoğun olarak meskûn olan yerler yalnız Marmara Denizi ile Haliç boyunca sahil kordonudur. Yalnızca kıyı bölgeleri, özellikle de Haliç’e bakan ticari alanlar oldukça yoğun bir nüfusa sahipti.

Özetle, şehrin ortası (Likos Vadisi ile su kemerleri civarı) bir de, surlar boyunca olan saha, tarlalar ve bahçelerle işgal edilmişti. Bütün şehir sahası üzerinde ve ada hâlinde birtakım geniş manastır ve saray yapıları ve bunların bahçeleri, bağları ve zeytinlikleri dağınık olarak serpilmişti. Fakat Haliç sahili yoğun olarak meskûndur, küçük limanların [Kadırga (Sophia) Limanı, Kumkapı (Kontoskalion)] bulunduğu Marmara sahili herhalde daha az yoğundu.

Dolayısıyla Kariye Müzesi’nin (Chora Manastır Kilisesi) bulunduğu bölge Bizans döneminde ekseriyetle nüfusun ve yerleşimin az olduğu bağlık, bahçelik alanlardı. Bizans İmparatorluğu döneminde yedi tepenin şekillenişi, Roma döneminde benzer şekilde olmuştur. Tepeler üzerine büyük çoğunlukla anıtsal nitelik taşıyan dinî yapılar yerleştirilmiş, topoğrafya ve yapılaşma uyumlu bir biçimde genişleyen kenti beslemişti.

Şekil 10. Bizans Döneminde tarihi yarımadayı gösteren bir şehir planı, (resimsel topografik harita görünümünde kuşbakışı illüstrasyon)

Tarihi yarımadayı gösteren yukarıda ki planda Geç Bizans Dönemine kalıntıları ulaşan Konstantin Surları ile II. Theodosios Surları arasında kalan bölgenin nüfusun ve yerleşiminin az olduğu bağlık ve bahçelik alanlar olduğu görülmektedir.

3.2. Osmanlı Dönemi

Tarihi Yarımada bölgesi, Roma İmparatorluğu’nun da en önemli merkezlerinden biri olma özelliğine sahip bir yer olmasının yanında 1058 yıl Bizans’a, 469 yıl Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmıştır. Bizans Döneminde başkentin adı Konstantinopolis iken Osmanlı döneminde ise kentin adı değişmemiş sadece Arapça söylenişi ile Kostantiniyye denmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde yedi tepenin kurgulanış biçiminde Roma ve Bizans dönemlerine benzer yaklaşımlar sergilenmiştir. Yükseltiler üzerine inanç yapıları ya da anıtsal nitelik taşıyan yapılar inşa edilmiştir ve böylece İstanbul’un silüeti ve topografyası mimari değer taşıyan eserlerle şekillenmeye devam etmiştir.

1453 yılında Osmanlı kuşatması sonucunda Konstantinopolis’in fetih edilmesi ile birlikte

kent tarihinde yeni bir dönem başladı. Kentin Osmanlı başkentine dönüşmesi yolunda büyük bir dönüşüm süreci başlamıştır. Fethin hemen öncesinde ve sonrasında kent oldukça bakımsız ve harap durumda idi.  İstanbul sur içi 13 km²’dir. Şehrin fethedildiği dönemde nüfus Haliç ile Marmara sahili arasında yoğunlaşmıştır. Fetih öncesindeki nüfusu için 30.000-50.000 arasında tahminler bulunan kentin nüfusu 1477 tahririne göre 60.000-70.000 arasında tahmin edilmiştir.

Fetih ile beraber kentin imarı ve inşası için faaliyetlere başlanmış, kenti nüfuslandırmak için Trakya’dan, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden ve Bursa’dan Türkler, Rumeli’den Yahudiler ile farklı bölgelerden Hıristiyan birçok aile İstanbul’a nakledilmiştir

Fethin hemen sonrasında yeni başkentin ihtiyaç duyduğu pek çok işlev için mevcut yapıların kullanıldığı görülmektedir. Konutlar benzer işlevleriyle şehrin yeni gelen sakinleri ve nüfusu arttırmak amacıyla geri davet edilen eski sakinler tarafından aynı işlevle kullanılmaktadır. Zaman içerisinde şehre yoğun bir Müslüman nüfusun iskanı ile birlikte bir takım yapıların Müslüman ibadetine açılması zorunluluk haline gelmiştir.

Bir Türk İslam kenti kuruluyor olması sebebiyle de her birinin çekirdeğinde bir cami veya mescit yer alan mahalleler kurulmaya başlanmıştır. Dolayısıyla kentte yeni oluşturulmakta olan Müslüman mahalleleri bir mescid veya cami etrafında konumlanmış konutlardan oluşmaktadır.

Konstantinopolis’in fethine katılan komutanların Bizans dini yapılarını cami ve mescide dönüştürmedeki rolleri büyüktür. İstanbul’a gerekli nüfusu getirip yerleştirmekle görevlendirilen bu komutanlar oluşturdukları mahallelerde, mahallenin çekirdeği kabul edilen mescit ve camileri kurmuşlar ve mevcut olduğu hallerde bölgedeki Bizans kilise veya şapellerini kullanmışlardır. II. Mehmed döneminde başlayan bu değişim II. Bayezid döneminde bu defa vezirler gibi yüksek rütbeli memurların katkılarıyla devam etmiştir. 1463-70 yılları arasında inşa edilen Fatih Külliyesi bölgenin karakteristik görünümünde önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde İstanbul’un Trakya çıkışı Edirnekapı’ya gelince dini ve sosyal işlevli yapılar ve nüfus da Edirnekapı, Sultanselim ve Fatih bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Şehrin önemli trafik kavşağı ve bölgenin yeşil alanını oluşturan bu boş alanlar üzerinde, imari yapılaşmanın mevcut olduğunu görülmektedir. Yeni mahallelerin kurulması azaldıkça dönüştürme işlemi de azalmış 17. yüzyılla birlikte tamamen sona ermiştir.  Fatih Edirnekapı arasında kara gümrüğü kurulması ve Karagümrük semtinin oluşmasıyla Edirnekapı’ ya kadar sürekliliği olan alışveriş ve sosyal aks oluşmuştur.

Şekil 11. 1455 yılına ait tahrir defterlerinde semt semtte hane sayısı ve oturanların dağılımı gösteren tablo

Edirnekapı semtinin içinde olduğu Fatih İlçesi’nde cami çevrelerinde devlet büyüklerinin ve özellikle ulemanın yerleşimleri görülmektedir. Bu dönemde öğretim yapıları da bölgeye eklenmiş ve 18. yüzyıla kadar başkentin sosyal, kültürel ve dinsel yaşamında önemli bir etki oluşturmuştur. Fatih bölgesi dolayısıyla Edirnekapı semti de 18. yüzyıldan sonra fazla bir gelişim göstermez. Eski kent bırakılarak kıyılar boyunca, surlar dışında büyüme görülür. 18.yüzyılda bölge deprem ve yangın gibi doğal afetlerden büyük tahribat görür. Yangınlar bölgedeki eski ahşap mahalle dokusunu yok eder.

3.3 Cumhuriyet Dönemi

19.yüzyıl sonunda cumhuriyetin 1960 lı yıllarına kadar kamulaştırma, meydan ve yol açma faaliyetleri şehrin yapısını yok ettiği gibi Edirnekapı semti de bundan nasibini almıştır.  Ahşap evler yanmış, yıkılmış yerlerine betonarme sevimsiz evler- apartmanlar  inşa edilmiştir.  Apartmanlaşma etkisi ile kent sakinleri yok olmuştur. Böylece semtin devamlılığı kısmen kopmuş oldu.

Edirnekapı’ya uzanan Fevzipaşa Caddesi’nin açılması bölgenin sokak dokusunu farklılaştırmıştır. Bu zamana kadar yangın zararları dışında sokak dokusu korunmuş olan bölge apartmanlaşma ve yol çalışmaları ile özgün dokusundan uzaklaşmıştır. 1954-60 arası yapı yoğunluğu artmıştır.

Günümüzde Fatih, ana akslarda daha çok ticaret ve konaklama fonksiyonunun yer aldığı bir bölge konumuna gelmiştir.

İstanbul’un tarihsel topoğrafyasının gelişiminin son evresi olan Cumhuriyet dönemi, İstanbul’un tarihi ile kıyaslanınca oldukça kısa bir dönem ol­sa da bu dönem tarihî topoğrafyanın şekillenmesinde önemli bir yer işgal et­mektedir. Cumhuriyet döneminden günümüze kadar olan süreç, İstanbul’un metropolleşme süreci olarak değerlendirilmektedir.

Foto 18. Günümüzde Edirnekapı Semti, havadan görünüm,2018

4.Tarihsel Süreçte Kariye Müzesi Bahçe düzenlemesi

4.1.Giriş

Üç önemli devre başkentlik yapan İstanbul’un, eşsiz topografyası, fiziksel, sosyo-ekonomik ve kültürel değişimler bu tarihsel süreç boyunca farklı biçim ve ölçeklerle kentin şehirleşme kurgusuna da yansımıştır. 

Fatih ilçesi, Dervişali Mahallesi, Edirnekapı semtinde sit alanı içerisinde yer alan Kariye Müzesi; Bizans Döneminde bir manastırın kilisesi olarak inşasından sonra manastırın diğer birimleri zamanla ortadan kalkmıştır. Osmanlı Döneminde ise bulunduğu mahallenin ihtiyaçlarını karşılayan bir camiye çevrilmiştir. Bu döneminde Kariye Camii olarak anılan yapı inşa edilen imaret, türbe, çeşme sıbyan mektebi ile birlikte yapılar manzumesine dönüşmüştür.  Yapı 1948’den bu yana da “Kariye Müzesi” olarak hizmet vermektedir.

Eski belge ve haritalardan günümüze, yapının bulunduğu konumun tarihsel süreç içerisinde değişim ve dönüşümü genel hatları ile kısmen belirlenebilmektedir. Yapının bulunduğu semt, gerek Bizans gerekse  Osmanlı dönemi izlerini taşıyan kentin tarihsel belleğini yansıtan simgesel bir öge olma özelliği taşımaktadır.

Bizans döneminde yapının bulunduğu bölgede yoğun bir yerleşme görülmemektedir. Osmanlı döneminde ise; Fetihten sonra bu tenha bölgeye çeşitli bölgelerden getirilen insanlar yerleştirilerek yeni mahalleler oluşturulmuştur. Böylece semtte dükkanların yanı sıra geleneksel bahçeli ahşap konutların olduğu Türk mahalleri ve önemli yapılar artmıştır. Semt İstanbul’un büyük yangınlarında birkaç defa yanmıştır. (1861, 1871, 1900) 19. yüzyılda burada bahçeli tek katlı ahşap yapılar, konutlar bulunmakta, sokakları köy yollarını andırmakta idi.

Haliç’e bakan bir tepe de yer alan Kariye Müzesinin etrafı ve tepenin yamaçları Osmanlı döneminde bağ-bostan, bahçeli ahşap konutlar, konaklar ve  ‘planlanmamış’ kendiliğinden gelişen sokaklar ile yapının manzumesini oluşturan çeşme, sıbyan mektebi, imarethane ve türbeden oluşuyor idi.

4.2 Günümüzde Kariye Müzesi Bahçe Düzenlemesi

Kariye müzesinin batı cephesinin hemen önü semt veya mahalle ölçeğinde küçük bir meydan idi. Ki günümüzde büyük bir kısmı bir kafe-işletme tarafından kullanılmakta olup küçük bir kısmı da yapının cephesine paralel dar bir sokaktan oluşmaktadır. Kuzeybatı köşede ise surların yönünden müzeye doğru inen yokuşun kenarında 1668 tarihinde inşa edilen Mustafa Ağa çeşmesi yer almaktadır.

Yapının kuzey yönünde ise yamaç boyunca kıvrılan dar bir sokak ve ahşap evler, güney yönünde avlunun bir bölümü ve ahşap bir konuttan müteşekkil bahçeli turistik bir otel yer alırken doğu cephesinde avlusu ve yamaçta daha alt kotta 2002 yılında açılan Kariye Parkı mevcuttur. Yapının avlu duvarlarının dışında kalan ve parkın doğu cephesinde tarihi bir yapıya ait kalıntılar bulunmaktadır.

Yapının avlu duvarları, eğimli bir arazide yer alan yapıyı ve içinde bulunduğu araziyi, doğu, güney- güneybatı ve kuzey ve kuzeydoğu yönlerinden çevrelemektedir.

Yapının bulunduğu çevre ve etrafının düzenlemesi ilk olarak 1975- 1976 yılında Turing desteği ile Çelik Gülersoy tarafından yapılmıştır. Bu düzenleme sırasında yapının parselizyonuna göre bahçe duvarları inşa edilmiş, ardından yapılan çevre düzenlemeleri ile Kariye Müzesi ve Kariye Parkı bugünkü şeklini almıştır.

Şekil 13. Kariye Müzesi bahçe duvarları ve Kariye parkının doğu yönünde bulunan tarihi yapı kalıntıları.
Foto. 19 Kariye Müzesi ve çevresi, 2013
Foto.20 Kariye Müzesi, doğu cephesi, bahçe duvarları ve Kariye Parkı, 2019

Kariye Müzesi’nin bahçesine kuzeydoğu yönünden, Osmanlı döneminde vaktiyle imaret kapısı olan kesme taş örgülü, sivri kemerli, kitabesi günümüze ulaşamayan bir kapıdan girilir. Kapının sol tarafında 1733 yılında barok üslupta inşa edilen sahabeden Ebu Said el- Hudri’nin üstü açık türbesi yer alır.  Geçmişte bu avlunun içinde kalan açık türbe yapının ön tarafında yer alan ahşap medrese ile imaretin zamanla ortadan kalkması ile müstakil olarak günümüze ulaşmıştır. Sağ tarafta kesme taş örgülü ve şebekeli dikdörtgen bir pencerenin olduğu özgün duvar devam ederek Kariye müzesinin kuzeydoğu cephesinin köşe noktası ile birleşmektedir.

Türbe duvarları kuzeydoğu yönünde arazi eğimine paralel olarak Kariye’nin bahçe duvarları ile birleşmektedir. Kuzeydoğu yönünde ki bu duvar, müzenin bahçesine bitişik nizam olan ahşap konutun kenarından doğu yönüne doğru devam ederek doğu cephesindeki bahçe duvarı ile birleşir.

Bahçenin güneybatı cephesindeki duvarı, yapının güneybatı cephesi ile bitişik nizam olup, parselizasyon hattına göre şekil almıştır. Bu duvarın sol aksında ziyaretçilerin müzeden çıkışını sağlayan mızrak uçlu demir, çift kanatlı bir bahçe kapısı mevcuttur. 2013-2019 restorasyonu kapsamında güneybatı bahçe duvarı şantiyeye malzeme giriş çıkışını sağlayabilmek için yıkılmıştır.

Yapının bahçesini güneyden sınırlayan muhdes duvarlar arazinin doğuya doğru azalan eğimine göre kademeli olarak inşa edilmiştir.  Duvarın Kariye Oteli’ne bakan kısmı sıvalı ve boyalıdır.

Bahçenin doğu cephesi Kariye Parkı’na bakmaktadır. Bahçe duvarları eğimli araziyi; güneydoğu ucunda dirsek yaparak doğu yönünde düz bir hat boyunca sınırlarken Kuzeydoğu yönünde duvarın bir bölümünün kodu düşürülerek üzeri mızrak uçlu demir şebekeli olarak bir nevi seyir terası olarak düzenlenmiştir. Yine bu yönde duvarın sınırladığı eğimin alt kotunda büyük olasılıkla Bizans dönemine ait yapı kalıntıları mevcuttur.

Foto 36. Doğu cephesi ve Kariye Parkı, genel görünüm, 2013
Foto 37. Doğu cephesi, genel görünüm, 2019
Foto 38. Bahçenin Doğu cephesi, seyir terasının olduğu bölüm, iç cephe görümüm,2013
Foto 39. Bahçenin Doğu cephesi, seyir terasının olduğu bölüm, dış cephe görünüm, restorasyon çalışmaları sırasında, 2019
Foto 40. Bahçenin doğu cephesi, dış cephe görünüm, 2013
Foto 41. Bahçenin güneydoğu cephesi, dış cepheden görünüm, 2019

4.3. Kariye Müzesi Bahçe Duvarlarının Dönem Analizi

1928 öncesi – 1. dönem

Şekil 14. Alman Mavisi, Kariye müzesinin parselizasyonu, 1914

Yapının kuzeydoğu köşesinde 1733 tarihli üzeri açık türbeyi çevreleyen kesme taş örgü duvar ile müzenin kuzeydoğu köşesine saplanan duvar görülmektedir. Haritada yapının hemen kuzeydoğu cephesinde ahşap tek katlı bir yapının varlığı tespit edilmektedir. Bu yapı, ihtimalle Mimar Sinan’ın eserlerinin listesinin yer aldığı Tezkiretü ‘l- bünyfın ve Tezkiretü’l-ebniye’de adı geçen ve İstanbul medreseleri hakkında 2 Eylül 1914 yazılan bir raporda, dört odalı ahşap bir yapı olan Kariye Medresesi’nin son derece harap bir durumda olduğu belirtilen olabilir. Ve raporun devamında ‘’Anlaşıldığına göre bu yıllarda medrese küçültülmüştür.’’ denmiş.  Bu ahşap yapı ile Kariye Müzesi’nin doğu cephesindeki uçan payandasının arası kagir bir duvar ile kapatılmıştır.

Alman Mavilerinde yapının güneydoğu köşesinde, parekklesionun dış cephesine bitişik kagir kısa bir duvar görülmektedir.

Foto 44. Osmanlı Dönemi özgün kesme taş örgü türbe duvarları ve müzenin kuzeydoğu köşesine bitişik kesme taş örgü duvar; Alman Arkeoloji Enstitüsü, 19.yüzyılın ikinci yarısı

Fotoğrafta, sağ aksta günümüzde açık olan ve bahçeye bakan pencerenin kapatıldığını görüyoruz. Çatısı görülen bina muhtemel ki sonradan yapılan ve sıbyan mektebi olarak kullanılan ahşap yapı olmalıdır.

Foto 45. Kariye Müzesi bahçe giriş kapısı ve türbe, kuzey cephe, 2013

Yapının doğal bir eğilimin olduğu Doğu yamacında genel olarak her hangi bir yapılaşmanın olmadığı ve geniş bir bahçelik bir alan olduğu görülmektedir.  Ayrıca eğimin azaldığı yönde büyük olasılıkla Bizans dönemine ait yapı kalıntılarının varlığı tespit edilmekte olup bu kalıntılar komşu parselin içinde kalmaktadır. Söz konusu bu parselin çevresinin kagir bir duvarla çevrelendiği haritada tespit edilmektedir. 1906 yılına ait bir fotoğrafta bu komşu parselin moloz örgü bahçe duvarları ile çevrelendiği  görülmektedir.

Bu parsel günümüzde kısmen park ve otopark olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla 1914 tarihinde yapının etrafında her hangi bir bahçe duvarı veya çevre düzenlemesinin olmadığı bilinmektedir.

Yapının kuzey cephesi dar kıvrımlı bir sokak ile sınırlanmış olup batı cephesi önünde yine geniş bir mahalle meydanı mevcuttur.

Foto 48. Yapının kuzey cephesi, dar mahalle sokağı, Rus Arkeoloji Enstitüsü, 1906
Foto 49. Yapının batı cephesinin baktığı mahalle meydanı, Rus Arkeoloji Enstitüsü, 1906

1928 sonrası 1960 arası- 2. Dönem

Şekil 15. Pervitich Haritası1928-1933

Bu dönemde; 1906 yılına ait fotoğrafta da görülen yapının kuzeydoğu cephesine bitişik nizam ahşap yapının bu tarihlerde halen mevcut olduğu görülmekte olup türbenin doğu yönünde tek katlı bir başka ahşap yapının inşa edildiği tespit edilmektedir. Ayrıca bahçe duvarının kuzeydoğu yönünde eğime doğru devam ettiği ve yapının yanından bir giriş açıklığı olduğu görülmektedir. Haritada uçan payanda ve yapıya bitişik ahşap yapı arasındaki bahçe duvarı yine 1906 yılına ait fotoğrafta ve 1914 Alman Mavileri haritasında da tespit edildiği üzere, bu yıllarda da var olmakla beraber payandaya dikey olarak komşu parselin bahçe duvarı ile birleşen kagir bir başka bahçe duvarının eklendiği tespit edilebilmektedir. Böylece yapının doğu cephesinde ki bahçenin bir bölümünün bir duvarla sınırlandığı ve bahçenin genişletildiği görülmektedir. Ayrıca bahçeye giriş yönü burada belirtilmiştir. Batı cephesi önünde yer alan mahalle meydanının ve kuzey cephede var olan dar mahalle sokağının 1906 yılına ait fotoğraftaki gibi mevcut olduğu görülmektedir.

1935-36 yılları arasındaki fotoğraflarda doğu yönünde arazinin doğal eğimi ile payanda ve komşu parsel arasında lıneer olarak uzanan moloz örgü bahçe duvarı görülmektedir. Yine güneybatı cephesinde günümüzde müzenin bahçesine dahil olan parselde, ahşap yapıların varlığı tespit edilebilmektedir. Batı cephesinde ise yapının önünde ki mahalle meydanı görülmektedir.

Foto 55. Yapının doğu yönünde yer alan bahçe ve payandaya yaslanan moloz örgü bahçe duvarı, Arthur Kingsley Porter, 1940
Foto 54. Yapının doğu yönünde yer alan bahçe ve payandaya yaslanan doğu moloz örgü bahçe duvarı, 1930’lu yıllar, anonim
Foto 57. Encümen arşivine ait bu fotoğrafta kuzeydoğu yönünde yer alan ahşap yapının yanındaki girişin kapatıldığı görülmektedir. 1940
Foto 58. Yapının Kuzey cephesi ve kuzey batı cephesi, Kuzeydoğu cepheye bitişik nizam ahşap yapının bu yıllarda da var olduğu görülmektedir. Arthur Kingsley Porter, 1940

1945 yılında müzeye çevrilen yapı Bizans anıtlarının restorasyonu ile ilgi çalışmalar çerçevesinde 1948-1959 yılları arasında Amerikan Bizans Enstitüsü ve Dumbarton Oaks’ın çalışmaları neticesinde onarılmıştır. Fakat bu restorasyonda yapının çevresi ile ilgili her hangi bir çalışma yapılmamıştır. 1959 yılında onarımın tamamlanmasından sonra yapının özellikle doğu tarafı açık bir arsaya dönüşmüştü.

1919`da doğan Josephine Powell, Türkiye`ye ilk olarak 1955`te, Bizans mozaiklerini fotoğraflamak için geldi. Ve bu sırada müze olarak kullanılan Kariye Müzesi’ni de fotoğrafladı.

Foto 61. 1955-56 yıllarında yapının doğu ve güney cephesindeki bahçelik alanlar görülmektedir, Ayrıca uçan payandaya dikey uzanan moloz örgü duvar henüz yerinde, Josephine Powell
Foto 62. 1955-56 yıllarında yapının batı cephesinin önüne yer alan meydan halen mevcut, Josephine Powell

3. dönem 1960-1976 1966 yılına ait bir hava fotoğrafında yapının; Doğu cephesinde eğim yönündeki taraçalı bahçe duvarlarının artık yerinde olmadığı ve arazide dikili alanların söküldüğü ve kamusal bir alan görüntüsü sergilediği görülmektedir. Bu yıllarda da yapının çevresinde bir düzenlemeden ve bugünkü mevcut bahçe duvarlarından söz edilemez. Güneybatı tarafında birkaç evin istimlak edildiği tespit edilebilmekte olup kuzeydoğu cephesine bitişik ahşap medresenin artık yerinde olmadığı da görülmektedir. Fakat yine de etraf sık ahşap evler ve yeşillikler içindedir.

Foto 63. Kariye Müzesi, havadan genel görünüm, İ.B.B. arşiv, 1966
Foto 68. Yapının Batı cephesi önünde yer alan mahalle meydanı, restorasyon sonrası, Dumbarton Oaks Arşivi, 1958

4. Dönem 1976- 2019…

Kariye Müzesi’nin etrafı 1970 yılların başında oldukça bakımsız ve harap durumda iken Turing vakfı genel başkanı Çelik Gülersoy tarafından hazırlanan bir proje ile yapının bahçesini ve yakın çevresini rehabilite çalışmalarına başlandı. Bu dönemde 1975-1976 yılları arasında müzenin parselizasyonuna göre bahçe duvarları yapılmış ve pervitich haritasında tespit ettiğimiz türbenin arkasında tek katlı ahşap yapının yerine zemin kodunun aşağısında dönemin modern tuvaletleri inşa edilmiştir. Bahçesi ağaçlandırılmış ve güller ile donatılmıştır. Yapının batı ve kuzey yönündeki dar sokaklar altı beton üstü parke taşları ile yeniden yapılmıştır. Meydanda geçmişte var olduğu düşünülen bir su kuyusu açığa çıkartıldı ve müzeye ziyaretçileri taşıyan otobüslerin park etmemesi için iki katlı, altı birkaç dükkan üstü salon bir bina inşa edildi. Yine müzenin kuzeybatı cephesine bakan tarihi Mustafa Ağa meydan çeşmesi (1668-69) restore edildi. Yapının yakın çevresindeki ahşap ve kagir yapılar rehabilite edildi. Tüm bu çalışmalar 1979 yılında sonlanarak Kariye Müzesi’nin çevresi bakımsız ve harap görünümden kurtulmuş oldu.

