İZMİR TARİHİ HAVAGAZI FABRİKASI KÜLTÜR MERKEZİ

pasted-image-2 pasted-image-3 pasted-image

Havagazı Fabrikasının Tarihçesi:
19. yy’ın ikinci yarısında ticaret hacmindeki hızlı büyümeyle birlikte, İzmir’in sanayi
yaşantısında da önemli gelişmeler olduğu bilinmektedir. Bu dönemde İplik Fabrikası,
Havagazı Fabrikası, Su Fabrikası gibi büyük sanayi işletmeleri açılmıştır. Havagazı
fabrikasının inşaatına 1862 yılında başlanır. 1900’lü yılların başında elektrik
kullanımı daha ucuz alternatif olarak ortaya çıkınca, havagazının yalnızca mutfakta
kullanılmas› gündeme gelmiş ve havagazı ile aydınlatma terk edilmiştir. Cumhuriyet
döneminde yabancı şirketlerin imtiyazları uzatılmadığından tesis belediyeye devredilmiş
ve havagazının mutfaklarda kullanımı uzun süre devam etmiştir.

Yazının devamını PDF olarak buradan okuyabilirsiniz: tarihihavagazi_kitap

İstanbul, Ayasofya Şadırvanı Sanat Tarihi Raporu

İstanbul, Ayasofya Şadırvanı[1]

Selçuk Seçkin*

Sultan I. Mahmud tarafından Ayasofya’ya eklenen yapılardan bir diğer örnek “Şadırvan”dır. Sekiz mukarnas başlıklı mermer sütun üzerine oturan kemer düzenlemesi, orta bölüm kubbe ile, kenarlar ise geniş bir saçak ile örtülmektedir. Bu yapı yaklaşık 1740-41 tarihlerinde inşa edilmiştir. Sütunların üzerinde yer alan mermer kaplama kemerlerin dış yüzeyinde Mustafa Paşa’nın celi-sülüs hattıyla yazdığı bir kuşak yazısı vardır.

1

Burada İmam Busûrî’nin Hz. Muhammed hakkında Arapça olarak kaleme aldığı “Kaside-i Bürte”den on altı beyit yer almaktadır. Aynı kısmın iç yüzeyine baktığımızda kartuşlar içerisinde yer alan talik hattıyla yazılmış bir tarih manzumesi yer almaktadır. Emin adlı bir şairin yazdığı;

“ mührü sipihri mecdü şan Sultan / Mahmud i zaman / Her kavli fi’li heman nâmı gibi mahmûddur…” dizeleriyle başlayan kasidesi şadırvan iç yüzeyine devrin ta’lik üstatlarından Ahmet Ârif Efendi tarafından yazılmıştır.

2

Şadırvanın ortasında onaltı bölümlü barok kıvrımlar ile hareketlendirilmiş mermer su havuzu bulunmaktadır. Havuzun bölümlerinden her birinin dış bükey yüzeyi ikişer sütunce ile bölümlenmiştir. Sütuncelerin üst bölümlerinden çıkan barok-rokoko tarzı süslemeler ortada birleşmekte, sütuncelerin ortasında ise ortasındapirinç musluklar yer almaktadır. Sütunceli bölümün üzerinde bütün kıvrımlara uyum sağlayan friz şeklinde barok-rokoko süsleme şadırvanın bütün iç yüzeyini dolanmaktadır.

Mermer su havuzunun üst bölümündeki pirinç şebeke ile havuzun içerisindeki suya ulaşılması engellenmiştir. Mermer havuzun bütün kıvrımlarınınpirinç şebekede de devam ettiği görülmektedir. Özellikle mermer sütunların üzerinde pirinç malzeme ile devamı niteliğinde bir uygulama yapılmış ve yukarıya uzayan bütün levha şeklindeki şebeke bölümlenmeler alemlerle son bulmuştur. Havuzun en üst bölümü de kubbe formunda kafes şeklinde metal koruma ile kapatılmıştır. Ortasında mermer malzeme ile yapılmış şadırvan göbeği bulunmaktadır.

3

Şadırvanın üst örtüsü içten çıtalarla bölümlenmiş dar şeritlerle sıra sıra daralarak ortada  bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin ortasında bir göbek yer almakta göbek aşağıya doğru yeşil zeminin üzerine altın varaklı ışınsal çıtalarla dağılmaktadır. Üst örtüde barok-rokoko süsleme öğeleri, vazodan çıkan çiçekler, daha geniş yüzeyler ise baklava formunun daha da yuvarlatılmış olduğu bezemelerle dolgulanmıştır. Pirinç kafesin tepesinde lale biçiminde istiflenmiş el-Enbiya suresinin 21/30. Ayetleri “biz her şeyi sudan yarattık” şeklindeki Türkçe mealiyle Arapça yazı yer almaktadır. Bu alemin daha küçük boyutlu örnekleri pirinç şebekenin diğer tepelerinde de tekrarlanmıştır. Bu alemlerden iki tanesi mevcut halinde ters durmaktadır. (ön yüzü dış cepheye bakması gerektiği halde havuz yönüne döndürülmüştür.)

Dıştan kurşun kaplı ve alem ile son bulan kubbenin kenarlarında dışarıya doğru taşan geniş bir saçak bulunmaktadır. Saçağın iç yüzeyi de kubbenin iç yüzeyini tekrarlar şekilde süslenmiştir. Bu bölümde farklı olarak geniş yüzeyler çıtalarla karelere bölünmüştür. Saçağın ucu metal friz şeklinde aşağıya doğru sarkıt formunda dantela ile son bulmaktadır.

4 5 6

  1. Yüzyılda Avrupa etkisiyle gelişme gösteren çeşme ve sebil mimarisi, mimari tasarımının yanında süsleme öğeleri ve metal işçiliğiyle çok sayıda örnek ortaya koymuştur. Özellikle meydanlarda ve halkın önemli geçiş noktalarını oluşturan Üsküdar-Tophane-Kabataş gibi noktalarda inşa edilen su yapıları bu döneme has özellikleri de bünyelerinde barındırmaktadır. Su ile ilgili bir diğer yapı olan ve klasik mimaride cami ve revaklı avlu bütünlüğünde düşünülen şadırvan, Ayasofya’da, klasik dönem özelliklerinden farklı olarak, 18. Yüzyıldaki su mimarisindeki gelinen noktayı da, klasik şadırvanın ana yapısına katmıştır. Barok kıvrımlar, bezeme ve çatıdaki uygulamalar ile birlikte Ayasofya şadırvanı, Batılılaşma dönemi uygulamalarından klasik dönem etkilerini devam ettiren en başarılı uygulamalarından birisidir. Ayasofya şadırvanı avludaki konumlanışı ile de önem taşımaktadır.

Yapıda genel durumla yıpranma görünmese de, ayrıntılı incelendiğinde bozulmalar göze çarpmaktadır. Şadırvan havuzunun çevresinde yer alan pirinç aksamın özellikle iç yüzeyinde renk değişimleri, ek yerlerinde ise paslanmalar ve bozulmalar bulunmaktadır. Üst örtünün iç yüzeyinde yer alan, çıtalarla bölümlenmiş dar bordürlerde altın varaklarda dökülmeler görülmekle birlikte bitkisel süslemelerde de restorasyonlarda deformasyonlar yapılmış olup, bozulmalar görülmektedir. Köşelerin bağlantı noktalarında görülen açılmaların derinleşmiş olduğu ve ileriye dönük müdahaleler olmadığı takdirde ayrılmaya kadar gidebileceği tespit edilmiştir.

7 8

RAİMONDO D’ARANCO’NUN AYASOFYA ŞADIRVANI’NDA YAPTIĞI ONARIMLAR

İstanbul’da yaşanan ve pek çok yapının yıkılmasına ve önemli oranda zarar görmesine neden olan 10 Temmuz 1894 depreminden Ayasofya Şadırvanı da zarar görmüş ve o tarihlerde Osmanlı Ziraat ve Sanayi Mamulleri Projesi’ni hazırlamak üzere İstanbul’a gelmiş olan İtalyan mimar R. D’Aranco’ bu yapıda çalışmıştır. Şadırvanın onarımı için ilk girişim A. Batur tarafından yayımlanan belgelere göre [2], 28 Haziran 1898 tarihinde yapılmış fakat o yıla ait bütçe henüz onaylanmadığı için belgede yer alan masraf ve onarım kararı uygulanmamıştır.

Bu girişimden sonra 15 Mayıs 1900 tarihini taşıyan başka bir belgede D’Aranco’nun adı verilmekte olup restorasyon kriterleri de belirtilmektedir. Buna göre onarım için 20 000 kuruş masraf gerekmekte ve şadırvanın eski eser olması sebebiyle Müze-yi Hümayun Müdürlüğü’nden bir elemanın denetiminde olması gerektiği belirtilmektedir. Eldeki belgelere göre iki yıl sonra ise 15.970 kuruş onarım için ödenek artırımı istenmiştir.

A. Batur tarafından yayımlanan makaledeki belgelerde, şadırvanın Udine Kent Müzesi’ndeki çizimlerinde özellikle saçak süslemelerine önem verildiği, 1903 tarihli bir başka Osmanlıca belgede de “..mezkur şadırvanın kubbe ve saçaklarının mücellitkâri işlenmiş çiçeklerle müzeyyen oymaları kamilen kabartmalı oldukları cihetle bunların layikıyla tamiri…”  şeklindeki ifadeden saçak altındaki süslemelerin onarıldığı, masraf listelerinden de şadırvan çatısının ve saçakların yeniden inşâ edilerek yaldızlandığı ve boyandığı, su haznesinin mermer kaplamasının ve içerisinin onarılarak döşeme taşlarının elden geçirildiği, tunç şebekenin onarıldığı ve tunçtan 18 musluk monte edildiği ortaya çıkmaktadır.


[1]  Yapı ile ilgili olarak yararlanılan kaynaklar: Sezer Tansuğ; 18. Yüzyılda İstanbul Çeşmeleri ve Ayasofya Şadırvanı”, Vakıflar Dergisi, S. VI. Ankara 1965, s. 93-110, Sezr Tansuğ; Sezer Tansuğ; “Ayasofya Şadırvanı”, Ayasofya Müzesi Yıllığı, No: 3, İstanbul 1961, Semavi Eyice; “Ayasofya Kütüphanesi: Mimari”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul 1991, s. 217.R. Ekrem Koçu; “Ayasofya Şadırvanı”, İstanbul Ansiklopedisi. C. S. 1484.86

[2] Afife Batur; “Raimondo D’Aranco’nun İstanbul’daki Restorasyon Çalışmaları Bir Örnek Uygulama : Ayasofya Şadırvanı Restorasyonu”, Semra Ögel’e Armağan – Mimarlık ve Sanat Tarihi Yazıları. İstanbul 2000, s. 71-83.

 

Eminönü Şerefiye Sarnıcı 1.Dönem Restitüsyon Raporu

1-1 2 3 4 5

Halihazır harita
Halihazır harita
Uydu Hava fotoğrafı
Uydu Hava fotoğrafı

 

1982 yılı hava fotoğrafı
1982 yılı hava fotoğrafı
1966 yılı hava fotoğrafı
1966 yılı hava fotoğrafı
Pervititch Haritası
Pervititch Haritası
Sarnıç giriş duvarı
Sarnıç giriş duvarı
Güney Batı duvar görünüşü
Güney Batı duvar görünüşü
Kuzey doğu duvar görünüşü
Kuzey doğu duvar görünüşü
Sarnıca yakın dönemde eklenen betonarme odanın olduğu bölüm
Sarnıca yakın dönemde eklenen betonarme odanın olduğu bölüm
Ön cephe (giriş duvarı)
Ön cephe (giriş duvarı)

I-B.TARİHSEL ARAŞTIRMALARI İstanbul’un eski Eminönü ilçesinde,Ayasofya’nın batısından gelerek batıya doğru devam eden ve antik Mese yolunu takip eden ana caddede eski Forum Konstantinos olan Çemberlitaş meydanının ortasındaki Köprülü kütüphanesinin güneyinde yer alan ve şimdi yıkılmış olan eski Eminönü Belediye Binasının bodrumunda kalmıştır.

Harita 1:Şerefiye Sarnıcının Yerini Gösteren Plan
Harita 1:Şerefiye Sarnıcının Yerini Gösteren Plan

Peykhane sokak ile Boyacı Ahmet sokağın kesiştiği köşede yerdedir.BknzHarita1. Elde mevcut bir yapım kitabesi olmadığından eserin Doğu Roma (Bizans) yapısı olduğu ileri sürülürken Theodosius Sarnıcı;ll.Theodosius(408-450)döneminde yapılan Maksima Sarnıcı,Pulkeria Sarnıcı adları verilmesinin yanı sıra herhangi bir ad verilmeyerek bulunduğu sokağın adıyla Eşrefiye Sokağı sarnıcı olarak adlandırıldığı görülmektedir. Bu ad sokağın eski ismidir. Bu önemli Bizans yapısının neden orada yapıldığı ve yıllar içinde çevre ile olan ilişkisinin anlaşılabilmesi için öncelikle dönemindeki ilgili olduğu su şebekesinin bilinmesi lazımdır. Doğu Roma Devletinin başkenti olan İstanbul da su şebekesinin sistemli tam bir incelemesi yapılmamıştı, dolayısıyla bu sistemi teşkil eden yapı tipleri, bunların çalışma mekanizmaları, su şebekesinin beslendiği kaynaklar, suyollarının güzergâhları gibi konular tam olarak bilinmemekteydi. Sadece yapılan münferit çalışmalar vardı. Fakat son yıllarda İngilizlerin İstanbul ve çevresinde yaptığı bu konu hakkındaki çalışmalar çok aydınlatıcı olmuş ve konuya büyük açıklık getirmiştir.( J.Crow-J.Bardill- R.Bayliss The Wtaer Supply of Byzantine Constantinople London 2008)

Harita 2 İstanbul’a Trakya dan su getiren şebekesi (J.Crow dan)
Harita 2 İstanbul’a Trakya dan su getiren şebekesi (J.Crow dan)

