Edirnekapı’nın Haliç’e bakan yamacında bulunan mâbed, Bizans döneminin önemli manastırlarından Khora’nın Îsâ’ya adanmış kilisesidir. Tarihçesi ve ilk yapısı hakkında birçok bilgi olmakla beraber bunlardan büyük bir kısmı tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Khora kelime olarak bir yerleşim yerinin dışını, taşrayı ifade etmektedir. Türkçe’de “köy” anlamındaki karyeden gelen kariye de bir bakıma bunun tercümesidir. IV. yüzyıl başlarında Konstantinos tarafından yaptırılan surların dışında kaldığından manastıra bu adın verildiği ileri sürülürse de bu görüş pek inandırıcı değildir. Fakat kilisenin içinde Îsâ ve Meryem’i tasvir eden mozaiklerde her ikisinin de adları ile birlikte Khora kelimesinin yazılmış olması bunun mistik bir anlamı olduğunu gösterir. Bazı eski filozofların Tanrı’nın sınırsızlığını ifade eden tarifleri Geç Bizans devrinde Îsâ ile Meryem’e de yakıştırılmıştır. Böylece Khora sıfatı her türlü çerçeveyi aşan bir âlemi belirtmektedir.
Öteden beri Khora Manastırı ve Kilisesi’ni İmparator Iustinianos’un VI. yüzyıl içinde kurduğu ileri sürülürse de IX. yüzyıla doğru yazıldığı bilinen bir kaynakta anlatılan bu kuruluş efsanesi gerçeğe uymaz. Manastır ilk defa, 742 yıllarında isyan edip kendisini imparator ilân eden bir valinin çocukları ile birlikte buraya kapatılması dolayısıyla zikredilir. Bundan sonra XI. yüzyıl sonlarında imparator olan I. Aleksios Komnenos’un kayınvâlidesi Maria Dukaina tarafından, o tarihlerde harabeye dönmüş olan yapıların restorasyonu ile kilisenin eskisine nazaran daha değişik bir mimaride yeniden inşası dolayısıyla ikinci defa anılır. Bugünkü binanın esasını teşkil ettiği sanılan bu kilise “Soteros” yani kurtarıcı Îsâ’ya adanmıştı. Fakat ardından yine tamir gerektiren binayı Aleksios’un küçük oğlu Isaakios Komnenos ihya ederek iç holünde kendisi için bir mezar yeri hazırlatmış ve buranın duvarında mozaik Îsâ tasvirinin bir köşesinde kendi portresini yaptırmıştır. Buna göre kilisenin bu orta kısmının XII. yüzyıla ait olduğu söylenebilir. IV. Haçlı Seferi sırasında (1204-1261) tekrar harap olan mâbedin Bizans İmparatorluğu ihya edildiğinde saray ileri gelenlerinden Theodoros Metokhites tarafından çok büyük ölçüde tamir ettirilip genişletilerek 1321’de tamamlandığı bilinmektedir. Bu sırada binanın güney tarafına bir ek şapelle batı cephesi önüne bir dış hol eklendiği gibi içi mozaikler ve fresko resimlerle bezenmiş, ayrıca Metokhites’in mozaik portresi iç kapının üstündeki Îsâ tasvirinin ayakları dibine yerleştirilmiştir. Theodoros’un manastıra komşu bir sarayı olduğu gibi bu dinî tesisin içinde de dostlarıyla ilmî konuşmalar yaptığı bir dairesi vardı. Palailogos sülâlesinden ve ileri gelenlerden birçok kişinin gömüldüğü manastır İstanbul’un fethine kadar kullanılmıştır. Kuşatma sırasında şehrin koruyucusu olduğu kabul edilen ve öteden beri Sarayburnu’nda bir manastırda muhafaza edilen Meryem ikonası surlara yakın olduğu için buraya getirilmiştir.
Fetihte ilk ele geçirilen yapılardan olan Khora Manastırı bir süre boş kalmış, şehrin içindeki bazı kilise ve harabeler bilhassa II. Bayezid döneminde camiye dönüştürüldüğünde Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Nitekim 953 (1546) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde “Kenîse (kilise) Camii” adıyla zikredilen mâbedin paşanın Çemberlitaş’taki evkafına bağlı olduğu kayıtlıdır. Türk döneminde Kahriye Camii olarak da adlandırılmıştır. İstanbul’daki sahâbe mezarlarından Ebû Saîd el-Hudrî’nin makam-kabrinin de burada olduğu kabul edilmektedir. Mimar Sinan’ın eserlerinin adlarını bildiren listelerden Tezkiretü’l-bünyân ve Tezkiretü’l-ebniye’den Mimar Sinan’ın Kariye Camii’ne yakın bir medrese inşa etmiş olduğu öğrenilmektedir. İstanbul medreseleri hakkında 20 Ağustos 1330’da (2 Eylül 1914) yazılan bir raporda, dört odalı ahşap bir yapı olan Kariye Medresesi’nin son derece harap bir durumda olduğu belirtilmektedir. Anlaşıldığına göre bu yıllarda medrese küçültülmüş ve daha sonra tamamen ortadan kaldırılmıştır. İstanbul’da tarihî binalara büyük zarar veren şiddetli depremlerden bahseden ve 1059 (1648) yılına ait olduğu kabul edilen bir belgeye göre (TSMA, nr. D. 9567) Kariye Camii XVII. yüzyıl ortasında oldukça hasar görmüştür. Öncekinden daha şiddetli olan ve camide önemli izler bırakan 1180 (1766) yılı depreminin hemen arkasından cami Mimar İsmâil Halîfe tarafından onarılmıştır.
Fetihten sonra Kariye Camii’ni gören yabancı seyyahların başında Fransız Albili Pierre Gilles bulunmaktadır. 1544-1550 yılları arasında Osmanlı topraklarında yaşayan, İstanbul ve çevresiyle ilgili incelemeler yapan Gilles, Konstantinos Sarayı (Tekfur Sarayı) ile Edirnekapı arasında bir yerde gördüğü kiliseden adını vermeksizin bahseder. Yine XVI. yüzyıl içinde Avusturya elçiliği papazı Stephan Gerlach da burayı ziyaret ederek caminin yanında bir medrese ile içinde ip bükenlerin çalıştığı kuru bir sarnıç bulunduğunu kaydetmiştir. Gilles gibi o da üç tarafında revaklar olan binanın içinin mozaik ve freskolarla süslenmiş olduğunu bildirir. Bu seyyahın bahsettiği kuru sarnıç, Karagümrük açıksu haznesinin (Vefa Stadyumu) arka tarafında Kasım Ağa Mescidi’nin yanında XIX. yüzyıl sonlarına kadar içinde ip bükenlerin çalıştığı yapı değilse Kariye Camii yakınında aynı iş için kullanılan ve bugün hiçbir izi kalmayan başka bir sarnıcın olması gerekir. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Kariye Camii’nden onun “evvelce bir sanatlı kilise” olduğu şeklindeki tek cümle ile bahsederek herhalde içindeki zengin mozaik süslemelere işaret etmiştir. İstanbul’u dolaşan bazı yabancıların, seyahatnâmelerinde caminin içinde mozaikle işlenmiş resimler gördüklerini yazmalarından buradaki duvar resimlerinin bir kısmının üstlerinin açık olduğu anlaşılır. Nitekim tarihçi Joseph von Hammer-Purgstall, 1822’de basılan İstanbul’a dair kitabında bunların varlığından bahseder. İstanbul patriklerinden Konstantinos da Rumca’sı 1824’te, Fransızca’sı 1846’da basılan İstanbul hakkındaki kitabında yapıdaki mozaik süslemelerin varlığına işaret etmiştir. Fransız mimar ve seyyahı Charles Texier 1835’e doğru caminin ilk defa planını çizmek üzere ölçülerini almış, fakat bu kroki ve notları yayımlamamıştır. Aynı yıllara doğru A. Lenoir, Kariye’nin batı cephesinin bir rölövesini çizmiş ve 1840’ta bir kitapta neşretmiştir. Bunun en ilgi çekici tarafı, bu cephedeki kemerlerin üstlerinin dalgalı bir mahya hattına sahip olmasıdır. XIX. yüzyılın ikinci yarısı başlarında çekilen bir fotoğrafta da bu durum açık şekilde görülür.
Kariye Camii, 1875’te İstanbullu Rumlar’dan P. Kuppas tarafından yürütüldüğü söylenen bir onarım geçirmiştir. Nitekim Fransız mimarlık tarihçisi A. Choisy, 28 Eylül 1875’te ziyaret ettiği Kariye Camii’nin o sırada tamir edildiğini yazar. Bu onarımda batı cephesinin dışındaki kemerlerin üstleri düz bir mahya hattıyla kesilmiştir. Onarımdan önce çekilmiş bir fotoğrafla D. Galanakis adında bir ressamın çizdiği resim litografya olarak A. G. Paspatis’in 1877’de yayımlanan eserinde Khora Kilisesi’nin Bizans dönemindeki tarihçesiyle beraber basılmıştır. Aynı yıllarda Avusturyalı mimar D. Pulgher, İstanbul’daki Bizans kiliselerinin rölövelerinin yer aldığı büyük bir albüm halindeki kitabında Kariye Camii’nin pek gerçeğe uymayan planı ve cephe etütleriyle birlikte içindeki mozaik ve freskoların bir kısmının kopyalarını da neşretmiştir. Ayrıca 1886’da duvar resimlerinin bir de katalogu bastırılmıştır. İstanbul’da büyük zararlar veren 1894 depreminde Kariye Camii’nin bazı kısımları yine harap olmuş, hatta minaresi de yıkılmıştır. Ancak az sonra yeniden tamir edilen mâbedi, II. Abdülhamid döneminde İstanbul’a gelen Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm ziyaret etmiştir. Alman mimar A. Rüdell, binanın rölövelerini büyük boyda bir kitap halinde 1908’de yayımlamış, Alexander van Millingen de büyük eserinde görülebilen duvar resimlerinin açıklamalı bir listesine yer vermiştir. Ayrıca İstanbul’daki Rus Arkeoloji Enstitüsü üyelerinden F. I. Schmit, Kariye Camii ve mozaikleri hakkında büyük bir eser neşretmiştir. İstanbul tarihi ve eski eserleri hakkında pek çok araştırması olan İhtifalci Mehmed Ziyâ 1910’da resimli bir kitapta bunları tanıtmıştır.
Ayasofya’da 1932’den beri mozaik araştırmaları yapan Thomas Whittemore başkanlığındaki Amerikan Bizans Enstitüsü 1948’de Kariye Camii’nde de çalışmalara girişti. O yıla kadar namaza açık olan cami vakıflardan alınarak müzeler dairesine bağlandı. Açıkta olan mozaikler temizlendiği gibi üstleri ince bir badana tabakasıyla örtülü olan güney tarafındaki ek kilisenin freskolarının meydana çıkarılmasına da başlandı. 1950’de Whittemore’un ölümü üzerine çalışmalar, merkezi Washington’da bulunan Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Enstitüsü tarafından Paul Underwood’un başkanlığında bütünüyle yabancılardan oluşan bir ekiple sürdürüldü. Ousterhout’un hazırladığı, Kariye Camii’nin genel mimarisine dair monografya 1987’de yayımlandı. Binanın içindeki duvar resimlerinin tamamı ise dört büyük cilt halinde ayrıca basıldı. Bundan sonra Kariye tekrar cami haline dönüştürülmemiştir. Bu tarihî eserin 450 yıldan beri cami olarak kullanıldığı düşünülmeksizin içindeki bütün teberrükât eşyası kaldırılmış, ahşap minber Zeyrek Kilise Camii’ne taşınıp buranın orta bölümüne konulmuştur. Bizans Enstitüsü, binayı restore ettikten ve mimari bakımdan etraflı bir incelemesini yaptıktan sonra Kariye Camii Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak ziyarete açılmıştır. Semavi Eyice tarafından Kariye Camii’ne dair bol resimli bir monografya 1997 yılında İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak yayımlanmıştır.
Bugün mevcut yapıda mimari bakımdan çeşitli dönemlere işaret eden değişik duvar örgülerine rastlanmakla beraber binanın ana mekânı dört ağır pâyeye oturan dört kemerden meydana gelmiş, ortasında kubbe bulunan kiborion biçimindedir. XI. yüzyıla, yani Komnenoslar dönemine ait olduğu anlaşılan bu ana mekânın batı tarafındaki giriş holü de (narteks) Aleksios Komnenos’un oğlu Isaakios tarafından yenilenen kiliseye ait olmalıdır. Bu ana mekânın apsis kısmının iki yanındaki kubbeli ve apsisli küçük mekânların da bu döneme ait olması gerekir. XIV. yüzyıl başlarında bina Metokhites tarafından ihya edilirken ana mekânın sağ (güney) cephesine bitişik olarak yapılan ek ince uzun tek nefli bir şapel karakterindedir. Aynı zamanda batı tarafına bir dış hol eklenmiştir. Binayı iki taraftan saran bu eklerin dış cepheleri kör kemerlerle hareketlendirilmiştir. Yapının güney-batı köşesindeki çıkıntının aslında çan kulesinin kaidesi olduğu ileri sürülür. Kilise camiye dönüştürüldükten sonra içinde merdiven olan bu çıkıntı minarenin kürsüsü olmuştur. Burada dikkati çeken bir özellik, minare gövdesine yakın kısımdaki kemerlerin Türk mimarisindeki kaş kemerler biçiminde oluşudur. Fakat bunların Bizans yapımı olduğu içlerinde tuğladan yapılmış, Metokhites’in adını veren monogramlardan anlaşılmaktadır. Gerek güneydeki ek şapelde gerekse batıdaki dış holde mevcut çok sayıdaki nişin son Bizans döneminin bazı ünlülerinin mezar yerleri olduğu tesbit edilmiştir. Bu ek şapelin altında üzeri beşik tonozlarla örtülü yüksek bir bodrum vardır. Bizans devrinde binanın doğu tarafında arazi meyilli olduğundan apsis çıkıntısı büyük bir kemerle desteklenmiştir. Yapının içinde ayrıca Bizans mermer işçiliğinin güzel bazı örnekleriyle de karşılaşılmaktadır. Kariye Camii’ne Türk devrinde önemli bir mimari ekleme yapılmamıştır ve bir harim avlusu olmadığı gibi bir şadırvanı da yoktur. Bugün görülen minare 1894 zelzelesinden sonra inşa edilmiş olup bir sanat değerine sahip değildir. Binanın bir vakitler cami olduğuna işaret eden tek unsur mihrap da geç bir döneme ait olup sanat değeri yoktur. BİBLİYOGRAFYA
TSMA, nr. D. 9567.
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 424.
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 159; a.e.: Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadîkatü’l-cevâmi‘ (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 218-219.
J. von Hammer-Purgstall, Constantinopolis und der Bosporos, Pesth 1822, I, 383-384.
A. G. Paspatis, Byzantinai Meletai, İstanbul 1877, s. 326-332.
a.mlf., “Recherches sur les églises byzantines transformées en mosquées”, l’Universrevue orientale, sy. 5, İstanbul 1875, s. 288-289.
D. Pulgher, Les anciennes églises byzantines de Constantinople, Vienne 1878, s. 31-40.
J. P. Richter, Quellen der byzantinischen Kunstgeschichte, Wien 1892, s. 162, 195-197, 247.
A. Mordtmann, Esquisse topographique de Constantinople, Lille 1892, s. 76.
Ph. Forchheimer – J. Strzygowski, Die byzantinischen Wasserbehälter von Konstantinopel, Wien 1893, s. 107, nr. 35.
F. I. Schmit, “Kakhriedzami”, Izvestija Russkogo Arkheologiceskogo Instituto v Konstantinopole XI, Sofia-München 1906, I-II.
İhtifalci Mehmed Ziyâ, Kariye Câmi-i Şerîfi, İstanbul 1326.
A. Rüdell, Die Kahrie-Djamissi in Konstantinopel, Ein Kleinod byzantinischer Kunst, Berlin 1908.
A. van Millingen, Byzantine Churches in Constantinople, Their History and Architecture, London 1912, s. 288 vd.
J. Ebersolt, Monuments d’architecture byzantine, Paris 1934, s. 51-161.
A. M. Schneider, Byzanz: Vorarbeiten zur Topographie und Archäologie der Stadt, Berlin 1936, s. 57-58.
Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 394-403.