Foto 69. Kariye Müzesi, havadan genel görünüm, Kariye Müzesi’nin bahçe duvarları görülmekte, İ.B.B. arşiv, 1982

Bahçenin duvarları çimento bağlayıcılı harçlı kayrak taş ile moloz örgü sistemde inşa edilmiş olup belli aralıklarda dikey aksta tuğla kaplama bantlarla hareketlendirilmiştir.

Kariye Müzesi’nin çevre düzenleme çalışmaları sırasında bahçe duvarları yapım aşaması, 1975
Kariye Müzesi’nin çevre düzenleme çalışmaları sırasında bahçe duvarları yapım aşaması, 1975
Foto 72. Bahçe duvarları yapımının tamamlanmasından sonra Kariye Müzesi bahçesi, 1976-78
Foto 73. Bahçe duvarları yapımının tamamlanmasından sonra Kariye Müzesi güneybatı bahçe duvarları, Günümüzde Kariye Oteli’nin bahçesinde görünüm, 1976
Foto 74. Kariye Müzesi, güney cephesinde yer alan bahçenin düzenlemeden önceki durumu, 1975
Foto 75. Kariye Müzesi, Güney yönünde yer alan bahçesinin düzenlemeden sonraki görünümü, 1976-78
Foto 76. Meydan ve çevre düzenleme çalışmalarından önce, 1970-71
Foto 77. Meydan düzenleme çalışmalarından sonra, 1978

2010 yılına Müzenin doğu cephesinde yer alan bahçesinin, alt kotunda otopark ve kısmen çocuk parkı olarak kullanılan 5520 m2lik alan Kariye Müzesinin ortaya çıkartılması, farklı panoramalarının sağlanması ve sadece çevre halkı değil yerli ve yabancı turistlere de kullanım ve aktivite imkanı sağlayan bir park olarak düzenlenmiştir.

Park içinde yeni inşa edilen 100 mlik işletme binası, çocuk oyun alanları, kültür& fizik ve basketbol alanları hali hazırda kullanılmaktadır. Yeni proje kapsamında park ile sınırı olan otopark arazisi kamulaştırılarak park arazisi genişleştirilmiştir. Yeni yapılan proje ile Kariye Müzesi önündeki peyzaj değeri olmayan ağaç ve ağaççıklar temizlenerek hem yapı hem de ağaçların ve yabani otların köklerini saldığı tarihi duvar ortaya çıkartılmıştır. Mevcut işletme binasının yanlarındaki ve arkasındaki şevli araziye işlevsellik kazandırmak amacı ile 30 mt lik doğal bir şelale ile parkta hareketlilik sağlanarak kullanıcıların su ile bütünleşik estetik ve fonksiyonel alan kullanımlarından yararlanması sağlanmıştır. Yeni yapılan düzenleme ile 10 araçlık bir otopark, andezit yürüme yolları, oturma ve dinlenme cepleri, fotoğraf panorama noktaları, seyir terasları ve rekreatif fonksiyon alanları oluşturulmuştur. 2010 da inşasına başlanmış olup ve 2011 başlarında yapımı sona ermiştir.

5. Kaynakça

-Paul A.Underwood,The Kariye djami,New York-London 1996,C.1,S.15

-Semavi Eyice,Son Devir Bizans Mimarisi, İstanbul´da Palailogoslar Devri Anıtları,İstanbul 1980,sayfa 46-51

-MÜLLER-WIENER, Wolfgang, İstanbul´ un Tarihsel Topografyası,17.yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul,İstanbul2001,sayfa 162

– Haluk Çetinkaya, İstanbul´ da Orta Bizans Dini Mimarisi[843-1204], İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, yayınlanmamış doktora tezi, sayfa 132, İstanbul 2003

-Semavi Eyice,´Kariye Cami´,Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,cilt4, İstanbul 1994,

Sayfa 466

-Alexander Van Millingen,ByzantıneChurches in Constantinople ,1912 nin aynı basımı,London 1974,sayfa 288

-Mehmet Ziya, Kariye Camii Şerifi, İstanbul 1326

-Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi,24 sayfa 495

-Ömer Lütfi Barkan, Ekrem Hakkı Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953[ 1546] Tarihli, İstanbul 1970,sayfa 67-71

-Yıldız Ötüken´,İstanbul kiliselerinin Fetihten Sonra Yeni Görevleri,  Banileri Ve Adları´

-Hacettepe Beşeri Bilimler Dergisi,cilt10,sayı2,Haziran 1979,sayfa 106

-Ahmed Nezih Galitekin,Ayvansarayi Hüseyin Efendi-Ali Satı Efendi-Süleyman Besim Efendi,Hadikatü l Cevami [İstanbul camileri ve diğer dini-sivil mimari yapılar],İstanbul 2001,sayfa 218

-Havva Koç, Ali Paşa [Atik, Hadım], Yaşamları Ve Yapıtları İle Osmanlılar Ansiklopedisi ,cilt, İstanbul 1999,sayfa 222-223

-Kariye, Bir Anıt, İki Anıtsal Kişilik Theodoros Metokhites’ten Thomas Whittemore’a. İstanbul: Pera Müzesi. Anonim (2012).

– Ayvansarayi, 2001 Hadikat’ül Cevami, (Adaptasyon: A.N. Galitekin), İstanbul: İşaret Yayınları.

– Kariye Müzesi Sanat Tarihi Raporu. Restorasyon Konservasyon Çalışmaları Dergisi.

s. 14(Temmuz Ağustos Eylül), İstanbul, s. 17-34

-Süleyman Faruk Göncüoğlu, Makale, İstanbul’un Fethi Sonrası Kurulan İlk Semt: “Saraçhane”

– Bilge Ar, İ.T.Ü, Mimarlık Anabilim, Doktara Tezi, Osmanlı Döneminde Aya İrini ve Yakın Çevresi, Haziran 2013

– Ayşegül Aykut, İ.T.Ü- Fen Fak. Mimarlık Anabilim,Yüksek Lisans Tezi,  Fatih İlçesi, 3034 Ada, 43 Parsel’de Yer Alan Ahşap Konağın (Erturan Ailesi Konutu) Restorasyon Projesi, Ocak 2013

– Yunus Koç, Büyük İstanbul Tarihi, Demografi s.458-460

Ekrem Hakkı Ayverdi, 19.Asırda İstanbul Haritası, İstanbul, 1958

Ekrem Hakkı Ayverdi , Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri 855-886 (1451-1481), III. C.İstanbul-IV.C., İstanbul 1974.

C.C. Carbognano, 18. Yüzyılın Sonunda İstanbul, çev. E. Özbayoğlu, İstanbul: Eren Yayınları, 1993

Feridun Dirimtekin, 14.Mıntıka (Blachernae) Surlar, Saraylar ve Kiliseler, Fatih ve İstanbul, 1.Cilt, İstanbul, s.193-222, 1953

A. Cutler, Alice Mary Talbot, , Chora Monastery, Bizans Ansiklopedisi, Vol.1, New-York/Oxford, pp.428-430, 1991

-Eremya Çelebi Kömürcüyan, İstanbul Tarihi: 17. Asırda İstanbul, İst. Ünv. Edb.Fak.Yayını,1952

-Semavi Eyice, Makale, Aetios Sarnıcı, İstanbul Ansiklopedisi, C.1, İstanbul, s.86. 1994

-Semavi Eyice, İstanbul’da XVII. Yüzyılda Mescide Dönüştürülen Son Bizans Kiliseleri,17.Yüzyıl Osmanlı Kültür ve Sanatı Sempozyumu,19-20 Mart 1998 Sempozyum Bildirileri, S.Tarihi Derneği Yayınları, 1998

-Gurlitt, İstanbul’un Mimari Sanatı,(çev.Prof.Dr.Rezan Kızıltan), Ankara: Enformasyon ve Dokümantasyon, 1999

-Gyllius, İstanbul’un Tarihi Eserleri, çev. E.Ozbayoğlu, İstanbul: Eren Yayıncılık, 1997

-Millingen, A.Van, Byzantine Constantinople. The Walls of the City and adjoining historical sites, London, 1899

– Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi, Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul, İstanbul: Tarih Vakfı Yayını, 1996

-J.Pervititich Sigorta Haritalarında İstanbul, Axa Oyak Yayını.

-Janin, R. Constantinople Byzantine. Developpement urbain et repertoire topographique, Paris, 1964

-Millingen, A.Van, Byzantine Churches in Constantinople: Their History and Architecture, London: Macmillan and Co. 1912

-Millingen, A.Van, Konstantinopolis,(çev.A.Gürçağlar), İstanbul: Alkım Yayınevi, 2003

-Feridun Dirimtekin, Fetihten Önce Marmara Surları, haliç Surları,1953

-Dünden  Bugüne İstanbul Ansiklopedisi., Surlar, c.7

-Anonim, “Edirnekapı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.3,1994, 131.
-İlber Ortaylı, “İstanbul’dan Sayfalar”, s.133, İstanbul 2002,
-İlber Ortaylı, “Karagümrük”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.4, s.452, 1994

-Semavi Eyice, “Karagümrük Sarnıcı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.453, 1994
-Cem Atabeyoğlu, “Kariye Cami”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.4, s.466, 1994

-Doğan Kuban, “Mihrimah Sultan Külliyesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.5 s.454, 1994

-Doğan Kuban, “Mese”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.5, s.404 1994, 1994,
-Zafer Karaca, “Yeoryios Kilisesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.7, s.488,1994
-Nejdet Sakaoğlu, “Mihrimah Sultan”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.5, s.452, 1994

– Çelik Gülersoy, Edirnekapısı’nda Bir Örnek, Turing Yayınları, 1985

https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b530619789/f1.item.zoom

https://historyofarchitecture.weebly.com/byzantine.html

http://atom.doaks.org/atom/index.php/byzantine-institute-and-dumbarton-oaks-fieldwork-records-and-papers

https://sehirharitasi.ibb.gov.tr/

https://archnet.org/sites/1998/media_contents/7842

https://gis.fatih.bel.tr/webgis/

http://www.fatih.bel.tr/icerik/87/bugunku-fatih/

http://www.istanbulurbandatabase.com/#

-http://www.milliyet.com.tr/aya-yorgi-rum-ortodoks-kilisesi-gundem-2557136/

-https://www.raremaps.com/gallery/detail/45221/carte-de-constantinople-levee-par-i-kauffer-et-jb-lechev-

https://www.themaparchive.com/byzantine-constantinople.html

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/b/bb/Byzantine_Constantinople-en.png

https://www.hjbmaps.com/products/antique-map-constantinople-schedel-1493

https://byzantineperspectives.wordpress.com/

http://theswedishparrot.com/cartes-de-constantinople-depuis-1493-jusqua-1922/01-hartmann-schedel-liber-chronicarum-cxxx-1493/

https://mapsontheweb.zoom-maps.com/image/130056157398

http://couleurs-d-istanbul.over-blog.com/2015/05/antoine-helbert-son-grand-oeuvre-et-byzance.html

https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b530619789

http://www.antoine-helbert.com/fr/portfolio/annexe-work/byzance-scenes.html

FATİH AŞIK PAŞA CAMİİ RÖLÖVE-RESTİTÜSYON VE RESTORASYON RAPORLARI

Mayıs-2006

1-YAPININ TARİHÇESİ

Aşıkpaşa Caminin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Araştırılan kaynaklarda farklı tarihler geçmektedir. Fatih Camileri kitabında 1481 öncesinde yapıldığı, Fatih İlk İstanbul kitabında 1570 tarihinde yapıldığı belirtilmektedir. Cami içerisinde bulunan Hicri 1286 (M.1869) tarihli eski Türkçe bir levhada ise caminin tarihçesi şu şekilde anlatılmaktadır:

Mescid-i Aşık Paşa Bânisi Aşık Paşa Neslinden Kutb-ül ârifin Şeyh Ahmed Efendidir Aziz Meşârü ileyh Seyyid Velâyet Hazretlerinin Şeyhi ve Kayın Pederidir. Şeyh-i meşarü ileyh-i şeyh Zeyneddin el havâfi Kuddise sır-ruh’un hulefasından Şeyh Abdül-Latifin hulefâsındandır. Sekizyüz kırk altı senesi (846- M. Haziran 1442) muharrem-i avâhirinde rıhlet idüb binâ ve ihyâ iddigü mescid-i mezbûrun mihrâb-ı Piş-gâhına defn olundu. Mescid-i mezbûreyi hâssaten Âşık Paşa merhûmun rûh-u âliyesiçün binâ ve tokuz yüz yetmiş sekiz (978-M.1570) senesinde minberini dahi Eğri Abdi efendi zâde Muhammed Beg Efendi vaz’ itmişdir. Ve mescid-i şerifin havlinde medfun Ağâ-yı bâbüssaâde merhûm Hüseyin ağâ teyemmünen ve teberruken bin yüz toksan sekiz (1198-M.1783) tarihinde câmi-i şerifin i’mârına muvaffak olduğu halde irtihal itmiştir.

Aşıkpaşa Mescidinin banisi Aşıkpaşa neslinden Şeyh Ahmed efendidir. Seyyid Velayet Hazretlerinin şeyhi ve kayın pederidir. Şeyhin şeyhi Zeyneddid el Havafinin haleflerinden Şeyh Ablüllatifin halefidir. 846 senesi muharrem ayının sonlarına doğru (Haziran 1442) vefat edip bina ve ihya ettiği mescidin huzur dolu mihrabına defnedildi. sözü edilen mescidi özellikle merhum Aşık Paşanın ruhu için bina etti ve 978 (M.1570) senesinde minberini de Eğri Abdi efendinin oğlu Muhammed bey yapmıştır. Ve mescidin bahçesinde gömülü bulunan Babüssade Ağası merhum Hüseyin Ağa uğur ve şans kabul ederek 1198 (M.1783) tarihinde camin imarına muvaffak olduğu halde vefat etmiştir.

Yukarıdaki bilgiler ve diğer kaynaklarda da Aşıkpaşa Camiini Şeyh Ahmet Efendinin yaptırdığı yazılıdır. Ancak burada Şeyh Ahmet efendinin 1442 yılında vefat ettiğinden bahsediliyor. Ve Şeyh Ahmet Efendi, Seyyid Velayet Hazretlerinin şeyhi ve kayın pederi olduğuna göre ve de Seyyid Velayet Hazretlerinin 1451-1522 yılları arasında yaşadığı bilindiğine göre, Şeyh Ahmet efendinin 1442 tarihinde ölmüş olması mümkün değildir. Dolayısıyla camii de 1453 yılından sonra yaptırmış olması gereklidir.

İstanbul Vakıfları Tahrir defteri 428. sayfa “1912.Vakf-ı Hadice Bint İlyas” vakfiyesinde ilk defa Aşıkpaşa mescidinden söz edilmektedir. 883 zilhicce (Şubat 1497) tarihli olan bu vakfiyeden yola çıkarak Aşıkpaşa Camiinin 1479 tarihinde önce yapıldığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla Aşıkpaşa Camii 1453 ile 1479 tarihleri arasında inşa edilmiş olması gereklidir.

Tabloda verilen bilgilere göre 1570 senesinde Aşık Paşa Camiine Eğri Abdi Efendinin Oğlu Muhammet Bey tarafından minber yaptırıldığı söylenmektedir. Dolayısıyla 1570 tarihine kadar Aşık Paşa Cami mescit ve bu tarihten sonra da minberi olduğu ve hutbe okunduğu için Cami olarak sınıflandırılmıştır.

İstanbul Vakıfları Tahrir defterine baktığımızda da bu bilginin doğru olduğu ortaya çıkmaktadır. 1570 tarihinden sonraki Aşıkpaşa bahsi geçen ilk vakfiye “Vakf-ı Nefise Hatun Bint Abdullah” vakfiyesidir (sayfa 430 madde 1917) ve 979 muharrem (Mayıs 1571) tarihlidir. Bu vakfiyede Aşıkpaşa Camii olarak tarif edilmektedir. Bu tarihten önceki vakfiyelerde Aşık Paşa Mescidi denilmektedir.

1633 ve 1782 yangınlardan zarar gördüğü ifade edilen cami XVIII. yüzyılda Darussaade ağalarından Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Hüseyin Ağa’nın kabri son cemaat yerinin solunda olup mezar taşındaki ölüm tarihi 1783’dür. Cami 1918 tarihli büyük Cibali ve Fatih yangınlarından bir kere daha zarar görmüştür. Bir müddet kapalı kalan cami Vakıflar idaresi tarafından 1971 yılında yeniden restore edilmiştir.

Pervititch Haritası (1928)

2-YAPININ MİMARİ ÖZELLİKLERİ

Cami kare planlı olup iç ölçüleri 9.19 m x9.18 m’dir. Kubbe yüksekliği 13.00 m.’dir. Kubbe sekizgen sağır bir kasnağa oturmakta olup kurşun örtüyle kaplıdır.

Sağ tarafta beden duvarına bitişik kubbe kasnağı seviyesine kadar yükselen kaide üzerinde tek şerefeli bir minare vardır. Kaide, pabuç, 16 pahlı olan gövde bir simitle son bulup şerefe ve petekten oluşan minare tamamen kesme taş ile inşa edilmiştir. Minare külahı ahşap strüktürlüdür ve kurşun kaplanmıştır.

Ayrıca 2 Ekim 1936 tarihli ve Ali Saim imzalı vakıflar idaresine ait tespitlerde:

“Cami büyük bir kubbeli olup minaresi sağ taraftadır. Minarenin külahı ve diğer aksam ile kubbe bize Bursa’nın bariz tesirlerini hatırlatıyor. Güzel bir camidir. Büyük kubbesi 8 köşeli bir mudalla tanbura oturtulmuştur. Caminin önünde bugün harab olmuş son cemaat mahalli vardır. Önündeki ufak bahçesinin duvarına bitişik bir çeşme vardır ki şekli ve kemeri tamamen klasik olup yukarıda yazılı kitabeler bu çeşmenin üzerindedir.” denmekle caminin özellikleri anlatılmıştır.

Camiye cümle kapısından girildiğinde sağda ve solda iki oda vardır. Sağdaki odadan minareye ve kadınlar mahfiline çıkılmaktadır. Ahşap olan bu kısımlar yağlı boya ile boyanmıştır. Merdiven basamaklarının yenilendiği tespit edilmiştir. Ancak merdiven küpeşte ve korkulukları özgündür. Mahfil korkulukları basit ahşap kafeslerden yapılmıştır.

(bkz. rölöve zemin kat planı).

Cami giriş kapısının karşısında yer alan ahşap kapıdan harim kısmına ulaşılır. Ancak Günümüzde giriş kısmını ikiye bölün ahşap doğramalar özgün değildir (bkz.rölöve zemin kat plan). Zemin döşemesi ahşaptır ancak; özgün değildir. Cami iç duvarları 140cm. yüksekliğinde basit ahşap lambri ile kaplanmıştır.

Cami beden duvarları kesme taş ve taş araları iki sıra tuğla ile almaşık tarzda örülmüştür (bkz.rölöve görünüşler). İç kısımlar sıva üzerine kireç badanadır. Kubbesinde ve kasnak üstünde kalem işi motifler mevcuttur. Minber ve kürsüsü ahşap olup kürsü basit ve muhdestir. Minberi ahşap olup oyma barok süslemeleri vardır. Minber yağlı boya ile tamamen boyanmıştır. Mihrap alçı olup yağlı boya ile boyanmıştır. Zaman içinde yapılan badana işleri ile duvar yüzeylerinde bilhassa mihrap üzerinde bulunması gereken  taç motiflerinin örtüldüğü düşünülmektedir. Kıble duvarında alçı kayıtlı vitray iki tepe penceresi bulunmaktadır. Diğer tepe pencereleri mavi ve beyaz olmak üzere renkli opak camlıdır. Caminin zemin kat pencereleri dış kısımlarda alüminyum iç kısımlarda ısı camlı PVC doğramadır. İç kısımda sadece eski pencere veya kepenklerin pervazları korunmuştur.

Yıkılmış olan son cemaat yerinde, minare kaidesi hizasında bir sütun ve başlığı ve camiye bağlı kemeri ile korunmuş, günümüze ulaşmıştır. Baklavalı sütun başlığının klasik Osmanlı üslubu ve oranları 15. YY. dan kalma olduğunu gösterir.

Caminin avlu duvarı üzerinde kesme taştan devrinin özelliklerini taşıyan suyu kurumuş bir çeşmesi vardır. Vakıfnamede bir kuyusunun olduğu ifade ediliyor ise de yapılan araştırma kuyu ile ilgili bir ize rastlanmamıştır.

Avlu içinde yer alan tuvalet, abdesthane ve kuran derslerinin verildiği yapılar özgün değildir.

Cami ön cephesinin kesme taş olması  gereken duvarı, çimento harçlı sıva ile sıvanmış ve yüzeyi plastik boya ile boyanmıştır. Saçak kısmına PVC oluk montajı yapılmış olup, ayrıca cümle kapısı üzerine bir sundurma monte edilmiştir. Cümle kapısı sert ağaçtan olup özgün değildir. Olması gereken mermer söve ve kemer taşları sıva veya boya altında kalmışlardır.

Giriş kapısı üzerinde ‘Selamün aleyküm tıbtüm fedhuluha halidin’ ayeti kerimesi yazılıdır.

Diğer cephelerde almaşık duvar örgüsü görülmektedir. Bir sıra kesme taş aralarına iki sıra tuğla yapılmıştır.  Sol cephe dışındaki cephelerin alt pencere söveleri küfekidir. Sol cephenin ise mermerdir.Cephelerde iki sıra altta iki sıra üstte olmak üzere toplam dört pencere bulunur. Alt kottaki pencereler düz atkılıdır. Pencere aynasını çevreleyen kemerler sivri kemerdir. Bunların lokmalı demir parmaklıkları vardır. Beton şebekeli tepe pencereleri de sivri kemerlidir (bkz.rölöve görünüşler). Uzmanlarca yapılan incelemede yapının statik açıdan sorunun olmadığı tespit edilmiştir (bkz.taşıyıcı sistem raporu). Çıplak gözle bakıldığında, oturma ve kayma çatlaklarına rastlanmamıştır. Cephe duvarlarında doğal koşullar neticesiyle taşlarda aşınmalar ve kayıplar meydana gelmiştir. Her cephe, baktığı yön konuma göre aşınma ve kararmalar ile yosunlanmalara maruz kalmıştır. Bu değişimler analiz paftaları üzerine işlenmiştir.

RESTİTÜSYON RAPORU

Cami kare plânlı olup iç ölçüleri 9.19 m. x  9.18 m. dır. Kubbe yüksekliği ise 13.00 m. dir. Kubbe sekizgen sağır bir kasnağa oturur ve kurşun örtüyle kaplıdır (bkz.rölöve ve restitüsyon vaziyet planı, zemin kat planı ve çatı planı.).

Sağ tarafta beden duvarına bitişik kubbe kasnağı seviyesine kadar yükselen kaide üzerinde tek şerefeli minare vardır. Tamamen kesme taş ile örülmüştür (bkz.rölöve ve restitüsyon görünüşler).

Celal Esad Arseven’e göre, cami klasik devir Osmanlı mimarisi içinde yer alır.  Arseven, ” Bu üslubta olan binalar Türkistan ve Selçuklu binalarını andıran ve Selçuklularda devam eden şekillerdedir. Kubbeler doğrudan doğruya köşe bingilerine oturtulmuştur.” demektedir. Cami avlu duvarları sırasında bulunan çeşme de devrin üslubunu taşımaktadır.

Caminin tarihçesi hakkında Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi cilt 1 sayfa 364’ te geniş bilgi vardır. Ayrıca İstanbul Vakıflar emekli başmüdürlerinden İhsan Erzi’nin Hadikatü’l Cevami açıklamalı çevirisinden de bilgi edinilmiştir.

1936 tarihinde çekildiği anlaşılan fotoğraflardan camii duvarlarındaki kalem işi tanzimler görülmektedir (bkz.belge 6). Ancak bu tenzilatların hepsi tespit edilemediğinden retitüsyon projesinde işlenmesi doğru bulunmamıştır. Fotoğraflardan tespit edildiği üzere tepe pencerelerinin kenarlarında kalem işleri vardır. Yine fotoğraflarda içliklerin olmadığı görülür. Ayrıca ilginçtir ki 1936 yılındaki kalem işleri ile 1971 yılındaki kalem işleri farklıdır (bkz. ek fotoğraflar). Dönemsel  analizlerde camilerde alçı içliklerin kullanıldığı tespit edildiğinden ve 1936 yılına kadar yapının çeşitli restorasyonlar geçirdiğide dikkate alındığında restitüsyon projesinde alçı revzenler korunmuştur (bkz. rölöve ve restitüsyon kesit paftaları) . Günümüzde kalem işleri kireç badana ile kapatılmıştır. Uygulama sırasında raspa yapılması ve varsa eğer kalem işlerinin ortaya çıkarılması önerilmektedir.

Zemin pencerelerinde, dış tarafta lokmalı demir parmaklıklar vardır. Günümüzde alüminyum olan dış pencereler ahşap pencerelerle değiştirilmiştir. İç yüzeyde ise özgün pervaz ve ahşap kasalar vardır. Bu bölümlerde yapılan incelemelerde yapının tarihlendiği yüzyılda cami ve türbelerde kapakların kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu nedenle restitüsyon projesinde iddialı olmayan ahşap kapaklar önerilmiştir (bkz. restitüsyon kesitler).