Araştırmalar: İstanbul daki diğer kapalı sarnıçlar kadar araştırılmamıştır. Hakkındaki en eski bilgiler sırasıyla önce Mordtmann dan gelmektedir(A.D Mordtmann Esquisse Topographiquede Constantinople Lille 1892 s.70).Fakat hakkındaki esas büyük ilmi araştırma diğer su sistemlerinde olduğu gibi Forcheimer-Strzygowskı nin çalışmasıdır(Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı Byzantinischen Wasserbehalter von Konstantinopel Wien 1893 s.61).Yüzyıl başında bir Alman araştırmacı konu hakkında daha etraflı bilgiler vermiş ve yapının detaylı çizimlerini yayınlamıştır(K.Wulzinger Byzantinische Substruktion-Bauten Konstantinopels Jhb.des deutschen Arche-İnst 27 1913 s.370-395)Son ve geniş kapsamlı yayınlardan bir tanesi eski Alman Arkeoloji Enstitüsü Schneider in Byzans kitabıdır(A.M.Schneider Byzanz,Vorarbeiten zur Topographie und Archaeologie der Stadt- Istanbuler Forschungen 8-Berlin 1936 s.87).Araştırmalardan topğrafyaya dayanan en önemlisi 1989 da yapılan bir doktora tezidir.Bu tezde yapı etraflıca anlatılmış ve hakkında gerekli bilgiler verilmiştir(Özkan Ertuğrul İstanbul da Bizans Devri Su Mimarisi İstanbul) Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora tezi İstanbul 1989 s.317)Görüldüğü üzere Yerebatan Sarayı ile kıyaslanırsa hakkındaki çalışmalar çok azdır.Buna rağmen orijinal sütun başlıkları hakkında yazılan eserler de çok dikkat çekmiştir(W.Betsch The History,Production and Distribution of the Late Antique Capital in Constantinople Ann Arbor 1977 s.50-59,63,127,129-131,134,161-162,196-197,214,351-352) I-C. SANAT TARİHİ  ARAŞTIRMALARI I.İstanbul’un Fethinden önce su mimarisi Klasik çağlarda İstanbul ilk defa kurulduğu zaman Byzantion diye adlandırıldı ve kurulduğu yer olan Topkapı sarayı çevresinde bu ilk döneme ait 5 su kuyusu tespit edilmiştir. Bunlardan bir tanesi Topkapı Sarayının birinci avlusunda Dolap Ocağı denen yerdeki kuyudur.İstanbul M.Ö 2yy da Roma devletinin eline geçince şehir kademeli olarak genişletilmiş ve buna bağlı olarak şehrin su sistemi de gelişmiştir.Şehrin gerek Roma gerekse Bizans döneminde bu kadar teşkilatlı bir su sitemine sahip olması şu nedenlerle özellikle eski başkent Roma ile kıyaslanarak açıklanabilir. Roma da şehrin içinden geçen Tiber nehri eski başkente yeteri kadar su sağlayabiliyordu bu yüzden eski başkentte İstanbul’daki kadar sarnıç yoktur. İstanbul batıya doğru büyütüldüğünden şehrin gelişmesi hep tepelik engebeli arazide olmuştur. Bütün bunlara ilaveten şehirde az sayıda su kaynağı vardır artan nüfus ve ona bağlı olan imar faaliyetleri su ihtiyacını da arttırmıştır. İlerleyen zaman içerisinde özellikle 7. Ve 8.yüzyıllarda şehrin düşman saldırılarıyla kuşatılması esnasında dışarıdan şehre su getiren tesislerin tahrip olması ya da deprem gibi başka nedenlerden etkilenmesi su ihtiyacını daha da arttırmıştır. İstanbul da Bizans dönemi su şebeke sistemi hakkında ilk kapsamlı incelemeler 19yy da yapılmaya başlanmış ve günümüze kadar değişik yoğunlukta devam etmiştir. Yapılan münferit çalışmalarla birçok sistem unsuru yapı elemanı aydınlatılmışsa da bunların çapı sistemin esasını ortaya çıkartmaya yetmediği için, bu konuda bazı hipotezler ortaya atılmıştır. İstanbul da Bizans dönemi su şebeke sisteminin ilk oluşumu hakkında ileri sürülen bir yaygın görüşe, İstanbul un kuzeyindeki Belgrat Ormanı çevresinde yapılan bentler vasıtasıyla yerelsular toplanmış. Toplanan sular boru hatlarıyla Halicin kuzeyine getirilmiş. Oradaki derelerin vadileri su kemerleri yapılarak aşılmış. Haliç yönünden Eğri kapı civarında şehir suruna kadar getirilmiştir oradan şehre sokulduktan sonra belli bir yerde 3e ayrılmış üç ana koldan üç merkezde (Muhtemelen At Pazarı Fatih-Yeni Bahçe-Ayasofya) yer alan su taksim tesislerine ulaştırılmış ve böylece Buralardan şehrin tüm mahallelerine su dağıtılmış olabileceği ileri sürülmüştür. Bu akla yatkın görüşe ilaveten başka öneriler de vardır. Bunlardan şu çıkarımlar yapılabilir.   Şehrin batısında Trakya bölgesinden getirildiği düşünülen ilk suyolunun İmparator Hadrianus (117-138) tarafından yaptırıldığı ileri sürülür. Bu günümüzd de kabul edilen ve varlığı arkeolojik olarak ispatlana bilen bir görüştür (J.CROW The Water Supply of Byzantine Constantinople London 2008 s.14-15) Şehir 4yy da Romanın başkenti haline getirilince imar edilip nüfusun arttırılması ile birlikte getirilen su miktarı da arttırılmış olmalıdır ki bu arttırmaya yarayan en önemli tesis Valentinianus (Valens)(364-378) su kemeridir. Yeni başkentin yerüstü ve yer altı su yollarının inşa faaliyetleri yanında,yine bu dönemde(4yy da)yeraltında ve üstünde sarnıçlar yapıldığı bilinmektedir.7. ve 8. Yy dan itibaren bu tesisler önceleri batıdan gelen akınlarla ve zaman zaman yaşanan depremlerle tahrip olmuştur. Çeşitli zamanlarda yapılan onarımlar yeterli olmadığı için artık küçük çaplı sarnıçlar da yapılmaya başlanmıştır. Bunlar tahrip olmuş su taşıma sistemlerinin yetersizliğinden dolayı genellikle yağmur ve sızıntı sularla beslenecek şekilde inşa edilmişleridir. Şehre gelen suyun dağıtımı konusunda çok taraftar bulan bir diğer görüş de suyun çok yükseklerde yapılmış açık hava rezervuarlarında toplanıp buradan şehirdeki daha küçük sarnıçlara kanal veya borularla dağıtıldığıdır. Halk arasında mevzubahis olan ve şehrin neredeyse her tarafında Aya Sofya ya çıkan tüneller efsanesinin nedeni de budur(S.Eyice İstanbul’un Bizans Su Tesisleri Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi 5/2 1989 s.5)Sözü geçen bu üç açık su toplama havuzları günümüze kadar sağlam vaziyette gelmiştir. Fetihten sonra, Osmanlı devrinde şehrin su şebekesinin onarıldığı bilinmektedir. Valens su kemeri tekrardan hayata geçirilmiştir. Su kaynaklarını şehre bağlayan su kanalları onarılmış ve bakım işi için suyolcu denilen görevliler istihdam edilmiştir. İstanbul’un Bizans döneminde oluşturulan ve zaman içinde geliştirilen su şebeke siteminin başlıca bilinen elemanları kuyular, suyolları, su kuleleri, çeşmeler, ayazmalar, hamamlar, sarnıçlar olarak sayılabilir. Bunlardan bazılarını kısaca açıklayıp esas konumuz olan Yerebatan Sarayı ve Şerefiye Sarnıcı hakkında daha detaylı bilgiler vereceğiz.   II. Kuyular İstanbul’un Bizans döneminde n önce görülen kuyular bu dönemde hem sur içinde hem de sur dışında yeni ilavelerle kullanılmaya devam etmiştir. Bu kuyular taş ya da muntazam kesme taşlardan yapılmışlardır. Formları yuvarlak ya da köşeli başlayıp sonra yuvarlaklaşan biçimler gösterir. Ağız kısımlarında bilezik taşları yer alır. Bazılarında yukarıdan aşağı inen döner merdivenler vardır. Diplerinde kemerli(veya tonozlu)galeriler bulunabilir. Zeminleri taş kaplıdır. Hayvan gücüyle dolap usulü su çıkarılırdı İstanbul sur içinde şimdiye kadar Topkapı Sarayı çevresindekiler hariç başka bir örnek bulunamamıştır. III. Çeşmeler İstanbul’da günümüze çık az örnek gelebilmiştir. Yunan kültüründe görülen çeşmelere Nymphaion denir. Yunan ve onu takip eden Roma döneminde birçok değişik çeşme örnekleri yapılmıştır.(S.Eyice age s.11 J.CROW age s.9-10). IV. Ayazmalar Bunlar halkın su ihtiyacı için yapılmamışlardır dini su tesisleridir. Kelime manası Kutsal-Mübarek tir.Kutsal sayılan,şifa ve hayır getirdiğine inanılan bazı doğal su kaynaklarının genel olarak basit havuz ya da suya yaklaşmayı huşu uyandırarak sağlayan yapılardır. Belli aziz veya azizelere ithaf edilmişlerdir.İstanbul’da çok bulunurlar en önemlisi Ayvansaray’daki Blakherna Ayazmasıdır.sur dışında en meşhur olanı Zoodokhos Piği adıyla anılan Balıklı Rum ayazmasıdır. Bu ikincisi aynı zamanda İstanbul Rum Patriklerinin resmi mezar kilisesidir. (Ö.Ertuğrul İstanbul’da Bizans Devri Su Mimarisi İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi İstanbul 1989 s.78.E.Karakaya Ayazmalar Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi 1 1993 s.473-474 ). V-Hamamlar Yıkanmaya ve temizliğe yönelik tesisledir. Kaynaklarda çok sayıda hamam adı geçse de çok azı tespit edilebilmiştir. Ayrıca eldeki bilgiler bu yapıların mekân özelliklerini ve işlevlerini öğrenmek için yeterli değildir. İstanbul’daki bir zamanlar var olan Bizans hamamlarının erken örnekleri bilinen Roma Hamamlarından farklı değildir. En belirgin farklılıkları Roma Hamamlarında görülen aksiyalitenin kaybolmuş olmasıdır zaten bu yüzden mekân özellikleri tam olarak öğrenilememektedir. İstanbul’da kazılarla ortaya çıkartılan bu tip hamamlardan bazıları şunlardır, a-Sultanahmet Hipodrom yakınındaki Zeuksippos Hamamı 2yy sonu b-Valens Su Kemeri bitişiğinde Saraçhanede Kalenderihane yanındaki çifte hamam c-Sultanahmet Peykhane sokak da bulunan ve 5yy tarihlenen hamam kalıntısı(F.Özgümüş 2007 Istanbul Suriçi Arkeolojik Yüzey Araştırması Araştırma Sonuçları Toplantısı 26/1 Ankara 2009 s.5) VI.Sarnıçlar İstanbul’daki su sisteminin en önemli elemanlarındandır. Genellikle kâgir yer altı su depolarıdır. İstanbul un antik su şebeke sisteminin kapsamlı incelemesi olmadığından bu sarnıçların nasıl işlediği ve nasıl kullanıldığı hakkında tam bir fikrimiz yoktur. Sarnıçlar şehrin çeşitli yerlerinde yapılmışlardır. Ayrıca şehir dışında ve Anadoluda da görülürler. Bugün İstanbul da bilinen sarnıç sayısı 65 den fazladır. Yayınlananların yanında yayınlanmayanlar olduğu gibi tümden ortadan kalkmışlar da vardır. Hepsinin tüm bir envanteri çıkarılmamıştır. Sarnıçlar genelde açık ve kapalı sarnıçlar diye ikiye ayrılırlar. Üstü açık olanları sarnıç olarak değerlendirenler olduğu gibi farklı şeyler söyleyenlerde vardır. Mesela bunların büyük su toplama havuzları olduğu ve bu havuzlardan Sur hendeklerine su verildiği ileri sürülmüştür. Fakat bu öneri ilim dünyasında pek kabul görmemiştir.(S.Eyice age s.5). -Karagümrükteki Sarnıç (Karagümrük Stadyumu) Bu sarnıca Aetios Sarnıcı da denmektedir ana bu durum tam olarak açıklığa kavuşmamıştır.421 senesinde yapıldığı kabul edilir.Toprağa gömülü inşa edilmiştir.244X85m ölçülerindedir.15m derinliğindedir -Sultan Selim deki Çukur Bostan Bu su haznesi de yukarıdaki gibi toprağa gömülü olarak inşa edilmiştir.459 senesinde yapıldığı kabul edilip Aspar sarnıcı diye anılır. Fakat inşa tarihi daha sonra olmalıdır. Bitişiğindeki Selimiye Camisi altında kalan Bonos sarayının sahibi 7yy da yaşamış Vali Bonos tarafından yaptırılmış olmalıdır.15X152m ölçülerinde kare bir mekândır 11m derinliği vardır. -Fındıkzade Altı Mermerdeki Çukur Bostan Adı tam olarak belli olan tek açık hava su haznesidir. İmparator Anastasios zamanında(491-518) toprağa gömülü olarak yapılmıştır.170X147m ölçülerindedir. Mokios Sarnıcı olarak bilinir.   Üstü Kaplı Sarnıçlar: Kamu ya da özel binaların alt yapı olarak veyahut bağımsız inşa edilmiş tesislerdir. Bunların çeşitli fonksiyonları vardır.   1-Su ihtiyacı için yapılanlar şehrin suyunu karşılamak amacıyla inşa Edilmişlerdir. 2-Meyilli bir araziyi düzeltmek için yapılanlar üzerine oturacak binaya düz bir zemin teşkil eder. Bu tip kapalı sarnıçlara emprovize sarnıç da denir. 3-Bazen de bu alt yapılar sığınak olarak kullanılmışlardır. Üstü kapalı bu sarnıçlara ilave ten mahzen sarnıçlar denin bir grupta bazı Bizans kiliselerinin alt yapıları sarnıç sıvasıyla sıvanarak su ihtiyacını karşılamak üzere değişik fonksiyon verilmiştir. Bunun nedeni Bizansın son yıllarında şehre su getiren suyolları çalışamaz olmuş, su kemerleri gerek düşman istilası gerekse depremlerden zarar gördüğünden kullanım dışı kalmış dolayısıyla bu mahzen su sarnıçları su biriktirmek için çok işe yaramıştır. Üstü kapalı sarnıçların genel özellikleri şu şekilde açıklanabilir: Çoğunlukla kare planlıdırlar ancak bazı farklı plan tiplerinde de olabilirler. Duvarları düz olabildiği gibi bazen içten dıştan payandalarla takviye edilmişlerdir. Bunların üzerinde derin nişler vardır(Zeyrek Sarnıcı)Bunun nedeni su basıncına karşı statik bir koruma olmalıdır. Üst örtülerinde çeşitli tonoz tipleri kullanılmıştır. Bazılarının içinde destek yoktur ama genellikle üst örtü sistemi kolonlarla desteklenmiştir. Burada bizim konumuz olan Yerebatan ve Şerefiye sarnıcı bu tipe girer. Taşıyıcılar sütunlarla oluşturulur bazen payeler de vardır (ikisi karışık)Payeli olanlarda payeler genellikle Osmanlı döneminde mevcut sütunun ağır bir kılıf içine alınmasıyla statik amaçlı yapılmışlardır. Yerebatan Sarayı sarnıcında bunun örnekleri görülmektedir. Kapalı sarnıçlardaki sütun başlıkları başlı başına bir çalışma konusudur. Bu başlıklar devşirme olabildiği gibi özellikle belli bir sarnıç için yapılanları da vardır. Konumuz olan Şerefiye Sarnıcındakiler buna en güzel örnektir orijinal 5yy olup bu sarnıç için yapılmışlardır. Başlık tipleri geç antik dönemin özelliklerini gösteren türdendir. Korent, Kompozit ve Sepet başlıklar(=İmpost Başlık) kullanılmıştır. Sütunlar yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanır. Gene bir Geç Antik dönem özelliği olarak kemer ayağı ile sütun başlığı arasında ikinci bir başlık gibi duran impostlar bulunur.Bunlardan bazıları da İyonik Volütlere sahiptir bu tip 6yy İyonikl impostlar 6yy Jüstinianus devrine tarihleni. Bir çok sarnıçta devşirme olarak kullanıldığından tarihleme konusunda dikkatli olunmalıdır. Sütunların kaideleri iki kısıma ayrılır çoğunda iç bükey dış bükey kesitli Attik kaideler kullanılmıştır. Zemin kare tuğlalarla kaplıdır eğer Osmanlı tamiri varsa çokgen kaplama görülür. Zeminlerin bir noktasına su tahliye gideri vardır ve bu kısımları genel olarak yapı dışında inşa edilmiş kuyularla bazen de çeşmelerle bağlantılıdırlar. Tesislere su girişi ya da zemine iniş genellikle tonozların muhtelif yerlerinde açılan (Bir köşesinden )menfezlerle sağlanmıştır. Su bacaları 7 denen bu açıklıklar ile sarnıç yanındaki kuyunun aynı zamanda sarnıçta toplanan suyun bozulmasını önlemiş olabileceği ileri sürülmüştür. Bazen pandantiflerde görülen amfora delikleriyle bu açıklıklar karıştırılmamalıdır. Su getiren delikler künklerle birbirlerine bağlıdır.Bu tip künkler Zeyrekteki Zeyrek Sarnıcında yapılan restorasyon çalışması sırasında bulunmuşlardır. Yapıların duvarları kemer başlangıçlarına kadar taş ve tuğla örgüsü şeklinde yapılmış üzeri su geçirmez hidrolik sıvayla kaplanmıştır. Üst örtü ise tamamen tuğla ile inşa edilmiştir ancak sıvanmamıştır. Bazı yapıların duvarlarında konsollar bulunur kademeli dizilmişlerdir ama zemine ulaşmazlar.Bunların su seviyesini ölçmeye yaradığı düşünülebilir. Bazı yapılarda üst örtü bir duvarla çevrilidir ve buralarda pencere açıklıkları vardır(Zeyrek).   Sarnıçlarda kullanılan su geçirmez sıva sarnıcın için ne kadar su konacaksa o hizaya kadar duvarları kaplar. Bunların genellikle sütun başlığı seviyesine kadar oldukları görülür buradan da içindeki su seviyesinin bazen başlıkları da içine aldı anlaşılmıştır. İstanbul’da Sayısı bilinen kapalı sarnıçlar 65 den fazladır.Bizim konumuz olan Yerebatan ve Şerefiye sarnıcı haricindeki belli başlı kapalı sarnıçlar şunlardır.Sultanahmet Binbirdirek,Zeyrek Sarnıcı,Fatih Sultan Sarnıcı,Kadir Has Üniversitesindeki sarnıç,Soğuk çeşme Sokaktaki Sarnıçlar,Topkapı Sarayındaki Kapalı Sarnıçlar,Yedikule Studios Sarnıcı,Sultanahmet Manganlarda ki Sarnıçlar,Mercan Yokuşu Eski Bible House günümüzdeki Red House kitabevi altındaki Sarnıç,Fatih Müftü Ali mahallesi müftü hamamı sokaktaki sarnıç,Fatih Arat Pazarındaki Sarnıç,Fatih deki Otlukçu yokuşundaki sarnıç,Pammakristos olan Fatih deki Fethiye Camisi altındaki su dolu sarnıç,Hipodromdaki Sphendone sarnıcı ,Ayasofya nın altındaki sarnıç ,Eski adı Pantepoptes olan Esski İmaret camisindeki su dolu sarnıç,Karagümrük Kasımağa deki Sarnıç,Haydar Semtindeki Sarnıç,Eminönü Acı Musluk sokağı(şimdiki Cemal Nadir sokağı)nda bulunan Botaniates Sarayı denen yerdeki su dolu sarnıç,Beyazıt Antik Otelin altındaki Sarnıç,Beyazıt Yeniçeriler Caddesi Kafar Handaki sarnıçlardır.Sadece sur içerisinde değil İstanbul un başka semtlerinde de kapalı sarnıçlar bulunur Küçükyalıdaki Bryas Sarayı sarnıcı bunlara örnektir. ŞEREFİYE SARNICI Yaklaşık olarak 42.5mX25m ölçülerinde ki sarnıçta 4X8 olmak üzere 32 sütun vardır.