A. Süheyl Ünver, İstanbulda Sahâbe Kabirleri, İstanbul 1953.
Aziz Ogan – Vl. Mirmiroğlu, Kariye Cami, Eski Hora Manastırı, Ankara 1955.
P. G. İnciciyan, XVIII. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1956, s. 48.
R. Janin, La gèographie eclèsiastique de l’Empire byzantin, I- Le siège de Constantinople et de patriarcat œcuménique, II. Les églises et les monastères, Paris 1969, s. 531-538.
T. F. Mathews, The Byzantine Churches of Istanbul: A Photographic Survey, Pennsylvania 1976, s. 40-58.
W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, s. 159-163; a.e.: İstanbul’un Tarihsel Topografyası (trc. Ülker Sayın), İstanbul 2001, s. 159-163.
Çelik Gülersoy, Kariye (Chora), İstanbul 1980.
a.mlf., “Kariye”, Arkeoloji ve Sanat, I/1, İstanbul 1978, s. 13-16; I/2, s. 18-22; III/3, s. 17-22.
Semavi Eyice, Son Devir Bizans Mimârisi, İstanbul 1980, s. 46-51.
a.mlf., Kariye Mosque Church of Chora Manastery, İstanbul 1997.
Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 342.
R. G. Ousterhout, The Architecture of the Kariye Camii in Istanbul, Washington 1987.
a.mlf., “A Sixteenth-Century Visitor to the Chora”, Dumbarton Oaks Papers, sy. 39, Washington 1985, s. 118-124.
Şevket Gürel, İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri, İstanbul 1988, s. 49-52.
Fâtih Câmileri ve Diğer Târihî Eserler (haz. Fatih Müftülüğü), İstanbul 1991, s. 142-143.
Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, Ankara 2000, s. 253.
a.mlf., “Dârü’l-hilâfeti’l-‘aliyye Medresesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul Medreseleri”, İTED, VII/1-2 (1978), s. 136.
Zarif Orgun, “Hassa Mimarları”, Arkitekt, VIII/12, İstanbul 1939, s. 333-342.
A church-museum exemplifying the greatest flowering of late Byzantine art becomes a mosque
Kariye Camii, mosaic of Christ, above the main entrance, photo by Robert G. Ousterhout.
Kate Fitz Gibbon with Robert G. Ousterhout – September 27, 2020
Kariye Camii, from the east, photo by Robert G. Ousterhout.
Robert G. Ousterhout is Professor Emeritus in the History of Art at the University of Pennsylvania. He is the author or co-author of 21 books on the art and architecture of the Byzantine world and contributed to over 70 more. Dr. Ousterhout’s fieldwork has concentrated on Byzantine architecture, monumental art, and urbanism in Constantinople, Thrace, Cappadocia, and Jerusalem. His most recent decade of work in Cappadocia resulted in Visualizing Community: Art, Material Culture, and Settlement in Byzantine Cappadocia, a critical reassessment of the story and historiography of Byzantine Cappadocia. Since 2011 he has co-directed the “Cappadocia in Context” graduate seminar, an international summer field school for Koç University. A list of selected publications is appended below.[i] Dr. Ousterhout spoke to Kate Fitz Gibbon of Cultural Property News on September 15, 2020. Dr. Ousterhout discussed the government of Turkey’s recent announcement of the re-conversion of the Kariye Camii, also known as the Chora Monastery, in Istanbul, the finest example of late Byzantine art, to a mosque. See also Dr. Ousterhout’s letter, ‘Istanbul’s Last Church-Mosque-Museum.’
Interview
Q: Have you heard of any changes at Kariye Camii since this announcement?
RO: I have not. There is a very serious restoration campaign going on in the Kariye right now by a Turkish team from the central conservation laboratory. Half of the building is closed and filled with scaffolding. I was able to meet the conservators last March, and to examine the work that they were doing, and I have to say that what they were doing is really top-notch work. They are doing photometric documentation of everything before they intervene. I was really impressed. I’ve heard nothing since, although news photos show a wooden mimbar (pulpit) has been introduced, and carpeting is being brought in. The sad fact is, Turkey being the way it is, it is difficult to get even my good friends to respond at any length about what is going on now, so I do not know the state of the work at this point.
When I was there in March, no one expected this court decision to be acted upon. No one expected that the Kariye would be converted into a mosque again. This came as a real surprise, for a variety of reasons, even after Hagia Sofia. Hagia Sophia was predictable – this was definitely not predictable.
Q: Were the conservators aware that conversion was imminent?
Professor Robert G. Ousterhout September 15, 2020.
RO: We discussed it only very briefly, and their attitude, as that of those of my academic friends there was – they simply didn’t believe it was going to happen. They felt that this did not quite fit the profile of Hagia Sophia, as a building that would make sense to be re-opened as a mosque.
The building did actually function as a mosque, for several hundred years, but it was a small mosque, always, off the beaten track, and much of the building was closed. One of the reasons I kept this slide behind me is because it shows the naos or nave, the main part of the building, had been used as a mosque, and just over my shoulder you can see the mihrab, the prayer niche that redirects the interior toward Mecca. That mihrab was actually made of marbles that were spoliated from the building when it was converted into a mosque, probably in the early sixteenth century.
Q: What changes did the building experience in the process of transformation?
RO: The city fell to the Ottoman Turks in 1453. This building is out by the walls of the city, so it was one of the first Christian sanctuaries that was plundered by the Ottomans as they came into the city. But the big prize was Hagia Sophia, and that was way down on the other end of the city, in a part of the historic peninsula. This is a building that, with the exception of a short period in the fourteenth century, is in the middle of nowhere. It was not close to the center of action. In the fourteenth century the main imperial residence was in this part of the city, which is why we see this period of development in the early fourteenth century, at the Kariye and other sites in the same area. It was an important area in the early fourteenth century, not before, and not after.
Kariye Camii, Birth of the Virgin Mosaic, Istanbul, Turkey – Entire scene, photo 1952, Byzantine Institute and Dumbarton Oaks fieldwork records and papers, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, Washington, DC, Creative Commons CC0 1.0 Universal Public Domain Dedication.
In the Ottoman period, it was way, way, off the beaten track, and to a certain extent, that is why the building survived in such good condition. The building was converted to a mosque. The naos only seems to have been used as a mosque at first. Behind me you can see icons of Christ and the Virgin Mary which were covered up. There was also an icon over the main entrance of the Dormition of the Virgin Mary, which was also covered up, and everything else seems to have been removed. We should expect a large image of the Virgin Mary in the apse (directly above my head), and a variety of scenes from the life of Christ decorating the walls of the church, but these were removed when it was converted to a mosque. We know that elsewhere in the building there is a big funeral chapel, to the side, that is filled with an incredible program of frescoes. This, we know, was only gradually covered. We have this text from the late sixteenth century – a German ambassador visits the site and describes it in detail. So, we know that the building was accessible at that time, and he notes only a few instances of the images which were close to the floor level that had been defaced at that time.
At some time in its history, the funeral chapel was also converted for mosque use, and was whitewashed. The figures in the frescoes were painted over and then a coat of whitewash went over the whole thing. That was removed in the 1950s during the Dumbarton Oaks Field Committee’s restoration campaign. I am old enough that when I began working on the building I could become friends with several of the people who had worked on that campaign in the 1950s, and get first-hand accounts of the work that was carried out at that time. It was incredibly exciting – to see these things uncovered for the first time must have been just incredible. They were really charmed by the whole thing. Istanbul is a modern megalopolis these days, but in the 1950s it was still wild and woolly, and a big adventure for everyone involved in the process.
Q: What about the 1947 activities of the Byzantine Institute of America and the role of Dumbarton Oaks Field Committee in cleaning and restoring the Kariye Camii between 1947 and 1960?
RO: That restoration campaign, begun by the Byzantine Institute of America, which was a private organization, and then continued by Dumbarton Oaks, produced an incredible amount of documentation. The field work and photographic archives of Dumbarton Oaks in Washington, D.C., are where the best documentation of the building is kept. The documentation that I have come across I have turned over to Dumbarton Oaks. They took an incredible set of photographs in the 1950s when everything was pristine, just cleaned, just uncovered.
Q: Where are those available?
Kariye Caii, Interior of the naos, looking east, photo by Robert G. Ousterhout.
RO: I know that Dumbarton Oaks has been in the process of making their field work archives available online. I don’t know how much of them is available online, but there is a lot of material there, more than the casual scholar would want, more than they could possibly ever digitize. It’s a wealth of documentation, which means that whatever happens we have a great account of the building.
Q: The ones I have seen were not in color.
RO: Yes, the best photographs were black and white. The 1950s was not a great era for color photography. A lot of their best color photographs have discolored, turned purple and pink. I have gone through some of them and tried to adjust the color, to get it back to something like the original. We also have a set of Kodachrome slides that they took at the same time that are actually pretty accurate in their color. So there is good documentation for the building and for the artwork in the building, and Dumbarton Oaks is the repository for it.
Q: Is the Turkish group that is doing documentation now doing sophisticated digital photography?
RO: What they are doing is scanning it, so that in effect a three-dimensional model of the building could be recreated if necessary. They are also scanning it before they do any interventions, so that the status of the mosaics or wall paintings will be documented before any intervention is done.
Q: How do you compare that to the real thing?
Kariye Camii, Presentation of the Virgin in the Temple Mosaic, Istanbul, Turkey – East half of scene, photo 1955, Byzantine Institute and Dumbarton Oaks fieldwork records and papers, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, Washington, DC Creative Commons CC0 1.0 Universal Public Domain Dedication.
RO: There is a certain tactility that you experience when you see these things in person, whether or not you are allowed to touch them. We had a very funny experience several years ago when we organized an exhibit on the restoration of the building in the 1950s and looked at how the process of documentation was done then, and how it might be done differently now. What the Dumbarton Oaks team did was – they brought in an easel painter from England, who did full-scale, canvas copies of the wall paintings in the funeral chapel as they were uncovered. These are now on display around Dumbarton Oaks and they are pretty phenomenal. They were really the high point of our exhibit, but the one thing that really captured people’s attention was a plaster cast that they had done of one of the mosaics. They had captured the three-dimensionality of the mosaic tesserae, and then it was painted to imitate what the colors were. It just looked so good. My first instinct was to go pick at it, to see if those were real tesserae. Everyone, even the most cautious of conservators, when they saw this plaster replica, the first thing they wanted to do was to touch it. There is that element of tactility that really resonates in these works.
Q: If there were limitations to access to this building because of conversion – is there anywhere like it, any other church in Turkey comparable to this one, aesthetically?
RO: It’s an interesting period in Byzantine history. This is a monument of the highest class – its patron is the richest man in the Empire after the emperor, the most powerful man after the emperor, and the greatest intellectual of his age. He writes poetry. This is an age much different from our own. Politicians established their reputation on their intellectual training. When Theodore Metochites, the patron of the building, was in a rivalry at court with one of his colleagues, rather than slug it out or issue tweet insults, they wrote poems against each other. The whole thing was carried out in dodecasyllabic verse. Can you imagine anyone doing that today?
Q: When you write about the building in The Kariye Camii: An Introduction about Theodore Metochites, you say the art of the Chora parallels “his mannered and obsessive literary style.” And talk about how it would have been appreciated by aristocratic intellectuals.
Kariye Camii, Presentation of the Virgin in the Temple Mosaic, Istanbul, Turkey – Daughters of the Hebrews (detail), photo 1955, Byzantine Institute and Dumbarton Oaks fieldwork records and papers, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, Washington, DC Creative Commons CC0 1.0 Universal Public Domain Dedication.
RO: This is a building that was produced with great intelligence. This is not just some provincial church where they slap up a few images that correspond to what they were celebrating in the liturgy. This is a building that illiterate visitor can go in and say ‘oh, yes, that’s Jesus, that’s Mary, I recognize this scene as the Nativity,’ and so on, but somebody who was from the intellectual coterie of Theodore Metochites would go in and see it resonating in a very different way, almost like the unrolling of a grand epic poem. There is an intellectual quality to it that would appeal to the intellectual – also, as I say, it has snob appeal. For the intellectual, if you can understand it, that means that you are part of the elite. Whereas the illiterate monk who lives in the monastery or the peasant from the street is not going to get it, the intellectual elite is going to understand it, and that is going to reinforce our status in society.
It has a really important message that goes along with that. I and countless other scholars have spilt a lot of ink deciphering this program. It is a three-dimensional program – this is art in the round. The artist or the artisan responsible for the mosaics and the frescoes and the master-mason responsible for the architecture either worked in very close collaboration, or they were the same person. Certainly, whoever they were (we don’t know names), they worked in very close collaboration with Theodore Metochites. His input is stamped on that building in so many different ways. His name appears here and there, there are strange elements in scenes that could only be explained by his involvement and patronage. What that means is that this building was a trendsetter. It sets a trend with patrons of lesser intellectual status than Theodore Metochites, or artists of less artistic status than the masters of the Kariye.
Q: Where do you see examples in imitation?
RO: We see an imitation of this building that spreads across the Balkans. We can see it in places in Greece, in Thessaloniki or Mystras, very good reflections of the art of the Chora in many places in medieval Serbia – this goes as far as Romania, if you can imagine. It is an art that is picked up. But the period in which this building was constructed was the last flowering of the Byzantine Empire. Theodore Metochites was, as prime minister, a key political player, for several decades, as was the emperor, Andronicus II, for whom he was prime minister. The two devolved into incompetent old age together as the empire declined around them. They were both ousted in a palace coup in 1328, Theodore Metochites was sent into exile, Emperor Andronicus was sent to a monastery, and the Byzantine Empire descended into a period of civil war. There is a period of about twenty years, beginning at the end of the 1320s, enmeshed in civil war. Rather than perpetuating the last flowering of Byzantium, the civil war cuts it short. We do not continue to see the flowering in Byzantium, but it is exported along with Byzantine culture to Greece, to the Balkans, to Romania, and so on. We also see elements of it picked up in Italy. It is hard to imagine Duccio, for example, without a form of understanding of Byzantine art. Giotto was much more his own person, but thinking of Giotto in the Arena Chapel at the same time that Theodore Metochites and his artisans were at the Kariye is a wonderful point of contrast. One is the end of an epoch – the other is the beginning of the Renaissance.
Q: What has been lost and what survived since the Ottoman conquest?
Kariye Camii, outer narthex, looking south, photo by Robert G. Ousterhout.
RO: When the building was first converted to a mosque, very little happened. Gradually the naos lost most of its decoration. What little was left of the figural decoration was easily covered. The funeral chapel, as it was used as a mosque, was painted over. The narthexes, which have this incredible cycle of the lives of Christ and the Virgin Mary seem never to have been completely covered. The mosaics in the vaults are darkened and gloomy and difficult to see, but they were never plastered over. Those lower down are covered, some of them with wooden doors so tourists can open and look at them. Because this is really off the beaten track, it never really gets the attention that Hagia Sophia got. It never holds that political position. It’s never an Imperial mosque, no one important is buried here during the Ottoman period. No important events happened here during the Ottoman period.
It is really a building that survived in isolation, and when it was decided in the mid 40s to convert it to a museum it was virtually abandoned and was falling down. It was really held up by buttresses on the exterior. As the Byzantine Institute began working on the mosaics, they realized that they had to do a serious program of stabilization in the building or the whole thing was going to collapse. As one of my colleagues of that generation said, they were only interested in the wallpaper and not the walls. A major program was undertaken which allowed enough excavation in and around the building to propose a relatively secure chronology for the history of this building through the Byzantine period. And because it was off the beaten track, and still was, even when I began to work there – I wrote my dissertation on the architecture of this building, which I defended in 1981 and published in 1986 – there was virtually no one there. I had the building more or less to myself. There was a small team of guards sent to care for the building as a museum, but most of the time it was just me there.
Q: That sounds ideal.
Kariye Camii, Presentation of the Virgin in the Temple Mosaic, Istanbul, Turkey – Daughters of the Hebrews, photo 1958, Byzantine Institute and Dumbarton Oaks fieldwork records and papers, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, Washington, DC Creative Commons CC0 1.0 Universal Public Domain Dedication.