1936 yılındaki fotoğraflarda son cemaat bölümüne bakan tepe pencerelerinde ahşap doğramalar vardır. Bu doğramaların özgün olmadığı kemer hizasındaki çimento harçlı dolgudan anlaşılmaktadır. Bu nedenle restitüsyon projesinde alçı şebekeler önerilmiştir.

Minber özgündür ancak; ahşap aksam üzerindeki nakışlar günümüzde yağlı boya ile örtülmüştür. 1936 yılındaki fotoğraflardan minberin önünde takriben 10 cm. yüksekliğinde, 50 cm. eninde bir basamak görülmektedir (bkz. belge 6). Bu fotoğraflarlarla günümüzde aynı yerden çekilen fotoğraflar karşılaştırıldığında harim kısmının zemininin yaklaşık 10 cm. yükseltilmiş olduğu tespit edilmiştir (bkz.restitüsyon belge 6 ve fotoğraf paftası foto 34). Restitüsyon projesinde fotoğraflara dayanarak zemin kotu aşağıya çekilmiştir.

Mihrabın tepelik, çerçeve, kenar bordürleriyle nişin alt kısmında kalem işi nakışların olduğu, eldeki fotoğraflarda görülmektedir. Köşeliği mermer taklidi boyanmış olup kavsara ve sütunçeleri özgündür.  Alçı olan mihrab yağlı boya ile boyandığından kalem işleri gözükmemektedir. Uygulama sırasında raspa yapılması önerilmiştir.

Elimizdeki eski fotoğraflardan mihrabın iki yanında ahşap korkulukla sınırlandırılmış set tespit edilmiştir (bkz. belge 6). Restitüsyon projesinde bu bölüm işlenmiştir (bkz.restitüsyon zemin kat planı ve kesitler).

Restitüsyon projesinde camiye girildiğinde sağ ve soldaki muhdes ahşap bölmeler kaldırılmış, bu bölümler mahfil olarak  projeye işlenmiştir. Kadınlar mahfili ise  rölövesine uygun olarak muhafaza edilmiştir. Ancak günümüzde kadınlar mahfilini taşıyan ahşap sütunların aynı aksta olmadığı görülür. Ahşap dikme yerleri  Reşat Ekrem Koçu’ nun çizdiği restitüsyon planı dikkate alınarak hazırlanmıştır ( bkz. belge 10). Buna göre mevcut sütunlara akslarında iki sütun daha eklenmiş, mahfil orta bölümüde hafif içeri çekilmiştir (bkz.restitüsyon zemin kat ve birinci kat planı).

Kaynaklardan 1633 ve 1782 yangınlarında yapının zarar gördüğü öğrenilir. XVIII. yüzyılda Darussaade ağalarından Hüseyin Ağa tarafından yapı ihya edilmiştir. Hüseyin ağa bu onarım karşılığında mezarının cami avlusuna yapılmasını istemiştir. Günümüzde de Hüseyin Ağa’nın mezarı camii girişinin solundadır.

Yapının giriş cephesinin sağında son cemaat yerinden kalan tek sütunu ve bu sütuna oturan kemer vardır. Kaynaklardan 1783 sonrasında Hüseyin Ağa’nın mezarının avluda olması isteği üzerine  son cemaate bitişik kubbeli bir türbenin eklendiği öğrenilmektedir. Bu nedenle restitüsyon projesi iki dönemde incelenmiştir. İlk dönem yapının yapıldığı tarih ile Hüseyin ağanın öldüğü tarih olan 1783 arasındaki dönemdir. İkinci dönem ise 1783 sonrasıdır. Bu dönem ile 1783 öncesi dönem arasındaki tek fark Hüseyin ağanın türbesinin son cemaate eklenmesidir (bkz. 1783 öncesi ve sonrası restitüsyon vaziyet planları). Günümüze ulaşan izlerden de mezarın bulunduğu bölümdeki kemerler tespit edilebilmektedir.

Son cemaatin bazı kaynaklarda yanlarda iki kubbe ortada beşik tonozdan ibaret olduğu, bazı kaynaklarda ise yanlarda iki kubbe ve ortada beşik kubbeciğin yer aldığı yazmaktadır. Yapıda tespit edilen izlerden ve mevcut kemer genişlik ve yüksekliğinden sütun yerleri tespit edilmektedir. Buna göre girişin sağ ve solundaki birimler eşit genişliklere sahiptirler ve bu birimlerin kaynaklarda söylendiği gibi kubbe ile örtülmüş olmaları yüksek bir ihtimaldir. Girişin olduğu aks ise yanlara göre daha dardır. Bu bölüm plan olarak dikdörtgendir. Kaynaklardaki bilgiler ışığında bu bölümün beşik tonoz olması da yapının dönemsel analizi yapıldığında çok zor bir ihtimaldir. Yapılan dönemsel incelemelerde son cemaat yeri beşik tonozla geçilen yapılara rastlanmamıştır. Sadece Bursa’ da 15. yüzyıl  başlarında yapılan camilerde kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu yapılarda da son cemaat bölümünde açıklıkları geçen kemerlerin üzerindeki duvarlar yükseltilmiş ve örtüler duvarın arkasında kalarak gizlenmiştir. Böylelikle beşik tonoz örtünün alnı duvar arkasına gizlenmiştir.  Bu cami tipine İstanbul’ da örnek olacak bir yapı tespit edilememiştir.

Rölöve raporunda da açıklandığı gibi Aşık Paşa Camii’nin tarihi ile ilgili net bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bazı kaynaklar Aşık Paşa zade tarafından yaptırıldığını söylemekte ve kesin tarihi bilinememektedir açıklaması yapmakta (Fatih Camileri adlı eserde bilgi verilmektedir), bazı kaynaklar ise Aşık Paşa’ nın torunu tarafından 1570 yılında yaptırıldığı bilgisini verilmektedir (Fatih İlk Devir adlı kaynakta yer alan bilgidir.) . Aşık Paşa zadenin ölümü 1481’ dir. Eğer Aşık Paşa tarafından yaptırıldıysa 1481’ öncesi inşaa edilmiş olması gerekir. Kaynaklardan alınan bilgiler çok geniş bir dönemi kapsamaktadır. Biri 15. yüzyıl sonu diğeri ise 16. yüzyıl sonudur. Cami’ nin mimari karakteri incelendiğinde almaşık duvar örgüsü, tek kubbeli plan tipi ile Arseven’ in de tespit ettiği gibi  ilk devir camilerini anımsatır.

Günümüze ulaşamayan ve restorasyon projesinde de yapılması önerilen son cemaat bölümü ile ilgili olarak 15. ve 16. yüzyıl camileri araştırılmıştır. Araştırmada öncelikle  plan, cephe ve malzeme özelliği açısından Aşık Paşa cami ile benzer özellikteki yapılar ele alınmıştır. Araştırmalarda tespit edilen en önemli noktalardan biride kare planlı tek kubbeki plan tipinin 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra yerini ters haç planlı camilere ve ana sağının yanında yan sağınlarında olduğu daha büyük camilere bıraktığıdır. Bu belge doğrultusunda yapının mimari özellikleri dikkate alındığında 15. yüzyılda yapılmış olma ihtimali daha da kuvvetlenmektedir.

1453- 1570 yılları arasında yapılan camileri incelersek;

Yavuz- Er Sinan Camii (Fatih Dönemi)

Yavuz-Er Sinan Cami Fatih dönemi yapılarındandır. Fotoğraftan da görüldüğü gibi kesme taştan yapılmış yapının plan düzeni Aşık Paşa ile benzerdir. Sivri kemerli tepe pencereleri, düz atkılı alt kot pencereleri, kubbenin sekizgen kasnağa oturması ile Aşık  Paşa camiiyle benzeşir. Bu örnekte son cemaat yeri görülemese de kaynaklardan yanlardaki ve ortadaki bölümlerin açıklıklarının eşit olduğunu ve kubbe ile örtülü olduğunu öğrenmekteyiz. Fotoğraftan son cemaat kubbesinin de ana sağındaki gibi kasnağa oturduğu tespit edilmiştir.

Yarhisar Camii (1461)

Banisi; Fatih devri ulemalarından Yarhisar’ lı İstanbul Kadısı Muhslihddin Mustafa Efendi olan Yarhisar Camii 1461 yılında yapılmıştır. Yavuz-Er Sinan camiinde olduğu gibi kesme taştan yapılan cami tek kubbelidir. Kubbesi kasnaksızdır. Buna uygun olarak son cemaatteki kubbelerde kasnaksızdır. Minare kaidesi, formu Aşık Paşa ile benzerlik göstermektedir. Kaynaklardan bu caminin de son cemaat yerinin üç bölümden oluştuğunu ve eşit açıklıklarla geçilen kısımların kubbe ile örtüldüğünü öğrenmekteyiz.

Dülgerzade- dülgeroğlu Cami
i (1480)

Banisi; Hoca Şemseddin Habib Efendi olan Dülgerzade Camii 1480 yılında yapılmıştır. Son cemaat yeri kubbelerle geçilmiş olan caminin sekizgen kasnağa oturan kubbesi gibi son cemaatteki kubbelerde kasnağa oturmuştur.

Fatih Bali Camii (1504)

Beyazıt’ın kızı Hüma Hatun tarafından yaptırılan Bali Camii 1504 tarihlidir. Tek kubbeli caminin son cemaat yeri, yanlarda ikişer kubbe ortada ise haç tonoz ile örtülmüştür. Bu yapıda giriş bölümlerinin açıklıklarına göre ve vurgulanması açısından farklı bir örtü ile kaplanabileceğini görmekteyiz.

Firuz Ağa Camii (1512)
Firuz Ağa Camii (1512)

II.Beyazıt’ ın haznedar başısı Firuz Ağa tarafından yaptırılan camii, diğer örnek yapılardaki gibi kare planlı ve tek kubbelidir. Plan şemasından son cemaattin üç kubbe ile geçildiğini görmekteyiz.Yine plan şemasından giriş aksında yer alan kubbenin açıklığının yanlardakilere göre daha dar olduğu tespit edilmektedir. Kesme taştan yapılmış camii kubbesi sekizgen kasnağa oturmuştur. Son cemaatteki kubbelerinde kasnağa oturduğunu görmekteyiz.

Kasım Paşa Camii (1515)
Kasım Paşa Camii (1515)

Kasım Paşa camii , Cezeri Kasım Paşa tarafından yapılmıştır. Plan şemasından da görüleceği gibi tek kubbeli ve kare bir plana sahiptir. Minaresi kesme taştan olan yapının duvarları almaşık örgüdür. Son cemaat yerindeki sütunlar mermerdir ve sütun başlıkları Aşık Paşa Camiin deki gibi üçgen baklavalıdır. Sütunlar kalındır. Başlıktan tabana kadar genişlemeyip aynı çapta inmektedir. Bu camide giriş kapısı ortadan değil sağdandır. Bu şekilde planlanmış aynı devir özelliklerini taşıyan başka örneklere rastlamak mümkündür.

Zal Mahmut Paşa Camii (1551)

Zal Mahmut Paşa Camii, Kanuni Süleyman’ ın damadı ve veziri olan Zal Mahmut Paşa ile Zevcesi Şah Sultan tarafından 1551 senesinde yaptırılmıştır. Aşık Paşa Cami’ ne göre daha büyük olan yapının son cemaat yerinin yanlarda iki kubbe ortada ise aynalı tonoz ile geçildiği tespit edilmiştir.

Atik Valide Camii (1570)

1570 yılında yapılan Atik Valide Camii, plan özelliği açısından Aşık Paşa Camii ile örtüşmese de camilerde son cemaatin orta bölümünün kubbe ile değil farklı bir örtü biçimi ile de geçildiğini gösteren bir yapı örneğidir. Caminin son cemaatini yanlarda ikişer kubbe ortada ise aynalı tonoz örtmektedir.

Yukarıda incelenen örneklerde tek kubbeli camilerin son cemaat yerlerinin genelde eşit açıklıklara sahip olduğu kubbe ile geçildiği tespit edilmektedir. Ancak bunun bir kural olmadığını incelenen diğer camiilerde görmekteyiz. Son cemaattin orta bölümünün aynalı tonoz ile geçildiği örneklerde vardır. Aşık Paşa camiinde incelenen örneklerden farklı olan durum son cemaatin orta bölümünün yanlardan daha dar açıklığa sahip olmasıdır. Ancak yapıdaki izler bizi bu noktaya getirmektedir. Kemal Üçüncüoğlu tarafından 1981 senesinde Vakıflar Bölge Müdürlüğünce hazırlanan restitüsyon projesinde son cemaat yeri, yanlarda kubbe orta bölümde aynalı tonoz ile geçilmiştir. Projede giriş aksındaki açıklığın diğerlerine göre daha dar olduğu ve yapının izleri dikkate alınarak hazırlandığı görülmektedir.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü Arşivlerinde Bulunan Kemal Üçüncüoğlu tarafından hazırlanan Aşık Paşa Camii Restitüsyon Önerisi (1981)

Raporda açıklandığı gibi kaynaklarda kubbeler arasında kalan bölümün örtüsü beşik tonoz olarak geçmektedir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki bir çok  konuda olduğu gibi anlatım farklı olabilir. Çünkü beşik tonoz daha çok kilise yapılarında kullanılmış bir örtü biçimidir ve beşik tonoz alnının camii giriş aksında kullanıldığı bir örnekle karşılaşılmamıştır.

Elimizdeki belgeler ve yapıdaki izler doğrultusunda 1783 öncesi restitüsyonda son cemaat yerinin yanlarda kubbe ortada aynalı tonoz ile geçilmesi önerilmiştir. 1783 sonrası dönemde Hüseyin ağa türbesinin yapıya eklenmesi ile mevcut son cemaate kubbeli bir birimin daha eklendiğini kaynaklardan tespit ettiğimizden 2. dönem restitüsyonu bu belgeler doğrultusunda hazırlanmıştır.

Yapının 1936 yılındaki fotoğraflarından son cemaat döşeme yüksekliği tespit edilmektedir (bkz. belge 7).

1783 sonrası dönemde eklenen türbenin giriş cephesine bakan cephesi açıktır. Vakıfların arşivinden bulunan projede mevcut olan yüksekliği ortalama 1.50 m. olan duvar belge kabul edilmiş ve bu bölüm duvar ile kapatılmıştır. Ancak yerinde bakıldığında örülü olan duvarın devşirme malzemelerle yapıldığı görülür. Ayrıca bahçe duvarının sütuna bakan yüzü düzgün kesme taş ile örülmüştür. Bu iki belge dikkate alındığında türbenin girişe bakan cephesinin kapatılmadığı ortaya çıkmaktadır (bkz. Restitüsyon 1783 sonrası dönem ön cephe). Türbenin diğer duvarlarının kapalı olduğunu  arka cephelerdeki kesme taş örgüden tespit ediyoruz.

Vakıflardaki arşiv taramasında caminin 1971-1981 yılları arasındaki fotoğrafları bulunmuştur. Bu fotoğraflarda son cemaat yerinin yüksekliğinin 1936 yılındaki fotoğrafa göre farklı olduğu görülür. Restitüsyon projesinde elimizdeki en eski tarihli belgedeki son cemaat döşeme kotu kabul edilmiştir.

Camii avlu duvarına bitişik konumdaki, sokağa cepheli Aşıkpaşa Çeşmesi’ nin restitüsyon projesi ‘İstanbul’un Tarihsel  Topoğrafyası’ adlı kitapta bulunan eski bir fotoğraf ile, 1936 yılına ait fotoğraflar doğrultusunda hazırlanmıştır. ‘İstanbul Topoğrafyası’ adlı kitapta kirpi saçakların olduğu , avlu duvarının üst kısmından yükselen haznenin duvarlarının sıvalı olduğu tespit edilmektedir. 1936 yılına ait fotoğraftan ise su haznesinin üst örtüsünün alaturka kiremit olduğu tespit edilmiştir. Çeşmenin yalak kısmı yol kotundan altta kalmıştır. Restitüsyon  projesinde elimizde özgün kot olmadığından mevcut kot kullanılmıştır.

Avlu içerisinde yer alan ve muhdes olan abdestlik kısmı ile kuran derslerinin verildiği  bina restitüsyon projesinde kaldırılmıştır.

Belge 1
Belge 2
Belge 3
Belge 4
Belge 5
Belge 6 (1936)
Belge 6-1 (1936)
Belge 7 (1936)
Belge 8(1936)
Belge 9 (1936)
Belge 10 (Reşat Ekrem Koçu’ nun hazırladığı restitüsyon planı)
Belge 11 – Türbe bölümünden çekilen fotoğraf (1971)
Belge 12 -Yıkılan son cemaat bölümünden çekilen fotoğraf (1971)
Belge 13-Türbe bölümünden çekilen fotoğraf (1981)
Belge-14 Son cemaat bölümünden geriye kalan kemer (1981)
Belge 15- Caminin avlu duvarı cephesinden görünüşü (Fotoğrafta türbenin olduğu bölümün yan duvarının açık değil kapalı olduğu görülmektedir.)
Belge-16 Mahfil bölümünden çekilen fotoğraf (1971)
Belge-17 Kadınlar mahfili (1981)
Belge-18 Aşıkpaşa Çeşmesi (1936)
Belge-19 Aşıkpaşa Çeşmesi

RESTORASYON RAPORU

Restorasyon 1783 sonrası dönem için önerilen restitüsyon projesi doğrultusunda hazırlanmıştır. Buna göre kare planlı tek kubbeli yapının son cemaat bölümü yanlarda kubbe ortada aynalı tonoz ile geçilmiştir. Hüseyin Ağa’ nın türbesi son cemaat bölümüne eklenmiş ve üst örtüsü kubbe olarak önerilmiştir.

Cami tek hacim olarak özgün haline göre planlanmıştır. Günümüzde mevcut olan muhdes ahşap bölmeler kaldırılmış, girişin sağ ve sol bölümlerine mahfil yapılmıştır. Mahfiller zeminden ortalama 31.5 cm daha yüksektedir. Sağda yer alan merdiven yeri özgündür ve sağdaki mahfil üzerinden kadınlar mahfiline çıkılmaktadır (bkz. restorasyon projesi zemin kat planı).

Restitüsyon raporunda da açıklandığı gibi kadınlar mahfilini taşıyan ahşap sütunlar birbirinin aksına gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Mevcutta mahfili taşıyan ahşap sütunlar birbirini karşılamayarak çapraz durmaktadır (bkz. rölöve zemin kat planı). Bu camilerde rastlanan bir plan anlayışı değildir. Ekrem Koçu’ nun restitüsyon önerisi dikkate alınarak mevcut sütunların akslarına birer tane daha sütun konulmuş ve kadınlar mahfili ortadan içeri çekilmiştir (bkz. restorasyon zemin kat ve birinci kat planı).

Zemin döşemesi restitüsyonda tuğla önerilse de restorasyon projesinde kullanım açısından ahşap önerilmiştir. Duvarlara uygulama sırasında raspa yapılması ve varsa özgün kalem işlerinin ortaya çıkarılması önerilir.

Zemin kat pencerelerinin iç kısımlarında kullanılacak kapak için iki öneri sunulmuştur. Restorasyon öneri 1 ve restorasyon öneri 2 arasındaki tek fark özgün olan ahşap pervazlara öneri 1’ de ahşap kapakların gelmesi öneri 2’ de ise ahşap doğramalı pencerelerin yerleştirilmesidir.

Son cemaat bölümü 1783 sonrası döneme ait restitüsyon önerisi doğrultusunda hazırlanmıştır. Restorasyon projesinde iç bölüm ve son cemaat zemin kotu fotoğraflarla da belgelendiği için restitüsyon  projesi doğrultusunda önerilmiştir. Ancak uygulama sırasında zemin kotu ile ilgili tespitin yapılması gerekmektedir.

Yapıda uzmanlar tarafından yapılan incelemeler sonucunda herhangi bir taşıyıcı sistem sorunu olmadığı tespit edilmiştir (bkz. taşıyıcı sistem raporu).  Son cemaat yerinin özgün yapım sistemleri ile yapılması önerilmiştir. Kemerlerde kullanılacak tuğlalar, piyasada satılan sıradan makine (pres) taban tuğlasından değil klasik tuğla normlarında kalıplanmış, pişirilmiş olmalıdır.

Cephelerde özgün olmayan (klima, elektrik direği..vb.) eklerin kaldırılması gerekmektedir. Doğal koşullar sonucunda cephelerde kirlenmeler olmuştur. Kirlenmelerin taşın patina yüzeyine zarar vermeden temizlenmesi önerilmiştir. Cephe duvarlarındaki küfeki taşların ve tuğla sıraların tamirinin, çürütme usulü ile yenilenmesi uygun olacağı gibi erimiş tuğla sıralarını da klasik ölçülerde ve dokuda imal edilmiş tuğlalar ile doldurulması derzlerin ve derz tamiratlarının horasan harcı ile yapılması önerilir. Önceki onarımlarda yapılmış olan çimento harç tamiratlarının temizlenmesi ve özgün malzeme ile onarımı gerekmektedir.

Restorasyon projesinde iç duvarları çevreleyen ahşap lambri kaldırılmıştır. Cami içindeki kapiler nemin önlenmesi için duvarlara yalıtım yapılması önerilmiştir.

Mevcut olan alüminyum doğramlar yerine ahşap doğramalar, beton tepe pencereleri yerine alçı pencereler  kullanılmıştır.

Avlu içinde özgün olmayan kuran kursunun verildiği yapı kaldırılmıştır. Rölöve raporunda sunulan pervititch haritasında (1928) yapının etrafında tuvalet bölümlerinin olmadığı görülmektedir. Tuvalet bölümünün cami avlu içerisindeki yerinin ve mimarisinin uygun olmamasından  dolayı kaldırılması önerilmiştir. Yerine çeşme su haznesinin yanında, parsel sınırına bitişik bahçe duvarının yapılması ve bu duvara yaslanmış abdestlik bölümlerinin olması önerilmiştir.Abdestlik bölümünün iki yanından zemin alt kotunda kalan bay ve bayan tuvaletlerine iniş merdivenleri yer alır. Abdestlik bölümü ile merdiven girişlerinin çatısı birdir ve  kırma çatıdır. Alaturka kiremit ile kaplanmıştır.Mevcut tuvalet bölümünün kaldırılması ile açılan alan sert zemin olarak bırakılmış, bu bölüme musallah taşı yerleştirilmiştir.

Camii avlu duvarına bitişik konumdaki, sokağa cepheli Aşıkpaşa Çeşmesi’ nin restorasyonu ‘İstanbul’un Tarihsel  Topoğrafyası’ adlı kitapta bulunan eski bir fotoğraf ile, 1936 yılına ait fotoğraflar doğrultusunda hazırlanmıştır. ‘İstanbul Topoğrafyası’ adlı kitapta kirpi saçakların olduğu , avlu duvarının üst kısmından yükselen haznenin sıvalı beden duvarları tespit edilmektedir. 1936 yılındaki fotoğraftan  ise su haznesinin üst örtüsünün alaturka kiremit olduğu tespit edilmektedir. Cephesinin temizlenmesi önerilen çeşmenin yalak kısmı yol kotu yükseldiğinden altta kalmıştır. Restorasyon projesinde elimizde özgün kot olmadığından mevcut kot kullanılmıştır.

Binaya tesis edilmiş, tabii gazla çalışan kalorifer tesisatı muhafaza edilebilir ya da yapıya  az müdahale olması açısından elektrikli seccade kullanılabilir. Isıtma sistemi ile ilgili önerilen seçeneklerin hangisinin uygulanacağına Rölöve ve Anıtlar Kurulu tarafından karar verilmelidir.

KAYNAKLAR

1-ÜLGEN; HİKMET,’ İSTANBUL CAMİLERİ’, AKŞAM KİTAP KULÜBÜ YAYINLARI, 1966, İSTANBUL.

2-ÖNEŞ, GÖNCÜOĞLU, SAATÇİ, ERTUĞRUL, YÜKSEL, YİVLİK NEFTÇİ, NEFTÇİ; ETHEM RUHİ, SEMA, SUPHİ, ALİ DOST, MÜFİT, AYŞE, ARAS, ‘FATİH İLK İSTANBUL’, FATİH BELEDİYESİ BASIN YAYIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜD.

3-‘FATİH CAMİLERİ VE DİĞER TARİHİ ESERLER’, TÜRKİYE DİYANET VAKFI FATİH ŞUBESİ, 1991, İSTANBUL.

4-WIENER-MÜLLER; WOLFGANG, ‘İSTANBUL’UN TARİHSEL TOPOGRAFYASI’, YAPI KREDİ YAYINLARI, 2002, İSTANBUL.

5-AYVERDİ, YÜKSEL; E.HAKKI, İ.AYDIN,’ İLK 250 SENENİN OSMANLI MİMARİSİ’, İSTANBUL FETİH CEMİYETİ İSTANBUL ENSTİTÜSÜ, 1976, İSTANBUL.

6-‘EMİNÖNÜ CAMİLERİ’, TÜRKİYE DİYANET VAKFI EMİNÖNÜ ŞUBESİ, 1987, İSTANBUL.

7-AYVANSARAYLI HAFIZ; HÜSEYİN, ‘CAMİLERİMİZ ANSİKLOPEDİSİ-I.CİLT’, TERCÜMAN AİLE VE KÜLTÜR KİTAPLIĞI YAYINLARI, 1987, İSTANBUL.