Resim 1 Şerefiye Sarnıcı içten
Resim 1 Şerefiye Sarnıcı içten

Eskiden üzerinde Arif Paşa konağı vardı.(Anonim’Arif Paşa Konağı’ Reşat Ekrem Koçu Ansiklopedisi 2 İstanbul 1959 s.1010-1011) Bu konak bir süre Eski Eminönü Belediyesi olarak kullanılmıştır.Başlıkların üslupları ve impostların süssüz oluşu hepsi 6yy önce 5yy ı başka bir deyişle ll.Theodosius (408-450) devrini işaret etmektedir.(Bu dönemdeki diğer imparatorlar Markianus (450-57),L.eon (457-474),Zeno(474-491)da ihtimallere dahil edilmelidir)..Geç antik çağın İstanbul’daki bu en önemli anıtı aynı dönemin Mimari plastiğinin incelenmesi bakımından İstanbul arkeolojisinde ayrı bir yere sahiptir.

Plan 1 Şerefiye Sarnıcı Kesiti (Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı den
Plan 1 Şerefiye Sarnıcı Kesiti (Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı den

Anlaşıldığına göre Sarnıç inşa edildiğinde Mese nin hemen yanındaydı. Bulunduğu meyilli araziyi Mese seviyesine çıkartmıştır. Bu kadar önemli bir yerde antik şehrin ana caddesinin üzerinde böyle sağlam bir alt yapı yapılmış olması yapının sadece caddeyi tutan,teras oluşturarak caddeyi genişleten ve civarına su sağlayan bir alt yapı tesisinin olmasının yanı sıra sağlam büyük ve itinalı mimarisiyle de üstünde bu özellikleri taşıyan ve Mese yi süsleyen bir üst yapıyı taşıması ve öncelikle de ona hizmet vermesi gereğini de akla getirmektedir.Mese nin anıtlarla süslü olduğu bilinir ama bu bölgenin nelere sahip olduğu bilinmemektedir.Şerefiye sarnıcının bulunduğu bölgeden başlayarak Beyazıt Soğanağa daki Star İşhanı’nın bulunduğu yere kadar bu tip alt yapı sarnıçlar mevcuttur bunların devirleri hemen hemen aynıdır 5 ve 6 yy lara tarihlendirilirler hepside arazinin denize doğru olan meyilini düzeltmek için yapılmışlardır(Şerefiyeden Beyazıt a giderken Mese üzerindeki Kafar Han da bulunan sarnıç 6.yy aynı hattı takip edince gene Mese üzerinde Tiyatro Caddesine cephesi olan Yüceller İş Merkezindeki alt yapı gene aynı paralel de ki caddede bulunan Aydın Saray İş hanının altındaki Roma Dönemi kalıntıları AntikOteldeki Alt Yapı ve son olarak Soğanağa Mahallesindeki Star İş hanında bulunan alt yapılar hep aynı fonksiyon için yani üzerlerindeki Forumlara ve binalar teras meydana getirmek için yapılmışlardır.)Mese’nin güneyi yani denize bakan tarafı meyillidir.Bu topoğrafyada eldeki bilgilere göre Şerefiye Sarnıcı ile Augusteion arasında 1 tane daha dev sarnıç bilinmektedir.Bu aslı Konstantinos dönemine tarihlendirilen Binbirdirek Sarnıcıdır.224 sütunlu bu abidevi yapı Philoksenus sarnıcı diye diye adlandırılır.

Plan 2 Şerefiye Sarnıcı Rölövesi
Plan 2 Şerefiye Sarnıcı Rölövesi

Şerefiye Sarnıcı 42,5mX25m ölçülerindedir.Dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır.Biraz tehlikeli olmakla beraber içine girilebilmektedir.Sarnıç içerisinde yapılan çalışmalar sırasında zemine kadar inilebilmiştir.Etrafını çevreleyen duvarlar tuğladır.Üst örtüsü kubbe-tonozlardan oluşmaktadır.(Resim 2)Üst tarafında Osmanlı Devrine ait taş çıkmalar mevcuttur.Üst örtü mekan içerisinde dikdörtgenin kısa kenarları boyunca dörder uzun kenarları boyunca sekizer olmak üzere 32 sütuna sahiptir.Sütunlar 5m yüksekliğinde olup yekpare mermerdendir.Gövdeleri yukarıya doğru hafifçe incelir.Attik Tipi sütun kaideleri çift kademeli kare blok şeklindeki postamentlere oturur.Sütun başlıklıları daha önce de belirtildiği gibi korent düzenindedir ve kemer ayağı ile sütun başlığı arasında kesik piramit biçiminde ikinci bir başlık gibi olan impostlar mevcuttur.Aşağıda bu konu hakkında daha detaylı bilgi verilecektir.Sarnıç sütun başlıkları hizasında duvar ile çevrelenmektedir.Bu duvar üzerinde 16 adet pencere açıklıkları bulunur.Sütunların çapı yaklaşık 0.80m dir. Sarnıcın inşaatında kullanılan tuğlalar 0.35m ölçüsünde ve karedir kalınlığı 0.04m olarak ölçülmüştür(Ö. Ertuğrul age s.319).

Resim 2 Şerefiye Sarnıcı Kubbe Tonozları
Resim 2 Şerefiye Sarnıcı Kubbe Tonozları

Yapıya giriş, güney-batı köşesinden olup, buradan güney duvara bitişik olarak aşağıya inen bir taş merdiven yer almaktadır. Bu merdivenin. Bu merdivenin üzerine son yıllarda beton dökülmek suretiyle yeni bir merdiven oluşturulmuştur. Yapının duvarları, sıva ile kaplı iken (Hidrolik Sıva) sütunlara oturan üst örtü sıvasızdır. Zemin tuğla plakalarla kaplanmıştır. Üst örtüde kubbelerde su bacalarının delikleri yer alır. Zeminde kuzey batı köşede su tahliye deliği vardır. Ayrıca buraya yakın bir yerde de dış tarafta bir su kuyusu yer alır ki bunlar birbirlerine bağlantılı olmalıdır. Şu anda bile yapıya doğu yönündeki duvardan sürekli olarak temiz su gelmektedir.   Yukarıda bahsedilen tuğla boyutları tüm sarnıç için standarttır. Zeminde kullanılan tuğlalar biraz daha büyük olup 039mX039m ölçülerindedir. Sarnıcın duvar birleşim yerlerinde su basıncına karşı koymak için yuvarlak Pahlar yapılmıştır. Bunların genişlikleri ortalama 0.20m dir. Duvarların tümünde yaklaşık 3.25m yükseklikte değişken kesitlerde oyuklar bulunmaktadır. Bunlar çok eski olup fonksiyonları bilinmemektedir. Bu oyukların birinden çıkan moloz sarnıç ana girişindeki merdiven sahanlığında kaide olarak kullanılmıştır. Hidrolik Horasan harcı kaplı duvarlarda yer yer sıva dökülmeleri görülür. Bazı kaynaklarda üst örgünün Osmanlı döneminde yapıldığı anlatılır(Biz bu görüşe katılmıyoruz).Sarnıcın ana girişindeki merdiven 28 basamaktan yapılmıştır. Duvara bitişiktir yapılırken orijinalinin üstüne beton dökülmüştür. Ahşap sahanlığı orijinal taş sahanlığın üzerindedir.Bu beton merdivene ilave edilen ahşap merdivenle zemine inilir. Merdivenin bitişik olduğu duvarda değişik kesitler ve kotlarda oyuklar mevcuttur. Üst kotta derin nişli pencere boşlukları vardır. Bunların oturduğu kısımlar hasar görmüştür. Sarnıcın duvar yüzeylerinde aşınmalar, kireçlenmeler harç kalıntıları tespit edilmiştir. Merdivenin bitişik olduğu diğer duvarda pencere nişi yoktur fakat yapının statiğini bozabilecek oyuklar mevcuttur üzerinde aşırı kireçlenme ve mantarlaşma vardır kuzey batısına gelen duvarda ise yoğun su akışı tespit edilmiştir. Bu duvarda kemer başlangıç seviyesinden itibaren derin pencere nişleri vardır. Bunlar daha az zarar görmüştür. En son duvar ise çok hasarlıdır ve sarnıcın statiğini bozmaktadır. Bunda da derin pencere nişleri görülür. Üzerinde tehlikeli boyutlara ulaşmış çatlaklar vardır. Sarnıcın üst örtüsü 45 adet kubbeden oluşur(Kubbe-Tonoz)Kubbelerin altlarında her bir köşede birer adet olmak üzere 4 adet su giriş haznesi bulunmaktadır.(Bu bilgiler Sarnıç için daha önce hazırlanmış bir rapordan alınmıştır. Ü.Serdaroğlu-M.Uğur Şerefiye Maksima-Theodosius Sarnıcı.Restorasyon Çalışmaları İst.Büyük.Şehir Belediyesi Tarihi Çevre Müdürlüğü Yayınlanmamış Restorasyon Raporu İstanbul 2005 s.23 Fakat burada kubbe pandantiflerinde görülen amfora delikleri de olabilir hatta böyle olması lazımdır.Statik açıdan binanın çok işine yarayan bu açıklıkların su sağlamak için kullanıldığına dair veriler ihtiyatla değerlendirilmelidir.)Her kubbe girişinde bulunan delikler değişken kesitlidirler ve bunların bazıları tahrip edilmiş olup eskiden Eminönü belediyesi varken havalandırma bacası olarak kullanılmıştır( 3 tanesi).Yapının duvarlarında görülen statik tehlike kolonlarında döşemesinde ve tavanında da görülür.Eski niteliksiz restorasyonlarda kırılmak suretiyle yapılan değişiklikler bazı kubbe bölümlerinde neredeyse %80 e varan orijinal malzeme kaybına yol açmış geri dönüşü imkansız hasarlara neden olmuştur. Sarınıcın döşemelerinde tespit edilen kırık yoğunlaşması kuzeye doğru artmakta ve kuzeyde batıda tamamen döşemsiz bir zemin halini almaktadır. Zemin döşemesinin tek kat olduğu anlaşılmıştır. Sarnıcın uzun kenarı boyunca oluşan kolonlar arası akslar döşemede de birer yol oluşturur gibi kenarlarda kullanılan karoların bir sıra halinde döşenerek aralarındaki karoların ise derzlerinin kaldırılmasıyla iki yanda bulunan karolar vurgulanmıştır.( Ü.Serdaroğlu-M.Uğur age s.24). Sarnıcın mevcut giriş kapısı kubbe kırılmak suretiyle oluşturulmuştur. Sütun Başlıkları:Yapıdaki sütun başlıkları orijinal olup devşirme değildir.Yarıfabrik korent düzeninde başlıklardır.Tam olarak bitirilmemişlerdir.Suyun içerisinde kalacağı ve kimsenin görmeyeceği düşünülerek böyle yapılmış olmalıdırlar.Üzerlerinde orijinal impostlar bulunur.(Resim 3)

Resim 3 Şerefiye Sarnıcındaki bir sütun ve başlığı (Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı den)
Resim 3 Şerefiye Sarnıcındaki bir sütun ve başlığı (Ph.Forcheimer-J.Strzygowskı den)

İstanbul’da Geç antik dönemde bu tip sütun başlıklarının üretilmesi ve nasıl kullanıldığı konusunda en iyi örneklerden biri Şerefiye Sarnıcıdır.( W.Betsch age s.32).Sarnıcın tümünde muhtemelen Prokennesos (Marmara Adası)mermerinden başlıklar ve impostlar yapılmıştır.Sütun gövdelerinin çoğu çamura saplanmış vaziyetteydi.Tüm impostlar sütun başlıkları ve sütun gövdeleri tek tiptir boyutları aynıdır.Mimari süslemenin çok iyi korunduğu görülür.Herhangi bir zara veya aşınma söz konusu değildir.Sadece bir başlığın köşesi kırıktır bu kırıkta antik çağda değil sonradan ve bilerek yapılmış olmalıdır.   Sarnıçtaki tüm başlıklar kolosal ölçülerdedir yükseklikleri 1m den fazladır.İstanbul’da bu tipteki en büyük sütun başlığı koleksiyonudur. (W.Betsch age s.50-51).Başlıklardan 32 tanesi kendi aralarında bazı detaylarda farklılık gösterirler bazıları kısmen bitirilmiştir.Bunlarda otuz adedi tam olarak yarım bırakılmıştır.Sadece üstlerinde merkezden ileri doğru uzanan kısımlarında yaprak lobları görülür.Bu yaprakların baştan savma yapıldığı hemen anlaşılır.Bu yaprakların sayısı 520 dir ve onlardan başka bir dekorasyona rastlanmaz.İki tane başlık tam olarak bitirilmemiş olmasına rağmen üzerindeki dekorasyon bitime yakındır.Bunlardan birinde süsleme başlığın üst kısmının üçte ikisini kaplar.Yüksek kabartma değildir merkezdeki yaprak lobları gibi alçak kabartma olarak yapılmıştır.Başlıklardan bir tanesinde en alt sıradaki akantus yaprakları yüzeye doğru uzanır.Abakusun dekor kalıbı (Yani nasıl süsleneceği kabartmaların nasıl yapılacağı)bitirilmiş fakat süssüz bırakılmıştır.Bir diğer başlığın yarım bırakılmış korent başlıklara en iyi örnek olduğu bilinir Betsch bunun tarihlemede çok yardımcı olduğunu ve diğer başlıklarla kıyaslandığında esas tarihi verdiğini yazar(W.Betsch age s.53)Başlıklarda kabartmalar 3 ana bölüme ayrılmıştır.Bunlardan ilk iki sıra akantus yapraklarını ihtiva eder en üst sıra abakustur .Kabartmalar yapılırken bazı izler çatlaklar halinde derin olarak açılmış ve dekorasyonuna fazla önem verilmemiş sadece kaba olarak işlenmiştir. Buradaki başlıklardan biri yüzeysel süslemesi ve dekorasyonun düzleştirilmiş haliyle klasik Roma Başlıklarından çok ayrı bir özellik gösterir.Abakusu çok basit olarak yapılmıştır ve kabarma kontürü yoktur. Üzerinde motf olmayışıda yarı fabrik olmasından dolayıdır.Abakusunun altında kalatos üzerinde helices leri yoktur onun yerine uçlarında kıvrımları olmayan yapraklar vardır.Akantuslar birbirleriyle bağlantılı değildir.Çiçek ve çiçek kınları bulunmaz onun yerine akantus yaprakları vardır.Tüm bunlardan statik kaygunun estetik değerlerin yerini aldığını gösterir.Bu tip başlıklar geç antik çağda Konstantinopolis tipi başlılarda çok görülür.Bu başlıklardaki en önemli özellik 2 bölgeli akantus yaprak sırasıdır(W.Betsch age s.54)Bu iki bölgeli başlıklardaki yarı-fabrik akantus yaprağı motifi her bir sırada 8 adettir. Her bir yaprağın 5 lobu vardır. Her bir tarafında ortada ileriye doğru çıkıntı yapan bir tanesi görülür. Bu kalabalık akantus yaprağı grubu diğer maskeli tipteki korent başlıklardakinden kolaylıkla ayrılabilirler çünki bu yaprakların işlenişi maskeli tipte olanlar kadar iyi düzenlenmemiştir. Sarnıçtaki başlıklarda üst kısımdaki yaprakların görünüşü biraz kaotiktir.( W.Betsch age s.55).Bu tip kalabalık korent düzeni başlıklar İstanbul da 5yy ilk çeyreğinde kısa bir süreliğine yapılmışlardır(Yaklaşık 400-425 arası) daha sonra da standart biçimli 4yy sonu 5-6yy a ait maskeli akantusları olan başlıklar ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni belki de kalabalık tipte olanın işçiliği daha zordur. Maskeli akantus tipi daha standart bir düzen sunar ve taş ocağı işçileri, için işlemesi daha kolaydır. Maskeli akantus tipinde olanlar kalabalık akantus tipinin stilize edilmiş halidir.Bunda da her bir akantusun ucu birbirlerine dokunu vaziyette yapılmışlardır.Şerefiyedeki başlıklar devşirme olmadığından ve de yukarıda açıklanan özelliklerinden dolayı400-425 arasına tarihlenirler(W.Betsch age s.56)Bu aynı zamanda yapı için terminus ad quem olduğundan tam tarih de vermektedir. İstanbul daki inşa tarihi içinde geç 4yy erken 5yy bir çok inanılmaz binan yapıldı dönemdir. Theodosius hanedanın ilk 3 imparatoru bu eserlerin banileridir. Şerefiye sarnıcı da bu imparatorlar devrinden olmalıdır. Anlatıldığına göre Pulkheria sarnıcı da bu dönemde 421 yılında inşa edilmiştir ama İstanbulda ki yeri bilinmez.Pulkheria (399-453) ll.Theodosius un kız kardeşiydi(408-450) Domus Pulkheria denen bir yapı şehirde bu kadın için yapılmıştı Şerefiye Sarnıcının bu sarayın alt yapısı olduğu ileri sürülmştür.Fakat bu konu tam olarak açıklığa kavuşmamıştır (R.Janin Constantinople Byzantine Developpement Urbain et Repertoire Topographique Paris 1950 s.203-204.Bu bölgeye antik çağda imparatoriçenin adına ithafen Pulkeriana denirdi ve bu sarnıcın yakınlarına aynı imparatoriçe tarafından bir de kilise inşa edilmişti J.Papadopulos L’Eglise de St.Laurant et Les Pulcheriana Studi Byzantini 2 1927 s.59-63 W.Betsch age s.57-58 )Eğer hakikaten bu sarnıç Pulkheria Sarnıcı ise o zaman Domus Pulheria denen saray sarnıcın güneyinde denize inen yamaçta olması gerekirdi.Çünki bu sayede sarnıçtaki suyun saraya ulaşması için yer çekiminden maksimum surette yararlanılmış olacaktı.Sarayın ve aynı adlı sarnıcın hepsinin aynı bölgede(lll.Bölge) olması gerekmez .Şerefiye sarnıcının güneyinde yapılacak kazılar bu konuya ışık tutacaktır. (W.Betsch age s58).Şerefiye sarnıcı için önerilen 5yy ilk çeyreği aynı zamanda başlıkların ve impostların da tarihidir.(400-425)Bu da şu manaya gelir ki bu impostlar İstanbul da bilinen en eski impostlardır.Bunlara en yakın tarihli olanlar şimdi çökmüş olan Studios sarnıcındakileredir ve o sarnıcında tarihi 463 den önce olmalıdır. O sarnıçtaki korent başlıklarda Kalabalık akantus tipi başlıklarıdır.Bu sarnıcında tarihi yaklaşık 400-450 yılları arasıdır.( W.Betsch age s.58-59). Şerefiye Sarnıcın Sanat Tarihindeki Yeri: Tarihlenmesi ve atfiyeti hakkında çok sınırlı kaynak olmasına rağmen topoğrafik veriler ve içerisindeki eşiz sütun başlıklarının detaylı incelenmesi. Şerefiye sarnıcı hakkında bize çok şey anlatmaktadır. Ayakta kalan İstanbul daki bu en eski Geç Roma anıtının daha fazla hasar görmemesi ve daha iyi korunabilmesi için sarnıcın aşırı yüklenmesinin önlenmesi sağlanmalıdır. Üzerindeki yükleri azaltmak amacıyla bazı binalar yıkılmış ve bu yığma yapının korunmasında önemli bir adım atılmıştır. Çalışmalarda mümkün olduğu kadar en az ve en iyi müdahale ile restore edilmelidir. Restorasyonda kullanılacak yeni malzemeler yapının mimari ve tarihsel kimliği göz önünde bulundurularak seçilmelidir. Yapının genel restorasyonu bittikten sonra periyodik olarak bakımı yapılmalıdır. Yapıda kullanılan taş, ahşap ve metal malzemeler de bu bakımlar sırasında gözden geçirilmelidir. Muhtemel bir bozulma olduğunda ya da yapıdaki elemanların fiziki ve kimyasal durumunu tehdit eden durumlarda en az ve en iyi müdahale ile sorunlar ortadan kaldırılmalıdır. Böylece yapıda büyük ve geri dönüşü olmayan hasarlar oluşmadan yapı onarılabilir.