RO: It is hard to imagine today because the building has really begun to attract attention. Still, however, until the recent conversion, a lot of tourists did not go there, simply because it is out of the center. It is very difficult to get there on public transportation – you need to take a taxi to get there or you need to go on an organized tour – and so in many ways it has resisted the mass tourism that took over Hagia Sophia. At the same time, it never attracted the political attention that Hagia Sofia did.
Q: What other churches have already been more quietly converted into mosques?
RO: In the beginning of the 2010s in Turkey, with the rising power of the AKP, Erdoğan’s party, we began to hear serious calls for the re-opening of Hagia Sophia as a mosque. The strategy undertaken by one of Erdoğan’s henchman was, any building dedicated to Hagia Sophia, or that might have been dedicated to Hagia Sophia, needed to be returned to its position as a mosque. The thinking is that once a building has been converted to a mosque, it is a mosque forever. The idea that Atatürk and the Republic had for creating museums – museums as repositories of history for all mankind, meaning that all of their history is available there to be seen – that is very much a Western idea and very much against the notion that these places are or should be spaces for worship.
So, beginning in the 2010s, we began to see the conversion of churches that had formerly been converted into mosques across Turkey. The most infamous at that time was the Church of Hagia Sophia in Trebizond, in the Eastern Black Sea. This is a building that had been built in the thirteenth century, with the best wall-painting program of that era in the Byzantine Empire. It has functioned as a museum. It was carefully and lovingly restored by the University of Edinburgh and the Russell Trust, I think, in the 1940s and ‘50s. It is outside the center of town, and there really is not a neighborhood around it, and yet the call went out that it should be re-opened as a mosque. In order to preserve the paintings, what they did was, in effect, build a tent inside the building. It looks like a Byzantine church on the outside, but as soon as you go in you are inside a tent where there is no figural imagery visible. That was one solution.
The Hagia Sophia in İznik or Nicaea, another important building that had been converted into a museum, was re-opened as a mosque at about the same time. Another church that had been recently excavated and studied in Antalya on the south coast, was similarly converted into a mosque. There are now plans for a number of other buildings in Istanbul and nearby that currently function as churches to be re-opened as mosques, so it seems to be a pattern.
One can understand that if a building is called Hagia Sophia – that’s sort of a blatant response – the idea was that one good Hagia Sophia conversion deserves another. This led to the restoration of a number of buildings whose dedication may or may not have been to Hagia Sophia, and that had never served as mosques or that had served as mosques but had fallen into ruins. They are being rebuilt or renovated accordingly.
Q: Can you comment on the kind of thinking that justifies these conversions?
RO: I find it very disturbing because it’s really a way of thinking of the past as something that doesn’t belong to us. For the forging of its national identity Turkey doesn’t look very deep into its past. In fact it’s better for them, from many perspectives, if the past is left buried. This is particularly true of the Byzantine past, which strikes me as bizarre, but it fits in a certain way with Turkey’s shift of orientation to the East. Turkey has been badly treated by the European Union for a long time and finally Erdoğan basically decided that their real allegiance lies further to the East. Rather than attempt to be a poor cousin to Europe they are forming stronger bonds with the Turkic countries and Islamic countries. At the same time, this strange movement for the conversion of museums into mosques is part of a political campaign of distraction. This is throwing red meat to the base. There are so many other more critical issues in Turkey right now than just opening another mosque. The economy is collapsing, the lira seems to be in free fall, and this is a good distraction. This is something we’re accustomed to in this country now – a good distraction will take us away from what are really the important issues. Why worry about climate change or COVID when there are more salacious things that we might be worrying about instead?
Kariye Camii, Virgin Caressed by her Parents Mosaic, Istanbul, Turkey – Anne and Joachim holding infant Mary, upper half, photo 1953, Byzantine Institute and Dumbarton Oaks fieldwork records and papers, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, Washington, DC Creative Commons CC0 1.0 Universal Public Domain Dedication.
Q: It has certainly been noticeable that when Erdoğan or his party is faced with a challenging election, these issues come back to the fore.
RO: Yes, it is appealing to the base in a way they can understand. In Turkey his base is not the urbane, educated class of Turks, it is poorly-educated, deeply religious people from the countryside. The AKP lost the election in Istanbul, in Ankara, in Izmir, in the major cities of Turkey. Erdoğan’s base is not in the city and it’s not the educated elite. So, opening a mosque, if you’re a good Muslim, what’s wrong with having another mosque? Why not?
Q: It concerns me that Erdoğan’s position can be compared to the situation in Egypt or China where the past has been redefined in ways that create a whole different narrative. You can claim the greatness of the past without having to deal with the fact that people in the past were different from you and had different ideas from yours. Religion is a wonderful coverall, and so is communism. It’s a way of whitewashing uncomfortable truths.
RO: This is exactly the point! UNESCO has a policy for tangible and intangible aspects of cultural heritage, and with buildings like Hagia Sophia, or the Kariye, if buildings have multiple narratives, if they mean something different to different religions, different ethnicities, different nationalities, and that’s all a product of their complex and often messy history. A fear of mine is that something will happen similar to what happened on the Acropolis in Athens, or to the Roman forum. That is, we pick a dominant narrative and we erase all others, so that rather than having that level of nuance that a building should have, we get one view and one view only. Who would know, visiting the Acropolis today, that the Parthenon used to be a Christian church and used to be a mosque? Who would know that one of the most important Renaissance neighborhoods in Italy lay on top of the Roman forum? It’s gone now! Mussolini decided that imperial Rome was the period that was to be preserved and everything else was scraped off. I do not want to see that happening in Turkey.
Q: Maybe my particular perspective doesn’t merit survival, but the objects do. The buildings do. Whatever we do that’s right has to be something to do with preservation, and with access.
Kariye Camii, Enthroned Christ and Donor Mosaic, Istanbul, Turkey – Christ, bust, center of lunette, photo 1955, Byzantine Institute and Dumbarton Oaks fieldwork records and papers, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, Washington, DC Creative Commons CC0 1.0 Universal Public Domain Dedication.
RO: My argument has always been that, when we deal with monuments it is a give and take proposition. Much of what art historians do is interpretation. We take from the monument. But if we’re taking from the monuments to found our reputation as scholars, we owe that monument something. From my perspective that something that we owe them is good documentation, conservation, and excavation if that’s called for. There’s something about preserving the monument – in some instances perhaps we’re never going to be able to preserve it – but at least we can document it and preserve its memory that way.
I work in Cappadocia, in central Turkey, where much of the landscape is very fragile, really no more than volcanic ash, and it is eroding right and left. There’s no way we can stop Mother Nature from eroding it, but the human interventions in the landscape there are really important. Either we stop what is a natural process to preserve them, or we do the kind of documentation that will preserve them in another way.
Since the conversion of the Kariye I was very gratified to have one of my former students contact me and say, now I really understand why you emphasize giving back to the monuments, why documentation and conservation are important, so we have a record. I don’t know how much of the building I will be able to see next year when I return to Istanbul, but I’m pretty sure it will be less than I was able to see on my last visit. Without that access, for me or for any other scholar wanting to know a building intimately, if we don’t have the documentation we simply don’t have anything.
Q: Can you give us additional direction for where things ought to go? What kind of cooperative work is possible between scholars to further your work?
RO: The possibilities of documentation have really taken off in the last decades. What one is able to do quickly, let’s say with mapping, with aerial photography, with drones, or with resistivity studies – these are things one can do that are noninvasive. In terms of doing quick documentation, one can even use a digital camera that creates good three-dimensional images with very little effort. It is really exciting what is possible now with documentation.
Now, it’s exciting good, and it’s exciting bad. It’s exciting good because something that I spent three summers doing in the nineties could now be done in a week or two. The arduous time in the field can be cut down considerably. I started out in art history, moved into architectural history, started doing archaeology, started doing conservation and I realized that in the excavations and in the conservation preservation projects, the thing we always had to do first was document. We had to understand what was there before we began any intervention.
That’s something we often forget – we say, oh there must be something here, let’s dig and see what we can find – but having that record of what was there is absolutely essential. Excavation and a lot of conservation projects are really a process of destruction. We don’t know all of what it is that we’re destroying. We need to make that very good record before we move on. For example, there are parts of the Kariye that I have never seen because they are no longer accessible. They are completely sealed off, and I have to rely on the very good documentation that was done in the 1950s to inform me about those parts of the buildings. If the team that was working there in the 1950s hadn’t done such good documentation I wouldn’t know about a lot of the building because it is simply inaccessible now.
I really encourage documentation as the first step. At the same time, because of the way we have documentation available to us now we often bypass our most important tools: our eyes and our brain. We need to look intensively at what we have to understand it. That means that we understand visually what we’re looking at, we understand three dimensionally what we’re looking at, we understand how documentation relates to an actual monument, and so on. The most important things I did when I was a grad student was, even when I inherited good architectural drawings, I would start at the beginning and do my own architectural drawings. They were never as exacting, but the process of actually doing the drawing myself forced me to look at the monument in a different way and to see relationships and connections that I might have missed otherwise. Teaching oneself how to look – how to visually understand a historic monument – has to work hand in hand with documentation. You can’t rely on one without the other.
Q: Would you have written the dissertation that you did if you had not spent a summer and more sitting in the building? Experiencing it personally – in order to understand what the building expresses, you become the vessel into which the building pours.
Kariye Camii, First Seven Steps of the Virgin Mosaic, Istanbul, Turkey – Entire scene and partial view of surrounding scene, photo 1952, Byzantine Institute and Dumbarton Oaks fieldwork records and papers, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, Washington, DC Creative Commons CC0 1.0 Universal Public Domain Dedication.
RO: Before I went for the first time to Istanbul, I agreed to write a dissertation about a building I had never seen, in a city I had never visited, in a country whose language I didn’t speak. It was really the academic equivalent of a blind date, but it turned out to be a pretty good date in the end.
At my first visit there, I could tell you every measurement. I knew that it was fifteen meters from the doorsill of the naos to the end of the apse, and things like that. Knowing all of that, and knowing hundreds of photographs of the building, still didn’t prepare me for the experience of it. Suddenly that day when I first got myself there things began to fall into place. There is really no alternative for the actual experience. That’s sort of sad in this day and age because the possibility of that direct experience is becoming more and more limited.
Q: Is that the bad that you mentioned?
RO: The bad is that a lot of people go in to do documentation and they never quite look at what it is that they are documenting. The good is that we still have our eyes, and we need to have a good set of eyes to understand what we are doing.
Q: One of the points that St John Simpson of the British Museum has raised is that archaeologists are increasingly relying on drone studies – aerial studies – and he said there’s a whole generation of young archaeologists he’s working with who have never been to the places that they are studying. It’s not their fault, it’s the geopolitical situation in the world, but as he expresses it, they are so focused on the data they don’t understand what you can learn by being there.
RO: One of the great limitations is the language barrier. You know to be a properly trained Byzantinist, I should have learned at least five more languages than I did when I was in school. I suspect that that aspect of it, as well as the introduction of technology, means a lot of projects will have to be collaborative as we move forward. Not one of us can know everything. Not one of us can know all ten languages we need to know for all the texts that we have to deal with. Not one of us can know deeply the visual aspects of a monument and the technology for documenting it. Collaboration has to be key to projects in the future. What, for example, Elizabeth Bolman organized in the Red Monastery is a good model of how one can organize an international collaboration that brings together people of a variety of different backgrounds and skill sets together to do an informative and interesting study. Our universities might still want us to do single-authored studies, but I think there are going to be fewer and fewer of those. For those of us who are actually dealing directly with the monuments it makes much more sense to think in terms of collaboration rather than individual projects, now.
Q: You mentioned your work in Anatolia – how do your Turkish colleagues feel now about the future of these collaborative studies?
RO: I think they’re very amenable to them. Right now one of my colleagues in Cappadocia has started working with drone photography to do 3D mapping of large settlement areas so that one can get a record of spatial relationships that might not show up on a two-dimensional form of documentation. One can understand where things sit in relationship to each other in terms of their altitude, in terms of sightlines, and so on. This is really sophisticated drone photography. He has been going back and forth with a strictly controlled drone to produce a grid map of a very large area. Using that as a tool for understanding what is there on the ground is really opening up new avenues. He has now extended that to another site. There are teams of young scholars now going through engineering programs or conservation programs who have learned the technology but don’t know the history that well. So, now he is collaborating with a young engineering team for this project.
He and his part of the team bring the eyes to the project and they bring the technology.
Kariye Camii, view into the south dome of the inner narthex, photo by Robert G. Ousterhout.
Q: One of the really odd things about the situation in Turkey is that they’re quite consciously rebuilding mosques and celebrating that Muslim past but at the same time, when Turkish officials deal with museums in the West and ask for things back, they have referred to objects as imbued with a spirit or a power that completely contradicts Islamic ideas about shirk and the evils of idolatry. Cultural ministers talk about objects that they want to get back from museums as if they held a spiritual value essential for Turkey to get back, but if you read these statement theologically, you would say they are looking at objects as icons.
RO: It’s funny, because it’s imbuing power to the object, spiritual or otherwise, and it often has nothing to do with what the object actually was intended to do or what the object meant.
For example, sometime in the 1960s our museum acquired a trove of Bronze Age jewelry which may or may not come from Troy. It is definitely not Schliemann – this is drips and drabs that somebody maybe found elsewhere, maybe it came from the island of Lemnos, maybe they are trade goods that came from Afghanistan – we simply don’t know. These objects were acquired by the Penn Museum basically to keep them together when they went on the art market. No one was interested in them. They asked the Greek government and the Turkish government if they were interested in these objects and they told them no, and so they acquired them. This was before the 1970 Accord but it bothered the museum so much that they established their own policy about acquisitions after that time, but preceding the 1970 agreement.
Then the Turkish government demanded the return of these objects or Turkey would never let the University of Pennsylvania excavate in Turkey again. Well, the objects don’t belong to the excavators, and they don’t belong to the museum. They belong to the trustees of the University of Pennsylvania so repatriation under those terms is very complicated. With a lot of to-ing and fro-ing and a lot of people suffering greatly in the process an agreement was reached for Penn to give these to the museum in Ankara on a long-term loan. The General Director of Antiquities wanted them simply given to him so he could take them home in his suitcase. That is not how museums transfer objects from one to another. But they did have the display cases ready when the object objects arrived in Ankara, and they had a press conference and revealed this collection within hours of the plane landing in Turkey.
Kariye Camii, Virgin Blessed by the Priests Mosaic, Istanbul, Turkey – Joachim and infant Mary, photo 1953, Byzantine Institute and Dumbarton Oaks fieldwork records and papers, Dumbarton Oaks, Trustees for Harvard University, Washington, DC, Creative Commons CC0 1.0 Universal Public Domain Dedication.
The confusion that resulted from this was just amazing. Now, first of all we don’t know the objects came from Troy. There’s no way that could be proven in a court of law. We had the legal standing, they thought they had the moral high ground, and that we owed it to them to return them. It was very clear from the minute these things were announced by the press that nobody understood what they were. It was assumed that this was Schliemann’s treasure coming back to Turkey. It had nothing to do with Schliemann, and may have had nothing to do with Troy, but suddenly this material took on a life of its own and a meaning of its own. It had its fifteen minutes of fame in Turkey. People just walk right by it when they go through the Museum of Anatolian Civilizations now.
Q: What does it say on the labels?
RO: It does say on the label: ‘from Troy or possibly from Troy, and on long term loan from the University of Pennsylvania,’ and Penn did guarantee its excavations at least for this generation of scholars.
It’s an incredible story because what these objects became was so completely different from what they originally were or what their scholarly context was. They were on the front page in the Turkish press for weeks after they arrived – so maybe they had more than fifteen minutes of fame – that happens with so many of these claims for repatriation. For archaeologists, 1970 is the line in the sand. If you can determine that the object was in a private collection in the West before 1970 then you are home free. If it’s something that has been smuggled out of Etruria or Turkey or Yugoslavia or wherever after 1970 and you can prove it, then you’re in trouble if there are requests for repatriation.
Destabilizations of so many countries in the Middle East and elsewhere have put so many monuments at risk – not just monuments on the ground, but looting has become an increasingly lucrative activity. Just now in the news I read about an FBI raid on a New York art gallery and the arrest of its owners, who had amassed hundreds if not thousands of illegal antiquities, for which they were creating fake provenances – their actual histories lost forever. So the 1970 UNESCO Accord has to be taken seriously. History is a fragile thing, even in this day and age, and to properly understand it, it needs to be preserved, to be studied, and it needs to be accessible.