8-AYVANSARAYLI HAFIZ; HÜSEYİN, ‘CAMİLERİMİZ ANSİKLOPEDİSİ-II.CİLT, TERCÜMAN AİLE VE KÜLTÜR KİTAPLIĞI YAYINLARI, 1987, İSTANBUL.

9-KURAN; APTULLAH, ‘MİMAR SİNAN’, HÜRRİYET VAKFI YAYINLARI, 1986, İSTANBUL.

10-ETHEM; ‘HALİL, CAMİLERİMİZ’, İSTANBUL KANAAT KÜTÜPHANESİ, 1932, İSTANBUL.

11-‘İSTANBUL CAMİLERİ’, BABIALİ BASIMEVİ.

12-ASLANAPA; OKTAY, ‘OSMANLI DEVRİ MİMARİSİ’, İNKILAP KİTABEVİ, 1986, İSTANBUL.

13-ÖZ; TAHSİN; ‘İSTANBUL CAMİLERİ’, TÜRK TARİH KURUMU BASIMEVİ, 1987, ANKARA.

14-SÖZEN, ARIK; ASOVA, BİLGE; ‘TÜRK MİMARİSİNİN GELİŞİMİ VE MİMAR SİNAN’, TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 1975, İSTANBUL.

15-PERVİTİTCH HARİTALARI (1928)

16-İSTANBUL VAKIFLAR BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ ARŞİVİ

17-İSTANBUL ENCÜMEN ARŞİVİ

18-CANATAR, DOÇ.DR.MEHMET, ‘İSTANBUL VAKIFLARI TAHRİR DEFTERİ 1009(1600) TARİHLİ’, İSTANBUL FETİH CEMİYETİ, 2004, İSTANBUL

İznik ve Surları

İZNİK VE SURLARI

İznik Sempozyumu Afişi / CÜNEYT ŞENYAVAŞ

İznik Tarihsel Kronoloji

1.Helenistik Dönem : M.Ö. 334 – M.Ö. 30

    1.1. Bitinya (Bıthynia) Krallığı Dönemi (Kurucu Dönem): M.Ö. 377 – 64

  1. Roma Dönemi : M.Ö. 30 – M.S. 303

    2.1.Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi

  1. Doğu Roma İmparatorluğu( Bizans) Dönemi (5.yüzyıl – 1331)

     3.1. Erken Dönem Bizans Dönemi (5 – 7. yüzyıl)

     3.2. İkonaklazma Dönemi (726 – 842)

     3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204)

             3.3.1  Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1080 – 1097)

      3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261)

             3.4.1. İznik İmparatorluğu’nu (1204 – 1261)

       3.5.  Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331)

  1. Türk Dönemi (1331 – ∞ )

        4.1. Osmanlı Dönemi (1331 – 1922)

        4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞)

İznik ( Nikaea) Şehri Tarihsel Gelişim süreci

  1. Helenistik Dönem: M.Ö. 334 – M.Ö. 30

           1.1.Bitinya (Bıthynia) Bölgesi  ve  Bitinya Krallığı (Kurucu Dönem): M.Ö. 377 – 64

Bitinya Bölgesi; günümüz İzmit Körfezi,İstanbul’un Anadolu yakası, Kocaeli, Adapazarı,Bolu Zonguldak’ın batısı ve Bursa illerinin bulunduğu coğrafi alanın, antik çağ ve sonrasındaki adıdır.

(Bitinya Krallığı veya Bitinya, M.Ö.377 ve M.Ö.64 yılları arasında Nıcaea (İznik) başkentli,İzmit Körfezi,İstanbul,Sakarya ve Bursa arasında kalan bölgede hüküm sürmüş Trak kökenli Bitinler tarafından kurulmuş bir devlettir.)

Bitinya dönemine kısaca değinecek olursak; MÖ 10 ve 8. yüzyıllarda İskit akınlarından kaçan Trakya kökenli Bitinler1, bölgeye yerleşmiş ve bölgeye Bi- on adını vererek Bithyn “Thin yurdu” veya “Thyn ülkesi” anlamına çevirerek ”Bithynia” adını vermişlerdir.2 Herodot, Xenophon gibi antik çağ yazarlarına göre Bitinyalılar göçebe bir Trak kavmidir. Herodot Trakların Asya’ya geçtikten sonra Bitinyalılar adını aldığını kendi dediklerine göre eskiden Strymon kıyılarında oturdukları için Strymonoialılar olarak bilindiklerini vatanlarından kovulunca başlarında Artabanos’un oğlu Bassakes önderliğinde Küçük Asya’ya yerleştiklerini anlatmaktadır. Antik Çağ’ın ünlü coğrafyacısı Strabon göre (M.Ö.65-23)  Anadolu coğrafyasını anlattığı Geographika adlı eserinde Mithridates Eupator’u yenen Romalı komutan Pompeius’un yıktığı Pont Kralığının Karadeniz ve Kalkedon ağzına kadar olan bölümlerini Bitinya krallığının idaresi altına verdiğini,  bu bölgede Bitin adlı bir halkın yaşadığını bildirmiştir. 

 1.  GÜÇLÜ,D; ‘Antik Bithynia Bölgesinin Tarihsel İçerikli Yazıtlar Kataloğu ve Tarihçesi’, Akdeniz Üniversitesi    Eskiçağ Dilleri ve               

               Kültürleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi,Antalya 2007,s.3.     

2.  UMAR B., ‘İlkçağda Türkiye Halkı’, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1999, s.167 

Bursa’nın kuzeydoğusunda İznik gölünün(Askaria Limne) doğusundaki verimli ovada yer alan İznik; M.Ö.  IV. yy. da Helikore adı ile ilk kez tarih sahnesinde görülmüştür, kent daha sonra hile ile Mysia’lıların eline geçmiştir.3 Kentte basılan sikkeler Khryseapolis (Altın Şehir) adına basılarak tarihte “Altın Şehir” ünvanı ile de anıldı. 

Makedonya Kralı Büyük İskender’in (III. Aleksandros ) ölümünün ardından, genarellerinden Antigonius Monophtalmos (Tek Göz) tarafından Antigoneia adı ile M.Ö 316 yılında yeniden kurulmuştur.4

Antik parada Antigonius Monophtalmos

Antigonius M.Ö. 310 yılında  Ipsos savaşında yenilmesi üzerine Antigoneia kenti Lysimachos’un egemenliğine geçti. Lysimachos buraya gereken ilgiyi göstererek kenti yeniden imar etmiş ve kentin adını karısının ismi olan Nıcaea ile değiştirmiştir. 7

Nicaea; MÖ.281’de Kurupedion savaşında Lysimachos’un ölmesi ile Bitinya Kralı Zipoites tarafından ele geçirilerek kent bir süre Bitinya Krallığı’na başkentlik yapmıştır. Zipoites Bitinya Krallığının kurucusu ve Basileus ünvanını kullanan bilinen ilk kralıdır. Onun oğlu I. Nikomedes zamanında ise ülke sınırları genişletilmiştir.

3 iznik ve çevresinde belirlenen eski eser tahribatları ve öneri koruma tedbirleri. Dr. A. Bedri Yalman

4 iznik ve çevresinde belirlenen eski eser tahribatları ve öneri koruma tedbirleri. Dr. A. Bedri Yalman

5.David H. French, Prehistoric sites in northwest Anatolia I. The İznik area, “Anatolian Studies”. XVII (1967) p. 50-55.

6 www.nıcaea.com

7. Sencer Şahin, Katalog der Antiken Inschriften des Museums von İznik (Nikaia)- İznik Müzesi antik yazıtlar kataloğu- Bonn 1987 teil (kısım) II, 3 S- 1-5.

Ancak bölgede yapılan arkeolojik kazılarda yerleşimin ilk tunç çağı dönemine  (M.Ö. 2500) dek uzandığı sanılmaktadır. İznik’in çevresinde ilk tunç çağına ait kalıntıların tespit edildiği Çakırca, Çiçekli, Üyecik ve Karadin gibi höyükler yer alır.5 Homerosun İlyada’sına göre İznik  veya İznik çevresindeki arazi üzerinde Ionian antik kenti vardı. Dolayısla daha sonra Nikaea olarak isimlendirilen Antigoneia kentinin antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine kurulmuş olduğu söylenebilir. Bu nedenle bugün İznik antik Ionian tarzı karakteristik özelliklerini yansıtan yerlerden biridir. 6 Şehrin planı  bir artı işareti (+) gibi kesişen iki ana yol etrafında oluşturulmuş olup M.Ö 5 y.y. da Hippodamos tarafından geliştirilen ızgara planı biçimindedir.

Hippodamos Şeması’na göre bölünen kentler, aynı zamanda ızgara biçimindedirler. Nikaea (İznik) kenti de Helenistik Dönemde bu biçimde planlanmıştır.

  1. Roma Dönemi : M.Ö. 30 – M.S. 303

M.Ö. 74 yılında  ölen IV. Nikomedes Bitinya Krallığını bir vasiyet  ile Roma İmparatorluğunun ( M.Ö 30 – M.S 476) hakimiyeti altına giren Bitinya, M.Ö 64 yılında oluşturulan Roma İmparatorluğu’nun Bitinya – Pontus Eyaleti’ne bağlanmıştır.  

MÖ 27 – 30 da Augustus ile Roma’nın İmparatorluk dönemi başladı ve bölünmeye dek devam etti.  Bu dönemde Anadolu’da  önemli ilerlemeler oldu, şehirler gelişti, nüfus arttı, ticaret gelişti. Nikaea’da Roma İmparatorluğunun şehir eyaletinin başkenti olarak siyasi, dini, kültürel, sosyal, sanat ve mimari olarak zenginleşti.

Roma İmparatoru Traianus’un M.S. 111 yılında Bitinya’ya vali atadığı ve aynı zamanda yargıç olan Genç Plinius’un, imparatora yazdığı mektuplardan, yaptığı imar faaliyetleri hakkında bazı bilgiler ediniyoruz. Bu mektuplarda daha çok Bitinya’nın Nikomedia/Kocaeli ve Nikaea/İznik şehirlerindeki bayındırlık hizmetleri anlatılmaktaydı.8

Nikaea hem hıristiyanlık öncesinde  paganlar (putperestlik) çağında hem de tektanrıcılık (Hıristiyanlık) döneminde Roma İmparatorluğu’nun pagan inancının son direniş kalesiydi.

Üçüncü Yüzyıl Krizi (235-284) olarak bilinen döneme imparator Diokletianus son vererek Roma imparatorluğu 286 yılında, İmparator Diokletianus tarafından idari olarak ikiye         ayrılmıştır. Devletin hem Doğudakinin hem de Batıdakinin yöneticisine Augustus ünvanı verildi. M.S. 305 yılında kendi isteği ile görevinden ayrılan ilk imparator olan  Diokletianus böylece 395 yılındaki resmi bölünmeye  örnek oluşturmuştu.

         2.1 Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi

Diocletianus M.S. 303’de Hıristiyanlara karşı sert yaptırımlar içeren ilk fermanı yayınladı. Bu zulüm dalgası özellikle doğu eyaletlerinde uygulanıyordu ve 313 yılına kadar sürdü.9 Bu tarihte Konstantin ve Licinius tarafından Milano emirnamesi yayımlandı. Emirname’de hiç kimsenin tapınma hakkından mahrum edilemeyeceği yasal bir nitelik kazandı.

Batının Augustus’u Konstantin, Doğu’daki Augustus Licinius’u yenip 324’te imparatorluğun tek hükümdarı oldu.10 324 Emirnamesi ile de I.Konstantin, Hıristiyanlara karşı olan bütün uygulama ve yasaklara son verdi.11 Hıristiyanlığın resmileşmesini sağladı,merkezi otoriteyi güçlendirerek başkenti 324 yılında Byzantium’a taşıdı. Yeni Roma fikri ile  şehir yeniden inşa edildi. M.S. 325 yılı yaz başında Hıristiyanlık için çok önemli olan Birinci Konsil Nikaea’da toplandı. İmparator Konstantin’in de katıldığı toplantıda Hıristiyanlıkla ilgili yortu günleri ve Nikaea Kanunları adı ile bilinen 20 maddelik metin bu konsilden sonra kabul edildi.

Roma İmparatorluğu, 375 yılında Kavimler göçü nedeniyle 395 tarihinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında yıkılmış olup Doğu Roma İmparatorluğu varlığını 1453’e kadar sürdürmüştür. Bu olay İlk Çağın bitişi Ortaçağın başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

  1. http://timeoutbursa.blogspot.com.tr/search/label/Roma%20imparatorlu%C4%9Fu
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/Diocletianus

10.http://blog.kavrakoglu.com/bizans-imparatorlugu-5-buyuk-konstantin/

  1. http://blog.kavrakoglu.com/bizans-imparatorlugu-5-buyuk-konstantin/
  2. Doğu Roma İmparatorluğu / Bizans Dönemi : (5.yüzyıl – 1331)

       Doğu Roma veya Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun yani Imperıum Romanum’un devamı olup Roma tarihinin yeni bir dönemini teşkil eder. Sonraki dönemlerde

araştırmacılar tarafından bu devleti ifade etmek için kullanılan “Bizans” tabiri ne imparatorluk tarafından ne de dönemindeki diğer devletlerce hiçbir zaman kullanılmamış,

imparatorluk son gününe kadar kendisini Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak görmüş ve

bu sebeple Imperium Romanum adını kullanmıştır.

       3.1. Erken Bizans Dönemi (5. yüzyıl – 7 yüzyıl ) Bizans İmparatorluğu tarih sahnesine büyük bir imparatorluğun mirasçısı olarak çıkmıştır. Doğu –  Batı arasında yer alan Bizans, batı ve doğu kültürünü harmanlamış sonrasında doğu uygarlığı olarak gelişmiştir. Bizans İmparatorluğu’nun en önemli imparatoru I. Justiniaous ( M.S. 527 – 565) olup hem doğuda hem de batıda en geniş sınırlara ulaşılmıştır.

Doğu Roma, ilk olarak I. Justinianos döneminde Bizanslaşmaya başlasa da gerçekte VII. yüzyıla kadar Roma İmparatorluğunun geleneklerini sürdürmek durumunda kalmıştır.12

I.Justiniaonus’da Konstantinius gibi  bayındırlık işlerine büyük  önem vermiş, 532 isyanında kısmen yıkılan İstanbul’u devasa bir ihtişamla yeniden kurdurmuştu.İznik’te ise  su kemerleri, obsikion vb. imar faliyetlerinde bulunmuştur.

        3.2. İkonaklazma Dönemi: (Dini Tasvir Karşıtlığı 726 – 842 ) İkonalara tapınma nedeni ile çıkan iç savaşta ikona kırıcılığın / Put kırıcılık başlaması ve olayların-Tasvir yasağının kilise lehine sonuçlanmasından sonra 842/43’e kadar süren ara dönemdir.Sanat ve özellikle tasvir bakımından bir kesinti dönemidir.

787’de (Nikaea) İznik’te toplanan konsilde, İmparatoriçe İrene’nin isteğiyle ikonkırıcılık kaldırılmıştır.13 Fakat V. Leon, kendisinden önceki 25 yıl içerisinde yaşanılan askeri başarısızlıkları ikonkırıcılığın terk edilmesine bağlayarak; 815’te Ayasofya’da toplanan konsille ikonkırıcılığı geri getirmiştir.14 Daha sonra Theophilos’un karısı Theodora, imparatorun ölümünden sonra, Theophilos’un ölüm döşeğinde ikonkırıcılığın kaldırılmasını vasiyet ettiğini beyan ederek; 843’teki resmi bir toplantıda, (787 yılı İznik Konsili kararlarının aynen kabulü ile), ikonkırıcılığı kaldırmıştır.15 Bu dönemde bölgeye Arap akınları (717 – 741/82) devam etmiştir. 782’de son kez Arap komutan Harun Reşit tarafından Konstantinopolis kuşatıldı.          

       3.3. Orta Bizans Dönemi (842 – 1204) Orta Bizans dönemi ikonoklazma döneminin 842/843 deki bitişini takiben başlayarak, 1204’deki Latin İstilası’na kadar devam eden Bizans Sanatı’nın gerçek kimliğini ve sanatsal karakteristiğini ortaya koyduğu dönemdir.

İkona kırıcılıktan sonra bu dönem Bizans’ın kültürel, sosyal, ekonomik hayatında köklü değişikliklere sahne olmuştur. Kentsel – mimari yenilikler ve değişimler yaşanmıştır.

Bu dönemde 1096  Haçlı Seferleri başlamış, 1071’de de Malazgirt Savaşı ile Türkler  Anadolu’ya girmiş ve Selçuklu Devleti’ni kurmuştu. 1080 yılında Nikaea’nın adı İznik olarak değiştirilmiştir.

  1. Judith Herrin, Bizans, s.23 .
  2. Leslie Brubaker ve John Haldon, Byzantium in the Iconoclast Era 2001, s.30
  3. Timothy E.Gregory Bizans Tarihi,2005,s.205
  4. Karlin-Hayter Patricia, 2002, The Oxford History of Byzantium:Iconoclasm., s.153

                  3.3.1  Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1075 – 1097)

                  Müslümanlar ilk kez, Arap akınları ile beraber Abbasiler (Harun Reşid) döneminde Bursa ve çevresine  kadar gelmişlerdi. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, Bursa’yı ele geçirip 23 yıl boyunca Bursa bölgesine egemen olmuşlardır. 

Anadolu Selçuklu Devleti Türklerin İslamiyet döneminde kurdukları devletlerden biridir.  Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Anadolu’da Bizans sınırlarında çalışmalarda bulunan Türkmen beylerinden Artuk Bey’i geri çağırması üzerine Selçuklu ailesinden Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Urfa ve Birecik yöresinden hareket ederek Konya’ya kadar ilerledi ve Anadolu’da ki Türkmen kitlelerini de çevresinde toplayarak Bizans yönetimindeki birtakım kale ve kentleri ele geçirdi.

Türklerin bu bölgeye ilk gelişleri ise;  Kutalmışoğlu Süleyman Şah Dönemindedir. Süleyman Şah  Anadolu’da ilerleyerek Bizans’ın başkenti Konstantinopolis‘in hemen yakınlarındaki  Nicaea şehrini fethetmiş ve Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. (1075)  Kentin adını da Nicaea’nın izi anlamında “İznik” olarak değiştirmiştir. 1080 – 1097  yıllarında da Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapan  İznik, Anadolu’nun ilk Türk başkenti olmuştur.

Süleyman Şah Halep’e egemen olma sorunu yüzünden Büyük Selçuklu Devleti ile çatışmaya girdi ve Suriye Selçuklu Meliki Tutuş ile yaptığı savaşta yaşamını yitirdi (1086). Süleyman Şah’ın ölümü Anadolu Selçuklu Devleti’ni büyük bir bunalıma sürükledi. Süleyman Şah’ın oğullarını da savaş sırasında tutsak edilerek Sultan Melikşah’ın yanına İsfahan’a gönderilmeleri üzerine İznik’teki Selçuklu tahtı 6 yıl boş kaldı. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin başına geçen Berkyaruk, Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Arslan’ı Anadolu’ya gönderdi. I. Kılıç Arslan İznik’e gelerek devletin başına geçti (1092-1093).

I.Kılıçarslan döneminde 1097 (Birinci Haçlı Seferi 1096-1099)  yılında Haçlılarla girdiği mücadelede kentin Bizanslıların eline geçmesine engel olamadı. Ayrıca İznik’in Bizans ve Haçlılar tarafından zaptedilmesiyle beraber Kılıç Arslan’ın zevcesi, Çaka Bey’in kızı da Bizanslılar’ın eline esir düşmüştür. Böylece 325 yılında toplanan konsil ile meşhur olan bu şehir tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiş ve Orhan Gazi’nin 1331 yılındaki fethine kadar onların elinde kalmıştır.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin ilk başkenti İznik olmasına rağmen I.Haçlı Seferleri dolayısıyla İznik’te mimari eser bırakamayacak kadar az bir süre kalmıştır.

            3.4  Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261 ) 1204 yılında latin  haçlılar ( Haçlı Seferleri /1081 – 1204 ) tarafından Konstantinopolis’in işgal edilmesi ile Bizans  Latin Haçlılar tarafından bölüşülüp 57 yıl süren bir devlet kurmuşlardı. 1261 yılında  İznik İmparatoru VIII. Mikhail  Palaiologos tarafından Konstantinopolis Haçlılardan geri alınarak ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemde haçlılar tarafından  kent yağmalanmış; yağmaladıkları sanat eserleri ve rölik vb. dini eşyaların büyük bir kısmını da  Venedik’e götürmüşlerdir. Bu dönem sonrasında  Bizans zenginliğinin büyük bir kısmını kaybetmiş ve küçülmüş bir durumda idi.

 İznik, 57 yıl boyunca başkenti Latin işgali altında olan Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu.

                3.4.1. İznik İmparatorluğu  (1204 – 1261)

Latin egemenliğini kabul etmeyen Bizans halkı daha sonra isyan etmiş Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında bağımsız küçük bizans devletleri kurdular. Bir kısım Bizans ordusu ve halkı Dukas Hanedanı’ndan Bizanslı aristokrat  Theodoros Dukas Laskaris’in çevresinde toplanıp İznik’e kaçarlar. I.Teodoros Laskaris İznik’te yeni devleti oluşturmaya başlar. İlk zamanlar devlet imparatorluktan ziyade bir prenslik veya despotluktur. Bizans’ın yeniden doğuşunu; İznik İmparatorluğu’nu (1204 – 1261) kurarak sağlamışlardır.

Bir kısmı da Karadeniz kıyılarına kaçarak Komnenos Hanedanı’ndan Aleksios ve David liderliğinde Gürcistan kraliçesi Tamara’nın da desteği ile 1204’te Trabzon Rum Devleti’ni  (pontus devleti) kurmuş, 1461’de Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılıncaya değin varlığını sürdürmüştür. Angelos soyundan olanlar ise Epir’de Bizans imparatorları II.İsakios Angelos ile III.Aleksios Angelos’un yeğenleri olan I.Mikael Dukas Angelos’un başında olduğu Epeiros Despotluğu‘nu (1205) kurmuşlardır.

İznik İmparatorluğu Vatatzes döneminde batıdaki Epeiros despotluğunu ele geçirerek sınırlarını genişletmiştir. 1261 yılında ise İznik İmparatorluğu ordusu Konstantinopolis’e girip Latin İmparatorluğu’na son vermiştir.  VIII. Mikhael Palaiologos Ayasofya’da törenle taç giyerek Bizans’ta Palaiologoslar dönemi böylece başlamıştır. İstanbul, Cenova şehir devleti donanmasının yardımı ile yeniden ele geçirildi.

3.5.  Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331) Bu dönemde Vatatzes’in oğlunu tahttan indirerek başa geçen Mikhail Palailogos ve ardılları Palailogoslar ise halkta aynı birleştirici etkiyi yaratamadılar. İstanbul’un yeniden restorasyonu için ihtiyaç duyulan para vergilerle halkın sırtına yüklendi ve Mikhail hükümdarlığı kaptırmamak için kendi kişisel güvenliğine ve keşişlerle, kiliseye çok para harcadı. Daha sonra tahta kavgaları başladı. Ve 1299’da  Osmanlı Beyliğinin kurulması  ve Bizanslılarla savaşı bu dönemi sonun başlangıcı yapmıştır.Bizans İmparatorluğu, Anadolu’da Çanakkale Boğazındaki kıyı toprakları hariç bütün topraklarını Türklere kaptırdı. Aynı yıllarda başkentte başlayan taht mücadelesi ile Bursa ve İzmit de elden çıktı. 1331 yılına gelindiğinde İznik Osmanlı devletinin beyi Orhan gazi tarafından feth edilerek türk yurdu olmuştur.

1350 yılına ait Bizans İmparatorluğu haritası

  1. Türk Dönemi: (1331 – ∞ )

       4.1. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1299- 1922)  Beylikten İmparatorluğa 

Osmanlı İmparatorluğu’nu Oğuzlar’ın Kayı boyuna mensup Osman Gazi; Söğüt ve Domaniç civarında,Anadolu Selçuklu Devleti’nin obası ve kendisine uçbeyliği olarak tahsis ettiği bölgede, Selçuklu Sultanı  III. Alaeddin Keykubad’ın İlhanlılar  tarafından İran’a götürülmesi sonucu oluşan otorite boşluğundan dolayı bağımsızlık ilan ederek 1299 yılında kurmuştur. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinden itibaren İznik, ilgi çekici bir merkez olarak hep fethedilmek İstendi. Osman Bey zamanında bu önemli kenti ele geçirmek amacıyla seferler düzenlenmiş ve kuşatılmış ancak ancak kaim surları aşılmaz olan bu kadim Bizans şehri fethedilememişti. Fetih için evvela Bizans ile bağlantısının kopartılması ve İznik’e destek göndermesi muhtemel tekfurlukların bertaraf edilmesi gerekiyordu

Osman Gazinin ölümünde sonra yerine geçen  oğlu Orhan Gazi (1326-1362) ise fetihleri aralıksız sürdürüyordu;  bir yandan Kocaeli Yarımadası’ndaki kaleleri alarak boğaza inmişler öte yandan da İznik’i kuşatmışlardı.İznik’in kuşatılması aslında Karatigin kalesinin fethedilmesi ile başlamıştır. Bu kalenin fethi ile çevre köylere yerleştirilen Türk göçerleri İznik tekfurunun ve tabii köylülerinin hisardan dışarı başlarını çıkartamaması anlamına geliyordu. Bu yüzden III.Andronikos’un başında bulunduğu Bizanslılar, Osmanlıları hem Kocaeli Yarımadası’ndan çıkarmak hem de kuşatma altındaki İznik’i kurtarmak için harekete geçtiler. İki ordu Eskihisar’da karşılaştı ve Orhan Gazi, büyük bir zafer kazanarak  1331’de İznik’i feth etmiştir. Böylece 234 yıllık bir aradan sonra kent yeniden Türk idaresine girmiş oluyordu. Bu dönemde  İznik  beyliğin geçici olarak merkezi haline gelmiştir.