I-D 1. DÖNEM RESTİTÜSYON RAPORU   5.Yüzyıl Theodosius dönemine ait olan sarnıç 21. Yüzyıla ulaşan tarihe tanıklık yapmış kültür miraslarımızdandır. Yapının iç bölümü, sütunlar ve kemer sistemi günümüze özgün hali ile ulaşmıştır. Yapının giriş bölümü duvarının Osmanlı döneminde inceltildiği, içeride üst kotta yer alan pencere açıklıklarının bazılarının değiştirildiği tespit edilmiştir. Bu tespitlere göre yapının 2 dönem restitüsyonu vardır. 5. Yüzyıla ait 1. Dönem restitüsyonu ile 19. Yüzyıla ait Osmanlı dönem restitüsyonu ‘ dur. Buna göre 1. dönem restitüsyonunda alınan kararlar şunlardır; •Çalışma sürecinde Çanakkale 18 Mart Üniversitesinden Doç Dr. Aydın Büyüksaraç ve Yrd. Doç.Dr.C.Çağlar Yalçıner’ in georadar yöntem yaptığı çalışmada sarnıcın duvar kalınlıkları tespit edilmiştir. Sarnıç duvar kalınlıkları değişkendir. Örneğin kuzeydoğu ve güney batı duvar kalınlığı 3.30 metre ve 3.60 metre arasında iken kuzey batı ve güney doğu duvarları 2.00 m. İla 2.70 m. Arasında değişmektedir. Bu çalışmalarda duvar kalınlıklarının eşit olmadığı görülmüştür. 1. Dönem restitüsyonda da bu kalınlıklar dikkate alınarak çizim yapılmıştır. •          Giriş kapısı duvar kalınlığından dolayı ileriye doğru alınmıştır. Yapıya nasıl girildiği ile ilgili elimizde veriler yoktur. Ancak mevcut merdivenin alt kısmında merdiveni taşıyan duvarın iç duvar yüzeyindeki tuğlalar ile aynı özellikte olması nedeni ile merdiven yerinin özgün olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle merdiven mevcut durumu ile korunmuş ve aynı nedenle sarnıca giriş kapısı da aynı aksta korunarak proje hazırlanmıştır. Giriş cephe pencereleri Osmanlı döneminde dikdörtgen formlu, düz atkılı olarak değiştirilmiştir. İlk dönem, iç duvarlarda mevcutta özgün durumu ile günümüze ulaşan pencere formu dikkate alınarak restitüe edilmiştir. Sarnıcın diğer duvarlarında da Osmanlı döneminde bozulan üst kot pencere formları mevcut özgün pencere formları ve izlerine göre restitüe edilmiştir.

  • Tuğla döşeme özgün olduğundan ilk dönemde de mevcut durumu ile korunmuştur.
  • Tuğla tonoz üst örtü ile sütunlar yapının ilk döneminden günümüze ulaştığı için mevcut durumları ile korunmuştur. Yakın dönemde tonozlarda açılan delikler özgün tuğla örgü sistemine göre kapatılmıştır. Kubbemsi tonozların orta kısmındaki hava delikleri mevcuttaki özgün olan havalandırma deliklerine göre restitüe edilmiştir.
  • Sarnıca ilk döneminde olduğu gibi mevcutta da sarnıca yer altı suyu gelmektedir. Bu su yüksekliği çalışma sürecinde ölçülmüştür. Aralık 2011 tarihinde 110 cm. Temmuz 2012-ekim 2012 tarihlerinde 145-155 cm. olarak ölçülmüştür.

Şark Meselesi Etrafında 19. Yüzyılda Emperyalist Batılı Devletlerin Osmanlı Coğrafyasındaki Azınlık Okullarına Etkileri

ŞARK MESELESİ ETRAFINDA 19. YÜZYILDA EMPERYALİST BATILI DEVLETLERİN OSMANLI COĞRAFYASINDAKİ AZINLIK OKULLARINA ETKİLERİ

Mehmet DERİ*

  • Bilim Uzmanı, Araştırmacı-Yazar

mehmet.deri@gmail.com

 

Özet: Aşağıdaki makalede, 19. yüzyılda Emperyalist Batılı Devletlerin Osmanlı coğrafyasındaki azınlık okullarına olan etkileri ve bu azınlık okullarını kendi emperyalist emelleri ve çıkarları doğrultusunda nasıl kullandıkları hakkında bilgi verilecektir.

Anahtar Kavramlar: Şark Meselesi, Osmanlı Devleti, Batılı Devletler, Emperyalizm, Misyonerlik.

Osmanlı Devleti, sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru Batılı Devletlerin, Amerika’nın ve Rusya’nın ilgi odağı haline geldi.[1]

Sanayi İnkılâbı’nı takip eden yıllarda büyük güçler dediğimiz Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleri, gerek hammadde kaynakları gerekse ürünlerine pazar bulmak için “emperyalist bir politika” benimsemişlerdir. Bu emperyalist politikanın yürütülmesinde Şark Meselesi’nin önemli bir rolü vardır.[2]

Şark Meselesi, Avrupalıların Osmanlı toprakları üzerinde çeşitli çıkarlar elde etmek ve devleti zayıflatmak, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarını ele geçirerek aralarında paylaşmak ve Türkleri buradan atmak, nihayetinde ise Osmanlı Devleti’nin geri kalan topraklarını paylaşarak tamamen ortadan kaldırmak amacıyla yürüttükleri emperyalist ve işgalci politikalarının bütününe verilen addır.[3] Bu dönemde Ortadoğu, Balkanlar, Boğazlar, Akdeniz ve çevresi jeopolitik ve jeostratejik önemi nedeniyle İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya arasında mücadelelere sahne olmuştur. Bu mücadeleye daha sonra Amerika’da eklenecektir.[4]

Batılı Devletler, Şark Meselesi’ni kendi istek ve çıkarlarına göre çözümlemek üzere Osmanlı Devleti’ne karşı izledikleri siyasette, devletten siyasi, ekonomik, ticari ve diğer alanlarda hak ve çıkarlar ile toprak elde etmenin çabasını sürdürmeye çalışırlarken, aynı zamanda her devlet, daha çok pay elde etme ve diğer rakip devletlerin kendi aleyhine gelişmesini önleme mücadelesini yapmıştır. Bu nedenle günün gelişmelerine ve siyasî konjonktüre göre Batılı Devletler arasında mücadeleler olmuş, Osmanlı toprakları Avrupalı Devletlerarasında çıkar çatışmalarına konu olmuştur.[5]

Burada yeri gelmişken Şark Meselesi kadar önemli olan, hatta birbiriyle iç içe olan Sömürgecilik/Emperyalizm/Kolonyalizm konusuna da değinmek istiyoruz.

Sömürgecilik; güçlü bir devletin iktisadi, ticari, siyasi, kültürel vb. alanlarda diğer devletler/toplumlar üzerinde maddi, manevi bir kontrol ve nüfuz kurmasıdır. Batı dillerindeki karşılığı ise Kolonyalizm’dir.[6]

Coğrafi Keşifler sonrasında sömürgecilik faaliyetleri hızlanmış; İngiltere, Fransa, Portekiz, Hollanda, İspanya gibi ülkeler dünyanın pek çok yerinde farklı adlar ve statüler altında birçok koloniler kurmuşlardır.[7]

Sömürgeciliğin/emperyalizmin, hedeflerine vasıtalarına ve uygulanış biçimlerine göre çeşitlerinin olduğu unutulmamalıdır. Bizim için konumuzu ilgilendirmesi bakımından burada kültür emperyalizmine değineceğiz.

Avrupa Devletleri, kültür emperyalizmini üç ayrı koldan yaymayı hedeflemişlerdir: Bunlar dini misyonlar (misyonerlik faaliyetleri), eğitim kurumları (azınlık okulları), hayır kuruluşları(hastane, eczane, sağlık ocakları, yetimhaneler, yurtlar, pansiyonlar vb.)’dır. Ayrıca konsolosluklar da siyasi, kültürel, ticari konularda ajan görevi üstlenmişlerdir.[8]

Kültür emperyalizminin uygulanmasında en önemli araç, şüphesiz ki yabancı okullar ile azınlık okulları olmuştur. Batılı Devletler bizzat kendilerinin açtıkları 1000’e yakın yabancı okulla, kuruluşlarını destekledikleri ve gereken her türlü yardımı yaptıkları 3000’e yakın azınlık okuluyla Osmanlı Devleti içinde, Avrupa kültür sisteminin ve zihniyetinin bir parçası haline gelmiş topluluklar oluşturmaya başladılar.[9]

Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan her Batılı Devlet, kendine hizmet edebilecek; dinine, mezhebine ve siyasi amaçlarına uygun olan milleti belirledi. Buna göre Amerikalılar Protestanları ve Ermenileri, İngilizler Protestanları ve Ermenileri, Ruslar Ortodoksları, Rumları ve Ermenileri, Yunanlılar Rumları himaye altına aldılar.[10]

Burada dikkat edilirse her devlet, bir şekilde kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda Ermenileri kullanmak istiyordu. Bunun neticesidir ki, Gregoryen Mezhebinden olan Ermeniler Batılı Devletlerin ve Amerika’nın emperyalist politikaları sonucunda Protestan ve Katolik Mezhebi’ne girerek üç ayrı mezhebe ayrıldılar ve bu üç farklı mezhebe mensup Ermeniler arasında şiddetli çatışmalar çıktı.[11]

Batılı Devletler, Osmanlı Devleti üzerinde güçlerini ve nüfuzlarını artırabilmek için gayrimüslimleri himaye altına alıp, onları kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda kullanmak istiyorlardı. Batılı Devletlerin bu siyaseti Osmanlı Devleti’nden ayrılmayı düşünen gayrimüslimlerin siyasi, ekonomik,  dini amaçlarına uygun düştüğünden gayrimüslimler bu duruma kolayca kabulleniyorlardı. Batılı Devletler, bizzat kurdukları yabancı okullar ve her türlü yardım ve desteği sağladıkları “azınlık okulları” vasıtasıyla eğitim-öğretim hizmetinin yanında, kendi emelleri doğrultusunda kullanmak istedikleri azınlıkları etkileri altına almaya başladılar.[12] Açılan bu azınlık okulları vasıtasıyla, azınlıklar üzerinde çıkar ve nüfuz mücadelesi başlamış, ayrıca azınlıklar üzerinde çok yoğun bir mezhep propagandası başlamıştır.[13] Bunun neticesinde Fransızlar, Ermeni okullarına dolayısıyla Katolik okullarına; İngilizler Ermeni okullarına, dolayısıyla Protestan okullarına; Amerikalılar Ermeni okullarına, dolayısıyla Protestan okullarına; Ruslar Ortodoks okullarına, Ermeni okullarına ve Rum okullarına; Yunanlılar Rum okullarına her türlü yardım ve desteği yapmışlardır.

Açılan bu azınlık okullarının amaçları ise:

-Gayrimüslimleri, eğitim ve propaganda yoluyla milli duyguları ve milli bilinci uyandırarak Osmanlı Devleti’nden kopmalarını sağlamak,

  • Hıristiyan olmayanları Hıristiyan yapmak,

  • Hıristiyanların dinlerini, benliklerini unutmalarını önlemek ve bu şekilde taraftar bulmak,

  • Osmanlı Devleti’nin ticaret, sanayi ve ekonomisini kendi tekellerine alıp kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek,

  • Çok sayıda Hıristiyan din adamı yetiştirerek Müslüman-Türk çocuklarını kültürel emperyalizm yoluyla din, dil, örf ve âdetlerinden kopmalarını sağlamak. Böylece dini ve milli benliklerini kaybetmelerini sağlamak,

  • Kendilerini himaye eden ve destekleyen Batılı Devletlerin ve ABD’nin Osmanlı üzerindeki emellerinin takipçisi olmak, gerekirse bu hususta ilgili devletlere rapor ve bilgi vermek,

  • Yetiştirecekleri elit bir grupla, Osmanlı Devleti’nin politikalarını kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmek,

  • Avrupa ve Amerikan sanayisinin ihtiyaç duyduğu hammadde için yer altı ve yer üstü zenginliklerini araştırmak ve bunları ilgili devletlere haber vermek. Nitekim azınlık okulları, yer altı ve yer üstü kaynaklarının zengin olduğu ve jeostratejik önem taşıyan yerlerde kurulmuştur.

  • Avrupa ve Amerikan kültür sisteminin ve zihniyetinin temsilcisi olup, bunu imparatorluk geneline yaymak,

  • Osmanlı topraklarını sömürge haline getirecek fikri alt yapının okullar vasıtasıyla gerçekleşmesini sağlamak,

  • Basın yayın araçlarını da kullanarak Avrupa ve Amerikan kamuoyunu kendi lehlerine, Osmanlı Devleti aleyhine kararlar alacak şekilde etkilemek.[14]

Avrupa Devletleri azınlık okullarına çok sayıda misyoner, ajan, öğretmen, kitap, dergi, broşür göndererek ders programları yoluyla azınlıkları kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştılar.[15]

Azınlık okulları ile bilmemiz gereken önemli iki husus; birincisi bu okulların o dönemde misyoner okulları olarak da görev yapması, ikincisi ise o dönemde bu okulların Amerikan ve Batı siyasi ve kültürel emperyalizminin uygulanmasında bir üs ve vasıta olarak kullanılmasıdır.