[i]The Architecture of the Kariye Camii in Istanbul, Dumbarton Oaks Studies 25 (Washington, D.C., 1987)
The Art of the Kariye Camii (London-Istanbul: Scala, 2002)
Master Builders of Byzantium (2nd paperback edition, University of Pennsylvania Museum Publications, 2008, with translations in Russian and Turkish).
A Byzantine Settlement in Cappadocia, Dumbarton Oaks Studies 42 (2nd revised, paperback edition, Washington, D.C., 2011)
Kariye Camii, Yeniden/The Kariye Camii Reconsidered, edited, with Holger A. Klein and Brigitte Pitarakis (Istanbul: Istanbul Research Institute, 2011)
Osman Hamdi Bey and the Americans: Archaeology, Diplomacy, Art. Exhibition Catalogue (Istanbul: Pera Museum, 2011), edited, with Renata Holod
Approaches to Architecture and Its Decoration: Festschrift for Slobodan Ćurčić (Aldershot: Ashgate, 2012), ed. with M. Johnson and A. Papalexandrou
Architecture of the Sacred: Space, Ritual, and Experience from Classical Greece to Byzantium (Cambridge University Press, 2012), ed. with Bonna D. Wescoat
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi ile birlikte kadim şehrin sembol mabedlerinden, İstanbul’un fethinin yâdigârı Kariye Camii (Khora Manastır Kilisesi) 79 yıllık aradan sonra yeniden ibadete açıldı.
Mülkiyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki tarihi ibadethane 21 Ağustos 2020 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle cami statüsüne çevrilmişti. Kariye Camii’nde dört yıl süren titiz restorasyon çalışmalarının ardından 6 Mayıs 2024 Pazartesi günü yeniden cemaatle namaz kılınmaya başlandı.
İstanbul’un Fatih İlçesi’nde yer alan Kariye Camii gerek evrensel, gerek millî ve de gerekse tarihi ve kültürel miras zaviyelerinden birinci derece anıt eser niteliğini taşıyor. İbadethane Bizans sanatı ve mimarisinin önde gelen eserlerinden biri olarak gösteriliyor.
KARİYE CAMİİ’NİN MUFASSAL TARİHİ
Tarihi, altıncı yüzyıl gibi erken bir döneme kadar uzanan Khora Manastır Kilisesi, on birinci ve on ikinci yüzyıllarda imparatorluk ailesi olan Komnenos Hanedanı döneminde iki kez tecdiden ihya edilir.
1316-1321 yılları arasında da Bizans yöneticilerinden Theodoros Metokhites tarafından onarılan yapı mozaik ve fresklerle bezenerek bugünkü mimari kurgusu ile sanat formunu alır.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nden sonra en fazla tanınan, içerisindeki mozaik ve freskleri ile Bizans ve dünya sanatının gelişiminde önemli bir yere sahip olan Kariye Camii, Haliç’in güneyinde, İstanbul’un altıncı tepesi Edirnekapı’da inşa edilmiştir.
İSTANBUL’UN FETHİNDEN 58 YIL SONRA CAMİYE ÇEVRİLDİ.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed Han’ın emriyle Khora Kilisesi’ndeki mozaikler ve freskler korunarak üzerleri sıvayla kapatılmıştır.
İstanbul’un fethinden 58 yıl sonra II. Bayezid (1481–1512) döneminde Miladi takvimin yaprakları 1511’i gösterirken devrin sadrazamı Hadım Ali (Atik Ali Paşa) Paşa tarafından camiye dönüştürülen yapıya minare eklenmiştir.
953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterinde ‘Kenise (kilise) Camii’ adıyla tabir edilen mabedin, Hadım Ali Paşa’nın Çemberlitaş’taki evkâfına bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Cami, bu dönemde etrafına eklenen sıbyan mektebi, medrese ve imaret vb. yapılarla külliye vasfını kazanmıştır.
Kariye Camii, 29 Ağustos 1945 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla ibadete kapatılarak Kariye Müzesi’ne çevrilmiş bu tasarrufla üzerleri sıvayla kapanmış olan mozaikler ve freskler açılmıştır.
Yaklaşık üç nesil boyunca müze statüsünde tutulan Kariye Camii hatırlanacağı üzere Danıştay 19. Dairesi’nin aldığı karar doğrultusunda 21.08.2020 tarihinde yeniden cami statüsüne kavuşturulmuştu.
Kariye Camii tarihinin en geniş ve kapsamlı restorasyon süreci ise Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün himaye ve destekleriyle Taksim Yapı’nın uhdesindeki onlarca restorasyon uzmanı, arkeolog, sanat tarihçisi ve mimarın emekleriyle Mayıs 2024 ayında tamamlandı. 6 Mayıs 2024 tarihinde açılışı yapılan mabed cemaatine kavuştu.
İBADETHANE FARKLI MİMARİ UNSUR VE ÜSLUPLARI HÂVÎ
Farklı mimari unsur ve üslupları hâvî olan kadim ibadethane asırlar boyunca geçirdiği büyük inşa, tecdiden ihya ve restorasyon çalışmalarından sonra bugünkü şeklini aldı.
İçerisinde birbirinden âlâ keyfiyeti hâiz mozaik bezemeler ve hikâyesi olan fresk panolar bulunan Kariye Camii, dışarıdan bakıldığında taş ve tuğla duvarlarıyla sade bir yapı hüviyetinde.
Sadece kubbe kasnağı orijinal olarak bugüne gelen Kariye Camii’nin yıkılan kubbesi ahşaptan yapılarak üzeri alçı ile kaplandı. Uzunlamasına dikdörtgen bir yapıya sahip olan tarihi caminin içerisinde on altı adet pencere mevcut. Camideki bu pencerelerin içerdeki bölümün aydınlatılması için uzun şekilde yapıldığı biliniyor. Zemininde ve duvarlarında mermer kullanılan tarihi caminin iç mekân süslemelerinde mozaik ve freskler göze çarpıyor.
YAPI SAĞLIĞI İZLEME SİSTEMİ
Gerek restorasyon sürecinde gerekse de restorasyon sonrasındaki süreçte anlık olarak yapı sağlığının izlenebilmesi amacıyla yapı izleme sistemi kurulan mimari abidede yapılan son restorasyon süreçlerini yüklenici firman Taksim Yapı’nın YK Başkanı Mimar Erhan Uludağ Katılım Bankamız için şu cümlelerle özetledi: “Kariye Camii’nin restorasyon süreci, başlangıcından itibaren büyük bir özen ve titizlikle yürütülmüştür. Gerek restorasyona başlamadan önce gerekse de restorasyon süresince, mimarlarımız, sanat tarihçilerimiz ve uzman ekiplerimizle birlikte yapılan titiz araştırmalar, yapının aslına uygun bir şekilde restore edilmesi için temel amacımız olmuştur. Kariye Camii’nin tarihi dokusu, Kariye Bilim Kurulu tarafından verilen kararlar doğrultusunda korunmuş ve aslına uygun bir hâle getirilmiştir.
MİMAR ULUDAĞ: KARİYE CAMİİ’Nİ GELECEK NESİLLERE DOĞRU BİR ŞEKİLDE AKTARILMASI İÇİN ÇALIŞTIK.
Bu projede özellikle vurgulamak istediğimiz noktalar mevcut. Jeofizik çalışmalar (GPR/ Jeoradar ve PUNDİT/ultrasonik ses ölçümleri), sismik etüd çalışmaları ve yapı sağlığı izleme sistemi gibi modern teknolojilerin kullanımı, restorasyon sürecinde doğru müdahalelerin yapılmasını sağladı. Aletsel gözlem izleme sistemi ve düşey hareket izleme sistemleri ise yapıya sürekli olarak göz kulak olmayı mümkün kıldı. Tüm bu yeniliklerle Kariye Camii’nin gelecek nesillere doğru bir şekilde aktarılması sağlanmıştır.
İç ve dış nartekslerde gerçekleştirilen konservasyon işlemleri, uzman ekiplerimiz tarafından titizlikle yürütülmüştür. Bu işlemler, yapıdaki tarihi ve kültürel mirası korumak adına büyük önem taşımaktadır. Ayrıca, çalışmaya başlamadan önce ve akabinde restorasyon süresince yapısal analiz çalışmaları titizlikle gerçekleştirilmiştir. Bu sayede Taksim Yapı olarak, yapının en üst düzeyde güvenliği sağlanmış ve yeni teknolojilerin kullanımıyla yapının güvenliği teminat altına alınmıştır.
Temel kotlarında kullanılan paslanmaz çelik gergilerle, yapının sağlığı korunmuş, çatlak hatlarında ise paslanmaz çelik tijlerle dikiş yapılarak yapısal sağlamlık güvence altına alınmıştır.
Ayrıca, camii içinde tespit edilen çimento esaslı zemin kaplamaları sökülüp, yerine aslına uygun olarak şeşhane tuğlası kaplanmıştır. Tüm cephelerde ise çimento esaslı derzler temizlenerek, camii aslına uygun olarak taş-tuğla tümleme yapılarak aslına uygun hale getirilmiştir.
Bu özenli çalışmalarla, Kariye Camii’nin tarihi dokusu korunarak, gelecek nesillere aktarılması sağlanmıştır. Bu süreçte emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarıma ve iş ortaklarımıza içten teşekkürlerimi sunuyorum.”
TEŞEKKÜRLERİMİZLE
Kariye Camii restorasyonu özelinde Vakıflar Genel Müdürlüğü nezdinde ibadethaneye hizmetleri sebkat eden tüm paydaşları tebrik ediyoruz.
DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU 2019/2237 E. , 2021/695 K. “İçtihat Metni”
T.C. D A N I Ş T A Y İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas No : 2019/2237 Karar No : 2021/695
TEMYİZ EDEN (DAVACI) : … Sendikası VEKİLİ : Av. … KARŞI TARAF (DAVALILAR) : 1- … 2- … Başkanlığı VEKİLİ : …
İSTEMİN KONUSU : Danıştay İkinci Dairesinin 20/02/2019 tarih ve E:2016/10070, K:2019/698 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ : Dava konusu istem: 26/10/2011 tarih ve ve 28096 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Yönetmeliği’nin; 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin, 9. maddesinin ikinci fıkrasının iptali istenilmiştir. Daire kararının özeti: Danıştay İkinci Dairesinin 20/02/2019 tarih ve E:2016/10070, K:2019/698 sayılı kararıyla; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 124.; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 3., 41.; 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un işlem tarihindeki haliyle 9., 10., 12.; 05/04/2015 tarih ve 29327 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Diyanet İşleri Başkanlığı Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’nin 34., 23/12/2011 tarih ve 28151 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Vaizlik, Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyımlık Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği’nin 5., 19/02/2013 tarih ve 28564 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hac ve Umre Seyahatleri ile İlgili İşlerin Diyanet İşleri Başkanlığınca Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin 8. madde düzenlemelerine yer verildikten sonra, Yönetmeliğin 9. maddesinin ikinci fıkrası yönünden; Dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin, 08/02/2014 tarih ve 28907 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmeliğin 8. maddesi ile başlığı ile birlikte değiştirilip yeniden düzenlenmiş olması; aynı maddenin ikinci fıkrasının ise bilahare 18/06/2014 tarih ve 29034 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmeliğin 5. maddesi ile değiştirilmiş olması ve herhangi bir uygulama işleminin de dava konusu edilmemiş olması nedeniyle davanın konusuz kaldığı, Bu itibarla, davacının iptalini talep ettiği söz konusu düzenleme yürürlükte bulunmadığından, bu düzenlemenin iptaline ilişkin istem hakkında karar verilmesine yer bulunmadığı, Yönetmeliğin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden; Davalı idarenin, ilgili mevzuatla kendisine verilmiş olan görev ve yetkilerini, istenilen amaç ve seviyede yerine getirebilmek amacıyla, örgütsel yapısı içerisinde görev veya görev yerlerini değiştireceği, bu yapı içerisinde kariyer basamaklarında yükselteceği personelini ve yurt dışı, hac ve umre hizmetlerinde görevlendirecekleri sistematik bir yapı (düzen) içerisinde, hukukun genel ilkeleri içerisinde kalmak suretiyle belirleyebileceği ve bu konuda gerekli düzenlemeleri de gerçekleştirebileceği, Kamu hizmetinin yürütülmesinde belirleyici olan personel unsurunun, nesnel bir şekilde kariyer ve liyakat ilkelerine uygun olarak belirlenmesi ve meslek içinde ilerleme ve yükselmede ehliyet ve başarının esas alınmasının gerektiği, Dava konusu düzenleme ile idarenin bu ilke doğrultusunda hareket ederek, eğitimli kişilerin bilgi ve deneyimlerinin kuruma ve kamu hizmetine aktarılmasını sağlamaya yönelik olarak, görev veya görev yerlerini değiştirmek için açılan sınavlara katılmak isteyen cami görevlileri, kariyer unvanlar için yapılacak sınavlara katılmak isteyen personel ile yurt dışı, hac ve umre hizmetlerinde görevlendirilmek için Başkanlıkça yapılacak sınavlara katılacaklar için ön seçim niteliğinde olmak üzere, görevlilerin bilgi seviyelerini ölçmek ve mesleki bakımdan göreve en iyi şekilde hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla Mesleki Bilgiler Seviye Tesbit Sınavı (MBSTS) yapılması ve bu sınavda, yukarıda belirtilen dava dışı Yönetmeliklere de koşut Başkanlıkça belirlenen puanı alma şartının getirildiği, Bu durumda, merkezi bir sistem içerisinde gerçekleştirilecek Mesleki Bilgiler Seviye Tesbit Sınavı (MBSTS) sonucunda alınacak puanın; personelin seçiminde objektif bir kriter olarak belirlendiği, kariyer unvanlar için yapılacak sınavlara katılacaklar yönünden mesleki bakımdan göreve en iyi şekilde hazır olmaları ve hizmet kalitesinin artırılması amacını taşıdığı, kamu hizmetinde etkinliğin ve verimliliğin artırılması amacıyla kariyer ve liyakat ilkeleri gözetilerek getirildiği anlaşılan dava konusu düzenlemede, kamu yararı ve hizmet gerekleri ile mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığı, Öte yandan; davacı Sendika tarafından, bu yönetmelik hükmü ile eş ve sağlık mazereti nedeniyle yer değiştirme talebinde bulunacak personelin sınav yükümlülüğüne tabi tutulmasının hukuka aykırı olduğunun iddia edildiği; Diyanet İşleri Başkanlığı Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’nin 35. maddesinin birinci fıkrasında, “Cami görevlilerinin mazeret, süre ve karşılıklı yer değiştirme talepleri dışında kalan isteğe bağlı atanmaları Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Yönetmeliği hükümlerine göre yapılır.” hükmünün yer aldığı, bu nedenle mazeret sebebiyle yer değişikliği sebeplerinin varlığı hâlinde yapılacak atamaların sınav şartından bağışık olduğu görüldüğünden bu iddiaya itibar edilmediği gerekçesiyle, Yönetmeliğin; 9. maddesinin ikinci fıkrasının iptali istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına, 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin iptali istemi yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, Yönetmeliğin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile getirilen Mesleki Bilgiler Seviye Tespit Sınavına (MBSTS) ilkokul mezunu hafız ile doktora yapmış din görevlisinin de gireceği, bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olacağı ve hacca hep aynı kişilerin gitmesinin sağlanacağı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun atamaya ilişkin 72., 73., 74. ve 76. maddelerinde sınava ilişkin bir düzenleme olmadığı halde Yönetmelikle böyle bir sınırlama getirilmesinin hukuka aykırı olduğu; 9. maddesinin ikinci fıkrası bakımından, Daire kararında düzenlemenin yürürlükte bulunmaması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ise de, söz konusu maddede belirtilen sınavın il müftülüğü sınav kurulunca yapılacağı hükmünün geçerliliğini koruduğundan karar verilmesine yer olmadığı yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMALARI : Davalı idarelerden Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, Danıştay İkinci Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. Davalı idarelerden Cumhurbaşkanlığı tarafından, savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
HUKUKİ DEĞERLENDİRME: Danıştay dava dairelerinin nihai kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan; “a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c)Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması” sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür. Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
KARAR SONUCU: Açıklanan nedenlerle; 1. Davacının temyiz isteminin reddine, 2.Dava hakkında kısmen karar verilmesine yer olmadığına, kısmen davanın reddine ilişkin Danıştay İkinci Dairesinin temyize konu 20/02/2019 tarih ve E:2016/10070, K:2019/698 sayılı kararının ONANMASINA, 3. Kesin olarak, 05/04/2021 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY X- Dava, 26/10/2011 tarih ve ve 28096 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Sınav Yönetmeliği’nin; 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin, 9. maddesinin ikinci fıkrasının istemiyle açılmıştır. Dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesi, 08/02/2014 tarih ve 28907 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmeliğin 8. maddesi ile başlığı ile birlikte değiştirilip yeniden düzenlenmiş; aynı maddenin 2. fıkrası ise bilahare 18/06/2014 tarih ve 29034 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmeliğin 5. maddesi ile değiştirilmiştir. Düzenleyici işlem niteliğindeki Yönetmelik kuralları davacı tarafça menfaatleri ihlal edildiği ön iddiasıyla dava konusu yapılmış ve hukuka aykırı olduğu da belirtilerek iptali istenilmiş olup, Danıştay Dairesinde bu Yönetmelik yargılamaya tabi tutulup incelenmekte iken, davalı idarece “Yeni Yönetmelik / Yönetmelik Değişikliği” çıkarılmak suretiyle mevcut dava konusu Yönetmelik kuralları yürürlükten kaldırılmıştır. Eski yönetmelik yargısal incelenme aşamasında iken davalı idarenin yeni yönetmelik çıkarma konusunda yetkisi bulunduğu tartışmasız olmakla birlikte, bu durum, idari yargı yerinin yargısal incelemesinde bulunan yönetmelik kuralları hakkında, hukuka uygun olup olmadıkları yönünden bir değerlendirme yapılıp sonuca varılmasına hukuken engel teşkil etmemektedir. Hukuka uygunluk denetimi yapılmadan verilecek karar, idarenin bu şekilde yeni yönetmelik kuralları oluşturarak yargı denetimine tabi tutulmasından muaf kılınması sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle, idari yargı yerinin yargısal incelemeyi tamamlayıp dava konusu Yönetmelik kurallarının hukuka uygunluğunu veya hukuka aykırılığını tespit edip görüş ve gerekçesini açıklaması gerekmektedir. Aksi takdirde, idari yargı yerinin etkililiği ve işlevselliği ortadan kalkmış olacak, yargısal denetime tabi tutulmayan Yönetmelik kuralları hukuk aleminde sonuç doğurmaya ve üretmeye devam edecektir. Bu durumda; idari yargılama usulü gereklerinden olan, idarece iptal edilen veya yürürlükten kaldırılan işlem hakkında idari yargı yerince iptal kararı verilemeyeceği öngörüsü dikkate alınarak iptal kararı verilemez ise de, yönetmelik kurallarının hukuka uygun olup olmadıklarının tespit edilmesine bir engel bulunmadığından, idari yargı yerinin işlevselliği ve aynı zamanda taraf iddialarının karşılanması bakımından hukukilik denetimi yapılması bir zorunluluk olarak değerlendirilmektedir. Bütün bunlar dikkate alınarak, dava konusu Yönetmelik kurallarının hukuka aykırılığı veya uygunluğu konusunda tespit yapılıp bu konuda gerekçe yazıldıktan sonra, yeni Yönetmelik değişiklikleri ile dava konusu Yönetmelik kuralları yürürlükten kaldırıldığı için karar verilmesine yer olmadığına dair kararın yerinde olduğunun açıklanması gerektiği görüşü ile karara katılmıyoruz.