Orhan Gazi 1337’de de İzmit’i feth ederek Bizans’ın Anadolu’daki varlığına son vermiştir.

Orhan Gazi, İznik’i feth ettikten sonra orada pek çok eser meydana getirdi. Osmanlı devleti devrinde ilk medrese; Orhan Bey zamanında 1331 yılında İznik Medresesi, ya da İznik Orhaniyesi olarak İznik’te kurulmuştur. Bu medresede, zamanının tanınmış müderrislerinden Davud el Kayser’i, Taceddin-i Kürdi, Alaeddin Ali Esved eğitim vermiştir. Müderrisler Selçuklu medreselerinin bulunduğu Konya, Kayseri ve Aksaray’dan İznik’e gelerek dersler vermiştir. Mısır, Suriye, İran ve Türkistan gibi ülkelerden ünlü hocalar da getirtilmiştir. 

1331 yılından sonra Ayasofya Kilisesi’ni cuma mescidi haline getirdi.Yine İznik’in Yenişehir

Kapısına ilk imaretini yaptıran Orhan Gazi, umuma ait binalari kitâbe ve güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Doğu’nun eski bir geleneğine uyan ilk Osmanlı padişahıdır. Onun, sultanlık günlerinden başlayarak bütün camiler, medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanlı ülkesinin hemen her tarafında yaptıranların (bânilerinin) adlarını ve yapılış tarihlerini seyyahlara göstermektedirler. Bu âbideler üzerinde çoğu zaman Kur’an’dan alınmış tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur.

Ayrıca Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun tarafından bir imâret, oğlu Süleyman Paşa tarafından da bir medrese inşa edildi. Bundan başka diğer hayır sahiplerinin yaptırdıkları tesislerle kısa bir müddet sonra İznik, istenilen Müslüman-Türk şehri hüviyetini kazandı.

İznik’in fethinden sonra Osmanlı Devletinin uç beylikleri ve demografik haritasında değişiklikler meydana geldi. Bu sebeple büyük oğlu Süleyman Paşa’yı İznik’e çağırdı ve kendisine bu bölgeyi teslim ederek güvence altına aldı. Murat Han Gazi’ye ise diğer bir önemli kent olan Bursa’yı emanet etti. Amcasının oğlu Gündüz Bey’i ise Karacahisar’a tayin ederek sancakların görev taksimini tamamladı.

Özellikle II. Murat ve Çandarlılar döneminde şehir tepeden tırnağa imar edildi ve birçok cami, medrese, han, hamam vs. bu dönemde yapıldı. İznik, İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan sefer ve kervan yolunun üzerinde önemli bir durak ve konaklama merkezi oldu. Keza XIV-XVl. yüzyıllarda İznik, Türk kültür hayatında önemli bir yere sahipti. Birçok ulema ve şairin yetiştiği bir kültür merkezine dönüşmüştü. Çağın en ünlü alimleri İznik’teki medreselerde ders vermeye başlamışlardı. Bu yüzden de İznik’e “Ulema Yuvası” yada “Alimler Diyarı” da denmiştir.

İstanbul’un fethi ve Anadolu’daki Osmanlı egemenliğinin pekişmesinden sonra, İznik’in önemi azaldı. Diğer taraftan Kara Halil Paşa’nın idamı, Çandarlı ailesinin nüfuzunun sarsılmasına sebep oldu. Şehrin köklü ve zengin aileleri de İstanbul’a göç etmeye başlayınca İznik gerileme sürecine girerek XVI. yüzyıl sonlarından itibaren boşalmaya ve eski zenginliğini kaybetmeye başladı. Sonuç olarak çeşitli dönemlerin askeri, siyasi, dini, sosyal ve kültürel yaşam biçimlerini bize yansıtan birçok uygarlığın kalıntılarını günümüze taşıyan ve buram buram tarih kokan İznik, yoğun imar faaliyetlerine sahne oldu ve kentte çok sayıda abidevi yapılar inşa edildi. İznik her dönemden devraldığı mimari mirası ile bir açık hava müzesi niteliğini hala korumaktadır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla bütünleşmiş durumdadır. 

İznik Çiniçiliği

İznik çinisi ilk olarak 15.yüzyılda ortaya çıkmıştır. O dönemde yapılan Bursa Yeşil Camii ve Türbesinde (1421), Bursa Muradiye Camii’nde (1426) ilk örneklerine rastlanır.

İznik, Osmanlı Devleti’nin Mimari eserleri ile dünyaya nam saldığı ve güçlendiği 16. yüzyılda  çiniciliği ile ayrı bir yer edinmiş olup, bu gün bile hala sırı çözülemeyen İznik çinilerindeki mercan veya domates kırmızısı rengin sırrını tam anlamı ile anlaşılamamıştır. 16.yüzyıl İznik Çinileri,renk,kompozisyon,motif,teknik ve kalite yönünden tüm dünyanın beğenisini kazanmıştır. İznik çinileri, müthiş bir ritme ve çeşitliliğe sahiptir. İnanılmaz derecede bol çeşit ve kompozisyonların uygulandığı İznik çinilerinin tam bir desen repertuarının çıkarılması imkansızdır.17.yüzyılda ise İznik Çinisi kaybolmaya başlamış ve 18.yüzyıl başlarında tamamen yok olmuştur.

Osmanlı Devleti yaptığı fetihler ile doğal sınırlarını genişletrek bir imparatorluk haline gelmişti. 1391  Konstantinopolis’i Yıldırım Bayezid 7 ay süreyle kuşatmış,1397’de  Anadolu Hisarı’nı yaptırıp, Bizans’ı vergiye bağlamıştır. İki kez daha kuşattığı şehrin kuşatmasını Haçlı ve Timur ordularının tehlikesi yüzünden kaldırmıştır.

Yine 1422’de   Konstantinopolis Sultan II. Murat tarafından kuşatılmış, Şehzade Mehmet İsyanının başlaması sebebi  kuşatmayı kaldırmak sorunda kalmıştır.

 1448’de Bizans tahtına XI. Konstantin Palailogos çıktı. Osmanlı tahtına ise 1451’de II.Mehmet çıktı. İlk iş Rumeli Hisarı’nı yaptırdı.1453’te Konstantinopolis’i kuşattı.yaklaşık iki ay direnen kent  29 mayıs 1453’te Osmanlılar tarafından feth edilerek Bizans İmpratorluğu tarihe karıştı.Bizans’tan geriye kalan Epeiros despotluğu ve Trabzon Rum İmparatorluğu 1461’de Fatih Sultan Mehmet Han tarafından feth edilerek Osmanlıların eline geçti. Böylece Ortaçağ Dönemi kapandı,Yeni Çağ Dönemi başladı.

II. Murat Dönemi Osmanlı ve Bizans İmparatorluğu

1453 Bizans İmparatorluğu

        4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞) Cumhuriyet Döneminde İznik 1930 yılında ilçe yapıldı ve Bursa’ya bağlandı.Günümüzde kent açık hava müzesi konumundadır.İnanç turizmi açısından dikkat çeken bir kent olma özelliği taşır.Yeterli yatırım ve iyi bir planlama ile kültür ve turizm alanında gelişmesi hızlanan bir potansiyele sahiptir.Tarım alanında çeşitlilik şehrin ekonomisine oldukça katkı sağlamaktadır.

İznik Çiniciliği Osmanlı seramik sanatının doruk noktası idi. Bu üretim merkezleri zaman içinde gerilemiş ve ışıltısını kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet ile Türk Seramik Sanatı yepyeni bir döneme girmiş ve gerek eski Anadolu Medeniyetleri, gerek ise Türk-İslam geleneğinden gelen birikimi harmanlayarak gelişimini sürdürmüştür.

Bu dönemde XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı Türk Medeniyet Sanatı’nın zirvelerinden biri olan İznik çinisinin camilerde, saraylarda, Türk ve dünya müzelerinde mevcut örnekleri hala hayranlıkla izlenen çinicilik sanatının  yeniden yaşatmak için çeşitli çalışmalar başlamış olup 1963-64 yıllarında İznik’te Oktay Aslanapa başkanlığında yapılan kazılardan çıkarılan buluntular İznik Çinileri konusunda pek çok noktaya ışık tutmuştur. 1981 yılında bu kez Prof. Dr. Ara Altun başkanlığında II. dönem kazıları başlamış olup halen sürmektedir.

Özellikle son dönemde kültürel farkındalığın artması ile beraber çiniçilik sanatına önem verilmiştir.yaklaşık  300 yıl aradan sonra 1985′de Faik Kırımlı usta, İstanbul’dan İznik’e gelerek Eşref Eroğlu ve eşi Seyhan Eroğlu ile birlikte bir atölye kurmuştur. İznik çinileri tekrar üretilmeye başlanmıştır.

İznik Vakfı bilim vakıflarını ve Türkiye’deki TÜBİTAK (Marmara Araştırma Merkezi) gibi sivil örgütlerini, İ.T.Ü (İstanbul Teknik Üniversitesi) ve İ.Ü (İstanbul Üniversitesi) konuya ilişkin araştırma yapmak üzere desteklemektedir. Ayrıca Amerika’da Massachusetts Araştırma Enstitüsünü ve Princeton’da yer alan araştırma enstitüleri de desteklemektedir.

Konuyla ilgili kazılar ve sergiler ve çalışmalar günümüzde halen devam etmektedir. Bu zamana kadar İznik Çinileri üzerine yapılan kurslardan birçok genç yetiştirilmiştir. Söz konusu bu kurslar ücretsiz olarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Türkiye ve yurtdışında yaz okulları da açılmıştır. İznik Vakıf’ı İznik’te arkeoloji, sanat tarihi ve seramik üzerine bir üniversite açmayı da planlamaktadır. İznik Vakfının üniversiteyi kurmak istemesindeki en önemli sebeplerinden biri bu tarihi mekanları korumaktır.

Osmanlı devletinin ilk kültürel kurumları İznik ve Bursa’da temellenip, buna bağlı olarak da ilk ürünlerini bu şehirlerde vermiştir. Cumhuriyet Döneminde bölgenin gerek tarihi dokusu, gerekse, ticaret ve sanayi merkezi oluşu nedeni ile hem ülke içinden başka illerden, hem de kırsal yöreden gelen nüfusla birlikte hızlı bir şehirleşme sürecine girmiş, yurtdışından Türkiye’ye göç eden nüfusun da yerleşmesi beraberinde Bölgenin nüfusu hızla artmıştır. Hızlı nüfus artışı ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerin oluşmasına da yol açmış olsa da bölge günümüzde toplumsal,kültürel ve ekonomik olarak ülkenin en gelişmiş bölgelerinden biri konumuna yükselmiştir.

Tarihi ve kültürel dokusunu korumaya çalışan İznik’te Nilüfer Hatun İmareti Cumhuriyet döneminde 1960’lı yıllara kadar depo olarak kullanılmış olup 1960 yılında restore edilerek aynı yıl müze olarak hizmete açılmıştır.

Yine İznik’te 16. yüzyılda inşa edilen  Eşrefi Rumi (Eşrefzade) Cami ve Türbesi Kurtuluş Savaşı sırasında yunanlılar tarafından yıkılmış olup 1950 yılında aslına uygun olarak restore edilmiştir.

 İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı camisi olan Hacı Özbek Camii Cumhuriyet döneminde 1959 yılında restore edilmiştir. Camii  ibadete açıktır.

14.yüzyılda inşa edilen Yakup Çelebi Camii 1919 yılına kadar imaret olarak kullanılmış Cumhuriyet döneminde 1934’ten sonra müze deposu olarak kullanılmış ve 1963 yılında restore edilerek  özgün kullanımına uygun camii olarak  ibadete açılmıştır.

14.yüzyıl beylikler döneminden kalan İsmail Bey Hamamı 1989-1990 yılları arasında çelik konstrüksiyon bir çatı altında korumaya alınmıştır. Anıt eser günümüzde açık hava müzesi niteliğinde sergilenmektedir.

Ayasofya camii 2007 yılında restore edilerek günümüzde hem müze hem de camii olarak kullanılmaktadır.

İznik (Nikaea) Surları mimari gelişim süreci

 Antik şehir İznik, günümüzde Bursa sınırları içinde olup Bizans, Helenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerinde çağının siyasi,coğrafi ,jeopolitik,ticari,sosyal,kültürel ve dinsel özelliklerini yansıtarak tarihsel süreçte önemli roller oynamıştır. Bu kenti savunmak ve korumak için etrafını dönemin savaş ve savunma stratejilerinin inceliklerini yansıtan kuleli sur duvarları ile çevirmişlerdir.

    İznik surları şehrin genetik yapı kodunu taşıyan ana arterdir. Merkezde kesişen kuzey- güney ve doğu- batı doğrultulu iki ana yolu, bu yollarla bağlantılı dört ana kapısı ve on iki tali geçitleri,yüz ondört kulesi bulunan sur duvarları günümüzde çeşitli katmanların adeta iç içe geçtiği  tarihsel bir dokuya  sahiptir. Kentin çevresini beş kenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4970 m. uzunluğundaki surlar, Roma, Bizans ve kısmen Türk dönemindeki ilavelerle güçlendirilerek savunma görevini üstlendi.

  1. Helenistik Dönem: M.Ö. 334 – M.S. 30

 İznik’te  iskan ve  yerleşimin izleri  son dönem de yapılan kazılarla ve ilk çağın Prehistorik dönemini işaret eden buluntularla ortaya çıkmıştır.Çevresinde erken tunç çağına (M.Ö 2500) ait kalıntıların tespit edildiği Çakırca, Çiçekli, Üyecik ve Karadin gibi höyükler yer alır.

 Homeros’un  İlyada’sına göre İznik  ve çevresindeki arazi üzerinde Ionian antik kenti vardı. Dolayısıyla İznik’in antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine kurulmuş olduğu söylenebilir. Şehir  ızgara planlı biçimi ile Antik Ionian’ın özelliklerini yansıtan yerlerden biridir. Makedonya Kralı Büyük İskender’in genarallerinden Antigonius Monophtalmos tarafından Antigoneia adı ile M.Ö 316 yılında, antik Ionian yerleşiminin kalıntıları üzerine yeniden kurulmuştur. Coğrafyacı Strabon kenti Antigonius döneminde betimlerken 16 stadia (2.893 m) uzunluğunda çokgen planlı surlarla çevrelenmiş olduğuna değinmiş ve bunların tasarımının son derece düzgün olduğunu, kentin surlara açılmış dört kapıdan başlayan iki ana caddenin dik açıyla kesişen orta noktası, gymnasium’dan surların dört kapısının göründüğünü belirtmiştir.16  (Clive Foss,İznik’in Bizans Surları)

Şehri düzenleyen dik açılardan bahsedilmesi helenistik dönemin yaygın plan tipi ızgara planına işaret eder.) Ancak günümüze, kent planının Hellenistik özellikler taşımasının ötesinde pek fazla iz kalmamış olup, Hellenistik  kenti çevrelemekte olan surlardan da günümüze eser kalmamıştır. Yörede yapılan kazılarda da eski surlarla ilgili herhangi bir kalıntıya rastlanamamıştır.

    Büyük İskender’in mirasçıları general Lysimakhos, kenti egemenliği altına almak için Antigonius ile savaşarak MÖ 301’de mağlup edip şehri yönetimi altına almış ve şehire karısının adı olan Nikaea adını vermiştir. Bu dönemde şehir imar faliyetleri ile beraber yenilenmiş ve gelişmiştir.

        1.1.Bitinya (Bıthynia) Krallığı Dönemi : M.Ö. 377 – 64

                Bölgede egemen olan Bitinya Kralı Zipoites M.Ö 279’da Nikaea’yı ele geçirdi. Bitinya krallığına bağlanan kent, önemli mimari yapılarla süslenmiştir. Adına altın sikkelerin basıldığı kent en güzel günlerine bu dönemde ulaşıyor. Altınlarla zenginleşmiş kentin surlarına ait ilk yapılanmaların bugünlerde başladığı tahmin ediliyor. İznik bu altın dönemlerinde Bitinya krallığına başkentlikte yapmaktaydı.

Bitinya Krallığı ve Roma İmparatorluğu arasında uzun yıllar  süren savaş ve deprem mevcut surlara büyük ölçüde zarar vermiştir. M.S 64 yılında Bitinya Roma imparatorluğuna bağlandıktan sonra surları daha güçlü olarak yeniden inşa ettiler.

2.Roma Dönemi: M.Ö. 30 – M.S. 476 (5.yy)

Bitinya Roma İmparatorluğunun Pontus Eyaletine bağlandıktan sonra  bayındırlık faaliyetlerine başlanmış, bu dönemde genel olarak  şehri çevreleyen surların tarihsel süreci şu şekilde gelişmiştir.

      Flavius Hanedanlığı (69 / 96 )

     1-Vespasianus (69-79) , 2- Titus (79 -81), 3- Domitianus (81 -96) üç imparatorlu bir dönemdir. Kısa süreli bir hanedan olmakla birlikte merkezi yönetimlerinden dolayı  imparatorluğa yeniden istikrar getirmişlerdir. Bayındırlık faaliyetlerine önem vermişlerdir.  Nikaea ‘da (İznik) kente giriş çıkışları simgeleyen doğu  (Lefke), kuzey (İstanbul) kapıları bu dönemde sınırları belirleyen sembolik yapılar  olarak İmparator Vespasianus tarafından inşa ettirilmişlerdir. Bu iki kapının surlardan daha erken bir döneme tarihlendiğini üstlerindeki yazıtlardan öğreniyoruz. Bu dönemin 69 yılında bölgede deprem meydana geldiği bilinmektedir.

       Antoninler Dönemi (96 -180)

      Sonraki yüzyıl ” Beş İyi İmparator” dönemi olarak bilinir. Bu dönemde imparatorluk makamı barışçıl bir şekilde el değiştirmiştir.  Bu imparatorlardan biride Hadrianus’dur.

    ≈İmparator Hadrianus Dönemi (117 -138) : Lefke kapı ve İstanbul kapı M.S 120 ya da 123 depremlerinde büyük ölçüde hasar görmüştür. Kapıların depremden hemen sonra İmp. Hadrianus tarafından onarıldığı yazıtlarda mevcuttur.

      Severuslar Hanedanı (193 – 235)

      Birinci evre surlarının M.S. 258/ 259 yıllarında Bitinya’ya saldıran Gotlara karşı inşa edildiği yazılı kaynaklarda belirtildiği gibi kesindir. Yapımına Gallienus zamanında (253 -260) başlandığı, Macrianus ve Quietus zamanında (260 -261) devam edildiği, bu imparatorlara ait Nikaea sikkelerinin arka yüz betimlemelerinden anlaşılır. (Haluk Abbasoğlu-İnci Delemen / Antik Nikeae’dan günümüze kalanlar)  Surların tamamlanması ise II Claudius dönemindedir.

      Üçüncü Yıl Krizi (235 – 284)

     Üçüncü Yüzyıl Krizi 235 ile 284 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun parçalandığı ve yıkılmanın eşiğine geldiği dönem için kullanılan bir isimlendirmedir. Bu döneme “askerî anarşi” dönemi de denir.

          ≈ II. Claudius Gothicus Dönemi (268 – 270) :

         İki yıldan az bir zaman ülkeyi yönetmiş olmasına rağmen tahta çıktığı sırada Roma İmparatorluğu, Got akınları nedeniyle ciddi tehlike altındaydı. Claudius, 268 yılının eylül ayında Gotları,Naissus Savaşı’nda kesin bir biçimde bozguna uğratan Roma ordusunun komutanı olup kazandığı bu büyük zafer, Roma ordularının tarihindeki en büyük zaferlerden birisiydi. Zaferin ardından Claudius, “Gothicus” (Gotların fatihi) soyadını aldı. Bu dönemde şehrin surları yaklaşık 5 km lik bir genişleme ile günümüze kadar  gelen  son halini alıp tamamlanmış ve daha sonraki dönemlerde de genişletilmesine gerek duyulmamıştır. Yenişehir (güney kapı) ve günümüzde büyük ölçüde mevcut olmayan Göl Kapı’nın (Batı Kapı) inşası da,bulunan yazıtlardan  anlaşıldığına göre, II.Claudius’un dönemine rastlar. Böylece kenti çevreleyen sur duvarlarının birbiriyle entegrasyonunu sağlayan kapılara güneyde ve batıda olmak üzere iki adet ana giriş kapısı inşa edilerek doğu-batı/kuzey-güney olmak üzere cephe yönlü dört adet ana kapının yapımı tamamlanmış olur.(M.S.269/70) Kapılar Roma tarzı mimari ve askeri yaklaşımın güzel bir örneğidir.

Bu dönemde surların yüksekliği 9 m. olup 80 adet kulenin yüksekliği de 13 metredir. (Clive Foss/ İznik’in Bizans surları) Daha sonraki dönemlerde  yapılan güçlendirme ve genişletme müdahaleleri ile birlikte 10-15m. aralıklarla yapılmış 114 kulesi ve 12 tali kapı daha inşa edilmiştir.

     2.1.Roma’dan Bizans’a Geçiş Dönemi (M.S. 303 – 5. Yüzyıl) / Geç Roma Dönemi

Batı Anadolu’da 358 ve 362 yıllarında olan güçlü depremlerin;  stratejik konumu nedeni ile askeri bir karargah özelliği taşıyan kentte ve surlarında ciddi zarara neden olmadığı yazılı kaynaklarda geçmektedir . Fakat 368 depreminde surların zarar görmüş olabileceği düşünülmekte olup  ayrıntılı belgeler mevcut değildir. 5 yüzyıl da ise ayaklanmalara ve çarpışmalara maruz kalan Nicaea’nın bu kargaşalı dönemden nasıl etkilendiği ile ilgili yazılı kaynaklarda herhangi bir somut veri yoktur.

Doğu Roma İmparatorluğunun Bizans’a geçiş süreci bazı tarihçiler için 6. yüzyılı da kapsamaktadır.

  1. Doğu Roma İmparatorluğu( Bizans) Dönemi (5.yüzyıl – 1331)

      3.1 Erken Bizans Dönemi (5. yüzyıl – 842 )

             Bu dönemde 447 -715 yıllarında bu bölgeyi de etkileyen depremler meydana gelmiştir.              

             ≈ I. Justinianus ( M.S. 527 – 565)  I. Justinianus döneminde imparatorlukta ihtişamlı ve devasa imar- bayındırlık faaliyetlerine girişilmiştir. Nikaea’da  (İznik)  su kemerleri ve obsikion vb. inşa edilmiş, fakat döneme dair yazılı kaynaklarda surlardan pek bahsetmese bile;  Erken Bizans’ta kullanılan almaşık örgü tekniği için genellikle beş sıra tuğlanın tercih edildiği taş ile  tuğla arasındaki harç kalınlığının fazla tutulduğu görülmektedir.Günümüzde surların bazı noktalarında lokal olarak görebildiğimiz beş sıra tuğla hatıllı sur duvar örgüsünün bu döneme tarihlenmesi  mümkündür. I. Justinianus’un kentte imar faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. I.Konsilin toplandığı sarayın bu dönemde de kullanıldığı düşünülmektedir.

              3.2. İkonoklazma Dönemi (Dini Tasvir Karşıtlığı 726 – 842)

              Bu dönemde 715-717 yıllarında  Konstantinopolis’e  güçlü  Arap akınları  başlamıştır. stratejik yol üstü bir konumda bulunan Nikaea’dan da geçmişlerdi.Fakat 727 yılında Arap ordusunun kente şiddetli bir saldırı gerçekleştirmesi ve kuşatması sonucunda surlar önemli ölçüde tahribata uğramıştır.Böylece surlar  ilk kez geniş çaplı bir onarım geçirmişlerdir.740 yılında ise bölgeyi etkileyen bir deprem daha meydana gelmiştir.

               İsauria (İsoriya) Hanedanlığı Dönemi  (717- 802)

               ≈ III.Leo (717-741) / V.Konstantin (741-775):

              İkinci evre surları teknik olarak çok farklılıklar olmasa da bu dönemde şekillenmeye başlamış olup 857/ 858 – 1065/1097 yıllarını da kapsamaktadır.Bu sur duvarları  diğerlerine kıyasla daha yüksek bir kotta bulunur.