Azınlık okullarında Batılı ve Amerikalı misyonerler tarafından gayrimüslimlere, ayrılıkçı ve bağımsızlık fikirleri aşılanıyor, bu okullarda okuyan öğrenciler tam bir isyancı ve ihtilalci olarak yetiştiriliyordu. Rumların ayaklanıp bağımsız bir Yunanistan Devletini kurmasında (1829),[16] Bulgarların ayaklanıp bağımsız bir Bulgaristan Devleti’ni kurmasında (1908)[17] Ermenilerin sık sık bağımsızlık isteğiyle ayaklanmasında bu azınlık okullarının ve bu okullarda görev yapan misyonerlerin ve ajanların misyonerlerin çok büyük rolü olmuştur.[18]

Diğer yandan azınlık okullarında görev yapan misyonerler ve ajanlar aracılığıyla Avrupa ve Amerikan kamuoyu, Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtılıyor, azınlıkların kendi fitne ve fesatlıklarının sonucu olarak çıkardıkları isyanların Osmanlı Devleti tarafından haklı olarak bastırılmasını: “Türkler, Hıristiyan ahaliyi katlediyor” şeklinde propaganda yaparak Avrupa ve Amerikan kamuoyunu Osmanlı Devleti’ne baskı yapmaları ve kendileri için lehte kararlar almaları için harekete geçiriyorlardı. Batılı Devletlerin azınlık haklarını bahane ederek içişlerimize karışmalarının tarihi arka planı bu şekildedir. Azınlık okulları ve misyonerler bu hususta çok aktif rol oynamışlardır.[19] Bütün bunlar ise Batılı Devletlerin Osmanlı Devletini paylaşma planı olan “Şark Meselesi” etrafında gerçekleştiriliyordu.

Azınlık okullarının misyonerlikle olan ilişkisi için şu sözler oldukça anlamlıdır: Henry Jessup isimli misyoner: “Misyonerliğin başarısı için temel şart okullardır. Haddizatında bu esas gaye olmayıp bir vasıtadır. Şu da bir gerçektir ki, misyonerlerin veya İncil’in başka yollarla sokulmaya imkan bulamadığı birçok yerlere İncil, okullar vasıtasıyla sokulabilmiştir.”[20]

Yine bu hususta Amerikalı Prof. Dr. Mead Earle: “Osmanlı coğrafyasındaki azınlık okulları ve bu okullardaki misyonerler ve din adamları, dünyanın hiçbir yerinde Osmanlı ülkesinde olduğu kadar emperyalizme iyi ve başarılı hizmet etmemiştir.” diyerek bu gerçeği ifade eder.[21]

Azınlık okulları ile ilgili bilmemiz gereken ikinci husus ise, bu okulların Amerikan ve Batı siyasi ve kültürel emperyalizminin üssü ve vasıtası olarak kullanılmasıdır demiştik.

Aslında emperyalizmin tarihine baktığımızda, emperyalist faaliyetlerin misyonerlik faaliyetleriyle iç içe yapıldığını görmekteyiz. Zira misyonerlerin amaçları arasında bir ülkeyi siyasi ve idari açıdan hâkimiyeti altına almak (siyasi emperyalizm), sosyal ve kültürel açıdan hâkimiyeti altına almak (kültürel emperyalizm) gibi emelleri vardır.[22] Misyonerlik ve sömürgecilik arasındaki ilişkiyi vereceğimiz şu örnek daha iyi açıklar: Jomo Kenyatta isimli yaşlı bir Afrikalının bir İngiliz misyonerine söylediği şu söz çok anlamlıdır: “Siz Hıristiyanlar buralara geldiğinizde bizim toprağımız vardı, sizin İnciliniz. Hıristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua ve ibadet etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı almıştı, bizde onların İncilini almıştık.”[23]

Siyasi emperyalizmin azınlık okullarıyla olan ilgisine gelince: Batılı Devletler, dünyanın diğer yerlerinde tatbik ettiği sömürü sistemlerini Osmanlı Devleti’ne uygulayamamış, buna cesaret edememiştir. Zira Türk Milleti’nin mazisi, esaret kabul etmez karakteri, siyasi ve idari geleneği kayıtsız şartsız koloniyal/sömürü hâkimiyetini imkânsız kılıyordu. Batılı Devletler bunun farkında oldukları için Osmanlı Devleti için ayrı bir yöntem uygulamaya koydular. Bu sömürü yönteminin özü şuydu: Siyasi istiklale ve devletin toprak bütünlüğüne dokunmadan mevcut kapitülasyonlar ve yeni anlaşmalar yoluyla imparatorlukta iktisadi, ticari, malî ve kültürel hedeflere ulaşmaktır.[24] Bu nedenle Batılı Devletler, gayrimüslim azınlıkları kendi emelleri ve çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için çok sayıda azınlık okulu açtılar ve bu okullara gereken her türlü yardım ve desteği yaptılar. Bu okullardaki eğitim programlarını bizzat kendileri belirlediler, bu okullara çok sayıda ajan gönderdiler.[25]

Azınlık okullarını kültürel emperyalizm ile olan ilgisine gelince;

Daha öncede ifade ettiğimiz gibi Batılı Devletlerin desteğiyle açılan bu azınlık okulları, Avrupa kültür sisteminin ve zihniyetinin birer üssü ve vasıtası haline geldiler. Bu okulların Müslüman-Türk öğrencileri için öncelikli amacı, onları Hıristiyan yapmak değil, onları mümkün olduğu kadar dini ve milli değerlerine, kültürlerine, örf ve âdetlerine karşı yabancılaştırarak hatta düşman ederek kültürel emperyalizm yoluyla Müslüman-Türk öğrencilerine Batılı kültür ve değerler sistemini aktarmak ve benimsetmekti.[26]

Sonuç olarak söylemek gerekirse: Özellikle 19. yüzyılın ortalarına doğru “Şark Meselesi” etrafında şekillenen Batılı Devletlerin Osmanlı Devleti’ni paylaşma planları, Batılı Devletlerin Osmanlı’nın sadık tebaası olan gayrimüslimleri kendi emperyalist emelleri ve çıkarları doğrultusunda kullanmalarıyla hedefine ulaşmış, bu süreçte azınlık okulları çok önemli roller ve stratejik görevler üstlenmiştir.


[1] Osman Cilacı, Hıristiyanlık Propagandası ve Misyonerlik Faaliyetleri, DİB. Yay., Ankara 2005, s. 93; Ayten Sezer, “Osmanlı Devletinde Misyonerlik Faaliyetleri”, Osmanlı, C. 2, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, s. 185.

[2] Bayram Kodaman, “Şark Meselesi”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C. 11 Çağ Yay., İstanbul 1989, s. 208; Sezer, a.g.m., s. 186.

[3] Kodaman, a.g.m., s. 209.

[4] Sezer, a.g.m., s. 187.

[5] Kodaman, a.g.m., s. 210.

[6] Davut Dursun, “Sömürgecilik”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, C. 3, Risale Yay., İstanbul 1990, s. 494; Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yay., İstanbul 1996, s. 997; Komisyon, Türkçe Sözlük, C. 2, TDK. Yay., Ankara 1988, s. 1332.

[7] Bayram Kodaman, “Sömürgecilik (Kolonyalizm-Emperyalizm)”, DGBİT., C. 12, s. 23.

[8]Ayhan Doğan, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ve XX. Yüzyılın Başlarında Maraş’ta Misyonerlik Faaliyetleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 11, Konya 2004, s. 274; Kodaman, a.g.m., s. 24; İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990 s. 202.

[9] Kodaman, a.g.m., s. 24.

[10] Haydaroğlu, a.g.e., s. 199-200.

[11] Davut Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dini ve Siyasi Mücadeleler, ASAM Yay., Ankara 2000, s. 111-113, 163 vd; Abdurrahman Sağırlı, “Ermenileri Katolikleştirme Çabaları”, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, C. 1,  Erciyes Üniv. Yay., Kayseri 2007, s. 147-48.

[12] Haydaroğlu, a.g.e., s. 200.

[13] Şamil Mutlu, Osmanlı Devletinde Misyoner Okulları, Gökkubbe Yay., İstanbul 2005, s. 11.

[14] Halit Ertuğrul, Azınlık ve Yabancı Okulları Türk Toplumuna Etkileri, Nesil Yay., İstanbul 2005, s. 134-135; Haydaroğlu, a.g.e., s. 194; Cilacı, a.g.e., s. 120.

[15] Necdet Sevinç, Ajan Okulları, Dede Korkut Yay., İstanbul 1975, s. 106-107; Sezer, a.g.m., s. 185.

[16] Süleyman Kocabaş, Türk-Yunan Mücadelesi, Bayrak Yay., İstanbul 1984, s. 81-82.

[17] Ömer Turan, Avrasya’da Misyonerlik, ASAM. Yay., Ankara 2002, s. 12.

[18] Abdülkadir Yuvalı, “Ermeni İsyanlarında Misyoner Okullarının Rolü”, Yakın Tarihimizde Kars ve Doğu Anadolu Sempozyumu, Ankara 1999, s. 201-202; Seçil Akgün, “Amerikalı Misyonerlerin Ermeni Meselesinde Rolü”, Atatürk Yolu Dergisi, Yıl: 1, Sayı. 1, Ankara 1988, s. 3-4.

[19] Yeni Rehber Ansk., “Misyonerlik”, C. 14, Türkiye Gazetesi Yay., İstanbul 1993, s. 188; Yuvalı, a.g.m., s. 203.

[20] Sezer, a.g.m., s. 183.

[21] Remzi Kılıç, “Osmanlı Türkiye’sinde Azınlık Okulları”,Türk Kültürü, S. 431, Ankara 1999, s. 157.

[22] Cilacı, a.g.e., s. 41; Abdurrahman Küçük, “Misyon Anlayışı ve Misyonerlik”, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, 3. basım, Ensar Neşriyat, İstanbul 2005, s. 39; Bayram Kodaman, “Sömürgecilik (Kolonyalizm-Emperyalizm”, DGBİT., C. 12, s. 23.

[23] Cilacı, a.g.e., s. 15.

[24] Kodaman, a.g.m., s. 26.

[25] Kodaman, a.g.m., s. 27; Haydaroğlu, a.g.e., s. 199; Sevinç, a.g.e., s. 106.

[26] Şinasi Gündüz-Mahmut Aydın, Misyonerlik, Kaknüs Yay., İstanbul 2002, s. 108; Erol Kırşehirlioğlu, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Bedir Yay., İstanbul 1963, s. 15; Haydaroğlu, a.g.e., s. 195.

Beykoz İlçesi Akbaba Köyü Can Feda Hatun Camii Rölöve Restitüsyon Raporu

1

İÇİNDEKİLER

I.TARİHSEL ARAŞTIRMA

I.I. İSTANBUL MESCİTLERİNİN MİMARİ GELİŞİMİ(15.16.17.YY)

I.II.DÖNEM CAMİ ÖRNEKLERİ

I.III. TARİHÇE

II.RÖLÖVE RAPORU

II.I PLAN ÖZELLİĞİ

II.II CEPHE ÖZELLİĞİ

II.III.SÜSLEME ÖZELLİKLERİ

II.IV.BOZULMALAR

III.RESTİTÜSYON RAPORU

V.KAYNAKÇA

 

I.TARİHSEL ARAŞTIRMA

I.I. İSTANBUL MESCİTLERİNİN MİMARİ GELİŞİMİ(15.16.17.YY)

  1. yüzyılda İstanbul’da inşa edildiği tespit edilebilmiş olan 74 adet mescitten 8 külliye mescidi, mimari özellikleri bakımından özgünlüğünü koruyarak günümüze gelebilmişlerdir. 34 adet bağımsız ve tekke mescidi ise zaman içinde çeşitli tamirler ve yenilenmeler sonucu büyük ölçüde özgün karakterlerinin yitirmişler, daha geç dönemlerin mimari ûsluplarını günümüze taşıyarak gelmişlerdir. Bugün, geriye kalan 32 mescitten birçoğunun yerini dahi tespit etmek mümkün değildir. Bu mescitlerden tekke ve bağımsız mescitler grubuna girenlerin tamamına yakının, dikdörtgen ya da kareye yakın dikdörtgen olan, plan şemalarını korumuşlardır. Ancak bazılarının 17. yüzyılda İstanbul şehrinin yapılaşmasındaki yoğunluğun arasında sıkışıp kalarak planlarının zorunlu bir deformasyona uğradığı görülür. Bu açıdan farklılık yaratan mescitlerin dışında kalanlar, özgünlüklerini büyük ölçüde koruyarak günümüze gelebilmiş olan Sinan mescitlerinin plan şemalarıyla benzerlik gösterirler.

Gerek 17. yüzyıl İstanbul mescitleri, diğer dönemlerde inşa edilen mescitler gibi zaman içinde en çok tahribata (özellikle yangın ve depremler gibi doğal afetler sonucu) ve değişime uğrayan yapı tipleri olmuşlardır. Her iki dönemde de mimari karakterlerinin ve plan şemalarının fazlaca değişmeden günümüze gelebilen az sayıdaki örnekleri karşılaştırıldığında, planlarının yanı sıra örtü sistemlerinin (ki bunlar düz ahşap tavanlı ve kiremit örtülü kırma çatılardır) ve duvar örgülerinde kullanılan yapı malzemelerinin benzerlikleri dikkati çeker. Kare (Davud Ağa, Ahmed Çelebi ve Defterdar mescitleri) ve dikdörtgen (Mimar Sinan ve Sokullu) planlı Sinan mescitlerinin moloz taş (Davud Ağa, Hacı Hamza, Ahmed Çelebi), taş ve tuğla (Sokollu ve Mimar Sinan mescitleri, kesme taş (Defterdar ve Hasan Çelebi mescitleri) duvar örgüler 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde de karşımıza çıkmaktadır, örneğin Arapkapısı, Tuti Abdüllatif ve Kadirihane Mescitleri moloz taş duvar, Sirkecibaşı ve Yalıköy Mescitleri taş ve tuğla duvar, Bayrampaşa Külliyesi ve Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi Mescitleri ise kesme taş duvar örgülüdür.

Sinan ve 17. yüzyıl mescitlerinde genel olarak alt pencereler dikdörtgen açıklıktı ve taş söveli, üst pencereler ise kemerli ve alçı şebekelidir.

Genelleme yapıldığında diğer bir ortak özellik, minarenin yapıdaki konumudur. Yine Sinan mescitlerinde son cemaat duvarının bir ucunda ya da kütleden uzak, avlu kapısı yanında bulunan minare, 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde farklı bir konumda değildir. Anadolu Selçuklu çağının minareli taç kapılarını hatırlatan avlu kapısına bitişik minare uygulaması 17. yüzyılda inşa edilen Tulumcu Hüsam Mescidi’nde de minarenin giriş kapısı üzerine yerleştirilmesi ile tekrarlanmıştır. Sinan mescitlerinden Sokullu Mescidi’nin açık merdivenli “minber minare “sinin bir benzeri olarak, 1614 tarihli Arabacılar (Hoca Halil Attar) Mescidi’nin ilk minaresi gösterilebilir.

Sinan mescitlerinde son cemaat yeri, cephede beş ya da dört, yanlarda iki açıklıklıdır. Son cemaat yeri ile harimi ayıran duvarın merkezinde kapı ve iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Kapı merkezden sağa kaydırılmış ise, yanındaki iki pencere arasında bir son cemaat yeri mihrabı yer alır Bu düzeni 17. yüzyılın ilk yansına tarihlenen Defterdarburnu Mescidi’nin son cemaat yeri duvarında görülür. Ancak 17. yüzyılda inşa edilen mescitlerde son cemaat yeri, harim bölümünden çalınarak ya da kapalı mekanın giriş cephesine sonradan ilave edilerek yapılmıştır.

Klasik dönem Sinan mescitleri ile 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinin mimari açıdan karşılaştırılmasında, bazı farklılıkların dışında genel olarak klasik dönem ve onu takip eden 17. yüzyıl boyunca bu yapı tipinin benzer mimari özelliklere sahip olduğu ve herhangi bîr tipolojik gelişim göstermediği sonucuna varılabilir.

  1. yüzyıl Sinan yapıları, padişah, Valide Sultan ve sadrazamlar tarafından şehrin önemli mevkilerine cami ve külliyeler olarak inşa ettirilirken, bu asrın sonlarına doğru devlet bütçesinin zaafı, mimari alanda da etkili olmuş ve duraklama hissedilir bir şekilde belirmiştir. 17. yüzyıl ise, bu etkilerin en çok hissedilen asrı olmuş, büyük dini yapılar hemen hemen (Sultan Ahmed ve Yeni Camii gibi istisnalar dışında) hiç bir örnek veremez duruma gelmiştir.