KARŞI OY XX- 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a fıkrasında; iptal davaları, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır. İptal davasının gerek anılan maddede, gerekse içtihat ve doktrinde belirlenen hukuki nitelikleri göz önüne alındığında; idare hukuku alanında tek taraflı irade açıklamasıyla kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen idari işlemlerin, ancak bu idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisi kurabilenler tarafından iptal davasına konu edileceğinin kabulü zorunlu bulunmaktadır. İptal davasının amacı, hukuka aykırı idari işlemin uygulamadan kaldırılması, geçersiz kılınması ve işlemin hukuksal geçerliliğine son verilmesidir. Burada sağlanmak istenen, hukuk düzeninde hukuka aykırı işlemlerin bulunmamasını sağlayarak, hukuk devletinin korunmasıdır. İdare Hukuku ilkelerine göre, iptal kararları, iptali istenilen işlemi, tesis edildiği tarih itibarıyla ortadan kaldırarak, işlemin tesisinden önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlar. Bir idari işlemin hukuki irdelemesi yapıldığında, tespit edilen duruma göre dava konusu işlemin iptali ya da davanın reddi yolunda hüküm kurulması gerekmektedir. Hukuka uygunluk denetimi yapılan işlem yönünden “karar verilmesine yer olmadığına” hükmedilmesi, usulde yeri olmayan bir uygulama olup, işin esasının incelenmesinin sonucu olarak esas hakkında bir hüküm kurulması zorunlu bulunmaktadır. Bir yönetmelik kuralına dava açıldıktan sonra, idarenin yeni yönetmelik çıkarma konusunda yetkisi bulunduğu açık olmakla birlikte, bu durum, idari yargı yerinin yargısal incelemesinde bulunan yönetmelik kuralı hakkında, hukuka uygun olup olmadığı yönünden bir değerlendirme yapılıp sonuca varılmasına hukuken engel değildir. Aksi halde, idare bu şekilde yeni yönetmelik yürürlüğe koyarak, mevcut yönetmeliğin yargı denetimine tabi tutulmasından muaf kılınmasına neden olacaktır. Ayrıca, davacılar şeklen değiştirilen her düzenlemeye karşı dava açmak zorunda bırakılarak, hak arama özgürlüğünün kullanılması da zorlaştırılacaktır. Bu durumda, davacı tarafından hukuka aykırı olduğu ileri sürülen düzenlemelerin hukuki irdelemesi yapılarak Dairece işin esası hakkında, “ret” ya da “iptal” hükmü kurulması gerekirken, karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesinde hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabul edilerek, Danıştay İkinci Dairesinin 20/02/2019 tarih ve E:2016/10070, K:2019/698 sayılı kararının, karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kısmının bozulması gerektiği oyuyla, çoğunluk kararının bu kısmına katılmıyorum.
KARŞI OY XXX- Dava konusu Yönetmeliğin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden; Bu düzenleme ile görev veya görev yerlerini değiştirmek için açılan sınavlara katılmak isteyen cami görevlilerinin, kariyer unvanlar için yapılacak sınavlara katılmak isteyen personel ile yurt dışı, hac ve umre hizmetlerinde görevlendirilmek için Başkanlıkça yapılacak sınavlara katılacakların, Mesleki Bilgiler Seviye Tespit Sınavına (MBSTS) girmeleri ve Başkanlıkça belirlenen puanı almaları şart olduğu yönünde kural getirilmiş ise de, söz konusu düzenlemede, yapılacak sınava ilişkin soruların hangi konulardan oluşacağı, başarı puanının kaç puan olarak kabul edileceği, görev veya görev yerini değiştirmek isteyen personel ile kariyer unvanlar için yapılacak sınavlara katılmak isteyen personel ve hac ve umre hizmetlerinde görevlendirilecek personel için söz konusu sınavdan kaç puan alınması gerektiği gibi hususlara ilişkin olarak objektif kriterlere yer verilmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, dava konusu düzenleme yönünden davanın reddine ilişkin Daire kararında hukuki isabet bulunmadığı görüşüyle kararın, Yönetmeliğin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yönünden bozulması gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.
DAVACI :Sürekli Vakıflar, Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği
VEKİLİ : Av. Selami Karaman
DAVALI :Cumhurbaşkanlığı (Başbakanlık) / ANKARA
VEKİLİ :Hukuk Müşaviri Zeynep Gökçe Zengin / aynı yerde
DAVANIN KONUSU :Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması amacıyla Başbakanlığa yapılan 31/08/2016 tarihli başvurunun Başbakanlığın bağlı kuruluşu olan Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğünce reddine yönelik 19/10/2016 tarih ve 27882 sayılı işlemin dayanağı olan Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istenilmektedir.
DAVACININ İDDİALARI :Davacı tarafından, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararındaki imzaların gerçekliğinin grafolojik yönden incelenmesi gerektiği, 1924 Anayasası’nın 52. maddesi gereğince kararnamelerin Resmî Gazete’de yayımlanması ve Danıştay’ın incelemesinden geçirilmesi gerekirken bu şartlara uyulmadığı, Kararda imzaları bulunan bazı bakanların karar tarihinde Ankara dışında olduklarının Meclis tutanakları ile sabit olduğu, Ayasofya’nın tapu kaydında “müze” değil, “cami” ifadesinin yer aldığı ve UNESCO’nun resmi internet sitesinde müze olarak tanımlanmadığı, vakıf malı olan Ayasofya’nın vakfiyesine uygun bir şekilde cami olarak kullanılması gerektiği, vakfedenin iradesine aykırı hareket edildiği, Ayasofya’nın Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisine yönelik alınmış bir karar bulunmadığı ileri sürülerek, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının iptali istenilmektedir.
DAVALIİDARENİNSAVUNMASI:Davalı (Kapatılan) Başbakanlık tarafından, 1934 yılında yürürlüğe konulan Bakanlar Kurulu Kararına karşı yıllar sonra dava açılamayacağı, davanın süresinde olmadığı; davacının Başbakanlığa ve diğer kurumlara Ayasofya ile ilgili olarak zaman zaman başvurularda bulunduğu, davaya esas başvuru içeriğinin bir öncekinden farksız olduğu, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının iptali hususunda muhtelif davalar açıldığı, yine aynı işleme karşı davacı tarafından daha önce açılan davanın reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği, işlem hakkında kesin hüküm bulunduğu; Ayasofya Camii’nin 1470 tarihli Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı vakfiyesinden olup tapunun 57 pafta, 57 ada, 7 parselinde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi” olarak kayıtlı olduğu, söz konusu Vakfın tüzel kişiliğe sahip bir mazbut vakıf olduğu ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce temsil ve idare edildiği; Devlet idaresinin en yüksek karar organı olan Bakanlar Kurulunun idare alanında genel karar organı olduğu, Anayasa ve kanunlarla kendisine ayrıca ve açıkça yetki verilmemiş olsa bile, idare alanında “kanuna dayanmak” ve “Anayasaya ve kanunlara aykırı olmamak” şartıyla istediği her işlemi yapmak konusunda yetkili olduğu; Ayasofya’nın tahsis ve kullanım şeklinin değiştirilmesinin yürütmenin takdirinde olduğu, ulusal ve uluslararası koşullar ile iç
hukukumuz çerçevesinde Bakanlar Kurulunca bu konuda her zaman karar alınabileceği, Bakanlar Kurulu Kararında yer alan imzaların sahte olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığı öne sürülerek, davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ : Uğur Yasin Yolal
DÜŞÜNCESİ : Dava konusu işlemin iptal edilmesi gerektiği düşünülmektedir.
DANIŞTAY SAVCISI : Aytaç Kurt
DÜŞÜNCESİ : Davacı tarafından, Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının üzerindeki Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelettirilmesi ve iptali istenilmektedir.
Bakılan davanın açılmasından önce, aynı istemle açılan davanın Danıştay Onuncu Dairesinin 31/03/2008 tarih ve E:2005/127, K:2008/1858 sayılı kararıyla esas yönünden incelenerek reddedildiği, anılan kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 10/12/2012 tarih ve E:2008/1775, K:2012/2639 sayılı kararıyla değişik gerekçeyle onandığı, davacının karar düzeltme isteminin de 06/04/2015 tarih ve E:2013/3803, K:2015/1193 sayılı kararla reddedildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacının 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararından en geç yukarıda anılan davanın açıldığı tarihte haberdar olduğunun kabulü gerektiği, sonradan dava hakkı doğuracak nitelikte yeni bir hukuki durumun da ortaya çıkmadığı dikkate alındığında bakılan davanın süre aşımı nedeniyle incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
İşin esasına gelince;
Dosyanın incelenmesinden, türbe, akaret, muvakkıthane ve medreseyi de kapsayan Ayasofya Camiinin bulunduğu İstanbul İli, Eminönü İlçesi, Cankurtaran Mahallesi Bab-ı Hümayun Sokağı, 57 pafta, 57 ada, 7 sayılı parselde bulunan 2 hektar 6644 m²’ den ibaret taşınmazın 19.11.1936 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına tapuya tescil edildiği, eşsiz bir mimarlık ve sanat abidesi olan Ayasofya Camiinin, müzeye çevrilmesi konusunda o dönemde vakıflardan sorumlu olan Maarif Vekaletinin (Milli Eğitim Bakanlığı) 4.11.1934 tarih ve 94041 sayılı yazısıyla, Ayasofya Camiinin çevresindeki evkafa ait dükkanların yıktırılması, diğerlerinin de evkafça istimlak edilmesi suretiyle güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimi muhafazası masraflarına karşılık da evkafça bu sene ve gelecek sene bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar alınması suretiyle Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesinin istenildiği, Evkaf Umum Müdürlüğü’nün (Vakıflar Genel Müdürlüğü) 7.11.1934 tarih ve 153197/107 sayılı yazısıyla da, vakfın durumunun parasal olarak değerlendirilmesi üzerine, 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla; Ayasofya Camiinin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum Müdürlüğü’nce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafaza masrafları da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bütün insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal sitleri dünyaya tanıtmak, toplumda sözkonusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli işbirliğini sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Konferansınca 16 Kasım 1972 tarihinde Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme kabul edilmiştir. 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılmamız uygun bulunan bu Sözleşme, 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.
Bu Sözleşmenin başlangıç bölümünde; kültürel mirasın ve doğal mirasın sadece geleneksel bozulma nedenleriyle değil, fakat sosyal ve ekonomik şartların değişmesiyle bu durumu vahimleştiren daha da tehlikeli çürüme ve tahrip olgusuyla gittikçe artan bir şekilde yok olma tehdidi altında olduğu, kültürel ve doğal mirasın herhangi bir parçasının bozulmasının veya yok olmasının, bütün dünya milletlerinin mirası için zararlı bir yoksullaşma teşkil ettiği, bu mirasın ulusal düzeyde korunmasının, korumanın gerekli kıldığı kaynakların genişliği ve kültürel varlığın toprakları üstünde bulunduğu ülkenin ekonomik, bilimsel ve teknik kaynaklarının yetersizliği nedeniyle çoğu kez tamamlanmamış olarak kaldığı, örgüt yasasının, dünya mirasının muhafaza ve korunmasını sağlamak ve ilgili milletlere gerekli uluslararası sözleşmeleri tavsiye etmek suretiyle bilgi muhafazasını arttırmayı ve yaymayı öngördüğü, kültürel ve doğal varlıklara ilişkin mevcut uluslararası sözleşme, tavsiye ve kararların hangi halka ait olursa olsun bu eşsiz ve yeri doldurulmaz kültür varlıklarının korunmasının dünyanın bütün halkları için önemini gösterdiği, kültürel ve doğal mirasın parçalarının istisnaî bir öneme sahip olduğu ve bu nedenle tüm insanlığın dünya mirasının bir parçası olarak muhafazasının gerektiği, kültürel ve doğal varlıkları tehdit eden yeni tehlikelerin vüsat ve ciddiyeti karşısında, ilgili devletin faaliyetinin yerini almamakla beraber bunu müessir bir şekilde tamamlayacak kolektif yardımda bulunarak, istisnaî evrensel değerdeki kültürel ve doğal mirasın korunmasına iştirakin, bütün milletlerarası camianın ödevi olduğu, bu amaçla, daimi bir temel üzerine ve modern bilimsel yöntemlere uygun olarak, istisnaî değerdeki kültürel ve doğal mirasın kolektif korunmasına matuf etkin bir sistemi kuran yeni hükümleri, bir sözleşme biçiminde kabulünün zorunlu olduğu hususlarına yer verilerek bu sözleşmenin kabul edildiği vurgulanmaktadır.