III.Leo ve oğlu V. Konstantin 720 yılından itibaren İmparator Leo’nun vefatına kadar ortak imparator olarak ülkeyi yönetmişlerdir. III. Leo döneminde Arap akınları sonucunda tahrip edilen surlar; özellikle İstanbul kapının olduğu kuzey kanatta yıkıcı hasarlar bırakmış olup güneyde de Göl Kapı ve bitişik surlara da büyük ölçüde zarar vermiştir. Tahrip olan surlar yıkılan binalar ve tiyatrodan birçok parça sökülerek devşirme malzemelerle onarılmış ve  yükseltilmiştir. Surların seğirdim yoluna antik tiyatronun cavea taşları kullanılarak siperlik yapılmıştır.Yuvarlak kuleler köşeli olarak yenilenerek böylece surların görünüşü ilk kez değişmiş oluyordu. göl kapı ve bitişik surlarda yapılan onarımlarda kuzey ve güneye ek duvar örülerek gölden ve karadan gelebilecek zarar karşısında güçlendirilmiştir.Yapılan onarımlarda pempe renkli tuğla kırıklı harç kullanılmıştır. Bu onarımlarla ilgili yazıt 71. kulenin duvarında mevcuttur.

Şehir 740 yılında güçlü bir deprem ile sarsıldı. Araştırmacılar geriye sadece bir kilisenin ayakta kaldığını söyleseler de surların durumu ile ilgili herhangi bir kayıt mevcut değildir. Muhtemeldir ki surlar bu dönemde hasar almış olmalıdır.838 yılına gelindiğinde surların bakımlı ve sağlam olduğu yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır.

 3.3.  Orta Bizans Dönemi (842 – 1204)

                 Frigya Hanedanlığı Dönemi  (820 -867)

                  ≈ III.Mıkhael (842-867)

                 Bu dönemde İmparator kentin savunma hattını güçlendirmek için güney ve güneydoğu yönünde ki geniş aralıklı burçların arasına ilave burçlar eklemiştir. Görünüşte eski burçlardan bir fakı yoktu, yarım daire planlı,yüzeyi tuğla kaplı ve aynı yükseklikteydi. Bu burçları diğerlerinden ayıran temel özellik sur duvarı ile yekpare olmaması dolayısıyla da yan kapıları olmaması ve temel seviyesinin devşirme malzeme ile örülmesidir. Temel kotları özgün seviyeden daha yüksek ve devşirme taşlı  masif örgüydü.Burçların üst kotu önceki dönemlere göre daha ince tuğlalarla örülmüştür. Bu yeni burçlara mazgallar açılmış, üst kat odaların pencereleri kısmen genişletilmiştir. Sur duvarlarında geniş tuğla kuşaklar kullanılmıştır.Yapılan bu onarımları yazıtlardan öğreniyoruz,yazılı kaynaklarda 858 yılında yapılan bu onarımla ilgili bir veriye rastlanmamıştır.

                 Dükas hanedanlığı Dönemi (1059 – 1081)  ”1065 depremi”  

                  ≈ X. Konstantin Dukas (1059 -1067):

                 Bu dönemde 1065 yılında meydana gelen deprem surların büyük bir bölümünü yıktı. Sonrasında yapılan özellikle doğu kanadında olan büyük yıkım farklı tekniklerin kullanıldığı yenileme ve onarım  ile yapılmıştır. Bu onarımlar büyük ölçüde ayırt edilebilmektedir.Bunlar gizli tuğla tekniğinin (Gömme tuğla) ve ahşap bağlayıcıların kullanılmasıdır. sur duvarının onarım yapılan dış çedarı moloz ve harçtan oluşan iç yapıya ahşap hatıllarla bağlanmıştır. Yine bu dönemde surlarda  derzleri yatay ve dikey  olarak belirginleştiren çizgiler dönemi vurgulayan mimari bir unsurdur.

gömme tuğla/gizli tuğla tekniği

3.3.1  Türk Dönemi / Anadolu Selçuklu Dönemi (1080 – 1097)

                  Selçuklular Kutalmışoğlu Süleyman Bey döneminde 1075 yılında kenti alarak adını İznik olarak değiştirmişler ve 1080 yılında da İznik Anadolu da ilk Türk başkenti olmuştur. Selçukluların surlara müdahalesi ile ilgili herhangi bir veri mevcut olmamasına rağmen Selçuklu mezar taşlarının surların güney kısmında bir burçta devşirme örgü malzemesi olarak kullanıldığı görülmektedir.İznik Selçuklu Devletine başkentlik yapmasına rağmen I. haçlı seferleri nedeni ile kısa süreli bir hakimiyet sürdürmüş olup bayındırlık faaliyetlerinde  bulunmamıştır.

                 Komnenos Hanedanı  (1081-1185) ”I. Haçlı Seferi”

                   ≈ I.Aleksios Komnenos (1081 – 1118):

                   I.Aleksios başkenti ele geçirerek imparator olduğunda İznik Selçuklu Beyliğinin başkentiydi. 1097’de I. Haçlı Seferi ile birlikte İznik kuşatılmış şehir surları hasar görmüştür. I. Aleksios Türkler ile anlaşarak şehri yeniden ele geçirmiştir. Savaştan hemen sonra surların en zayıf olduğu güneybatı kanadının diz çöken kulenin olduğu yerden onarımına başlanmıştır.1.Aleksios bu köşeye Selçuklu mezar taşlarının da devşirme malzeme olarak kullanıldığı  daha küçük bir beşgen bir kule inşa ettirdi.

               ≈ I.Manuel Komnenos (1143- 1180):

               Surların göl kıyısı tarafını tamir ettirmiş olup yazılı kaynaklarda geçmeyen kesikli olarak sık tuğla ve taş kuşakların oluşturduğu duvar örgüsünü Sanat tarihçisi ve Bizans uzmanı Clive Foss bu döneme atfeder.

                3.4 Latin İstilası Dönemi (1204 – 1261) İznik, 57 yıl boyunca başkenti Latin işgali altında olan   Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu

                     3.4.1  İznik İmparatorluğu 1204-1261 (Laskaris Hanedanı)                   

                               ≈ I.  Teodor Laskaris  (1204 – 1222)

                           Surların üçüncü evresi Laskarisler dönemine atfedilir. İmparatorluğun kurucusu Teodor Laskaris döneminde 1204-1222 tarihleri arasında surları sağlamlaştırdı. Surların güney kanadına iki kare kule yapılarak savunma hattı güçlendirildi. Kulelerin cephelerinde tuğla plastik süslemeler,frizler, haç ve yazıtlar bulunuyordu.Kulelerin üst odacıkları pahlı mazgallı idi. Ağır silahların kullanılabilmesi için şevli mazgallar yapıldı. Eski kulelerin tuğla kaplamaları yenilenirken bu tuğla kaplamaları iç yapıya kare kesitli hatıllarla bağladılar. Sıva pembe renkli tuğla kırıklı ve derzler şevli idi. Kullanılan harç kireçtaşı,küçük kırıklı çakıl taşı ve tuğla kırıklı idi. Yine bu dönemde surlar tek kat beyaz kireç ile sıvanmıştır.

                             ≈III. Yannis Vatatsez  (1222 – 1254) 

                         Teodor Laskaris’in kızı İrene Laskaris ile evlenmiştir. Vatatsez döneminde surlar yaklaşık  2.5 metre yükseltilmiş böylece yükseltme yapılan yerlerde burçlar iki kat odacıklı ve savunma için dam düzlüğü haline dönüştürülmüştü. ve 13-16 metre önüne ön surlar inşa edilerek savunma sistemi güçlendirilmiştir.Bir Bizans savunma mimari tekniği olarak da ön surların etrafına hendek açmışlardır. Bu üçlü savunma hattının bir benzeri Konstantinopolis’te idi. Bizans savunma mimarisinde duvar örgüsü, taş temeller üzerine kullanılarak inşa edilmiştir.

Bu dönemde onarımlar kireçli sıvalarla ile yapılmıştır. Kullanılan sur duvarlarında cephelerde tuğla süslemelerden güneş kursları,damla motifleri ile beraber kasetleme (çerçeve) tekniği görülür.Bu teknik Bizans mimarisinde 12. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar.

          3.5.  Geç Bizans Dönemi / II.Bizans Dönemi (1261 – 1331)

          Bu dönem Bizans’ta Palaiologoslar (Paleologlar) dönemidir.  Bu dönemin genel olarak mimari anlayışında tuğla cephe süslemelerinde motif çeşitliliği dikkat çeker.

 İmparator II.Andronikos surların göl tarafına özenli tuğla örgü işçiliğin görüldüğü bir onarım yaptırmıştır. Surların alt bölümünde devşirme malzeme kullanılmış üst kotta ise moloz taş -tuğla alternatif atlamalı bir şekilde örgü tekniği uygulanmıştır. Yine bu dönemde şehri kuşatan Osmanlı tehlikesine karşı surlar güçlendirilmiş ve bazı değişiklikler yapılmıştır. Birçok açıklıklar örülmüş burçlara odacıklar  eklenmiş, bazı mazgallar kapatılmış bazıları da yeniden açılmıştır.

  1. Türk Dönemi (1331 – ∞ )

        4.1. Osmanlı Dönemi (1331 – 1922)

        Bu dönemde 1331 yılında İznik Orhan Gazi tarafından feth edilmiştir. Yazılı kaynaklarda bu savaş sırasında surların tahribata büyük ölçüde zarar görmediği yazılı kaynaklarda mevcuttur. Fakat surlara açılan bazı top gediklerinin izleri günümüzde de görülür.

1402 yılında kent Timur’un ordusu tarafından yağma edilmiştir.Kültürel hayat etkilenmemiş fakat surlarla ilgili herhangi bir veri mevcut değildir.

Osmanlı döneminde bölge 1509 – 1754 – 1855 ve 1895 yıllarında depremden etkilenmiş fakat bu durumla ilgili elimizde herhangi bir veri yoktur. Fakat olasılıkla lokal müdahaleler ile sağlamlaştırma yoluna gidildiği düşünülmektedir.

Bu dönemde İmparator  I. Justinianus’un kente yaptırdığı su yollarının kullanıldığı Lefke Kapının sur içinde ki köşede yer alan sivri kemerli Osmalı duvar çeşmesi ve bağlantısı ile görülmektedir.Surların Osmanlılar döneminde geçirdiği değişim çeşitli seyyahların yayınladığı kitaplarda anlatılmış olup birebir müdahaleden bahsedilmemiştir.

Bu dönemde ki imar faaliyetleri kentin ızgara planlı tasarımına uygun olarak yapılmıştır.

                4.2. Cumhuriyet Dönemi (1923 – ∞)

                1930’lu yıllarda surlarda ilk olarak Alman arkeoloji enstitüsü tarafından kapsamlı bir araştırma yapılmıştır.  Bu araştırma Karnapp ve Schneider tarafından  yayınlanmıştır. Daha sonra Bizans Tarihçisi Clive Foss tarafından kitabında İznik’e geniş bir bölüm ayrılmıştır.

2002 yılında surlarda lokal müdahaleler ve temizlik yapılmıştır. 2008 yılında Lefke kapıda araştırma kazısı sonucunda dolgu toprak kaldırarak özgün zemin ortaya çıkarılmıştır. Kapının kent tarafında solda da bir kilise kalıntısı ortaya çıkarılmıştır.

2014 yılında  Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü Bursa Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde başlayan  İznik Surları Lefke Kapı 1.kısım restorasyon çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmalar kapsamında Osmanlı döneminden kalan duvarlar kaldırılmış,sur uzantıları ve antik su kemeri üzerinde bulunan bitkilenme için özel çalışmalar yapılmış olup su yolu altındaki kemerler ve surlar üzerinde restorasyon çalışmaları devam etmiştir. Surlara bitişik evler etap etap kamulaştırılmaktadır.

2015 yılında “UNESCO Dünya Mirası Olma Yolunda İznik” sempozyumu yapıldı. Türkiye ve yurtdışından bilim insanlarının katılımı ile İznik’in tarihi, arkeolojisi, sanat ve mimarisi ile doğal değerleri ulusal ve uluslararası bilim insanları tarafından tartışılmıştır.

2015 yılında güncelenen şekli ile İznik kenti Unesco Dünya Doğal ve Kültürel Mirası geçici listesine alınmıştır.

2016 yılında İznik’in UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmesi için alan başkanlığının oluşturulmuştur.

YEDİKULE DEMİRYOLU TESİSLERİ (CER ATÖLYELERİ) SANAT TARİHİ RAPORU

YEDİKULE DEMİRYOLU TESİSLERİ (CER ATÖLYELERİ)

SANAT TARİHİ RAPORU

Yrd.Doç.Dr.Ahmet Vefa ÇOBANOĞLU                      Hayri Fehmi Yılmaz (M.A.)                        

Sanat Tarihçisi                                                                 Sanat Tarihçisi

Osmanlı devletinde 1830’larda demiryolu inşaatlarına ilişkin projeler hazırlanmış, aynı yüzyılın ortalarında yapım çalışmaları başlatılmıştır. 1914 yılına kadar geçen yaklaşık 60 yıllık süre içinde 12.000 km’yi aşan demiryolu ağına sahip olunmuştur. 1870’lerin başında İstanbul Edirne güzergâhı inşa edilmiştir. Baron Hirsch inşaat ve işletme işlerini üstlenmiş olup “Rumeli Demiryolları Şirketi Şahanesi” ve “Rumeli Demiryolları İşletme Kumpanyası” adlı iki şirket kurmuştur. Çalışmanın başlangıcında demiryolunun geçeceği hatlar belirlenmiş bu işi Fransız, Alman ve Avusturyalı mühendislerden oluşan bir ekip gerçekleştirmiştir.

Hazırlanan hat önerilerinin bir kısmı 14. Mayıs 1870 tarihinde Nafia Nezaretine sunulmuş, bunlardan Yedikule-Küçükçekmece hattı için 3 Haziran 1870 tarihinde eksiklikleri ileride tamamlanmak üzere olumlu rapor verilmiştir. 4 Haziran 1870 tarihinde bu hattın çalışmaları başlamış, 4 Ocak 1871 tarihinde sadrazamın da katıldığı bir tören ile açılmış ve bu neden imtiyaz sahibi Baron Hirsch’e birinci rütbeden Mecidiye nişanı verilmiştir. İnşaatın hızla bitirilebilmesi için 2000 den fazla işçinin çalıştırıldığı bilinmektedir. Aralık 1870’lerde Nafia Nezaretine sunulan rapor ve padişahın onayıyla Yedikule Sirkeci hattının inşaatı da başlatılmıştır. 

Yedikule Küçükçekmece hattında istasyon hizmet binaları ve lojman yapıları birkaç değişiklik dışında aynı mimari karakteri taşımaktadır. Geniş ve eğimli bir arazi üzerinde yer alan Yedikule İstasyonu hattın, tren bakım ve onarımlarının gerçekleştirildiği tek istasyon olma özelliğine sahiptir. Bünyesinde atölyeler, kömür ve gaz depoları da bulunmaktaydı. Yük taşımak için marşandiz garları ve ambarlar dışında lokomotif depolarında da sundurmalar, işletme atölyeleri, su kuleleri, lokomotif bakımı ile ilgili araçların bulunduğu mekânlar vardır. İstasyon ve depo yakınında lokomotif personeli için yıkanma yerleri ve servis yatakhaneleri vardı. Demiryolu ile ilgili bakım ve onarım atölyeleri demiryolunun deniz yönünde inşa edilmiştir. Böylece lokomotif ve vagonların atölyeleri kolayca giriş çıkışı sağlanmıştır. Atölyelerde lokomotif ve vagonların sökümü, onarımı ve montajı yapılabilirdi. 

Yedikule Cer Atölyeleri Rumeli Demiryolu hattının teknik ve hizmet yapıları kompleksidir. Cer çeken ve çekilen araçları tanımlamak için kullanılan teknik bir terimdir. Bu atölyeler uzun yıllar hizmet vermiş Trakya hattının lokomotif, yolcu ve yük vagonları burada tamir edilmiş, atölyelerin çok eski olan tezgâhları günün şartlarına göre zaman zaman yenilenmiş, binalarda tamir edilerek ihtiyaca göre genişletilmiştir. 1948 yılında yapılan bir tespitte atölyelerde 639 işçi çalışmaktaydı. Daha sonra komplekse eklenmiş olan çırak okulu da 1972 yılına kadar faaliyetini sürdürmüştür. Yedikule vagon bakım atölyesi ile Yedikule dizel lokomotif deposu daha aktif bir yönetim sağlanması amacıyla 1992 yılında “Yedikule Cer atölyesi” adı altında birleştirilmiştir. 1997 yılında ise aktivitesini kaybettiği gerekçesi ile tesisin tamamı kapatılmıştır. 

Yedikule Cer Atölyeleri, Yedikule semti içinde güneydoğusunda sahil surları, güney batısında Yedikule Gazhanesi, kuzeybatısında Yedikule Hisarı ve Yedikule Tren İstasyonu ile sınırlı olup yaklaşık 43.000 m2’lik bir arazide, 2384 Ada üzerinde yer almaktadır. Bölge 5. yüzyılda inşa edilen kara surları ile kent alanı içinde kalmıştır. Ayasofya civarından başlayan ana yol hattının biri bu bölgedeki Altınkapı’ya kadar devam etmekteydi. Cer atölyesinin değişik yapılarını Marmara Sahilinden surlar Bizans dönemine aittir. Duvar ve kulelerin hem Bizans hem Osmanlı döneminde defalarca yenilendiği anlaşılmaktadır. Surların yapı malzemesinin bir kısmı özellikle küfeki blokları atölyelerin bazı yapıların inşaatında da kullanılmıştır. Surların arkası zamanla dolarak duvarları bir teras haline getirmiştir. Birçok bölümde cer atölyesi ile birlikte surlarda yenilenmiş ve geç devir Osmanlı duvar tekniğinin özelliklerini taşır olmuştur. Marmara Surları’nın üzerine birçok yerde Bizans ve Osmanlı dönemi boyunca farklı yapılar inşa edilmiştir.   

Cer Atölyeleri’nin ana yapılarına kullanım sırasında meydana gelen ihtiyaçlar doğrultusunda yeni birimler eklendiği anlaşılmaktadır. Bu yapılara ilişkin ulaşılabilen en eski görsel veriler, alanın 1914-1915 yıllarındaki durumunu gösteren Alman Mavileri denilen haritalardır. Ankara Cer Atölyesi Arşivinde yer alan 1947 ve 1953 yılı haritalarından Yedikule Cer Atölyesi’ndeki yapıların gelişimi konusunda bilgi edinilmektedir.

Vaziyet planı üzerindeki yerleşime bakıldığında demiryolu hattı üzerinde inşa edilen cer atölyelerinin lokomotif ve vagonların periyodik bakım ve onarımlarına imkân sağlayacak bir işlev şemasına göre tasarlandıkları ve buna göre arazi üzerinde konumlandırıldıkları anlaşılmaktadır. Atölye komplekslerinde önce en temel ihtiyaçları karşılayacak birimler inşa edilmiş, zaman içinde gelişen ihtiyaca bağlı olarak diğer birimler eklenerek organik bir biçimde büyüme sağlanmıştır. Benzer gelişim Ankara, Sivas, Eskişehir, Halkapınar cer atölyelerinde de görülmektedir. 

Sur üzerinde yer alan ve sırası ile Bondaj, Tavlama Ocağı, Tamirhane, Demirhane, Kiler – Aşevi, Makine Dairesi, Elektrik Santrali gibi yan yana sıralarmış küçük birimlerden oluşan mekânlar farklı dönemlerde eklemelerle oluşmuştur. Bazı birimlerde sura ait küfeki taşlar ikinci kez kullanılmıştır. Ancak yapıların genelinde yığma harman tuğla kullanılmıştır. Bu birimler 1915 tarihli Alman Mavileri haritasında görülmektedir. Yapılar bu veri ve malzemelerine dayanarak 19. Yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarına tarihlendirilebilir. Kısmen üst örtüleri çökmüş olan birimlerin yanında ahşap makaslı çatılarını hala koruyan birimlerde vardır.  

Elektrik Santrali: Elektrik santrali olarak adlandırılan birim yığma harman tuğla ve surdan devşirilen küfeki blokları ile inşa edilmiştir. İki meyilli çatısı içte ahşap makaslı, dışta Marsilya kiremidi ile kaplanmıştır. Bu birim 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarına tarihlenebilir. 

Makine Dairesi: Makine dairesi olarak adlandırılan birim yığma tuğla ve küfeki blokları ile inşa edilmiştir. Duvarların malzemesi sıvaların döküldüğü yerlerden izlenebilmektedir. Çatı ve tavan ahşaptır, iki meyilli çatı Marsilya tipi kiremit ile örtülüdür. 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarına tarihlenebilir. 

Aşevi – Kiler: Aşevi ve kiler olarak adlandırılan birim deniz yönünde büyük oranda sur duvarlarını kullanmıştır. Yapının ahşap makaslı tavanları kısmen korunmuştur. İki tarafa meyilli çatı Marsilya tipi kiremit kaplıdır. Yapı malzemesi surdan devşirilen küfeki taşlar ve harman tuğladır. İçte bazı duvarların alt kısmı beyaz fayansla kaplanmıştır. Yapı 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında inşa edilmiş olmalıdır. Elektrik Santrali, Makine Dairesi, Aşevi – Kiler birimleri aynı çatı altında ele alınmıştır.    

Tamirhane ve Demirhane: Aşevi – Kiler yapılarından sonra bu birimler bulunmaktadır. Bu bölümler sıvaları dökülen yan duvarlarından görüldüğü kadarı ile surlara ait küfeki taşı malzeme ile inşa edilmişlerdir. Muhtemelen kiremit kaplı ahşap örtüleri bugün mevcut değildir. Her iki birimde 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş olmalıdır.

Bondaj ve Tav Ocağı Bölümü: Sur üzerindeki kule ile bütünleşik yığma taş yapının üst kısmında yer yer harman tuğla kullanılmıştır. Yapı 19. Yüzyıl sonları 20. Yüzyıl başlarında inşa edilmiş olmalıdır. Yapının yan cephelerinde köşelerde ve duvar yüzeyinde yine tuğladan yapılmış plastırlar vardır. İçte ahşap makaslı olan kırma çatı ile kapatılan yapı Marsilya kiremidi ile örtülüdür.

Yukarıdaki bölümlerden sonra sur üzerinde bir bölgede yapı yoktur. Bir sonraki yapı Elektrikhane ve Trafo Binası’dır. Yapı 19. yüzyıl sonu – 20. yüzyıl başında inşa edilmiş olmalıdır. Duvarları yığma harman tuğla olan yapı iki katlı olup ahşap tavanlı ve iki yöne meyilli Marsilya tipi kiremit kaplı çatılıdır. Cephesinde kare ve dikdörtgen şeklinde büyük açıklıklar dönemin sanayi yapıları için tipiktir. İçinde yer yer betonarme kolon ve kirişler de görülmektedir. Trafo binası da benzer yapım teknikleri içermektedir. 

Kaynakevi: İnce uzun yapı dikdörtgen şeklindedir. Tek katlı yapının duvarları delikli harman tuğla ile yığma olarak inşa edilmiştir. İki meyilli ahşap makaslı çatının üst kısmında bir bölüm yükseltilmiştir. Alman Mavileri denilen haritalarda görülmediği için 1915 tarihinden sonra inşa edilmiş olmalıdır. Ankara Cer Atölyesi arşivinde bulunan ve 1947 yılında yapıldığı anlaşılan Yedikule Cer Atölyesi Genel Durum Planı’nda yapı kaynakevi olarak işlenmiştir. Yapının bu tarihten önce inşa edilmiş olmalıdır.      

Demirhane: Demirhane olarak tanımlanan yapı betonarme olarak inşa edilmiştir. İki yana meyilli metal bir çatı ile kapanan yapının kolon ve kirişleri de cepheden algılanmaktadır. Alman Mavileri denilen haritalarda görülen yapı 20. yüzyılın başında inşa edilmiş olmalıdır.  

Bu birimlerin sur ile kaynaşmış oturumunun kaldırılması sur duvarlarına kısmen zarar verebilecektir. Yapıların inşa edildiği dönem ve sur ile olan organik ilişkisi bunların dönem eki olarak mevcudiyetlerini muhafaza etmesini gerekli kılmaktadır. Yedikule Cer Atölyesi’ni oluşturan ana binaların dışında bunların tamamlayıcı durumunda ek birimler olduğu ve dolayısı ile de mevcudiyetleri bu kompleksin bütünlüğü açısından anlamlıdır. Durumun dikkate alınarak bu birimlerin kültür varlığı olarak tescillenmesi uygun olacaktır. 

  •     *     *

Ayrıca bu kompleksin bünyesi içinde yer alan  

Müdüriyet (Direktörlük) Binası:  Yapı ince uzun bir oturuma sahip dikdörtgen planlı olup iki katlıdır. Betonarme olarak inşa edilen binanın altında Yedikule semtini sahile bağlayan bir geçit bulunmaktadır. Bu geçit yakın zamanda kapatılmış olup kullanılmamaktadır. 1914-1915 tarihli haritalarda görülmeyen yapı, Demiryolları arşivinde bulunan 1947 tarihli bir vaziyet planında direktörlük olarak işlenmiştir. Müdüriyet binasının ve altındaki geçidin 20. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Binada bir dönem üst kattaki mekânlar birleştirilerek sınıflara dönüştürülmüş ve eğitim amaçlı olarak kullanılmıştır.

Kazanhane: Çelik taşıyıcı sistemle hazırlanan yapı kent haritalarında ve demiryolları arşivlerindeki vaziyet planlarında görülmez. 1947 ve 1953 yıllarında yapılmış olan ve TCDD Arşivinde yer alan haritalarda mevcudiyeti görülmeyen yapı 2009 yılında yapılan tespitlerde varlığı belirtilmiştir. Bu nedenle en erken 20. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiş olmalıdır. Yapının örtü sistemi ve çelik ayaklar arasında kalan bölümlerinin çoğu yok olmuştur.