Bu yüzyıl içinde, Fatih dönemi İstanbul’unun iskan sahaları yoğunlaşma ve dolayısıyla da gelişme göstermektedir. Yeni semtler ve mahalleler oluşmakta, şehir metropolünden uzaklaşmalar izlenmektedir. Bu yeni mahalleler sivil yapı gelişimlerini sürdürürken,  günlük dini ibadetin uzak semtlerde kalan büyük camilerden ziyade yeni oluşan mahallelere daha küçük ölçekli ibadet yapılarının yapılmasını teşvik etmiştir.

Özellikle bağımsız mescitler (Mahalle mescitleri) sivil mimariyi örnek almış, semt sakinin ibadet için başvurduğu, adeta evlerinin oda ve sofası gibi, sakıflı bir görüntü sergilemişlerdir. Yapıların semtlerde imkân bulduğu yer ölçüsünde, yolların kesiştiği köşelerde veya mahalle ortalarındaki alanlarda, fakat çok kere de sivil yapı blokları arasında inşa edilmişlerdir. Bütün bu unsurlar bize, mescit yapısının sivil mimari ile en sıkı biçimde bütünleşen ve kaynaşan bir dini yapı tipi olduğunu kanıtlamaktadır.

Ancak külliye mescitleri, ihtiva ettikleri işlevsel yapılar topluluktan ve banilerinin sadrazam, vezir, hanım sultan gibi kimseler olmaları sebebiyle bağımsız ve tekke mescitlerinden daha muntazam ve kaliteli bir mimari sergilemektedirler. Tekke mescitleri ise özellikle 17. yüzyılda bağımsız mescitlerin dönüştürülmesi ile oluştuklarından, onlarla aynı özellikleri gösterirler.

Mescitlerin yapı malzemeleri de, adeta bu yapısal etkinliğin değişmez bir normu olarak ortaya çıkarlar. 16. ve 17. yüzyıllarda bağımsız ve tekke mescitlerinde genelde moloz taş, taş-tuğla tekniği yaygın olmasına karşın, külliye yapılarında istisnasız kesme taşın kullanıldığı görülür. Çatı örtüsü yüzyıllar arasında benzerlik gösterirken 16. yüzyıldaki mescit yapılarında görülen direkli son cemaat yeri, 17. yüzyılda ortadan kalkmış bunun yerini harim kısmı bölünerek ya da yakın tarihlerdeki onarımlarda sonradan eklenen, genelde ahşap bir kısım olarak ilave edilen, son cemaat yerleri almıştır.

Mescitler çeşitli nedenlerle (özellikle yangınlar ve depremler sonucu) çok sık yıkılan ve tahribata uğrayan yapılar olduklarından, çoğu kez onarım görerek ya da yenilenerek günümüze gelebilmişlerdir. Bu nedenle onarıldıkları ya da yenilendikleri dönemin bezeme unsurlarını taşımaktadırlar. 17. yüzyıl içinde inşa edilen, fakat farklı dönemlere ait bezeme unsurlarının yer aldığı bir çok mescit yapısı ile karşılaşılmaktadır. Bunların çoğu yakın dönemlere tarihlenmektedirler. Bu nedenle 17. yüzyıl için, bu yüzyılda inşa edilmiş mescit yapılarındaki bezeme unsurları göz önüne alınarak bir üslup birliğinden söz etmek mümkün değildir

I.II.DÖNEM CAMİ ÖRNEKLERİ

16.YÜZYIL DÖNEM CAMİİ ÖRNEKLERİ

ÇAVUŞBAŞI CAMİİ(1538-1539)

Sinan eseri olan yapı enlemesine dikdörtgen planlı, beden duvarları iki sıra tuğla hatıllı kesme küfeki taşından, ahşap çatısı kiremit döşeli camiidir. Minare kürsüsü ve pabuç bölümleri kesme taştır, özgündür. Gövdesi 19.yüzyılın son çeyreğinde yenilenmiştir. Son cemaat bölümü ahşap direkli olup 1950 yılındaki onarımda kapatılmıştır. Pencere düzeni olarak alt kotta dikdörtgen formlu düz atkılı pencereler yer alırken üst kotta tepe pencereleri vardır. Almaşık duvar örgüsünde kullanılan tuğlalar klasik dönem Osmanlı harman tuğlasıdır.

Çavuş Başı Cami
Çavuş Başı Cami
Çavuş Başı Cami
Çavuş Başı Cami

ŞAH SULTAN CAMİİ

Sinan eseri olan camiinin beden duvarları bir sıra taş, iki sıra tuğladan örülmüştür. Minare kürsüsü de aynı düzende taş ve tuğladır. Fakat minarenin tuğla gövdesi 18.yy., yedi ahşap direkli son cemaat revağı 1971 onarımının ürünleridir. Camiinin klasik üsluptaki pencereleri, minberi, mihrap korkulukları yine son onarımda yenilenmiştir. Pencere düzeni alt ve üstte aynı aksa yerleştirilmiş sıralardan oluşturulmuştur. Cephe tuğlaları klasik dönem tuğlasıdır.

Şah Sultan Camii
Şah Sultan Camii
Şah Sultan Camii
Şah Sultan Camii

HÜRREM ÇAVUŞ CAMİİ (1562)

Mimar Sinan eseri olan cami Hürrem Çavuş tarafından yaptırılmıştır. Plan özelliği, ahşap direkli son cemaati ile Büyükçekmece Fatih  cami ile  benzerlik göstermektedir. Almaşık duvar örgülü camiinin günümüzde son cemaat bölümü kapatılmış, kadınlar mahfili betonarmeye çevrilmiş ve harim içerisinde olduğu söylenen merdiven diğer camilerde olduğu gibi dışarıya alınmıştır. Yalnız merdiven son cemaatte değil batı cephesine bitişik konumlandırılmıştır, dışarıdan çıkış verilmiştir.

Hürrem Çavuş Camii
Hürrem Çavuş Camii

17.YY – 19. YY  CAMİ ÖRNEKLERİ

ÜSKÜDAR BULGURLU CAMİİ (17. YÜZYIL)

Üsküdar ilçesinin Bulgurlu mahallesinde bulunan yapı son dönem geçirdiği hatalı restorasyonlar sonucunda özgünlüğünü yitirmiştir. Camii, Mehmed Ağa tarafından yaptırılmıştır. Minberini Bayram Paşa koydurmuştur. Yapının yapım tarihi bilinmemektedir. Ancak minberini yaptıran Bayram Paşa’ nın 1638 yılında vefat ettiğini kaynaklardan öğrenmekteyiz. Ayrıca ‘üsküdar Tarihi’ adlı eserde Sultan I. Mahmud’ un silahtarlarından Süleyman Ağa’ nın  yapı yakınında bir sübyan mektebi yaptırdığı bilgisi verilmektedir. I. Mahmud 1730-1754 dönemlerinde sultanlık yapmıştır. Demek ki yapı daha eski bir tarihte yapılmıştır. Bu bilgilere dayanarak yapının 1638’ den önce yapıldığını söyleyebiliriz.

Cephesi sıvanarak üzeri boyanmış olan yapının özgün duvar örgüsünü kuzey doğu duvarında bir bölümü dökülen sıva altından tespit etmekteyiz. Tuğla hatıllı moloz taş örgülü duvarlara boyanmadan önce çimento harçlı derz uygulaması yapıldığı yine sıvası dökülen bölümden görülmektedir.

17.32 m. x 9.55 m. ebatlarında dikdörtgen planlı caminin minaresi güneybatı duvarına bitişik konumlanmıştır. Caminin girişinde yine bu cephedeki kapıdan sağlanmaktadır. Minare kürsüsüne bitişik konumlanan demir profilli, trapez çatı örtülü muhdes girişin karşışın da camii giriş kapısı yer alır. Sağ taraftaki kapıdan minareye çıkılır.

Minare betonarme olarak tekrardan yapılmıştır. Üsküdar Tarihi adlı kaynaktan ulaşılan eski fotoğrafta minare yüksekliğinin kısa, formunun ise mevcuttakinden farklı olduğu tespit edilmektedir.

‘Üsküdar Tarihi’ İsimli kitaptan alınana yapıya ait fotoğraf
‘Üsküdar Tarihi’ İsimli kitaptan alınana yapıya ait fotoğraf

KEPENEKÇİ PİRİ CAMİİ

Keçeci Piri Camii
Keçeci Piri Camii

Keçeci Piri Camii, yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 17. yüzyıl yapısı olduğu tespit edilmiştir. Camii Keçeci Piri Ağa tarafından yaptırılmıştır. Camiye kuzey cephesinde, orta aksta yer alan kapıdan girilmektedir. Tavan bölümü ahşaptır. Ahşap olan minberi günümüzde fayans ile kaplanmıştır.

GENÇ OSMAN CAMİİ (1621)

Genç Osman, Osmanlı hükümdarlarından saltanatlık dönemi kısa süren padişahlardan biridir. 1617–1622 yıllarında saltanatlık yapan Genç Osman, 1621 yılında Lehistan seferine giderken Güngören’deki Genç Osman Cami’ni yaptırmıştır.

Genç Osman Camii ile ilgili kaynaklardan yeterli bilgi bulunamamıştır. 17. yüzyıl başlarında yapılan camii günümüzde özgün plan ve cephe özelliğini kaybetmiştir. Geç dönem (yapı üzerindeki onarım kitabesinde 1965 senesi yazılmıştır) onarımlarında camii genişletilmiştir. Yapının özgün olan tek bölümü minaresidir.

 

Genç Osman Camii
Genç Osman Camii

MESNEVİHANE CAMİİ (1844)

Fatih İlçesi’nde, Çarşamba’da, Tevkii Cafer Mahallesi’nde, İsmail Ağa ve Mesnevihane Caddelerinin köşesinde ,2286 ada,1 parselde Şeyh Mehmet  Murad el Nakşibendi (Ölümü: h.1264/m.1848) tarafından h.1260/m.1844 tarihli vakfiyeyle tesis olunmuş bir Nakşibendi tekkesi iken, daha sonra tamamen Mesnevi öğrenimine ayrılmış bir okul haline getirilmiştir.

Kaynaklarda “Darülmesnevî Tekkesi” olarak da anılan bu tesis, yakınında yer alan, Nakşibendîliğe bağlı Murad Molla Tekkesi’nin üçüncü postnişini Şeyh el-Hac Hafız Seyyid Mehmed Murad Efendi (ö. 1848) tarafından 1260/1844’te inşa et­tirilmiştir. Murad Molla Tekkesi’nin ikinci postnişini Ahıskalı Şeyh el-Hac Seyyid Abdülhalim Efendi’nin (ö. 1815) oğlu olan M. Murad Efendi, döneminde İstanbul’un önde gelen Afefmem sarihlerinden ve mesnevihanlarından birisi olarak tanınmış, bu tekkeyi de özellikle Mesnevi eğitimi ver­mesi amacıyla tesis etmiştir. Mesnevîhane Tekkesi’ni, kuruluş amacı ve fonksiyonu açısından diğer Nakşibendî tekkelerinden farklı kılan bu husus, klasik tasavvuf ede­biyatının temel eserlerinden olan Mesne­vi’nin, yalnız Mevlevîlerce değil bütün ta­rikatlar tarafından ne derecede benimsen­diğinin somut bir kanıtını oluşturur.

Almaşık duvar örgülü camiinin yüksek pencereleri düz atkılıdır. Üst bölümü tuğla kemerli geçilmiş, pencere aynası moloz taş ile örülmüştür.

Mesnevihane Camii (1844)
Mesnevihane Camii (1844)
Mesnevihane camii minaresi
Mesnevihane camii minaresi

TEKİRDAĞ ZAHİRE NAZIRI AHMET PAŞA CAMİİ(1830-1831)

Tekirdağ il merkezi, Ertuğrul Mahallesi’nde bulunan bu caminin yapım kitabesi günümüze gelemediğinden, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yazılı kaynaklarda Zahire Nazırı Tekirdağlı Ahmet Ağa tarafından 1830–1831 yıllarında yaptırıldığı bilgisi verilmektedir.

Tekirdağ Zahire Nazırı Ahmet Paşa Camii
Tekirdağ Zahire Nazırı Ahmet Paşa Camii

HOCA KASIM GÜNANİ CAMİİ (19. YÜZYIL)

Yapı fethi sonrasında yapılmış ahşap strüktürlü bir camiidir.1835 yılında II. Mahmut zamanında onarım görmüştür.

Camii ahşap strüktürlüdür, minaresi tuğla ve taştan örülmüştür.
Camii ahşap strüktürlüdür, minaresi tuğla ve taştan örülmüştür.

AKSEKİ CAMİ

Fatih dönemi yapılarındandır. Ahşap strüktürlü olan yapı 17. Yüzyıl ve 19. Yüzyıllarda onarım görmüştür. 1897 yılında Mehmet Şevki efendi tarafından bugünkü durumu ile ihya edilmiştir.

Akseki camii
Akseki camii

ı.ııI. TARİHÇE

AKBABA KÖYÜ

Akbaba köyü, kuzeyinde Poyrazköy’ün ve Anadolukavağı’nın bulunduğu, güneyinde Beykoz’un, doğusunda Dereseki köyünün ve batısında ise Tokatköy ve Ortaçeşmenin yer aldığı bir başka güzel Beykoz köyüdür. Akbaba köyünün Fatih Sultan Mehmed’in ordusunda savaşarak İstanbul’a giren gazilerden Ak Baba Mehmed Efendi tarafından kurulduğu söylenmektedir. Ak Baba Mehmed Efendi’nin türbesi Canfeda Hatun Camii’nin yanındadır. Canfeda Hatun Camii, 1580 yılında III.Sultan Murad’ın annesi tarafından yaptırılmıştır. Köyün diğer camii 1953 yılında yapılmıştır. Yine Canfeda Hatun tarafından yaptırılan bir hamamın da bulunduğu köyde ayrıca bir sebil çeşmesi de yer almaktadır.

Ünlü seyyahımız Evliya Çelebi’ye göre köy, on yedinci yüzyılda bir çarşıya ve hamama sahip olup, yüz haneden müteşekkildir. Evliya Çelebi Akbaba köyünü şu sözlerle betimliyor:

“Kiraz ve kestane mevsimlerinde İstanbul’un sefa ehli arabalarla Akbaba Sultan’a gider, çadırlar kurup iki-üç ay kestane ve kiraz faslı olur, can sohbetler ederlerdi.”

Akbaba köyüne ismini veren Akbaba Mehmed Efendi’ nin banisi olduğu Akbaba Tekkesi vardır. Tekke Can Feda Hatun Cami’ nin alt tarafında yer alır. Tekkeden sadece günümüze yıkık halde ulaşan tevhidhanesi ulaşabilmiştir (bkz.,İstanbul ansiklopedisi cilt 1).

Canfeda Hatun Cami Akbaba tekkesi içinde düşünülse de kaynaklarda tekkeye dahil olmadığı anlaşılır. Cami’ nin kuzeyinde Akbaba Köyü Mezarlığı vardır. Mezarlıkta Akbaba Mehmet Efendi’ ninde haziresi bulunur.

AKBABA TEKKESİ

Beykoz İlçesi’nde, Akababa Köyü’nde, Fener Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Bânisi  İstabul’un fethinde bulunmuş olan Akbaba Mehmed Efendi’dir. ‘’Gaziyân-ı Rûm ‘’ olarak adlandırılan gazi- dervişler zümresinin 15. yy’daki temsilcilerinden olan Akbaba Mehmed Efendi’nin hayatı hakkında bilinenler, birçok benzeri gibi , tarihi olmaktan ziyade menkıbevi bir nitelik arz etmektedir. Aslında Rum Abdallarından veya Ahîlerden olduğu halde ,16. Yy başlarından itibaren, hatırasına ve kurduğu tekkeye Bektaşilerin sahip çıkmış olması muhtemeldir. Fetih’ten hemen sonra, devlet tarafından ihsan edilen bu arazide tekkesini kurduğu, fümhat devirlerinin şenlendirme politikası gereğince, çevresini imar ettiği, zaman içinde burada, tekkenin adını taşıyan bir köyün oluştuğu anlaşılmaktadır.

İstanbul’un çevresindeki diğer Bektaşi tekkeleri gibi, Akbaba Tekkesi de, şehrin gürültüsünden ve halkın dedikodusundan uzakta, asude ve havadar bir ortamda yer almaktadır. Nitekim, zengin bir bitki örtüsüyle ve birbirinden leziz memba sularıyla çevrili olan Akbaba Köyü İstanbul’un en gözde mesirelerinden birisi olmuştu, Anadolu ve Rumeli’deki birçok yatırlı mesirede olduğu gibi, burada halkın sevgisini kazanmış ve kolektif hazfızada yer etmiş bir velinin gömülü olması , dinlenme ve eğlencenin yanısıra, ziyaretlere mistik bir boyut katmaktaydı.  Yaz kış misafiri eksik olmayan Akbaba Tekkesi’nin tam teşekküllü bir tarikat tesisi, olduğu anlaşılmaktadır.