Söz konusu Sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Miras Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenerek bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş doğal ve kültürel varlıkları göstermektedir. Böyle bir liste oluşturmadaki amaç, tüm insanlığın malı olan değerlerin korunmasında uluslar arası işbirliğini mümkün kılmaktır. Düzenli olarak yenilenen listede 2008 yılı itibariyle 141 ülkeye ait 851 varlık bulunmaktadır. Bunların 660’ı kültürel, 166’sı doğal, 25’i ise kültürel ve doğal varlıktır. Kültürel bir miras niteliği taşıyan İstanbul’un tarihi alanları 6.12.1985 tarihinde Dünya Miras Listesine dahil edilmiştir.
İstanbul’un tarihi alanlarının en önemli parçalarından biri olan ve ortak miras olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip Ayasofya’nın, müze olarak kullanılması idarenin takdir yetkisi kapsamındadır ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Davacı tarafından, Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının üzerindeki Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelettirilmesi istenilmektedir. Dosyanın incelenmesinden, T.C. Başvekalet Kararlar Müdürlüğünce 14/11/1934 tarih ve 94041 sayılı Tezkere uyarınca İcra Vekilleri Heyetince kararnamenin hazırlandığı ve onaya sunulduğu, Cumhurbaşkanınca Kararnamenin imzalandığı, Müzenin 01/02/1935 tarihinde faaliyete geçtiği göz önüne alındığında Cumhurbaşkanının iradesinin oluşmadığından söz edilemeyeceğinden iddianın incelenmesi istemi yerinde görülmemiştir.
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, duruşma için önceden taraflara bildirilen 02/07/2020 tarihinde davacı Derneği temsilen İsmail Kandemir ile davacı Dernek vekili Av. Selami Karaman’ın, Cumhurbaşkanlığını temsilen Hukuk Müşaviri Zeynep Gökçe Zengin’in geldikleri, Danıştay Savcısının hazır olduğu görülmekle açık duruşmaya başlandı, taraflara iddia ve savunmalarını açıklamaları için usûlüne uygun söz verilip, Danıştay Savcısının düşüncesi alındıktan ve tarafların Savcı düşüncesine yönelik beyanları dinlendikten sonra duruşmaya son verildi.
Davacının, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında yer alan imzaların gerçeği yansıtmadığı, Kararda imzaları bulunan bazı bakanların karar tarihinde Ankara dışında olduklarının Meclis tutanakları ile sabit olması nedeniyle imzalarının geçersiz olduğu ve grafolojik yönden incelenmesi gerektiği iddiaları yönünden, dosyada konu ile ilgili inceleme yapılmasını gerektirecek yeterli emare bulunmadığı kanaatine ulaşıldığından söz konusu imzaların gerçekliğiyle ilgili inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.Davalı idarenin davada süre aşımı olduğu iddiası yönünden;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasında; dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu, dördüncü fıkrasında ise, ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı, ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilecekleri hükme bağlanmış, aynı Kanun’un 10. maddesinde de; ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri hüküm altına alınmıştır.
Dava konusu olayda, davacı Dernek tarafından 31/08/2016 tarihinde Başbakanlık genel evrak kaydına giren dilekçe ile “Ayasofya Camii’nin müze olmasının hukuken ve vakfen mümkün olmadığı, 7044 sayılı Aslında Vakıf Olan Tarihi ve Mimari Kıymeti Haiz Eski Eserlerin Vakıflar Umum Müdürlüğüne Devrine Dair Kanun’un, Bakanlar Kurulu Kararından önce uyulması gereken bir hukuk normu olduğu, Türkiye Cumhuriyetinde hukukun Anayasa’nın teminatı altında olduğu” ileri sürülerek hak, hukuk ve vakıf senedine göre Ayasofya Camii’nin ibadete açılması talep edilmiştir. Anılan başvuruya, Başbakanlık bağlı kuruluşu Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğünün 19/10/2016 tarih ve 27882 sayılı yazısıyla “Ayasofya Camii mülkiyetinin Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olmakla birlikte, dava konusu 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı İcra Vekilleri Heyetince müzeye çevrilmiş olup, halen Kültür ve Turizm Bakanlığının sorumluluğunda müze olarak devam ettiği” belirtilerek cevap verilmiş ve bu suretle söz konusu talep reddedilmiş bulunmaktadır.
Davacı Derneğin Başbakanlığa yapmış olduğu başvuru 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi kapsamında yapılan bir başvuru niteliğinde olup, Ayasofya’nın müze statüsünde kullanımının hukuk ve vakıf senedine aykırı olduğu iddiasıyla cami olarak kullanıma açılması talebini içermektedir. Bu talebin reddine dair işlem, dava dilekçesi ekinde ibraz edilen taahhütlü tebliğ alındısı suretine göre davacı Derneğe 24/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve altmış günlük yasal dava açma süresi içinde kalan 20/12/2016 tarihinde de bu dava açılmıştır. Esasen Dairemizin E:2018/3786 sayılı dosyasında doğrudan dava konusu Bakanlar Kurulu Kararına karşı açılan dava, davalı idareye yeni bir başvuru yapılmadan ve konu ile ilgili tesis edilmiş bireysel bir işlem olmadan açılmış bulunduğundan 13/09/2018 tarihinde verilen K:2018/2588 sayılı süre ret kararıyla sonuçlanmış iken, bu dava bahis konusu başvuru üzerine tesis edilen yeni bir bireysel işlem akabinde açılmış olduğundan, dosya esas yönünden görüşülmek üzere tekemmül ettirilmiştir.
Davacı Derneğin başvurusunun reddedilmesine dair işlem, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı dayanak alınmak suretiyle tesis edilmiştir. Dolayısıyla davacı, hakkında idari davaya konu olabilecek bireysel işlemin tesis edilmesi üzerine hem bu işlem, hem de dayanak işleme veya bunlardan herhangi birine karşı dava açabilecek olup, uyuşmazlıkta da, bireysel ret işleminin dayanağını oluşturan Bakanlar Kurulu Kararına karşı söz konusu işlemin tebliği üzerine yasal süresi içinde dava açılmıştır. Bu nedenle, davalı idarenin süre aşımı itirazı yerinde görülmemiştir.Davalı idarenin, tarafları ve konusu aynı olan önceki bir davada Dairemizce verilen kesin bir hüküm bulunduğu iddiasına gelince;
Söz konusu kesin hüküm iddiasına ilişkin karar; Dairemizin 31/03/2008 tarih ve E:2005/127, K:2008/1858 sayılı davanın reddine ilişkin kararının değişik gerekçe ile onanmasına dair İdari Dava Daireleri Kurulunun 10/12/2012 tarih ve E:2008/1775, K:2012/2639 sayılı kararıdır.
Anılan Kararda, “… Dünya Miras Listesine dahil edilerek tüm insanlığın ortak değeri kabul edilen Ayasofya’nın da, anılan sözleşme hükümleri gereğince, bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından korunacağı ve yaşatılacağı açıktır. Koruma ve yaşatma ilkesine uygun olmak şartıyla, Ayasofya’nın kullanım şeklinin ise iç hukukumuza göre belirlenmesi önünde anılan Sözleşmede engel bir kural bulunmamaktadır.
Davalı idare tarafından, Ayasofya’nın tarihi, mimari ve kültürel nitelikleri nedeniyle ve korunması amacıyla diğer camilerden farklı değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, bu zorunluluklar nedeniyle ve 1934 yılındaki ulusal ve uluslararası koşullar dahilinde, dava konusu işlemle kullanım şeklinin müze olarak belirlendiği belirtilmektedir.
Ulusal ve uluslararası koşullardaki değişiklikler gözetilerek ve Ayasofya’nın tarihi, mimari ve kültürel niteliklerini koruma ve yaşatma amacına bağlı kalınarak Ayasofya’nın kullanım şeklinin müze olmaktan çıkartılması ve başka bir amaca tahsis edilmesi de idarenin takdirinde bulunmaktadır. …” gerekçesine yer verilmiş ve bu gerekçe ile davanın reddine ilişkin karar onanmıştır.
Bahse konu kararda, Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuza göre belirlenmesi önünde Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’de engel bir hükmün bulunmadığı belirtildikten sonra, Ayasofya’nın müze vasfından başka bir amaca tahsisinin idarenin takdirinde olduğuna hükmedilmiştir. Ancak, söz konusu dava içeriğinde; Ayasofya’nın mülkiyeti, vakıf niteliği ve tapusunda yer alan vasfı itibarıyla vakıf senedinde tahsis edildiği amaç dışında kullanımının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialar yönünden esasa ilişkin herhangi bir inceleme ve değerlendirme bulunmadığı gibi, buna dair herhangi bir gerekçe ve hüküm de yer almamıştır.
Bu itibarla, davacı Derneğin daha önceki davalar kapsamında yargılama konusu yapılmayan, hakkında herhangi bir gerekçe ve hüküm bulunmayan dava sebepleri yönünden 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince yaptığı yeni ve farklı bir başvuru sonucu tesis edilen işlem üzerine ortaya çıkan uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmekte olup, belirtilen konular hakkında kesinleşen bir hükümden söz edilemeyeceğinden, davalı idarenin usûle ilişkin iddiaları yerinde görülmeyerek, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin esasına geçilerek gereği görüşüldü:
MADDİ OLAY VE HUKUKİ SÜREÇ:
1470 tarihli Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı’nın vakfiyesinde “cami” olarak gösterilen ve 19/11/1936 tarihli tapu senedi uyarınca İstanbul İli, Eminönü İlçesi (hâlen Fatih İlçesi), Cankurtaran Mahallesi, Babı Hümayun Sokak, 57. Pafta, 57. Ada, 7 numaralı Parselde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofyayı Kebir Camii Şerifi” vasfı ile “Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı” adına kayıtlı Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması talebiyle davacı Dernek yetkilisi tarafından 31/08/2016 tarihli dilekçe ile (kapatılan) Başbakanlığa başvurulmuştur.
Anılan dilekçeye Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğünün 19/10/2016 tarih ve 27882 sayılı yazısı ile Ayasofya Camii’nin müze olarak kullanımının devam ettiği yönünde cevap verilmiş olup, davacıya bu yazı 24/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve bunun üzerine 20/12/2016 tarihinde kayda giren dilekçe ile bakılmakta olan dava açılmıştır.
İNCELEME VE GEREKÇE :
a) İlgili Mevzuat:
Mülga 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hâdiselerin hangi kanun meri iken vaki olmuş ise yine o kanuna tâbi kalır.
Binaenaleyh 4 teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vukubulmuş olan muamelelerin hukukan lâzimülifa olup olmamaları ve neticeleri, mezkûr tarihten sonra dahi, vukuları zamanında meri olan kanunlara tevfikan tayin olunur. …” hükmüne, 8. maddesinde ise “Kanunu medeninin meriyete vazından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.”
hükmüne yer verilmiştir.
Benzer şekilde, 864 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.
Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir. …” hükmüne, 8. maddesinde ise “Türk Kanunu Medenîsinin yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş bulunan vakıflar hakkında yürürlükte olan özel hükümler saklı kalmaya devam eder. ” hükmüne yer verilmiştir.
05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesinde “Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahud işe yaramaz bir hale gelen hayrat vakıflar, idare meclisinin teklifi ve Bakanlar Heyetinin kararı ile mümkün mertebe gayece ayni olan diğer hayrata tahsis edilebileceği gibi bu kabîl hayrat ayın veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayın veya para dahi ayni suretle diğer hayrata tahsis olunabilir.
Mimarî veya tarihî değeri olan eserler satılamaz.” hükmü yer almaktadır.
Hâlen yürürlükte bulunan 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 15.
maddesinde “Vakıfların hayrat taşınmazları haczedilemez, rehnedilemez, bu taşınmazlarda mülkiyet ve irtifak hakkı için kazandırıcı zamanaşımı işlemez.
Genel Müdürlüğe, mazbut ve mülhak vakıflara ait olup, tahsis edildikleri amaca göre kullanılmaları kanunlara veya kamu düzenine aykırı yahut tahsis amacına uygunluğunu kaybetmiş, kısmen veya tamamen hayrat olarak kullanılması mümkün olmayan taşınmazlar; mazbut vakıflarda Meclis kararı ile mülhak vakıflarda vakıf yöneticisinin talebi üzerine Meclis kararı ile gayece aynı veya en yakın başka bir hayrata dönüştürülebilir, akara devredilebilir veya paraya çevrilebilir. Bu paralar aynı surette diğer bir hayrata tahsis olunur. Aynı vakıf içerisindeki dönüştürme veya devirlerde bedel ödenmez.” hükmüne, 16. maddesinde de, “Mazbut vakıflara ait hayrat taşınmazlara, Genel Müdürlük tarafından öncelikle vakfiyeleri doğrultusunda işlev verilir. Genel Müdürlükçe değerlendirilemeyen veya işlev verilemeyen hayrat taşınmazlar; fiilen asli niteliğine uygun olarak kullanılıncaya kadar kiraya verilebilir.
Bu hayrat taşınmazlar; Genel Müdürlükçe işlev verilmek amacıyla, vakfiyesinde yazılı hizmetlerde kullanılmak üzere Genel Müdürlüğün denetiminde onarım ve restorasyon karşılığı kamu kurum ve kuruluşlarına, benzer amaçlı vakıflara veya kamu yararına çalışan derneklere tahsis edilebilir. ” hükmüne yer verilmiştir.b) Vakıf Müessesesi
Anayasa Mahkemesinin 04/12/1969 tarih ve E:1969/35, K:1969/70, 26/12/2013 tarih ve E:2013/70, K:2013/166 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere, kökü İslâm hukukuna dayanan, temelinde vakfedenlerin iradesi bulunan ve bir sosyal yardım kurumu olan vakıflar, bir mülkün menfaatlerinin sosyal ve kültürel hizmetlere tahsis edilmek üzere özel mülkiyetten çıkarılarak temlik ve temellükten yasaklanmak suretiyle kamu yararına özgülenmesini ifade etmektedir.
22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 101. maddesinde vakıflar, “gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları” olarak tanımlanmıştır.
Günümüzde vakıf kurulabilmesi, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre mümkün olmakla birlikte, anılan Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce kurulmuş olan vakıfların, tarihten gelen özellikleri, kuruluş irade ve amaçları ile vakıf senetlerindeki şartlar gereği korunmaları ve sürekliliklerinin sağlanması hususları gözetilerek, “mazbut vakıflar”, “mülhak vakıflar”, “yeni vakıflar”, “cemaat vakıfları” ve “esnaf vakıfları”nın yönetimi, faaliyetleri ve denetimi, yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili, muhafazası, onarımı ve yaşatılması, vakıf varlıklarının ekonomik şekilde işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına ilişkin usûl ve esaslar 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda düzenlenmiştir.
Vakıf amaç ve faaliyetlerinin yerine getirilmesi için gelir getirici şekilde değerlendirilmesi zorunlu olan taşınır ve taşınmazlara “akar”, vakıfların doğrudan toplumun istifadesine bedelsiz olarak sundukları mal ve hizmetlere “hayrat” adı verilmektedir.c) Eski Vakıflar Hakkında Uygulanacak Hukuk Kuralları
17/02/1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 04/04/1926 tarih ve 339 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış ve yürürlük tarihinin düzenlendiği 936. maddesi hükmü gereği yayımı tarihinden altı ay sonra 04/10/1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
19/06/1926 tarih ve 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un “Umumî hükümler, Kanunun makabline şümulü” başlıklı 1. maddesinde “Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hadiselerin hangi kanun meri iken vaki olmuş ise yine o kanuna tâbi kalır. Binaenaleyh 4
teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vukubulmuş olan muamelelerin hukukan lâzimülifa olup olmamaları ve neticeleri, mezkûr tarihten sonra dahi, vukuları zamanında meri olan kanunlara tevfikan tayin olunur. …” kuralına, “Kanunu medeniden evvel müesses evkaf, tesisler” başlıklı 8. maddesinde ise “Kanunu medeninin meriyete vazından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur. Kanunu medeninin meriyete vazından sonra vücuda getirilecek tesisler, kanunu medenî ahkâmına tâbidir.” kuralına yer verilerek, 743 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulan eski vakıfların yeni Kanun hükümlerine tabi olması uygun görülmediğinden, 864 sayılı Kanun’un 8. maddesinde, Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflara dair ayrı bir kanuni düzenleme yapılacağı belirtilmiş ve bu kapsamda 05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu yürürlüğe konulmuştur.