  1. yüzyılın ilk yarısında betonarme olarak inşa edilmiş olan Müdüriyet (Direktörlük) Binası (16.02.1992 tarih 4273 sayılı karar ile tescil edilmiş) ile 20. yüzyılın son çeyreğinde çelik taşıyıcı sistemle inşa edilmiş olduğu anlaşılan Kazanhane binasının (22.12.2004 tarih ve 353 sayılı karar ile yeri krokide belirtilmeden 36.01 m2’si tescil edilmiş) yapılan incelemeler sonucunda kültür varlığı olabilecek özellikleri tesbit edilememiştir. Her iki yapının tasarımları, yapım teknikleri, uygulanan işçilik ile plan özelliklerinin bir değer ifade etmedikleri dikkate alındığında bu yapıların tescilden çıkarılması önerilmektedir. 
  •     *     *

Yedikule, Bucak Bağı / Bucak Ağa Mescidi

Mescit Yedikule yakınlarındadır. Hüseyin Ayvansarayi’nin Hadikatü’l Cevami adlı eserinde yapının mahallesi olduğu ve baniyesinin Rukiye Hatun olduğu yazılıdır. Ancak baniyenin kimliği ve kabri hakkında bilgi yoktur. Hadika’nın bazı nüshalarında yapının adı Bucak Ağa olarak ta geçmektedir. Bir nüshada ise mescidin kiliseden münkalib (çevrilmiş) olduğu bildirilmiştir. Bu kayıt dikkate alınarak İstanbul’da camiye çevrilen kiliseler ile ilgili yayınlarda bu mescidin adı da geçmiştir. Ancak yapının bir gravür ya da fotoğrafı bugüne kadar tespit edilemediği için durumunu incelemek güçtür.  İstanbul’un kiliseden dönme yapılarını anlatan seyyahların bu mescidi ziyaret edeni de tespit edilememiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yayınlanan 19. Asır İstanbul Haritası’nda mescidin bulunduğu sokak Emine Hanım Camii Sokak olarak belirtilmiş, camide bu isimle gösterilmiştir. Bu isim Hadika’da geçmemektedir. Muhtemelen Bucak Bağı Mescidi daha sonra bu isimle de anılır olmuştur. Demiryolları arşivlerinde bulunan bazı haritalarda mescit yeri kesin olarak belirlenebilmektedir. Ancak Demiryolu hattının genişletilmesi sırasında ortadan kaldırılmıştır. Hakkı Göktürk tarafından “Bucak Bağı Mescidi” adı ile 1963 yılında kaleme alınmış olan İstanbul Ansiklopedisi’ndeki maddede bu yapı yakındaki Hacı İlyas Mescidi ile karıştırılmıştır. Yapının konu ile ilgili haritalarda yeri kesin olarak gösterilmektedir. Mevcut demiryolu hattının kaldırılması söz konusu ise caminin bulunduğu alanın korunması önemlidir. Yapının ihyasında bu durum göz önünde bulundurulmalıdır. 

KAYNAKÇA

AYVERDİ, Ekrem Hakkı, 19. Asırda İstanbul Haritası, İstanbul 1958

DAĞDELEN, İrfan, Alman Mavileri, 1913-1914 İstanbul Haritaları, İstanbul 2007

“Demiryolu”, Türk Ansiklopedisi, Cilt 13, sayfa 6-12

DİRİMTEKİN, Feridun, Fetihten Önce Marmara Surları, İstanbul 1953

FOSS, Clive, WİNFİELD, D., Byzantine Fortifications, Pretoria 1986

GÖKTÜRK, Hakkı; “Bucak Bağı Mescidi”, İstanbul Ansiklopedisi, (Haz: R.E. Koçu), C.6, İstanbul 1963, s.3095

Hüseyin Ayvansarayi – Ali Satı Efendi – Süleyman Besim Efendi,  Hadikatü’l Cevami (İstanbul Camileri ve Diğer Dini – Sivil Mi’mari Yapılar), (Haz: Ahmed Nezih GALİTEKİN), İstanbul 2001.

MİLLİNGEN, Alexander van, Byzantine Constantinople, The Walls of the City and Adjoining Historical Sites, London 1899

MÜLLER-WIENER, Wolfgang, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, 17. Yüzyıl Başlarına Kadar Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul, İstanbul 2001

TAMER, Cahide, İstanbul Bizans Anıtları ve Onarımları, İstanbul 2003

TAYLAN, O.T., Demiryolları İşletmesi; Teşkilat, Tarifler, Katarlar, Cer İşleri, İstanbul 1936

TUNAY, Mehmet İ., Türkiye’de Bizans Mimarisinde Taş ve Tuğla Duvar Tekniğine Göre Tarihlendirme, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, Sanat Tarihi Anabilim dalı yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1984,

UZUN, Tayfun, Osmanlıdan Günümüze Demiryolları, İstanbul 2005

ÜLKEKUL, Cevat, Piri Reis ve Türk Kartograflarının Çizgileriyle XVI. , XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İstanbul, İstanbul 2013

ÜNAL, Mehmet, Endüstri Mirası Kapsamında İstanbul Yedikule TCDD Atölyelerinin Mimarisi ve Koruma Sorunları, Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Edirne 2009.

www.demiryolcu.com

 

Buondelmonti’nin gravürü esas alarak hazırlanan gravür. 16. Yüzyıl

Aynı gravürün Yedikule civarını gösteren bölümü

Kitab-ı Bahriye’de İstanbul Minyatürü ve Surlar

Kitab-ı Bahriye’de Yedikule ve çevresi

Yedikule ve çevresinde Marmara Surları

Marmara Sahil Surları ve demiryolu tesisleri

Marmara Surları sahil yolu inşaatından önce

Kauffer Haritası’nda Yedikule ve çevresi

E. H. Ayverdi’nin yayınladığı 1870’lere ait İstanbul Haritası’nda bölge ve çevresi

Müller – Wiener’in hazırladığı Yedikule ve çevresini gösteren harita

Surlar ve üzerinde demiryolu binaları 1960’lar

Marmara Surları üzerinde demiryolu tesisleri 1960’lı yıllar

Yedikule demiryolu tesisleri ve çevresinin planı

Yedikule demiryolu tesisleri ve surlar üzerindeki yapılar

Demiryolu tesislerinin sur üstündeki binalarını gösteren harita

Demiryolu tesislerinin genel planı (1900)

TCDD Arşivi’nde yer alan 1947 tarihli harita

TCDD Arşivi’nde bulunan 1953 tarihli harita

Tescile önerilen yapılar Kaynakevi ve Demirhane

Tescile önerilen yapılar Kaynakevi ve Elektrik ve Trafo

Tescile önerilen yapılar, Trafo ve Elektrik Binası

Tescile önerilen yapılar, Demirhane Binası

Bizans dönemi kulesine oturan ve tescile önerilen, Bondaj ve Tav Ocağı birimi

Bizans dönemine ait kemerler ve modern duvarlar

Surlar üzerinde yıkılmış olan tamirhane biriminin yeri

Surlar üzerindeki ek yapılardan tescile önerilen kiler, aşevi birimlerinde küfeki ve tuğla malzeme ile örülen duvarlar

Marmara Surları’na ait taşlarla örülen yan duvar

Tescile önerilen Makine Dairesi ve Aşevi birimleri

Tescile önerilen yapı iç mekan

Tescile önerilen yapı iç mekan

Tescile önerilen yapının sur duvarı ile ilişkisi

Tescilden düşülmesi önerilen Müdüriyet binası

Tescilden düşülmesi önerilen çelik taşıyıcılı Kazanhane binası

TCDD Arşivi’nde bulunan 1900 tarihli haritada Bucak Bağı Mescidi’nin yeri

TARİHİN GİZLENDİĞİ HADIMKÖY TREN İSTASYONU

TARIHIN GIZLENDIGI HADIMKÖY TREN İSTASYONU

Yrd.Doç.Dr. Yonca Kösebay Erkan, Kadir Has Üniversitesi

 

GÜNÜMÜZDE HADIMKÖY

Hadımköy[1] günümüzde Arnavutköy ilçesine bagh olup Avcılar ve Kücukçekmece ilgeleri ile komşudur. istanbul’u Avrupa’ya bağlayan TEM otoyolunun kuzeyinde yer almakta ve Eşikinoz Vadisi içinde konumlanmaktadır (Karakuyu, 2008, 1).

Hadımköy Istanbul’u batıdan koruyan önemli askeri merkezlerden biri olma özelliğini 1959 yıhna kadar korumuş, bu tarihten sonra Kolordu nitelikliğindeki birlik, küçülerek Tugay birliğine dönüşmüştür (Karakuyu, 2008, 23). Askeri yapılardan Hadımköy Hastahanesi, demiryoluna yakm olarak konumlanmıştır. Hadımköy’ün merkez mahallelerini Hastane ve istasyon Mahalleleri oluşturmaktadır. Günümüzde Hadımköy önemli bir lojistik merkezi durumundadır. Bölgede bulunan önemli yapılar arasında Hadımköy Hastahanesi sayılabilir. gatalca Bölgesi Kumandanhk Merkezi olan Hadımköy’deki Hastahane, II. Abdülhamid döneminde 1887 temeli atılarak 1891 yıhnda tamamlanmıştır. Hastahane, Balkan Savaşı (1912), I. Dünya Savaşı ve ganakkale Savaşlan sırasmda önemi görevler üstlenmiştir. Bu yıllarda hastahanenin kapasitesinin yeterli olmadigı anlarda vagonlann koğuş olarak kullanıldigi bilinmektedir. Yapı 1927 yıhnda ?ikan bir yangınla tahrip olunca iki yıl kapah kalmış, onanldıktan sonra 1938 yıhna kadar kışla olarak kullanılmıştır. Bu tarihten sonra 1985 yıhna kadar orduevi olarak hizmet vermiştir (Özbay, 1981, 461-463). Yapmın 2005 yıhnda revir olarak hizmet verdiği bilinmektedir (Cifci, 2005, 216).

JSTASYONUN KONUM ÖZELUKLERJ

Günümüzde Kü?uk?ekmece istasyonu (23+897), gatalca istasyonu (61+673), Kabak?a istasyonu (74+460) yer almakta, Hadımköy istasyonu ise Ömerli-Yeşilbayır arasında inşa edilen tünelin 14 Kasım 1980 tarihinde hizmete aglmasıyla istasyon işlevini yitirmiştir (Karakuyu, 2008, 3). Günümüzde Hadımköy istasyonu’nda raylar görülmez. Ancak Hadımköyü, yalnızca bu niteliği ile yani 1980 yıhnda terk edilmiş kü?uk bir istasyon olarak hayal edenler, büyük bir aymazhk i?inde olduklannı bilmelidirler.

Hadımköy gatalca’ya bagh önemli yerleşmelerden biridir. gatalca’da yer alan inceğiz Mağarası bölgenin Traklar döneminden beri bir yerleşim yeri olduğunu göstermektedir (www.catalca.bel.tr). gatalca ‘nm Büyük iskender’in generallerinden Aya Metris tarafından kurulduğu ve buna bagh olarak Metris2 (Metron, Metraj, Metrai ) adı ile anıldigı bilinir. Bir diğer inancışa göre kentin admın Haniçe olduğunu belirtilirken, Krai Yağfur (Yekfur)’un kızı Haniçe’nin yaylagi olması nedeniyle bu ismi aldigını ve Krai tarafından burada bir kale yaptınldigi belirtir. Sözü edilen kalenin gatalburgaz kalesi olduğu tahmin edilmektedir.

Bizans döneminde Konstantinopol’u korumak için Bizans Imparatoru Anastasius tarafından 507-511 yıllan arasında gatalca’nın Karadeniz kıyısmdaki Evcik iskelesi (Plajından)’nden Silivri ilçesinin batısmdaki Kanncaburnu’na kadar uzanan surlan yaptırmıştır. Karadeniz ve Marmara kıyılan arasında uzan bu uzun sur duvannın bir bölümü halen ayaktadır. Aynı zamanda Konstantinopol’e su ihtiyacını sağlamak üzere inşa edilen su kemerleri Kurşun Germe ve Balh Germe Su Kemerleri o dönemden bugüne uzanan izlerdendir.

 

Çatalca’nın Osmanh himayesine geçmesi I. Bayezid zamanında olmuştur. Alanın stratejik niteliği her zaman önemini korumuş, 1865 yılmda Istanbul’un kazalanndan biri haline gelmiştir. Tanm alanı ve çayır niteliği, Istanbul’a bu ürünlerin pazarlanmasında etkin olmuştur. Aynca Bizans ve Osmanh Dönemlerinde gatalca’nm av alanı olarak rağbet görüdugu bilinmekte, bu özelliğini 20. yüzyıhn başlanna kadar koruduğu, yabancı elgi ve misafirlerin sıkhkla bu alanda, özellike Hadımköy Korusu’nda av yapmak igin izin talep ettikleri resmi belgelerden izlenebilmektedir3.

Ancak Osmanh imparatorluğu’nun 19. yüzyıhn ortalanndan itibaren toprak kaybetmesi, gatalca bölgesini Balkanlar’dan gelen göçmenler igin önemli bir iskan bölgesi haline getirmiştir. Bunun da ötesinde Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen dönemde aktif çatışmaların yapıldigi bir savaş alanı neteliğindedir. 1877-78 Rus Harbi yıllan sırasmda Ruslar ile, 1912 yıhnda Balkan Savaşı sırasında Bulgarlar ile çarpışılmıştır. Aynı yıllarda Yunan ve Fransız ordulannm bu bölgede karargahlan bulunmaktadır.

Bölge, Cumhuriyetin Kuruluşu’na kadar oldukça harektli yıllar geçirmiştir. 1909 yıhnda Sir William Mitchell Ramsay[2] ve eşi Lady Ramsey ingiltere’den istanbul’a yaptıklan bir seyahatte gatalca ve Hadımköy’ün o sıradaki durumunu bizlere aktarmaktadır. Seyahat 17 Nisan’da iskoçya’da başlayıp, Hamburg üzerinden Berlin’den trenle devam etmiştir. Ramsay ailesi 20 Nisan’da gatalca ve Hadımköy civanna ulaşılabilmiştir.

Geg ak§am üzeri, Qatalcada uzun saatler bekledikten sonra, bu ogleden soma Constantinople^ saat llde ulaşmş olması gereken Orient Express arkasmdaki Paris ve Ostend vagonlarıyla gelerek bizim trenin arkasma eklendi. Epey sonra gitmemize izin verilirken arkamızda bir trooop askeri treni Çatalcada bıraktık. Cunkü birlikler meğer burada tren değiştirmiyormuş da bir sonraki Hadem-Keuide değiştiriyorlarmis. Oroya ulaştgimzda, iki tabur asker gördük, acemi bir göztin tespitine göre tahminen toplam 800- 1.200 asker olmalıydılar.Sola doğru ilerliyorlardı, ileri saflarda yer alacaklarmis, ki bulunduğumuz noktadan toprak siperlergok uzakta olmayan siperlerini görebiliyordukd ancak orada görünen hie asker yoktu. Taburlar zaten bir miktar uzaktaydılar ve istasyon ve diğer yapılar onları trenden fotoğraflamayı olanaksız kılıyordu. Trenin Constantinoplee tarn gaz hareket edebileceği riskini alarak karimm fotoğraf makinasmı alıp da ha yakmdan fotoğraflarim gekmeye gittim. Burada ve her yerde serbestge istediğimiz kişinin veya yerin fotoğrafmi gekebiliyorduk. Kimse bizi bölmedi, aksine hepsi Hürriyet yanhsıydı ve saklayacak birşeyleri yoktu (Ramsey, 2005, 50).

1924 yıhnda gerçekleşen Mübadele ile bölgedeki Rumlar Yunanistan’a giderken, Yunanistan’ın Selanik, Naseliç, Drama, Serez, Demir hisar ve Langaza yerleşmelerinden çok sayıda göçmen bu bölgeye gelmiştir. 1923 tarihli bir beige Osmanh topraklanna gelen göçmenlerin durumunu gösterir. Mübadele, imar ve iskan Vekaleti tarafmdan coğrafi olarak sınıflanan on mıntıka halindeki gruplardan gatalca bölgesi, Istanbul Mıntıkasmda yer almış ve Istanbul’a gelen toplam 265091 kişinin 18759’unun gatalca’ya geldiği belirtilmiştir (Cengizkan, 2004, 28). Söz konusu kişilerden ancak 6045 kişisi iskan edilebilmiştir. Bu yıllarda bakanhk eli ile Osmanh Devleti, göçmen sorununa elden geldiğince eğilerek ilgili düzenlemeleri yapmıştır. Çok sayıdaki girişimden biri 1924 yılında göçmenlere nasıl arazi ve emlak dagitılacağı konusunda yayınlanan bir talimatnamedir (Cengizkan, 2004, 31).

Osmanh topraklanna gelen çok sayıdaki Müslüman gocmenlerin dışmda, Osmanh’ya sigman gruplar da mevcuttu. 1920-23 yıllan arasında Rusya’dan gelen mültecilerin sorunlanna , Amerikan Kızılhaç örgütünün bölgede kurduğu kamplarda sağlanan saghk ve bannma olanaklan merhem olmuştur. Amerikan Kızıl Haci Doğu Asya Müdürü Binbaşı Charles Claflin Davis[3]’in önderliğinde Hadımköy, Sancaktepe, Kabak?a ve gilingir’de mülteci kamplan kurulmuştur. Söz konusu kampların çevresi, istasyonlann durumu, kurulan barınaklar, hastaneler ve hatta mültecilerin bir günlük tayınlan bile fotoğraflarla belgelenmiştir.

Bölgedeki istasyonlar yukanda sözü edilen askeri, siyasi ve toplumsal olaylann büyük bir bölümüne tanıklık etmiştir. Bazı durumlarda insan ve mal taşınması, bazı durumlarda istasyon alanlannda muhacirlerin misafir edilmeleri, diğer başka zor anlarda ise vagonlann hasta yatakhanesi olarak kullanılması gerekmiştir. Hadımköy istasyonu ise bu olaylann merkezinde yer alır.

[1] TCDD I.Bölge Eğitim Miiclür Yardımcısı Saym Ruhan gelebi’ye desteği için çok teşekkiir ederim. Belediye kaynaklan Metris’in Osmanhca siper anlamma geldiğini ileri siirmektedir (www.catalca.bel.tr)

 

[2] BOA Tarih: 26/R /1310 (HicrT), Dosya No: 28, Gömlek No: 38, Fon Kodu:Y..PRK.B§K.ö  W.M. Ramsay (1851-1939) iskoç arkeolog ve Yeni Ahit Profesörii. Özellikle KLiciik Asya tarihi konusunda uzmanlaşmış, Oxford’da Klasik Sanat ve Mimarhk Tarihi Profesörlügii yapmıştır (www. en.wikipedia.org)

[3] Daha detaylı bilgi için bkz. Charles Claflin Davis Arşivi, Harvard Universitesi. Binbaşı gösterdiği üstün başandan ötürü 1921 yılında Osmaniye Nişanı ile ödüllendirilmiştir. BOA Tarih: 26/Ra/1340 (HicrT)ö Dosya No:74, Gömlek No:23, Fon Kodu: J..DUJT.

 

Şekil 1. Mültecilerin ekmek, kurutulmuş sebzeler, kuru et, çay, şeker ve tuzdan oluşan günlük tayınlar

Şekil 2. Hadımköy, Genel g6rünü§, 1921.

Şekil 3. Hadımköy istasyonu gevresi, 1921

Şekil 4. Hadımköy istasyonu 1921

KÜCUKÇEKMECE-ÇATALCA DEMİRYOLU NUN İNŞA SÜRECi

Rumeli Demiryolu, “Société Impériale des Chemins de Fer de la Turquie d’Europe” [Rumeli Demiryollan Şirket-i Şahanesi] adıyla 1870 yılmda Paris’te bir Fransız şirketi olarak kurulmuştur (Engin, 1993, 61). Baron Hirsch tarafmdan 1878 yılma kadar işletilmiş, bu tarihte şirket Avusturya himayesine geçerek Şark Demiryollan admı almıştır. 1889 yılmda Şark Demiryollan Almanlara devredilmiştir (Engin, 1999, 696). 1910 yılmda §irket bir Osmanh Anonim şirketi haline gelmiş ve Türkiye topraklannda kalan bölümü 1936 yılmda ulusalla§tınlmı§tır (Erkan, 2011, 42).   Rumeli demiryolunun Kücukçekmece – gatalca arası 21 Temmuz 1872 tarihli irade ile hizmete girmi§tir. Buna göre Sirkeci- gatalca arası 26 Ağustos 1872 tarihinden itibaren i§letmeye agılmı?, Konstantinople (Sirkeci), Yedikule- Makriköy (Bakırköy), San Stefano (Ye§ilk6y), Kü?uk?ekmece, Hadımköy ve gatalca istasyonlanndan olujmaktadır[1]. 25 Mart 1896 yılmda Bulgaristan Prensi Hadımköy istasyonu’ndan ge?erek Dersaadet’e gitmi§tir[2]. Söz konusu yıllarda bu bölge büyük oranda kırsal bir nitelik göstermekte, hayvanlann istasyon alanına sokulmaması konusunda uyanlar yapılmaktadır[3]. 1890 yılmda Hadımköy’den Yassıviran’a 12 km uzunluğunda bir dekovil hattı in§ası için güzergahm belirlenmesinde Erkan-ı Harbiye’den görevlilerin nezaret etmesi istenmi§tir[4].

[1] Bkz. 26 Ağustos 1872 tarihli Levant Herald Gazetesi, Chemin de Fer de la Turquie D’Europe Service de Voyageurs adlı ilan. Aynı gazetenin Ekim 1874 tarihli niishasında söz konusu istasyonlar KLicLikçekmece, Hadımköy, Qatalca, Kabakg, Sinekli, Qerkezköy olarak belirtilmiştir.

[2] BOA, Tarih: 11/L /1313 (HicrT) Dosya No:l Gömlek No:97 Fon Kodu: Y..PRK.OMZ.

[3] BOA, Tarih: 16/N /1310 (HicrT) Dosya No:8 Gömlek No:20 Fon Kodu: DH.MKT.

[4] Tarih: 18/L /1308 (Hicrî)1890-91 Dosya No:64 Gömlek No:70 Fon Kodu: MV.Tarih: 01/M /1309 (Hicrî) Dosya

No:53 Gömlek No:1 Fon Kodu: Y..MTV. Bkz. Şehbal Dergisi 14 Temmuz 1913

Şekil 5. Nakka§ Köyü Haritası. Ölçek 1/63.000 (Osmanhca baskı; renkli; 96×68, 92×65 cm.)

HADIMKÖY İSTASYONU

Demiryolu yapılanna ili§kin belirtilmesi gereken ilk konu terminolojiye aittir. istasyon, trenlerin durduğu alanın tamammı tarif ederken, bu alan içinde birden fazla yapı yer ahr. Bu yapılar bir istasyon alanında trenlerin yolcu ve yük ta§ımacıligmı gerçekle§tirebilmeleri için gerekli türn i§levlere cevap verecek çe§itliliktedir. Bunlar kamu kullanımma yönelik olanlar ile demiryolu çalı§anlanna yönelik olanlar olarak iki gruba aynlabilir. Halkın yararlandigi yapılar yalnızca yolcu binalanndan olu§maz; mallann indirileceği nhtımlar ve bunlarla ili§kili depo alanlan, helalar, büfeler olabiliriken, demiryolu çalı§anlannın kullandıklan yapılar arasmda ise en büyük bölümü çalı§anlann yaptıklan i§lerle tanımlanan lojman binalan oluşturmaktadır. Yani makasgınm kalacağı konut, tren şeflerinin kalacagi mekanlar, iscilerin bannacağı lojmanlar, demirciler, marangozlann ikamet ettikleri lojmanlar gibi. Lojmanlarla ilişkili olarak içme suyu kuyulan, temiz su kuyulan, kümesler, bahçeler de çalışanlarm yaşamlan igin gerekli alanlardır. Bir de trenlerin teknik olarak işletilmesinde yardımcı yapılar söz konusudur. Örneğin, buharh trenlerin galı$tınlabilmesi için kömür depolan, lokomotifin su ihtiyacı için gereken suyun depolandigı zeminden yüksekte planlanan su depolan, depodaki suyu lokomotife aktaracak olan su cendereleri, yanan kömürün küllerinin boşaltılacağı alanlar da istasyonlarda sıkca karşılaşılan birimlerdendir. Yük taşımachgı ile bağlantıh olarak vagonlardaki yükü tartan hidrolik tartılar, vagon yüksekliğini işaretleyen yükleme gabarileri teknik ekipman arasmdadır. Bunlann dışında lokomotif depolan, bakım depolan gibi yapılar önemli kavşak noktalannda yer alabilmektedir.