Akbaba Tekkesi bütün diğer Bektaşi tekkeleri ile beraber , Vak’a-i Hayriye (1826) sırasında kapatılmış, dervişleri sürgüne yollanmış , daha sonra Nakşibendilere devredilmiştir. Yüzyıllar içinde muhakkak ki, bir takım onarımlar ve değişimler geçirmiş ilk tekke binasının bu arada tahribe uğradığı, belki de ortadan kaldırıldığı düşünülebilir. Vak’a-i Hayriye’den sonraki Nakşibendi tekkesinin, eski Akbaba Tekkesinin parlaklığı ile ilgisi olmayan, kendi halinde bir zaviye olduğu, bu dönemde tekkedeki gerilemeye paralel olarak çevresindeki köyün de küçüldüğü , nüfusunun azaldığı dikkati çekmektedir.

Tekke , son olarak ; 1876-1888 arasında, Nakşibendi Şeyhlerinden Buharalı Abdul Hakim efendi’ye İstanbul merkez kumandanı olarak hemşehrisi Abdülkadir Paşanın delaletiyle , tekkenin boş bulunan şeyhlik makamı verilmiş ve arkasından, şeyhin girişimi ve paşanın yardımlarıyla harap durumdaki tekke yeniden inşa edilmiştir. Abdülhakim Efendi’nin ölümünden sonra yerine oğlu Hafız Ahmed Mansur Mükerrem Efendi (ö,1961) geçmiş 1325’e kadar tekkenin postnişi olarak görev yapmıştır.

Akbaba Tekkesinin ilk yapısı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Günümüze intikal edebilen bina ise, boyutları ve mimari programı asgari düzeyde unutulmuş bir zaviye niteliğindedir. Kâgir bir bodrum üzerinde yükselen ve dış görünüşüyle sıradan bir ahşap konutu andıran bu tek katlı ahşap yapı , ufak bir tevhidhane ile iki odalı bir harem bölümünden ibarettir. Dikdörtgen pencerelerin aydınlattığı bu mekanlardan tevhidhanenin girişi bahçe yönünde, hareminki ise cadde üzerindedir. Harem bölümünde halen Akbaba (Canfeda Kadın) Camii ‘nin imamı olan, son şeyhin oğlu oturmakta, kullanılmayan tevhidhane yarı yıkık durumda bulunmaktadır ((bkz.,İstanbul ansiklopedisi cilt 1).

AKBABA MEZARLIĞI

Akbaba Canfeda Hatun Cami’ nin yanı başındaki yamaçtadır. Hala köy mezarlığı olarak kullanılmaktadır. Caminin hemen kenarında bulunana üstü açık durumdaki Akbaba Türbesinin yanından mezarlık başlamaktadır. 50-60 civarında eski mezar kalabilmiştir. Birçok mezartaşı düzensizdir. Ayrıca burada ilk Nakşi Şeyhi olduğu söylenen Buharalı Abdülhakim Efendi’ nin kabri bulunmaktadır. Bu kabrin orjinali bozulmuş olup baş ucu taşı insanların daha iyi görmelerini sağlamak için cami istikametine çevrilmiştir. Kalabilen tarihi mezarların en eskileri iki yüz elli seneliktir. Bunlar türbeye yakın olarak yerleştirilmiş, muhafaza edilmişlerdir.

CAN FEDA HATUN

Osmanlı sarayı hareminin, yönetiminde etkili olmuş cariyelerdendir. ‘’ Canfeda Hatun’’ , ‘’ Kahya Kadın’’ adlarıyla da bilinir. İstanbul’da camii, mescid ve sebil yaptırmıştır.

Cariye olarak saraya ne zaman girdiği konusunda bilgi yoktur. III. Murad döneminde (1574-1595) ünlendi. Nurbânu Valide Sultanın güvenini kazanan ve Topkapı Sarayı harem dairesinde en yüksek mevkii olan kethüda (kahya) kadınlık görevine getirilen Canfeda , III. Murad’ın baş hasekisi Safiye Sultan’ a karşı Nurbânu’nun yanında yer aldı. Bu ikisi II. Selim’in kızı Esma Sultan ve harem veliharcı Raziye Kadın’ı da yanlarına alarak padişaha birbirinden güzel cariyeler sundular. III. Murad’ı Safiye Sultan’dan uzaklaştırmaya, bir yandan da hareme bağlamaya çalıştılar. Bu sayede, devlet yönetiminde de diledikleri kararları aldırmaktaydılar. Örneğin, olanca dengesizliğine ve yetersizliğine karşın Canfeda’nın kardeşi Divane İbrahim beylerbeyi rütbesiyle Diyarbekir valiliğine atanmıştı. Bu dörtlü grup, olasılıkla dışarıdan rüşvet alarak önemli kamu görevlerine atanmalarda da etkiliydiler. Canfeda, dönemin tarihçilerince vurgulandığı üzere , III. Murad’a hergün birbirinden güzel cariyeler sunmakta ve onun kadınlara düşkünlüğünden yararlanmaktaydı. Nurbânu Sultan ölürken (1583) oğlu III. Murad’a Canfeda’yı koruyup onu gözetmesi ve onu kendi yerinde tutması vasiyetinde bulundu (bkz.İslam ansiklopedisi cilt 3)

Haremdeki konumunu III. Murad’ın ölümüne (1595) dek koruyan Canfeda Kadın, askere düşük ayarlı yada eksik ulufe dağıtılmasından kaynaklanan 1589’daki Beylerbeyi olayında ve 1593’teki sipahi eyleminde etkili oldu. Fakat yeni padişah III. Mehmed (1595-1603) saygı göstermekle birlikte Canfeda’yı Eski saraya gönderdi. Topkapı Sarayı’ndaki dairesinin özel eşyasıyla birlikte edindiği büyük serveti de götüren Canfeda’nın yeni görevi, ölen III. Murad’ın Eski saraya gönderilen 26 kızını evliliğe hazırlamaktı. Kendisine ilkin 100 akçe, daha sonra 200 akçe gibi çok yüksek bir gündelik ve yıllık ödenekler bağlanmıştı.  Canfeda Kadın yaşamının son yıllarını hayır işlerine adadı. Karagümrük’te eski bir mescidin yerine yeni bir camii (Canfeda Kadın Camii) ve mektep, Saraçhane’de bir sebil-çeşme, Kasımpaşa’da bir zaviye , Beykoz Akbaba’da bir mescid ve hamam İstanbul’a kazandırdığı eserlerdendir. Ayrıca harap mescitleri onartmıştır. Topkapı Sarayı Arşivi’ndeki vakfiyeleri ve vakıf muhasebeleri , serveti ve Mısır’a kadar uzanan hayırları konusunda fikir vermektedir. Mezarı Eyüb Sultan Türbesi civarındadır. Hadikâtü’l-Cevâmi’de yanlış olarak Canfeda Kadın’ın I. Ahmed döneminde (1603-1617) haremi-hümayunda kethüdalığa yükseldiği yazılmıştır (bkz.İstanbul ansiklopedisi cilt 2).

CAN FEDA HATUN CAMİ

Camii İstanbul, Beykoz ilçesi, Akbaba köyünde bulunan bir yapıdır. ‘İstanbul’ daki Ahşap cami, mescit ve tekkeler’ isimli Sanat Tarihi yüksek lisans tezinde yapının 1453 senesinden sonra yapıldığı bilgisi verilmektedir. Aynı çalışmada banisinin İstanbul Fethinde bulunmuş Akbaba Mehmet Efendi adındaki Bektaşi babAsı, tarafından yaptırıldığı bilgisi yer alır. Ancak bu bilgi yanlış olup cami nin banisi Can Feda Hatundur.

Beykoz’un Akababa Köyü’nde bulunmaktadır. Bânisi Canfeda Kadın’dır. İlk yapı günümüze ulaşmamıştır. Bugünkü cami, kâgir bir bodrum üzerinde yükselen ahşap kitlesi ile meskeni andıran bir görünüme sahiptir. Basamaklarla ulaşılan giriş, kuzey cephesinde , tam ortada yer almaktadır. Üzerinde küçük ahşap bir sundurma bulunur. Her iki yanında ikişerden toplam dört adet pencere vardır. Kapıdan önce kapalı son cemaat yerine girilmektedir. Burası dikdörtgen şeklinde olup her iki tarafı birer seki ile yükseltilmiştir. Tavanı çubuklarla dikdörtgenlere ayrılmıştır.

Yapının ana mekanı ile son cemaat yerini ayıran duvarda, ortada kapı ve bu kapının iki yanında birer dikdörtgen pencere vardır. Son cemaat yerinin sağ tarafında fevkani mahfile çıkan bir merdiven bulunur. Merdivenin alt boşluğu oda olarak kullanılmıştır. Yapının doğu ve batı duvarında ikişer tane pencere açılmıştır. Güneyde, tam ortada, yarım yuvarlak niş şeklinde tasarlanmış mihrap bulunur. Her iki yanında ikişer toplam dört pencere açılmıştır. Minberi ahşap ve vaaz kürsüsü taş olarak yapılmıştır. Her ikisi de güney cephesinde yer alır. Yapıdaki bütün pencereler dikdörtgen şeklindedir.

Yapıda ana mekana girildiği zaman , kapının her iki yanında maksureler yer almaktadır. Tavanı düz olup, pasalarla dikdörtgen çubuklara ayrılmıştır. Favkani kadınlar mahfilinde dört tane ahşap dikme ile beş açıklık sağlanmıştır. Kadınlar mahfili, düz balkon çıkması şeklinde olup , ahşap çerçevelidir. Bu bölüm dikdörtgen olup doğuda biri büyük, diğeri küçük iki dikdörtgen pencere açılmıştır, bunun aynısı batıda da tekrarlanmıştır. Yapının üstü dıştan meyilli çatı ile kaplanmıştır. Silindir biçimindeki minare silindir kesme taştan kaide üzerine prizmatik üçgenlerden oluşan pabuç küsü aracılığyla oturmaktadır. Yapının kuzeybatı köşesinde son cemaat yerinden geçilen ahşap bir oda bulunur. Her iki cephesinde söz konusu oda ikişer toplam dört pencere ile aydınlanır (bkz.İstanbul Ansiklopedisi cilt 3).

1871 yılında tamirat geçirdiği bilinen caminin minaresi 1953 yılında yeniden inşaa edilmiştir ( bkz. Hayatın Şekillendirdiği Mekanlar: Camiler).

II.RÖLÖVE RAPORU

II.I PLAN ÖZELLİĞİ

Beykoz ilçesi, Akbaba köyünde olan camii bir tepe üzerinde yapılmıştır. Yapı ile ilgili araştırma sürecinde yeterli bilgiye ulaşılmamıştır.

Yapı eğimli bir arazi üzerine inşaa edilmiştir. Kagir su basmanı üzerinde ahşap strüktür ile yapılmış camii özgün durumunu korumaktadır. Yakın dönemde yapılan yanlış müdahaleler sonucunda camiinin doğu cephesine bitişik olarak 2 katlı muhdes betonarme bir ek yapıldığı tespit edilmektedir.

Camii 2 katlıdır. Ana ibadet alanı üst kattadır. Üst kat bölümünde camii plan tipolojisi olan girişte son cemaat bölümü, onun önünde harim ve son cemaatin üst katında kadınlar mahfili mekan kurgusu bu cami de de vardır. Alt kat setin altında kalır ve üst katın oturum alanına göre daha küçük bir alanı kaplar. Mevcutta bu katta da ibadet yapılmaktadır. Bu kata bahçedeki kuzeybatı köşesinde bulunan merdivenlerden inilen setten girilmektedir. Bu sete birde çeşme bakar. Çeşme haznesine giriş üst kat bahçe zemin döşeme kotundan yapılmaktadır. Çeşme sete gömülerek inşaa edilmiş, kâgir bir yapıdır.

Cami dikdörtgen formdadır. 10.39 m x 9. 88 m. Ebadında olan yapıya batı yönünde 4.67 m. X 4.00 m. Ebadında imam odası vardır. İmam odasına bitişik olarak kuzey batı köşesinde de minare yer alır.

İmam odasına içeriden değil kuzey yönünden, dışarıdan girilmektedir. Minare güzelleştirme derneği tarafından 1953 yılında inşaa edilmiştir.

Camiye kuzey cephesi orta aksından 2 kanatlı ahşap orta göbekli kapıdan girilir. Kapı 160 cm. x 255 cm. ebadındadır ve özgündür. Kapı ön sahanlık kotuna bahçeden 2 basamak çıkılarak ulaşılır.

Kapının açıldığı son cemaat bölümü +0.40 m. Kotunda olup sağ ve sol bölümleri +0.46 m. Kotuna yükseltilmiştir. Son cemaatin giriş aksı karo siman kaplı iken yükseltilen bölümleri ahşap kaplamadır. Kadınlar mahfiline çıkış sağlayan merdivenler son cemaat giriş kapısının sağında kalır. Minare kapısı mahfil merdivenlerinin alt kısmında yer alır.

Son cemaat mahaline harimden 2 adet pencere açılmaktadır. Harime giriş kapısı son cemaate giriş kapısının karşı aksında yer alır.

Son cemaate kuzey cephesinden 4 adet, doğu cephesinden 1 adet pencere açılmaktadır. Dikdörtgen ebatlı olan pencereler kanatlı ve ahşaptır. Ön kısımlarında demir parmaklıkları bulunmaktadır.

Harim kapısının 2 yanına yukarıda da değinildiği üzere son cemaate bakan 1’ er adet pencere yerleştirilmiştir. Harim kapısından girilince sağ ve sol kısımda harim döşeme kotundan ortalama 10 cm. yükseltilmiş mahfil bölümleri yer alır. Harime doğru 1.50 m. Çıkma yapan mahfillerin ön ve yan kısımları ahşap korkuluklarla sınırlandırılmıştır. Kadınlar mahfili alt mahfil üstüne gelecek şekilde harime doğru çıkma yapmaktadır.

HARİM GÖRÜNÜŞÜ
HARİM GÖRÜNÜŞÜ

16

Harime doğu ve batı cephelerinde 2’ şer adet pencere açılırken güney duvarında mihrabın sağ ve solunda 2’ şer pencereden 4 adet pencere açılır. Pencereler dikdörtgen formda olup ahşap kanatlı doğramalardır. Doğramalar özgün nitelik taşımaktadır.

Mihrap nişi yarım daire formundadır ve beden duvarından dışarıya doğru çıkma yapmaktadır.

Duvarlarda kalem işi yoktur. Tavanlar ahşap çıta tanzimlidir. Minber ve vaiz kürsüsü ahşap olup özgündür.

Cami kısmi alt katı içten içe 7.62 m. X 5.63 m. Ebadında dikdörtgen tek mekanlıdır. Tavanı ahşap kaplamadır. Döşeme kaplamasıda ahşaptır. Mihrap nişi harim mekanı aksında yarım daire formundadır. Mihrap nişi harim nişi gibi dışarıya doğru çıkar. Nişin sağ ve sol yanında 1’ er adet pencere vardır. Bu mekana ahşap orta göbekli kapıdan girilir. Mekanın doğu cephesine yakın dönemde betonarme 2 katlı ek bir yapı yapılmıştır. Bu yapı kot farkından dolayı mevcut setin alt kotunda yer alır. Bu nedenle camii ana harim kotunun yer aldığı sette yapının üst tavan döşeme kotu caminin bahçesi olarak düzenlenmiştir.

Yakın dönemde yapılan bu ek yapıya alt kotta yer alan kısmı bodrum kattan açılan bir kapıdan ve camii bahçesindeki merdivenlerden inilerek ulaşılmaktadır. Bu bölümde ibadet yeri olarak kullanılmaktadır.

Rölövede harimin olduğu plan düzlemi zemin kat, kısmi bodrum katın olduğu düzlem 2.75 kot planı, ek yapının 2. Bodrum katı ise tabutluk olarak tanımlanmıştır. Yakın dönemde eklenen yapının kısmi camii bodrum katındaki katının dışında alt kotta arazi eğimi nedeni ile üçgen planlı 2. Bir katı daha vardır ve bu mekan tabutların konulduğu bir depo olarak işlevlendirilmiştir (bkz. Rölöve kat planları).

Camii parseli içinde yer almayan ancak cemaat tarafından kullanılan abdestlik ve tuvalet bölümlerinin mevcut durumuda bu proje kapsamında ele alınmıştır. Abdestlikler mevcut arazinin eğiminden dolayı üst sette yer almaktadır. Kadın ve erkeke tuvaletlerin alt kotta yer alır. Erkekler tuvaletine soldaki merdivenlerle inilirken kadınlar tuvaletine yoldan giriş verilmiştir. Yapı betonarme sistemde yapılmıştır.