Benzer şekilde, 1 Ocak 2002 tarihinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte, 864 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesinde de, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için yürürlükte olan özel kurallar saklı tutularak 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulmuş olan vakıfların hukuki statülerinin muhafazasına karar verilmiştir.
Buna göre, kanun koyucu, eski vakıfları kuranların iradelerine ve sözleşme hürriyetine olabildiğince saygı göstererek, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nda eski vakıfları düzenlerken vakıf kurumunun ve ondan doğan ilişkilerin hukuki niteliğinde ve bu arada vakıf mallarının özel mülkiyet konusu mallar olmasında, herhangi bir değişiklik yapmamış, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulan vakıfların hukuki statüleri 2762 sayılı Vakıflar Kanunu (hâlen 5737 sayılı Vakıflar Kanunu) hükümleri çerçevesinde korunmaya devam edilmiştir.ç) Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Eski Vakıflarla İlgili Değerlendirmeleri
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/05/2007 tarih ve E:2007/18-293, K:2007/310 sayılı Kararında vakıflarla ilgili olarak yapılan genel değerlendirme şu şekildedir:
“… Dava konusu vakıf, Osmanlı dönemine ait bir vakıftır. Bu nedenle davayı Osmanlı Vakıf Hukuku düzenlemelerine göre incelemek gerekir. Osmanlı tatbikatında vakıf; bir malı mülkiyetten çıkarıp menfaatlerini belli şartlarla, ebedi olarak bir hayır cihetine tahsis etmek demektir. Vakıf, kamu veya özel nitelikte kurulsa dahi hukuki bir tasarruf olduğunda şüphe yoktur. Ancak, hukuki tasarruflar, tek taraflı ve iki taraflı irade beyanı çeşitlerine ayrılmaktadır. O halde vakıf, hangi tür irade beyanına göre kurulmaktadır. Osmanlı hukukçularına göre; ister kamuya, isterse özel cihetlere tahsis edilsin veya birinci derecede vakıftan yararlanacak belli şahıslar bulunsun veya bulunmasın vakıf tek taraflı bir hukuki muameledir. Vakfedenin (vâkıf) icabıyla (irade beyanıyla) kurulur. Vakıf muamelesinin bağlayıcılık kazanması için hakimin yargılama sonucunda vakfın lüzumuna karar vermesi gerekir. Osmanlı tatbikatında buna tescil denilmektedir. Bir vakıf muamelesinin hem sahih hem de lâzım olabilmesi için tescili şart koşulmuştur. Tescil ile, vakfiyet ile verilen hükümler tarafları ve bütün hükmi şahısları bağlar. Artık hiçbir kimse vakıf mal aleyhinde mülkiyet ve istihkak iddiasıyla dava açamaz. … Vâkıfa ait mülk, vakfedildikten sonra kimin olacaktır. Osmanlı hukukçuları vakıf malların mülkiyetinin ‘…. Allahın mülkü hükmünde …’ diyerek hükmi bir şahsiyete intikal ettiğini açıkça söylemektedirler. Vakfın hukuki sonucu vakfedilen malın aslının hapsi ve menfaatinin Allahın kullarına ait olmasıdır. (Ebu-Üla Mardin, Ahkam-ı Evkaf, Ömer Hilmi Karinabadizade Ahkamül Evkaf) Vakıf muamelesiyle vakfedilen mal, bir çeşit manevi dokunulmazlık kazanır. Artık vakıf mal üzerinde, mülkiyet konusu bir malmış gibitasarruf olunamaz. … Yukarıda yapılan açıklamalardan hareketle Osmanlı tatbikatında vakıf; tek taraflı irade beyanıyla kurulan, yargılama sonucunda lüzumuna karar verilen, tescille hüküm ifade eden; konusu malum, muayyen ve dayanıklı bir malın, vakfedenin mülkiyetinden çıkarılıp özel ve tüzel kişilerin yararına, gayesine uygun bir biçimde mütevellilerince idare edilen hukuki müesseselerdir.
Osmanlı döneminde kurulan bir vakfın yukarıdaki esaslar dairesinde kurulup kurulmadığının tespiti ancak vakfın tüzüğü (vakfiye) ile belirlenebilir. ”d) Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun Kariye Camii’ne Dair Kararı
743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulmuş, mazbut vakıf hayratı statüsünde bulunan, İstanbul İli, Fatih İlçesindeki Kariye Camii’nin müze ve müze deposu olarak kullanılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığına tahsisine ilişkin 29/08/1945 tarih ve 3/3054 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle Dairemizde açılan davada, 12/03/2014 tarih ve E:2010/14612, K:2014/1474 sayılı kararımızla, “… Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Konferansınca 16 Kasım 1972 tarihinde ‘Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’nin kabul edildiği, 14/04/1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılmamız uygun bulunan bu Sözleşme’nin, 23/05/1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 14/02/1983 tarih ve 17959 sayılı Resmî Gazete’de yayımlandığı, … Söz konusu Sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Miras Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenerek bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş doğal ve kültürel varlıkları gösterdiği, böyle bir liste oluşturmadaki amacın tüm insanlığın malı olan değerlerin korunmasında uluslar arası işbirliğini mümkün kıldığı düzenli olarak yenilenen listede 2008 yılı itibariyle 141 ülkeye ait 851 varlık bulunduğu bunların 660’ı kültürel, 166’sı doğal, 25’i ise kültürel ve doğal varlık olduğu, kültürel bir miras niteliği taşıyan İstanbul’un tarihi alanlarının 06/12/1985 tarihinde Dünya Miras Listesine dahil edildiği, İstanbul’un tarihi alanlarının önemli parçalarından biri olan ve ortak miras olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip Kariye Müzesinin, inşa edildiği yüz yıllar öncesinden günümüze kadar uzanan süreçte tarihe tanıklık etmesi, belli bir zaman diliminde veya kültürel mekanda, mimarinin veya teknolojinin, anıtsal sanatların gelişiminde, şehirlerin planlanmasında veya peyzajların yaratılmasında, insani değerler arasındaki önemli etkileşimi göstermesi, insanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknolojik veya peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması ve bir veya birden fazla kültürü temsil eden önemli bir örnek olması nedeniyle tüm dünyaya tanıtılma işlevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi amacıyla müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ”
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dairemizin anılan kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/04/2017 tarih ve E:2014/4645, K:2017/1860 sayılı kararıyla temyize konu karar hukuka ve usûle uygun bulunmuş ve kararın onanmasına karar verilmiş ise de davacı tarafından, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen 26/04/2017 tarihli onama kararının düzeltilmesinin istenilmesi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, karar düzeltme dilekçesinde ileri sürülen nedenler, 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesi hükmüne uygun bulunarak, karar düzeltme isteminin kabulü ile Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/04/2017 tarih ve E:2014/4645, K:2017/1860 sayılı kararı kaldırılarak temyiz istemi yeniden görüşülmüş olup, 19/06/2019 tarih ve E:2018/142, K:2019/3130 sayılı karar ile;
“Kariye Camii Şerifi, Osmanlı Devleti döneminde özel hukuk hükümlerine göre vakfedilmiş, mazbut Fatih Sultan Mehmet Vakfına ait hayrat taşınmazlardandır. Hayrat taşınmazlar; ibadethane, hastahane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazlarıdır ki; bu taşınmazlar gerek mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu, gerekse halen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümleri uyarınca kamu malı niteliğindedirler. Dolayısıyla, bunlar hakkında, esas itibariyle, özel mülkiyet hükümleri tatbik olunamaz. Hayrat malları satılamaz, rehin edilemez, haciz olunamazlar, bunlar için ne mülkiyete, ne de irtifak haklarına ilişkin kazandırıcı zamanaşımı hükümleri uygulanamaz. Zira, bu mallar hiç bir kişinin özel mülkiyetinde olmayıp, kamunun kullanımına ve istifadesine tahsis edilmişlerdir. Hayrat taşınmazlar, mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi ile halen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 15 ve 16. maddelerinde öngörülen hükümler hariç olmak üzere vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemez.
Bu itibarla, mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesinde öngörülen durum ortaya çıkmamış olmasına karşın vakfedenin, taşınmazın ilelebet cami olarak kullanılması yönündeki iradesini ve tahsisini ortadan kaldıracak şekilde alınan dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, metni yukarıya alınan ve vakıf senedi hangi tarihte düzenlenmişse o tarihteki mevzuatın uygulanacağını hükme bağlayan 864 sayılı Kanunun 1 inci maddesine aykırıdır. Bu hukuka aykırılıktan olsa gerektir ki, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı alınmadan önce Maliye Bakanı tarafından Başbakanlığa gönderilen görüş yazısında; ‘Bu itibarla, Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanmakta olan kanun tasarısının işlemleri biterek yürürlüğe gireceği zamana intizaren …’ ifadesine yer verilmiş, daha yürürlüğe girmemiş bir kanuna atıfla Bakanlar Kurulu Kararı ihdas edilmiştir. Dava dosyası Danıştay Altıncı Dairesinde iken Dairece 21/04/2010 tarihli ara kararla idareye ‘dava konusunu oluşturan mevzuat hükümleri’ sorulmuş olmasına karşın, idarece hiçbir yasal dayanak gösterilmemiştir.
Hayrat vakıflarının temel özelliği bunların amaç dışı kullanımlara karşı üçüncü kişiler yanında, bizzat Devlet’e karşı da korunmuş olmasıdır. Bu vakıfların Devlet’in koruması altında olması, Devlet’in istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet, sadece vakıf malların amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen, kendisine emanet edildiği varlık konumundadır. Bir düzenleme ile olsa bile hayrat vakıfların, başka bir amaca özgülenmesi, hukuka aykırı olacaktır.
Öte yandan, Bakanlar Kurulu Kararı alınırken işlem tarihinde yürürlükte olan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun öngördüğü şartlara uyulmamıştır. Yukarıda sözü edilen mülga 864 sayılı Kanun hükümleri bulunmasa bile, işlem tarihinde yürürlükte bulunan mevzuatın öngördüğü şartlar, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı alınırken; 05/06/1935 tarihinde çıkarılan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesinde yer alan; ‘Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahut işe yaramaz bir hale gelen hayrat vakıflar, idare meclisinin teklifi ve Bakanlar Heyetinin kararı ile mümkün mertebe gayece aynı olan diğer hayrata tahsis edilebileceği gibi bu kabil hayrat ayın veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayın veya para dahi aynı suretle diğer hayrata tahsis olunabilir.’ hükmüne, uygun hareket edilmemiştir. Aynı hüküm halen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 15. ve 16. maddelerinde yinelenmiştir.
Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı ise; Kanunda öngörülen şartlardan hiç birisi gerçekleşmeden alınmış, gerekli şekil şartlarına da uyulmamıştır. Zira; Kariye Camiinin, cami olarak kullanılmasında kanuna ve kamu düzenine aykırılıktan söz edilemeyeceği gibi, Bakanlar Kurulu kararına altlık oluşturmak üzere, Vakıflar Genel Müdürlüğü İdare Meclisinin herhangi bir teklifi bulunmamaktadır. Öte yandan yapılan tahsis; bir ibadethanenin depo ve müze olarak kullanılması amacına matuf olup, yukarıdaki şartlar var olsa bile, dava konusu işlemi maksat yönünden açıkça sakatlamaktadır.
Belirtilen nedenlerle, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yetki, şekil, sebep, maksat yönlerinden hukuka aykırıdır.” gerekçelerine yer verilerek, Dairemizin 12/03/2014 tarih ve E:2010/14612, K:2014/1474 sayılı kararı bozulmuş olup, anılan bozma kararı uyarınca verilen Dairemizin 11/11/2019 tarih ve E:2019/11776, K:2019/7680 sayılı kararı ile de ilgili Bakanlar Kurulu Kararının Kariye Camii’ne ilişkin kısmı iptal edilmiştir.e) Vakıf Mallarının Statüsü
Anayasa Mahkemesinin 30/01/1969 tarih ve E:1967/47, K:1969/9 sayılı Kararına göre vakıf mallarının maliki hiçbir zaman Devlet değil, vakıfların kendileridir: “İslâm hukukuna göre kurulmuş olan ve varlıkları 2762 sayılı, 5/6/1935 günlü Vakıflar Kanunu ile tanınan vakıfların taşınmaz mallarının bu vakıfların mülkiyeti altında olduğu, gerek islâm hukukunun, gerekse o hukukun bu konudaki hükümlerini saklı tutan Vakıflar Kanununun hükümleri gereğidir. Demek ki vakıf mallarının maliki, hiçbir zaman Devlet değil, vakıfların kendileridir.”
Yargıtay içtihatlarına göre de vakıf mallarının sahibi Devlet değildir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 26/05/1935 tarih ve E:1935/78, K:1935/6 sayılı Kararında da 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un 8. maddesi gereğince “Kanunu Medeninin meriyete vaz’ından evvel vücuda getirilen bu gibi evkaf hakkında esasatı sabıkanın tatbiki lazım gelmesine”, “mal-ı vakfın emval-i Devletten olmadığının kabuliyle” ifadeleri kullanılarak, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği tarihten önce kurulmuş olan vakıflar hakkında anılan Kanun’dan önceki hukuk kurallarının uygulanacağı ve vakıf mallarının Devlet malı hükmünde olmadığı karara bağlanmıştır.f) 04/10/1926 Tarihinden Önce Kurulan Vakıflarla İlgili Genel Değerlendirme
Yukarıda alıntılanan kanun hükümleri, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararlarının birlikte değerlendirilmesinden 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 04/10/1926 tarihinden önce kurulmuş olan vakıflarla ilgili olarak;
(i) Vakfiye ya da vakıf senedinin, vakfın kurucu belgesi olduğu, bu belgelerin, vakfın konusuna, amacına ve organlarına dair vakfedenin iradesini yansıtan düzenlemeler içerdiği,
(ii) Vakfiye ya da vakıf senedi hükümlerinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu; vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra bu kuralların, “vakfedeni”, “vakfı idare edenleri”, “vakıftan faydalanacakları” ve “üçüncü kişileri” bağladığı gibi “Devleti” de bağladığı, bu nedenle, kurucu iradeyi yansıtan vakfiye ya da vakıf senetlerini hiç kimsenin değiştiremeyeceği,
(iii) Vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, sonucuna varılmaktadır.
Bir özel hukuk işlemi olan vakıf kurma iradesinin kanunla belirlenen yönteme uygun olarak açıklanması sonrasında, özel hukuk tüzel kişiliği kazanan mal topluluğunun, mülkiyetine geçen mal ve haklar üzerindeki tasarruf yetkisi, kuşkusuz Anayasa’nın mülkiyet hakkına, tüzel kişiliğin varlığını sürdürmesi de örgütlenme hürriyetine ilişkin kurallarının güvencesi altındadır. Dolayısıyla, vakıf özel hukuk tüzel kişiliğine yönelik düzenlemelerin, vakıf kurumunun bu aslî niteliğine uygun olması ve vakıflara yönelik olarak tesis edilecek işlemlerde, vakfı kuranın iradesine, Anayasa’nın mülkiyet hakkı ve örgütlenme hürriyetine ilişkin kurallarında öngörülenler dışında karışılmaması gerekir.
Aksi hâlde, vakfedenin vakfı oluştururken ortaya koyduğu kurucu iradeye bağlı kalmaksızın, vakfedenin amacı dışına çıkılması ve vakfın amacının ya da mallarının değiştirilmesi hâlinde, vakfın özel hukuk tüzel kişiliği olarak nitelendirilmesine imkân kalmayacak ve bu durum, Anayasa’nın 2. maddesinde yer verilen hukuk devleti niteliğinin gereği olan hukuk güvenliği ilkesiyle, Anayasa’nın örgütlenme hürriyeti ve mülkiyet hakkına ilişkin 33. ve 35. maddelerindeki kurallarla bağdaşmayacaktır.
Nitekim, kanun koyucu da 04/10/1926 tarihinden önce kurulan vakıflarla ilgili yukarıda özetlediğimiz ilkelerden hareketle, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici 7. maddesi ile cemaat vakıflarının; 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ile 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi hâlinde, Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescillerinin yapılmasını öngörmüştür.
Benzer şekilde 22/08/2011 tarih ve 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 17. maddesiyle 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na eklenen geçici 11. madde ile, cemaat vakıflarının, 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup; malik hanesi açık olan taşınmazları, kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları, kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi hâlinde, Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmesi; cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların ise Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ödenmesi kurala bağlanmıştır.