Elimizdeki Hadımköy’e ait 1/1000 ölgekli vaziyet planmda istasyonun 1891 yıh ile 1905 arasındaki gelişimi gözler önüne serilmektedir. Vaziyet planı üzerinde yapılan tanımlayan yazılar Almanca kaleme ahnmıştır (Bilindiği üzere Osmanh devleti nezninde demiryolu şirketlerinin dili Fransızca ve Osmanhca’dır. Ancak 20.yüzyıl başına ait belgelerde, yani Almanlann demiryolu inşaatlannda hegomonya elde ettikleri yıllarda üretilen planlarda Almanca’nın kullanılmış olduğu tespit edilmektedir. Bu planlann inşaatı yürüten Alman firmanın i? belgeleri mi olduğu yoksa Osmanh Devleti ile paylaşılan evraklarda Fransızca’nm yerini mi aldigı kesin değildir). Yapılar üzerinde kırmızı mürekkep ile bazı yapılann inşa, bazılannın ise yıkılma tarihi belirtilmiştir. Bu vaziyet planına göre istasyon sahasınm olduk?a değişken bir topografyaya sahip olduğu, belli noktalarda arazinin şev yaptigı görülmektedir.

Şekil 6. Hadımköy istasyonu Vaziyet Planı 1/1000

istasyon alanının yakın çevresinde askeri nitelikli yapılar dikkati çekmektedir. Hattın güney yakasında yolcu binasınm yanısıra Zaptiye Barakası ve bir hela görülmektedir. Buna karşm hattın kuzey yakasında farkh görevliler igin lojmanlann inşa edildiği görülmektedir. Lojmanlar arasmda bir bahçe düzenlenmiş olduğu dikkatlerden kaçmaz. Bu tiir bahçelere, lojmanların yaşam alanı olarak düşünüldugu, 20. yüzyıl başma ait istasyonlarda sıkca karşılaşmaktayız (Lüleburgaz istasyonu gibi). Hat boyunca kuzey batı yönünde ilerlendiğinde, hattın güney yakasında Kaiserlisches Magasin (imparatorluk Deposu) ve Kaiserlisches Telegrapheanant (imparatorluk Telgrafhanesi) olduğu belirtilmiştir. Sözü edilen istasyonun özellikle güney yakasınm askeri niteliği dikkat çekicidir.

Hattın Yolcu Binasınm bulunduğu güney tarafında, 1905 yılmda yıkıldigi belirtilen bir lojman ile bir hela yer almaktadır. Vaziyet planında yolcu binasınm gerisinde I ile işaretlenmiş yapı için Vermietheter Lagerplatz an Henri Bariola 240m (Henri Bariola[1]’ya kiralan depo) aciklaması yer almaktadır. Yolcu binasınm güneyinde Askeri Kumandanm Evi (Wohnung der Militaire Comandament) ve Hükumet Binalan (Regierungs Gebaude) olduğu görülür. I ile işaretlenmiş yapının güneyinde ise Bakal (Bakkal?) adı verilen 5 adet farkh boyutta bina yer almaktadır.

[1] Henri Bariola, 1883 yılmda Teselya Demiryollan hakkmda, 1885 yılmda ise Les Chemin de fer la Turquie d’Europe adlı kitaplan yazmıştır. Bu kitapta ek 4. yer alan belgede 1874 yılmda italyan bir heyetin Selanik Üskiip demiryollan hakkmda yazdigi rapor sunulmuştur. Burada Henri Bariola’nm kendine adma bir şirketi olduğu belirtilmiştir.

Şekil 7. Hadımköy istasyonu Vaziyet Planı, ÖI?ek 1/1000 Hattın kuzeyinde de bir Bakkal binası ve ekleri işaretlenmiştir.

Şekil 8. Lojman Binası, Plan, Ölçek:l/100

§ekil 8de görülen lojman binası, bu tür belgelerde görmeye ahşık olduğumuz bir şekilde lojmanın kime/kimlere ait olduğunun ipuglarmı verir. Yapının bir bölümü Zimmermanlara (Odacı) bir diğer bölümü ise Schmiedlere (Demirci) aittir. (Vaziyet planı üzerinde Schniedler ve Tischler (Marangoz) olarak belirtilmiştir). Ancak boyutlan itibariyle demircilerin daha fazla sayıda oda/mekana sahip olduklan görülmektedir. Odacılann yan tarafmda ise trenlere ait malzemenin depolandigi bir alan ile odun deposu yanında ise kümes (stall) yer almakta diğer yanındaki kiler ile odacılann konutu önünde bir avlu oluşturmaktadır. Bu tiir birimler, istasyon alanlanndaki domestik yaşam ihtiyaçlanna cevap vermektedir. Demircilerin de kendilerine ait bir kümesleri bulunmaktadır. Depo alanlannda, mevcut yapmın ahşap bir yapıya dönüştürülmesi yönünde kırmızı mürekkep ile revizyon yapıldigi anlaşılmaktadır.

§ekil 9. Yolcu Binası, I.Kat ve Giriş Katı Planlan, Ölçek:l/100

Vaziyet planmda bağımsız kat planlan ile görülebilen 1872 yıhnda inşa edilen yolcu binasınm onanm gördugü 1891 yılmdan sonra 1892 ve 1905 yıllannda genişletildiği, kırmızı mürekkeple işaretlenmiş ve tarihleri ile belirtilmiştir. Yolcu binasınm ilk hali 11.25 m uzunluğundaki ana bina yanındaki 8.1m uzunluğundaki kiler/depo alanmdan oluşmaktadır. Buna göre ana bina iki bölümden oluşmakta, ilkinde üst kata erişim sağlayan merdiven ve büm, iki açıkhkla geçilen diğer bölüm ise bekleme salonu olarak planlanmıştır. Daha sonra 1892 yıhnda bekleme salonunun yanında I. ve II. Smıf bekleme salonu ile Haremlik bekleme salonundan oluşan 4.5 m genişliğinde bir ek yapılmistır. Yolcu Binasınm bu ana birimi yanındaki kiler/depo alanı da üçe bölünerek §eflerin (Chefs), tren müdürleri (Bahnmeisters) ve istasyonun kullanımma aynlmıştır. 1905 yıhnda bu birimin diğer yanma 4.4m genişliğinde bir ek yapılarak (Makasçı Lojmanı olarak) bu bölüm geni§letilmi§tir. Daha ileriki bir tarihte ise bu birimin yanma 4m genişliğinde bir ahşap bir ek ilave edildiği anlaşılmaktadır.

Yolcu binasmın ana biriminin I. Katı lojman olarak kullanılmaktadır. list katta merdivenin bir kolu üzerinde tuvalet yer almaktadır. Merdivenin sırasmda yer alan iki oda Bahnmeisterlerin, karşısmdaki sırada yer alan üç oda ise istasyon §eflerine aittir. Kiler/deponun üzerine denk gelen kısım eşya deposu olarak kullanılmakta, bu alanm içinde bir bölme ile aynlmış olarak istasyon eleven(?) konutu yer almaktadır. Eşya deposunun hem hat yönünde hem de arka cephede birer nhtımı bulunur. Hat yönündeki nhtımın genişliği 1.85m iken diğeri oldukça dardır. Bu nhtımlara altı basamak ile çıkılmaktadır. Deponun her iki cephede yük geçişine olanak tanıyan boyutlarda birer kapısı bulunmaktadır.

Hattın giiney yakasmda kücuk birer yapı olmakla birlikte bir Hela ve Zaptiye Barakası kagir olarak inşa edilmiş yapılardır. Hela kadın/erkek olmak üzere sırt sırta yer alan iki birimden oluşur. Boyutlan 3.56m x 2.72mdir. Zaptiye barakası ise bir köşesinde ocagm yer aldigı 5.09m x 4m boyutlannda bir yapıdır.

Şekil 10. Bahnerhaltung Konutu ve işçi Lojmanı, Planlan, Ölçek: 1/100

Sözü edilen belgede kat planlanyla belirtilmiş olan bir diğer yapı Bahnerhaltungun Konutu (Trenlerin bakımını yapan kişi) başhgını taşımaktadır. Bu yapı da hattın kuzey yakasmda konumlanmıştır. Konut olarak kullanılan 10.4m x 8.27m boyutlannda iki kath kagir bir birimin yanmda kagir tek kath ahır, çamaşırhane, odun deposu ve bir avludan oluşan yardımcı birimler yer ahr. Bu tür kendi avlusu olan bir yapı kentsel bölgelerde karşımıza cikmaz. Konut olarak kullanılan diğer birim Tren Müdürü (Bahnmeister) ve Katip (Schreiber) için iki bölümden oluşur. Her birimin kendine has mutfağı bulunur. Katta, merdiven sahanhgma yerleşen tek bir tuvalet vardır. list katta ise bir yaşama birimi, bir oda ve bir büm mekanı ile bir mutfak ve bir tuvalet yer almaktadır. Aynca kısmi bir bodrumu bulunmaktadır.

Aynca 8.35×6.30m boyutlannda kagir iki kath bir işçi lojmanı kırmızı mürekkep ile çizilmiş ve yapım yıh olarak 1901 tarihi belirtilmiştir. Bu yapınm giriş katmda bir oda ve mutfak, üst katta ise iki oda yer almaktadır. Konutun tuvaleti yine merdiven altında cozülmustür.

Demiryolu yapılan inşa edildikleri dönemden günümüze gelene değin siirekli değişim geçirmişlerdir. Mevcut duruma bakarak bu değişimin izleri yalnızca kısmen izlenebilmekte, yapınm özgiin durumuna ilişkin kesin yargılara vanlamamaktadır. Bunun nedeni, özgün mimari dilin tekran olacak şekilde yapılann eklerle geliştirilmiş olmasıdır. Bu durumda özgün mimari çizimlerin varhgi, yapılann gegirdikleri evrimi anlamamıza büyük katkı sağlamaktadır.

Yapı günümüzde lojman olarak kullanılmaktadır. Yolcu Binası işlevini uzun zaman önce yitirmiştir. Mevcut rölöve üzerinde 1891 öncesi ve 1892 yılmda yapılmış olan ekleri yapı üzerinde hala izlebiliyoruz. Ancak yapınm her iki yanına inşa edilmiş yeni ekler de olduğu gözlenmektedir. Ancak bu eklerin 1958 yılmdan önce yapıldigi bilinmektedir.

SONUÇ

işlevini yitirmiş olan Hadımköy istasyonunda günümüzde dokuz adet tescilli yapı dikkati çekmektedir. Bunlar, yolcu binası, mal deposu, yatakhane, istasyon şefinin lojmanı, kısım şefinin lojmanı, baş memur lojmanı, iki adet lojman, yol çavuşu ve baş manevracı lojmanından olarak adlandınlan yapılardır. Edinilen bilgiler, Hadımköy istasyonunun Arnavutköy Belediyesi tarafından bir kültür kompleksi haline çevrileceğidir. Bu amaçla mevcut tescilli yapılann korunarak işlev değiştireceği, bunun yanısıra çağdaş yapılar ile alanın uygun işleve kavuşturulacağı belirtilmektedir.

Demiryolu yapılan, özellikle Hadımköy istasyonu gibi tarihten önemli izler taşıyan alanlar, bu misyona uygun şekilde işlevlendirilmelidir. Söz konusu yapılar günümüzde hala oldukça sağlam durumda olmalanna rağmen, insanın devreden cikmasıyla hızla tahrip olabilmektedir. Ancak insanın devreye girmesi, doğanm tahrip hızınm çok ötesinde zararlara neden olmakta, bizleri toplu(msal) hafıza kaybma itebilmektedir. Koruma/kullanma dengesi, tarihi ön plana cikaracak şekilde gözetilmeli, uluslarası kuruluşlann benimsediği ve örnek gösterdiği kriterler ışigında ele ahnmadır. Önemli bir demiryolu mirası kabul edilen Hadımköy istasyonu, kadınlann-erkeklerin, milletlerin-muhacirlerin, prenslerin-sultanlann, askerlerin-çocuklann, hastalann-şehitlerin, savaşın ve banşın kesişim noktası olmuştur. Anılan proje hayata geçecek olursa, bu değerli kültürel peyzaj alanmda yer alan Hadımköy demiryolu yapılannın Kültür Kompleksi olarak gelecek nesillerin yükselmesine olumlu katkılan olması ümidiyle…

Şekil 18. Yolcu Binası içinde merdivenin yanındaki su pompası

KAYNAKÇA

BARIOLA, H. (1885), Les Chemin de fer la Turquie dEurope.

CENGIZKAN, A. (2004) Miibadele Konut ve Yerleşimleri, ODTÜ Yayınlan, Ankara.

ENGiN, V. (1993), Rumeli Demiryolları, Eren Yayınlan, Istanbul.

ERKAN, Y. (2011) 20. Yüzyıhn Başında Lüleburgaz Tren istasyonu, METU JFA, 2011/1 (28:1), 177-190.

ERKAN, Y. (2007) Anadolu Demiryolu çevresinde Gelişen Mimari ve Korunması, Yayınlanmamış Doktora Tezi, iTU Fen Bilimleri Enstitüsü, Istanbul.

KARAKUYU, M. (2008) Hadımköy; Bejeri ve Ekonomik Coğrafya Özellikleri ve Kentlejme Süreci,

Hadımköy Belediyesi Bilimsel Kültür Yayınlan, istanbul.

RAMSEY, W.M. (2005), The Revolution in Constantinople and Turkey: A Diary, Elibron Classics.

www.catalca.bel.tr

www. en.wikipedia.org

İSTANBUL MESCİTLERİNİN MİMARİ GELİŞİMİ(15.16.17.YY)

İSTANBUL MESCİTLERİNİN MİMARİ GELİŞİMİ(15.16.17.YY)

  1. yüzyılda İstanbul’da inşa edildiği tespit edilebilmiş olan 74 adet mescitten 8 külliye mescidi, mimari özellikleri bakımından özgünlüğünü koruyarak günümüze gelebilmişlerdir. 34 adet bağımsız ve tekke mescidi ise zaman içinde çeşitli tamirler ve yenilenmeler sonucu büyük ölçüde özgün karakterlerinin yitirmişler, daha geç dönemlerin mimari ûsluplarını günümüze taşıyarak gelmişlerdir. Bugün, geriye kalan 32 mescitten birçoğunun yerini dahi tespit etmek mümkün değildir. Bu mescitlerden tekke ve bağımsız mescitler grubuna girenlerin tamamına yakının, dikdörtgen ya da kareye yakın dikdörtgen olan, plan şemalarını korumuşlardır. Ancak bazılarının 17. yüzyılda İstanbul şehrinin yapılaşmasındaki yoğunluğun arasında sıkışıp kalarak planlarının zorunlu bir deformasyona uğradığı görülür. Bu açıdan farklılık yaratan mescitlerin dışında kalanlar, özgünlüklerini büyük ölçüde koruyarak günümüze gelebilmiş olan Sinan mescitlerinin plan şemalarıyla benzerlik gösterirler.

Gerek 17. yüzyıl İstanbul mescitleri, diğer dönemlerde inşa edilen mescitler gibi zaman içinde en çok tahribata (özellikle yangın ve depremler gibi doğal afetler sonucu) ve değişime uğrayan yapı tipleri olmuşlardır. Her iki dönemde de mimari karakterlerinin ve plan şemalarının fazlaca değişmeden günümüze gelebilen az sayıdaki örnekleri karşılaştırıldığında, planlarının yanı sıra örtü sistemlerinin (ki bunlar düz ahşap tavanlı ve kiremit örtülü kırma çatılardır) ve duvar örgülerinde kullanılan yapı malzemelerinin benzerlikleri dikkati çeker. Kare (Davud Ağa, Ahmed Çelebi ve Defterdar mescitleri) ve dikdörtgen (Mimar Sinan ve Sokullu) planlı Sinan mescitlerinin moloz taş (Davud Ağa, Hacı Hamza, Ahmed Çelebi), taş ve tuğla (Sokollu ve Mimar Sinan mescitleri, kesme taş (Defterdar ve Hasan Çelebi mescitleri) duvar örgüler 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde de karşımıza çıkmaktadır, örneğin Arapkapısı, Tuti Abdüllatif ve Kadirihane Mescitleri moloz taş duvar, Sirkecibaşı ve Yalıköy Mescitleri taş ve tuğla duvar, Bayrampaşa Külliyesi ve Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi Mescitleri ise kesme taş duvar örgülüdür.

Sinan ve 17. yüzyıl mescitlerinde genel olarak alt pencereler dikdörtgen açıklıktı ve taş söveli, üst pencereler ise kemerli ve alçı şebekelidir.

Genelleme yapıldığında diğer bir ortak özellik, minarenin yapıdaki konumudur. Yine Sinan mescitlerinde son cemaat duvarının bir ucunda ya da kütleden uzak, avlu kapısı yanında bulunan minare, 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde farklı bir konumda değildir. Anadolu Selçuklu çağının minareli taç kapılarını hatırlatan avlu kapısına bitişik minare uygulaması 17. yüzyılda inşa edilen Tulumcu Hüsam Mescidi’nde de minarenin giriş kapısı üzerine yerleştirilmesi ile tekrarlanmıştır. Sinan mescitlerinden Sokullu Mescidi’nin açık merdivenli “minber minare “sinin bir benzeri olarak, 1614 tarihli Arabacılar (Hoca Halil Attar) Mescidi’nin ilk minaresi gösterilebilir.

Sinan mescitlerinde son cemaat yeri, cephede beş ya da dört, yanlarda iki açıklıklıdır. Son cemaat yeri ile harimi ayıran duvarın merkezinde kapı ve iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Kapı merkezden sağa kaydırılmış ise, yanındaki iki pencere arasında bir son cemaat yeri mihrabı yer alır Bu düzeni 17. yüzyılın ilk yansına tarihlenen Defterdarburnu Mescidi’nin son cemaat yeri duvarında görülür. Ancak 17. yüzyılda inşa edilen mescitlerde son cemaat yeri, harim bölümünden çalınarak ya da kapalı mekanın giriş cephesine sonradan ilave edilerek yapılmıştır.

Klasik dönem Sinan mescitleri ile 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinin mimari açıdan karşılaştırılmasında, bazı farklılıkların dışında genel olarak klasik dönem ve onu takip eden 17. yüzyıl boyunca bu yapı tipinin benzer mimari özelliklere sahip olduğu ve herhangi bîr tipolojik gelişim göstermediği sonucuna varılabilir.

  1. yüzyıl Sinan yapıları, padişah, Valide Sultan ve sadrazamlar tarafından şehrin önemli mevkilerine cami ve külliyeler olarak inşa ettirilirken, bu asrın sonlarına doğru devlet bütçesinin zaafı, mimari alanda da etkili olmuş ve duraklama hissedilir bir şekilde belirmiştir. 17. yüzyıl ise, bu etkilerin en çok hissedilen asrı olmuş, büyük dini yapılar hemen hemen (Sultan Ahmed ve Yeni Camii gibi istisnalar dışında) hiç bir örnek veremez duruma gelmiştir.

Bu yüzyıl içinde, Fatih dönemi İstanbul’unun iskan sahaları yoğunlaşma ve dolayısıyla da gelişme göstermektedir. Yeni semtler ve mahalleler oluşmakta, şehir metropolünden uzaklaşmalar izlenmektedir. Bu yeni mahalleler sivil yapı gelişimlerini sürdürürken,  günlük dini ibadetin uzak semtlerde kalan büyük camilerden ziyade yeni oluşan mahallelere daha küçük ölçekli ibadet yapılarının yapılmasını teşvik etmiştir.

Özellikle bağımsız mescitler (Mahalle mescitleri) sivil mimariyi örnek almış, semt sakinin ibadet için başvurduğu, adeta evlerinin oda ve sofası gibi, sakıflı bir görüntü sergilemişlerdir. Yapıların semtlerde imkân bulduğu yer ölçüsünde, yolların kesiştiği köşelerde veya mahalle ortalarındaki alanlarda, fakat çok kere de sivil yapı blokları arasında inşa edilmişlerdir. Bütün bu unsurlar bize, mescit yapısının sivil mimari ile en sıkı biçimde bütünleşen ve kaynaşan bir dini yapı tipi olduğunu kanıtlamaktadır.

Ancak külliye mescitleri, ihtiva ettikleri işlevsel yapılar topluluktan ve banilerinin sadrazam, vezir, hanım sultan gibi kimseler olmaları sebebiyle bağımsız ve tekke mescitlerinden daha muntazam ve kaliteli bir mimari sergilemektedirler. Tekke mescitleri ise özellikle 17. yüzyılda bağımsız mescitlerin dönüştürülmesi ile oluştuklarından, onlarla aynı özellikleri gösterirler.

Mescitlerin yapı malzemeleri de, adeta bu yapısal etkinliğin değişmez bir normu olarak ortaya çıkarlar. 16. ve 17. yüzyıllarda bağımsız ve tekke mescitlerinde genelde moloz taş, taş-tuğla tekniği yaygın olmasına karşın, külliye yapılarında istisnasız kesme taşın kullanıldığı görülür. Çatı örtüsü yüzyıllar arasında benzerlik gösterirken 16. yüzyıldaki mescit yapılarında görülen direkli son cemaat yeri, 17. yüzyılda ortadan kalkmış bunun yerini harim kısmı bölünerek ya da yakın tarihlerdeki onarımlarda sonradan eklenen, genelde ahşap bir kısım olarak ilave edilen, son cemaat yerleri almıştır.

Mescitler çeşitli nedenlerle (özellikle yangınlar ve depremler sonucu) çok sık yıkılan ve tahribata uğrayan yapılar olduklarından, çoğu kez onarım görerek ya da yenilenerek günümüze gelebilmişlerdir. Bu nedenle onarıldıkları ya da yenilendikleri dönemin bezeme unsurlarını taşımaktadırlar. 17. yüzyıl içinde inşa edilen, fakat farklı dönemlere ait bezeme unsurlarının yer aldığı bir çok mescit yapısı ile karşılaşılmaktadır. Bunların çoğu yakın dönemlere tarihlenmektedirler. Bu nedenle 17. yüzyıl için, bu yüzyılda inşa edilmiş mescit yapılarındaki bezeme unsurları göz önüne alınarak bir üslup birliğinden söz etmek mümkün değildir.

 

KAYNAKÇA

ASLANAPA; Oktay                         : Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1983

Ayvansarayi Hüseyin Efendi, Ali Satı Efendi, Süleyman Besim Efendi: Hadikatü’l Cevami, Haz. Ahmed Nezih Galitekin, İstanbul 2001

(ELDEM)Halil Edhem: Nos Mosquees de Stamboul, İstanbul 1934

HASKAN; Mehmet Mermi:  :Eyüp Tarihi I, İstanbul 1993

Müler-Wiener; Wolfgang                   : İstanbul’un Tarihsel Topografyası, Çeviren Ülker Sayın, İstanbul 1997.

ERDOĞAN; Esra Güzel                   : “Kaptan Paşa Camii”T.T.V.D.B.İ.A.,C. 5, İstanbul 1994

ÖZ; Tahsin                                         : İstanbul Camileri, C.ll, 8.İstanbul 1964

TOZUN; Aylin                                  : XVI.Yüzyıl İstanbul Mescitleri, M.S.G.S.Ü.Sos. Bil.Ens.San.Tar.Ana Bil.Dalı, Türk İslam Sanatları Programı Yayımlanmamış Y.Lis.Tezi, İstanbul 2002.

TÜRKMENOĞLU, Şener                : Fotoğraflar Biriktirir Anıları, Eyüp,Bir Semte Gönül Vermek, İstanbul 2005.     

ÜSTÜN; Ayşe                                   : Osmanlı Arşivindeki İstanbul Cami ve Türbelerinin Tamirleriyle İlgili Belgeler, D.E.Ü. Sos.Bil.Ens. İsl.Tarihi ve San. Ana. Bil. Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir 2000

SULTAN ABDULAZİZ’İN KERBELA ŞİİRİ

KERBELÂ

Kudretil ayini Resul-i Şâh-ı Server’e,
Katil kastiyle cem oldular bir yere,
Nasıl da lâyık gördüler cism-i pâki hançere!
Ümmet olmak böyle midir Hz. Peygambere?
Hem ciğerpâre-yi Fâtıma, nur-i çeşm-i Haydare

Biat vâcib iken iman etmedi ol layın,
Kurdular dini fesadı oldular dini hayın,
Hüseyne kast fitneyi hayasız bi’din,
Ümmet olmak böyle midir Hz. Peygambere?
Hem ciğerpâre-yi Fâtıma, nur-i çeşm-i Haydare

İncittiler evlad-ı Resulü, Hakkın da kulu,
Vermediler Kerbela’da mazluma bir katre su,
Ey hayasız zâlim, senin yüzüne pû!
Ümmet olmak böyle midir Hz. Peygambere?
Hem ciğerpâre-yi Fâtıma, nur-i çeşm-i Haydare

Hüseyn’in katlinin hiç kalır mı yanına,
Şimir mel’un hançer çaldı ol Şâh’ın gerdanına,
Ey münâfık nasıl girdin Şâh Hüseyin kanına!
Ümmet olmak böyle midir Hz. Peygambere?
Hem ciğerpâre-yi Fâtıma, nur-i çeşm-i Haydare

Kuran’ı, din-i İslam’ı metâ gibi sattılar,
Ehl-i Beyt’i üryan büryan Şam’a esir ettiler,
İnsanığa reva olmaz böyle bir iş tuttular,
Ümmet olmak böyle midir Hz. Peygambere?
Hem ciğerpâre-yi Fâtıma, nur-i çeşm-i Haydare

Ey müslümanlar dinlediniz, feryâd figân ettiniz,
Din-i İslam olmuşuz, Resûl’e imân ettiniz,
Ya buna nasıl dayansın, Sultan Halife Abdülaziz!
Ümmet olmak böyle midir Hz. Peygambere?
Hem ciğerpâre-yi Fâtıma, nur-i çeşm-i Haydare