Caminin minberinin korkulukları açısından incelendiğinde 19. Yüzyıl da yapıldığını söylememiz yanlış olmayacaktır. Ancak kapı boşluğundaki sivri kemeri ile de klasik dönemden izlerde taşımaktadır.

Harimden son cemaate bakış
Harimden son cemaate bakış
Bodrum kat
Bodrum kat
Son cemaat yeri
Son cemaat yeri
Bodrum kat mihrap nişi
Bodrum kat mihrap nişi
Doğu cephesine eklenen betonarme muhdes yapı
Doğu cephesine eklenen betonarme muhdes yapı
İmam odası
İmam odası

II.II CEPHE ÖZELLİĞİ

Yapı zemin katı ahşap strüktürlüdür. Eğimden dolayı bodrum kat duvarları ile üst kat su basman kotu kagir sistemde yapılmıştır.

Kuzey ve doğu cephelerinde su basman kotu mermer kaplamadır.

Yapının kuzey cephesi giriş cephesidir. Camii giriş kapısı iki kanatlı ahşap orta göbekli bir kapıdır ve cephe orta aksında yer alır. Kapının sağ ve solunda 2’ şer adet pencere yer almaktadır. Dikdörtgen formlu pencereler kanatlıdır. Söveleri ve denizlikleri ahşaptır. Pencere önlerinde demir parmaklıklar yer alır. Cephe 13 cm. yüksekliğinde ahşaplar ile kaplanmıştır. Giriş kapısının üstünde giriş saçağı vardır. Saçak tek eğimli sundurmadır ve üst örtüsü alaturka kiremittir. Giriş kapısına bahçe kotundan 2 basamaklı merdivenle ulaşılmaktadır. Camii çatısı kırma çatı olup alaturka kiremit kaplıdır. Cephenin sağında kuzeybatı köşesinde minare vardır. Minare betonarme sistemde yapılmış olup sıvalıdır. Minarenin yanında planda dışarıya doğru çıkan imam odası görülmektedir. İmam odası da ahşap strüktürlü olup cephesi ahşap kaplamadır. Kuzey cephesinde tek kanatlı giriş kapısı vardır.

Camii doğu cephesi ahşap kaplama özelliği kuzey cephesi ile aynıdır. Harime 2 adet, son cemaate 1 adet pencere açılır. Kadınlar mahfine ise birbirinden farklı ebatlara sahip 2 adet penceresi açılmaktadır. Üst ve alt kot pencerelerde demir parmaklıklar yapılmıştır. Pencereler kanatlı ahşap doğramaya sahiplerdir. Harime bakan pencereler 82 cm.x 161 cm. ebadında iken son cemaat penceresi 83 cm. x 104 cm. ebadındadır. Pencere söveleri aynı özellik gösterir. Kadınlar mahfili pencerelerinden sağdaki pencere 78 cm. x 58 cm., soldaki pencere ise 70 cm. x 86 cm. ebadındadır.

Arka cephede zemin kat ahşap kaplama iken bodrum kat çimento harçlı sıvalı duvardır. Harç üzerine moloz taş görünümü verilmek istenmiş ve derzlenmiştir. 2 kattada mihrap nişleri cephe duvarlarından dışarıya doğru yarım daire formunda çıkma yaparlar. Zemin kat mihrap nişi çapı bodrum kat mihrap nişi çapından daha fazladır. Zemin katta mihrap nişinin sağ ve sol yanlarında 2’ şer adet pencere vardır. Doğu cephesindeki harime bakan pencerelerin aynı özelliklerini taşımaktadırlar. Bodrum kat pencereleri ise nişin sağ ve solunda 1’ er adettir. Zemin kat pencerelerine göre daha dar olan pencereler zemin kat pencereleri ile aynı aksta değillerdir.

Arka cephede camii cephesinin sağında muhdes olan betonarme yapı cepheside görülür. Arka cephenin solunda ise imam odası cephesi ve bu odanın üzerine oturduğu set duvarı görülmektedir. Bu duvarın devamında çeşmede görülmektedir. Çeşme özgün karakterini kaybetmiştir. İmam odasına açılan 2 adet giyotin ahşap pencereler bu cephede yer alır.

Batı cephesi eğimli arzi nedeni ile 2 kot olarak görülmektedir. Zemin katta camii harimine açılan 2 adet pencere vardır. Bu pencere aksındaki alt kotta bodrum katta giriş kapısı yer alır. Kapı süt kısmında sabit pencere bulunmaktadır. Bu pencerenin yakın dönemde sadece iç mekana ışık gelmesi için yapıldığı yüksek ihtimaldir. Bodrum katta arka cephede olduğu gibi duvarları kagir olup sıvalıdır.

İmam odasının bu cepheye bakan 2 adet penceresi vardır. Minare cephenin solunda kalmaktadır.

Minare pabucu kare planlı, kürsüsü baklava dilimleri ile gövdeye bağlanmaktadır. Gövde daire formundadır. Şerefe altında ‘C’ ve ‘S’ profilleri ile geçiş sağlanmıştır. Şerefe üst gövdesi kısa tutulmuştur. Külah kısmı kurşun kaplamadır.

II.III.SÜSLEME ÖZELLİKLERİ

Cami küçük bir köy mescidi olup kalem işlerine sahip değildir. Ancak uygulama sırasında öncelikle araştırma amaçlı boya raspası yapılması önerilir.

II.IV.BOZULMALAR

Yapı genel olarak günümüze iyi durumda ulaşmıştır. Kullanılan ve bakılan bir yapıdır. Zaman, doğal koşullar ve yanlış müdahaleler neticesinde yapıda hasarlar olmuştur. Özellikle yapının doğu cephesine eklenen betonarme yapıdan dolayı camii beden duvarlarında rutubetlenme çok fazladır. 2 yapı arasındaki üst yalıtım iyi yapılmadığından ara birleşim noktasından duvarlar su almaktadır.

Camii iç kısmında  kadınlar mahfili döşemesinde sehim vardır.  Cephe kaplamalarında boya dökülmeleri, kabarmaları doğal koşullar nedeni ile olmuştur. Pencere demirlerinde malzeme kaybı, uç kısımlarında eğilmeler vardır.

Minare özgün değildir 1953 yılında yeniden yapılmıştır. Bodrum kat dış duvarları çimento harç ile sıvanmıştır. Çeşme ön yüzü sıvası yakın dönemde itinasız bir şekilde yenilemiştir.

Doğu cephesi (önündeki teras altında muhdes betonarme yapı bulunmaktadır)
Doğu cephesi (önündeki teras altında muhdes betonarme yapı bulunmaktadır)
Doğu ve kuzey cephesi
Doğu ve kuzey cephesi

 

Kuzey cephesi
Kuzey cephesi
Güney cephesi (camii ve yakın dönemde eklenen muhdes yapı)
Güney cephesi (camii ve yakın dönemde eklenen muhdes yapı)
Batı cephesi
Batı cephesi
Parsel dışında bulunan abdestlikler
Parsel dışında bulunan abdestlikler
Parsel dışındaki abdestlik altına yapılmış tuvalet binası
Parsel dışındaki abdestlik altına yapılmış tuvalet binası

BATI CEPHESİNDE YER ALAN ÇEŞME

Çeşme klasik dönem yapısı olup 16. Yüzyıldan günümüze gelen önemli bir eserimizdir. Caminin 19. Yüzyılda onarım geçirdiği bilinse de çeşme ayna taşının mimari özelliği nedeni ile yapının ilk döneminden günümüze ulaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Günümüzde cephesi sıvalı olduğundan cephe özelliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Üsteki stin altında kalan haznesi 0.89 m x 2.71 m. Ebadında dikdörtgen planlıdır. Hazneye üst kottaki kapaktan girilmektedir. Yüksekliği 1.04 m. Dir. Çeşmenin sıvalı cephesinden cephesinin kaba yonu taş duvar örgüsüne sahip olduğı görülmektedir. Suluk kısmı ile ayna taşı ‘C’ ve ‘S’ kıvrımlı motiflere sahiptir.

 III.RESTİTÜSYON RAPORU

Yapı ile ilgili çalışma sürecinde görsel ve yazılı bir kaynağa ulaşılamamıştır. Bu nedenle yapıdaki izler ve dönem analizleri dikkate alınarak bir restitüsyon projesi hazırlanmıştır.

Buna göre restitüsyonda alınan kararlar şunlardır;

-Yapı cephe sistemi mevcut durumu ile korunmuştur. Bodrum kat kagir olan bölümler moloz taş olarak işlenmiş, su basman kotu ise taş olarak önerilmiştir. Mevcutta su basman seviyesi mermer kaplamadır. Dönem örnekleri incelendiğinde ahşap strüktürün alt kısmında ya kesme taş, yada almaşık duvar örgüsü kullanıldığı tespit edilmiştir. Buna örnek olarak Kasap İlyas cami ve Hacı Hamza camii gösterilebilir. Bu nedenle cami su basmanı kesme taş önerilmiştir. Ancak uygulama sırasında mermer kaplama kaldırılmalı ve alttaki örgü sistemi tespit edilmeli gerekli görülürse proje revize edilmelidir.

-Camii pencere sistemi ve düzeni de mevcuttaki gibi bırakılmıştır. Harim ve son cemaat pencereleri ahşap kanatlı sistem olarak önerilirken, imam odası pencereleri mevcut durumu gibi giyotin olarak bırakılmıştır. 2 ayrı pencere sistemi Fatih ilçesi Kasap İlyas camiinde de görülmektedir. Bu cami de de son cemaat mahallinde de giyotin pencere kullanılırken harim pencerelerinde kanatlı sistem kullanılmıştır. Bu nedenle yapı ile ilgilide bilgi olmadığından pencere sistemleri mevcut durumu ile korunmuştur.

-Zemin kat ve bodrum kat döşemesi ahşap olarak önerilmiştir. Sadece son cemaatte kapı aksındaki giriş döşemesi karo siman olarak mevcuttaki gibi bırakılmıştır.

-Kapılar mevcutta özgün olduğundan aynen korunmuştur.

-Bodrum kattaki mihrap nişi camilerde alt katlarda ibadet mekanı olmamasında dolayı kaldırılmıştır. Aynı zamanda mevcut mihrap duvar kalınlıkları rölöve de 10 cm. olarak tespit edilmiştir. Bu duvar kalınlığı yapı özgününde de olması zor bir ihtimal olduğundan niş kaldırılmış, bu bölümde kagir duvar devam ettirilmiş, yapının ışık alması için mevcut pencereler kagir duvar içinde açılarak üst kat pencere sisteminde önerilmiştir.

-Çatı örtü sistemi ahşap strüktürlü olup alaturka kiremit olarak korunmuştur.

-Minare özgün değildir. Cami ile ilgili elimizdeki belgeler yetersizdir. Yapının 1453 sonrasında yapıldığı, yapının bulunduğu tekkenin 1876-1909 yıllarında ihya edildiği bilinmektedir. Ancak camiinin hangi dönemde onarıldığı bu onarımlarda minarenin yenilenip yenilenmediği gibi bilgilere ulaşılamadığından yapılan dönem analizi örneklerinde camii kütlesi ile yarışmayan klasik dönem ve geç dönemde de uygulama örneklerinin görüldüğü bir minare örneği restitüsyonda önerilmiştir. Bu örnekte Genç Osman Camii minaresi olarak kabul edilerek camii kontür gabarisine uygun olarak restitüe edilerek çizilmiştir. Pabuç ve kürsü kısmı kesme taş olan minarenin gövde bölümü sıvalı olarak çizilmiştir. Şerefe alt kısmı ‘C’ ve ‘S’ kıvrımlı olarak önerilmiştir. Şerefe korkulukları taş olarak çizilmiştir. Minare gövdesi mevcuttaki gibi yuvarlak planlıdır. Külah kısmı kurşun kaplamadır.

-Vaiz kürsüsü ve minber özgün durumu ile günümüze geldiğinden aynen korunmuştur.

-Camiye yakın dönemde eklenen betonarme yapı kaldırılmıştır.

BATI CEPHESİNDE YER ALAN ÇEŞME

Çeşme klasik dönem yapısı olup 16. Yüzyıldan günümüze gelen önemli bir eserimizdir. Caminin 19. Yüzyılda onarım geçirdiği bilinsede çeşme ayna taşının mimari özelliği nedeni ile yapının ilk döneminden günümüze ulaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Günümüzde cephesi sıvalı olduğundan cephe özelliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Sıvalı olan duvarlarında kaba yonu taş duvar örgüsü anlaşılmaktadır. Çeşme ayna taşı taştır. Ayna taşı ve üzerindeki niş bölümü mevcut durumu ile korunmuştur. Restitsüyonda mevcutta avlu kotu altında kalan yalak kısmı kot aşağıya alınmak sureti ile restitüe edilmiştir. Elimizde belge olmadığından basit bir öneri getirilmiştir. Uygulama sırasında avlu kotunun açılarak yalak bölümünün tespit edilmesi gerekmektedir. Belge bulunması durumunda yapı restitüsyonu revize edilmelidir.

Kasap İlyas camii , son cemaat bölümünde giyotin pencereleri vardır.1945 YILI, ENCÜMEN ARŞİVİ
Kasap İlyas camii , son cemaat bölümünde giyotin pencereleri vardır.1945 YILI, ENCÜMEN ARŞİVİ
Kasap İlyas camii , harim bölümünde kanatlı  pencereleri vardır ALMAN ARKEOLOJİ FOTOĞRAF ARŞİVİ
Kasap İlyas camii , harim bölümünde kanatlı pencereleri vardır ALMAN ARKEOLOJİ FOTOĞRAF ARŞİVİ
Restitüsyonda örnek alınan Genç Osman Camii minaresi
Restitüsyonda örnek alınan Genç Osman Camii minaresi

KAYNAKÇA

ASLANAPA; Oktay                        : Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1983

AYVERDİ; Ekrem Hakkı, YÜKSEL, İ. Aydın: İlk  250 Senenin Osmanlı Mimarisi, İstanbul 1953

AYVERDİ; Ekrem Hakkı                : Fatih Devri 855-886 (1451-1481), İstanbul 1973

Ayvansarayi Hüseyin Efendi, Ali Satı Efendi, Süleyman Besim Efendi: Hadikatü’l Cevami, Haz. Ahmed Nezih Galitekin, İstanbul 2001

BAYRAM; Sadi ve ERDOĞAN    : Kerim: Vakıflar ve Vakıf Hizmetlerimiz, Ankara 1978

DİŞÖREN N. Esra                         : İstanbul’daki Ahşap Cami, Mescit ve Tekkeler,  İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul   1993 s.177,178

(ELDEM)Halil Edhem: Nos Mosquees de Stamboul, İstanbul 1934.

KOMİSYON                                    : Fatih Camileri ve Diğer Tarihi Eserler, İstanbul 1993

KOMİSYON                                    : Fatih, İlk İstanbul, İstanbul 2004.

MAZLUM; Deniz                            : Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında 22 Mayıs 1766 İstanbul Depremi ve Ardından Gerçekleştirilen Yapı Onarımları, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2001

Müler-Wiener; Wolfgang               : İstanbul’un Tarihsel Topografyası, Çeviren Ülker  Sayın, İstanbul 1997.

NAZA, Emine                        : “Sofular Camii”T.T.V.D.B.İ.A.,C. 5, İstanbul 1994

ÖZ; Tahsin                                     : İstanbul Camileri, C.ll, 8.İstanbul 1964

SEÇKİN, Selçuk                            : Fatih Dönemi Mescitleri, M.S.G.S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Bölümü,  Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2002

SÖNMEZER, Şükrü                      : 17.Yüzyıl İstanbul Mescitleri, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı,              Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996.

ÜSTÜN; Ayşe                       : Osmanlı Arşivindeki İstanbul Cami ve Türbelerinin Tamirleriyle İlgili Belgeler, D.E.Ü. Sos.Bil.Ens. İsl.Tarihi ve San. Ana. Bil. Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir 2000

YÜKSEL, İ.Aydın                           : Osmanlı Mimarisinde II.Bayezıd ve Yavuz Selim Devri (886-926/1481-1520), İstanbul 1983

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ CİLT 3;Can feda Hatun Mescidi, DİŞÖREN N. Esra, İstanbul

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ CİLT 1;Akbaba Tekkesi, Tanman Baha, İstanbul

İslam Ansiklopedisi cilt 7, Can feda Hatun, İstanbul,

Bilir; Ali; Çeşmibülbüle Gizlenmiş Abı Hayat Beykoz, İstanbul

Noyan;Bedri;’Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik’ cilt 1, İstanbul

Galitekin;Ahmet Nezih; ‘Beykoz Kitabeleri’, Beykoz Belediyesi Yayınları, İstanbul 2008

Tanman;Baha, ‘Akbaba Tekkesi’, İslam Ansiklopedisi c:3, istanbul