Son olarak 21/03/2017 tarih ve 7103 sayılı Kanun’un 78. maddesiyle 5737 sayılı Kanun’a eklenen geçici 13. madde ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkiyetindeki Mardin İli, Nusaybin İlçesinde bulunan ve maddede sayılan taşınmazların, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte, taşınmazların bulunduğu bölgede yer alan Süryani cemaatine ait vakıflar arasından Vakıflar Meclisinin kararı ile belirlenecek vakıflar adına, ilgili tapu sicil müdürlüklerince tescil edilmesi hükme bağlanmıştır.g) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin Vakıf Müessesesine Bakışı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan haklar arasında “vakıf kurma hakkı” açıkça yer almamakla birlikte AİHM, Sözleşme’nin 11. maddesinde sadece “birlik kurma hakkı”ndan bahsedilmesine rağmen, bu maddeyi “vakıf kurma hakkını” da kapsayacak şekilde geniş yorumlamakta (Sidiropoulos ve diğerleri/Yunanistan, no. 26695/95, 10/07/1998, § 40; Mihr Vakfı/Türkiye, no. 10815/07, 07/05/2019, § 40), vakıf kurma hakkını Sözleşme’nin 9. maddesindeki din ve vicdan hürriyeti ile 10. maddesindeki ifade hürriyetiyle yakın ilişkili olarak görmektedir (Young, James and Webster/Birleşik Krallık, no. 7601/76; 7806/77, § 57, 13/08/1981).
AİHM, kimi vakıfların yaptığı bireysel başvurularda, Sözleşme’nin eki 1 Nolu Ek Protokolün
maddesi anlamında mülkiyetin korunması hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiaları incelemekte ve bu vakıflara ait mal ve hakların tescil ve iadesi ya da maddi tazminat ödenmesi yönünde kararlar vermektedir. Bu vakıflardan biri olan 1832 yılında Osmanlı döneminde Padişah fermanıyla kurulan ve vakıf statüsü korunan Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Mektebi ve Mezarlığı Vakfının yaptığı başvuru üzerine AİHM, korunan vakıf statüsü ve söz konusu taşınmazların uzun süre vakfa tescilli olduğunu gözeterek taşınmazların vakıf adına yeniden tesciline, tescil yapılmaması hâlinde maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir (Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Mektebi ve Mezarlığı Vakfı Yönetim Kurulu/Türkiye, no. 1480/03, 16/12/2008).
Dolayısıyla AİHM’nin de Osmanlı döneminde kurulanlar dâhil olmak üzere, vakıfların korunan statülerinin bir sonucu olarak sahip oldukları taşınmaz ve haklarının mülkiyet hakkı kapsamında korunmasını garanti altına aldığı görülmektedir.
Mülkiyet hakkının maliki olunan varlığı kullanma, değerlendirme ve yararlanma yetkilerini içerdiği açık olduğundan, vakfedenin vakfettiği mal ve haklarla ilgili iradesinin korunması, vakıf varlığının kullanılmasında bu iradeye uygun davranılması gerekmektedir. Bu gereğin zorunlu bir sonucu olarak da vakfedenin iradesine aykırı olarak vakıf taşınmazının vasfının değiştirilmesi ya da vakfedenin iradesi hilafına başka bir amaca hizmet edecek şekilde kullanılmasının AİHM içtihatlarıyla da bağdaşmadığı anlaşılmaktadır.ğ) Dava Konusu İşlemin İncelenmesi:
1) Kararname İçeriği
Millî Eğitim Bakanlığının (Maarif Vekaleti) 04/11/1934 tarih ve 94041 sayılı yazısı ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün (Evkaf Umum Müdürlüğü) 07/11/1934 tarih ve 153197/107 sayılı yazısına istinaden yürürlüğe konulan dava konusu 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında, Millî Eğitim Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün anılan yazılarına özetle yer verildikten sonra, “Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24/11/934 te görüşülerek, caminin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diger binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masrafları da Maarif Vekilliğince verilmek suretile Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur.” ifadelerine yer verilerek Ayasofya Camii müzeye çevrilmiştir.2) Vakıf Senedi
1470 tarihli Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı’na ait vakfiyede, vakfedilen hayrattan birinin de daha önce kilise iken camiye çevrilen Ayasofya Camii olduğu, “vakıf mallarının hiçbir surette temlik ya da temellük edilemeyeceği” şartının iptal edilemeyeceği kesin bir şekilde ifade edilmiştir.3) Tapu Senedi
Ayasofya, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı yürürlüğe konulduktan sonra, 19/11/1936 tarihli tapu senedi uyarınca, İstanbul İli, Eminönü İlçesi (hâlen Fatih İlçesi), Cankurtaran Mahallesi, Babı Hümayun Sokak, 57. Pafta, 57. Ada, 7 numaralı Parselde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofyayı Kebir Camii Şerifi” vasfı ile “Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı” (günümüzde Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı) adına kaydedilmiştir. Ayasofya Camii, Osmanlı Devleti döneminde özel hukuk hükümlerine göre vakfedilmiş, mazbut Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı’na ait hayrat taşınmazlardandır.4) Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme
Ayasofya, 14/04/1982 tarih ve 2658 sayılı Kanun’la katılmamız uygun bulunan ve 23/05/1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 14/02/1983 tarih ve 17959 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” kuralları çerçevesinde, 06/12/1985 tarihinde kullanım durumuna ilişkin herhangi bir niteleme yapılmaksızın “İstanbul’un Tarihi Alanları” başlığı altında Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii, Sultan Ahmet Camii, Şehzade Mehmet Camii, Zeyrek Camii, Tarihi Surlar gibi eserlerin bulunduğu tarihi yarımada içerisinde Dünya Mirası Listesine dâhil edilmiştir. Anılan Sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Mirası Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Mirası Komitesi tarafından belirlenerek, bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş doğal ve kültürel varlıkları göstermektedir.
Anılan Sözleşme’nin 6. maddesinde “Bu Sözleşmeye taraf olan Devletler, 1. ve 2. maddelerde sözü edilen kültürel ve doğal mirasın toprakları üzerinde bulunduğu devletlerin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, bu tür mirasın, bütün uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ederler.” hükmü yer almaktadır.5) Değerlendirme
(i) Uluslararası Hukuk Yönünden
Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’nin 6. maddesi hükmü bağlamında, Sözleşmeye taraf devletlerin, Ayasofya kültürel ve doğal mirasının, toprakları üzerinde bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasalarının sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ettikleri açıktır.
Buna göre, kullanım durumuna ilişkin herhangi bir niteleme yapılmaksızın “İstanbul’un Tarihi Alanları” başlığı altında Dünya Mirası Listesine dâhil edilen Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuza göre belirlenmesinin önünde engel teşkil eden herhangi bir kural Sözleşme’de yer almamaktadır. Aksine, Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuzda yer alan “vakıf mülkiyet hukuku” çerçevesinde belirlenmesi, Sözleşmenin 6. maddesinde ifade edilen “egemenliğe tam olarak saygı gösterme” ve “ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeme” ilkeleri kapsamında Sözleşme’den kaynaklanan bir zorunluluktur.
Sözleşme’nin asıl amacı Dünya Mirası Listesine alınan doğal veya kültürel mirasın korunması olup, kültürel mirasın kullanım alanı, kültürel mirasın bulunduğu ülkenin iç hukukuna göre tayin edilecektir. Nitekim, Dünya Mirası Listesinde yer verilen ve ülkemizde bulunan miras alanlarından, Ayasofya’nın da içinde yer aldığı “İstanbul’un Tarihi Alanları” ile diğer miras alanlarında, Selimiye Camii, Divriği Ulu Camii, Süleymaniye Camii, Sultan Ahmet Camii, Şehzade Mehmet Camii ve Zeyrek Camii gibi hâlen cami olarak kullanılan çok sayıda tarihi eser de bulunmaktadır.(ii) Ulusal Hukuk Yönünden
Hayrat taşınmazlar; ibadethane, hastahane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazlarıdır. Bu taşınmazlar, gerek mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gerekse hâlen yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu hükümleri uyarınca “ammenin istifadesine” terk edilmiştir.
Dolayısıyla, bu taşınmazlar hakkında, esas itibarıyla özel mülkiyet hükümleri tatbik olunamaz; hayrat taşınmazlar satılamaz, rehnedilemez, haczolunamaz; bunlar için ne mülkiyete, ne de irtifak haklarına ilişkin kazandırıcı zamanaşımı hükümleri uygulanamaz.
Zira bu mallar hiçbir kişinin özel mülkiyetinde olmayıp, kamunun kullanımına ve istifadesine tahsis edilmiştir. Hayrat taşınmazlar, mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi ile 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 15. ve 16. maddelerinde öngörülen hükümler hariç olmak üzere, vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemez. Belirtilen istisna hükümlere göre de, hayrat taşınmazlar mümkün mertebe gayece aynı diğer hayrata tahsis edilmek zorundadır.
Vakıf hayrat taşınmazların temel özelliği bunların amaç dışı kullanımlara karşı üçüncü kişiler yanında, bizzat Devlete karşı da korunmuş olmasıdır. Bu vakıfların Devletin koruması altında olması, Devletin istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet, sadece amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen, vakıf mallarının kendisine emanet edildiği varlık konumundadır.
Düzenleyici işlemlerle vakıf hayrat taşınmazların, başka bir amaca özgülenmesi mevzuata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı olacaktır.
Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar hakkında uygulanacak mevzuatı belirleyen, 864 sayılı Kanun’un 1. maddesinde “Kanunu medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukukî hükümleri, mezkûr hadiselerin hangi kanun meri iken vaki olmuş ise yine o kanuna tâbi kalır.” ve 8. maddesinde ise “Kanunu medeninin meriyete vazından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.” şeklinde son derece sarih hükümlerle;
(i) vakfın kurucu belgesi olan vakfiyede yer alan kayıtların, vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra, vakfedeni, vakfı idare edenleri, vakıftan faydalanacakları, üçüncü kişileri ve Devleti bağladığı,
(ii) vakfiye ile düzenlenen hususların hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği,
(iii) vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, şeklinde formüle edilebilecek “eski vakıf statüsü” açıkça korunmuş olmasına rağmen, dava
konusu Bakanlar Kurulu Kararı incelendiğinde, tapu kaydına göre mazbut bir vakıf olan Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfına (günümüzde Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı) ait ve vakfiyesi gereğince cami olarak kullanılması gereken hayrat taşınmaz niteliğindeki Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürüldüğü görülmektedir.
Ayasofya Camii ve Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulan diğer vakıfların 864 sayılı Kanun’un 1. ve 8. maddeleri ile açıkça koruma altına alınmış olan eski vakıf statüsü, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının yürürlüğe konulduğu tarihten sonra yürürlüğe giren 05/06/1935 tarih ve 2762 sayılı (mülga) Vakıflar Kanunu, 03/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun ve 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda aynı esaslar çerçevesinde korunmaya devam edilmiştir. Buna göre, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yukarıda alıntılanan ve vakıf senedi hangi tarihte düzenlenmişse o tarihteki mevzuatın uygulanacağını hükme bağlayan 864 sayılı Kanun’un 1. maddesine açıkça aykırıdır.
Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yukarıda yer verilen mevzuat, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve AİHM kararları kapsamında değerlendirildiğinde;
Ayasofya’nın, statüsü muhafaza edilerek hukuk düzenimizle güvence altına alınan, özel hukuk tüzel kişiliğini haiz mazbut vakıf niteliğindeki Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı’nın mülkiyetinde olduğu,
Ayasofya’nın, vakfedenin iradesi gereği sürekli şekilde cami olarak kullanılması için toplumun hizmetine sunulduğu, bedelsiz olarak kamunun istifadesine terk edilmesi yönüyle hayrat taşınmaz niteliği taşıdığı, tapu belgesinde de cami vasfı ile tescilli bulunduğu,
Vakıf senedinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu, vakfedilen taşınmazın vakıf senedindeki niteliğinin ve kullanım amacının değiştirilemeyeceği, bu hususun tüm gerçek ve tüzel kişilerle birlikte davalı idare için de bağlayıcı olduğu,
Devletin, vakıf varlığının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasını sağlama yönünde pozitif yükümlülüğü, vakıf mal ve hakları ile ilgili olarak vakfedenin iradesini ortadan kaldıracak şekilde müdahalede bulunmama yönünde de negatif yükümlülüğünün bulunduğu, kuşkusuzdur.
Bu durumda, Türk hukuk sisteminde kadimden beri korunarak yaşatılan Vakfa ait taşınmaz ve hakların vakfiyesi doğrultusunda istifadesine bırakıldığı toplum tarafından kullanılmasına engel olunamayacağı, vakıf senedinde sürekli olarak tahsis edildiği cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna varıldığından, bu hususlar dikkate alınmaksızın Ayasofya’nın cami olarak kullanımının sonlandırılarak müzeye çevrilmesi yönünde tesis edilen dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının İPTALİNE,
Ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam 788,00 TL yargılama giderinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine,
Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 4.950,00 TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine,
Posta giderleri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine,
Bu kararın tebliğ tarihini izleyen otuz gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 02/07/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.Başkan: Yılmaz AKÇİL Üye: Ali ÜRKERÜye: Ömer CİVRİ Üye: Abdullah AYGÜN Üye: Lütfiye AKBULUT(EKN)
Tekirdağ
il merkezi, Ertuğrul Mahallesi’nde bulunan bu caminin yapım kitabesi günümüze
gelemediğinden, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yazılı kaynaklarda Zahire
Nazırı Tekirdağlı Ahmet Ağa tarafından 1830–1831 yıllarında yaptırıldığı
bilgisi verilmektedir. Caminin önündeki içerisinde şadırvanın da bulunduğu
avlusu 1952 yılında yıktırılmış ve önü açılmıştır.
1-2 YAPININ MİMARİ ÖZELLİKLERİ
1-2-1 YAPI YERLEŞİMİ
Yapı çok geni bir parsel üzerinde
yer alır. 3 tarafı yol ile çevrili olan parselin batı ve kuzey cephesinin bir bölümü komşu parsellere
bitişik konumlanır. Avluya kuzey yönünden girilir. Bahçe duvarları özgün
değildir. Yakın zamanda ki 1952 yılındaki onarımda olması yüksek ihtimaldir,
kagir duvarlar yıkılarak yeniden yapılmıştır. Camii eğimli bir arazi üzerine oturur. Özellikle
güney cephesi kotu ön cephe kotundan aşağıdadır. Parsel içinde kuzeybatı
köşesinde müftülük binası vardır. Bu yapının yanında tuvaletler bulunur. Özgün
şadırvanı mevcutta kullanılmamaktadır. Şadırvanın ön bölümüne yeni abdestlikler
yapılmıştır.Avlu zemini taş kaplamadır.
1-2-2 PLAN
ÖZELLİKLERİ
Cami dikdörtgen planlı olup, kesme taştan iki
katlı olarak yapılmıştır. Harim ve son cemaat mekanlarından oluşan yapı yakın
dönemde onarım geçirmiş ve bazı bölümlerinde betonarme hatıllar ile güçlendirme
yapılmıştır.
Kapalı bir son cemaat bölümü vardır. Giriş
kapısının önünde ahşap direkli bir saçağı vardır. Ahşap direklerinin üst
başlığında ‘c’ ve ‘s’ kıvrımlarından oluşan motif bulunur. Saçağın iç tavan kısmı
düzdür v ahşap çıtalı tavan kaplamasına sahiptir. Camii giriş kapısı barok özellikte
yapılmıştır. İç içe 2 kademeden oluşan kapı açıklığı basık kemer ile
geçilmiştir. Dış cephedeki söve bölümü profillidir. İç bölümdeki kapı üst
kemerli ‘c’ ve ‘s’ kıvrımlarından oluşan bir motif ile süslenmiştir. Ahşap olan kapı tablalıdır.
Son cemaat bölümü dar, uzun dikdörtgen formludur.
Giriş kapısı kuzey cephesinin orta aksındadır. Kapının her iki yanında 3’ er tane pencere vardır. Basık
kemerli pencere doğramaları ahşaptır. Pencere söveleri de ahşaptır.
Giriş kapısının solunda doğu cephe duvarına
bitişik konumlanan ahşap merdiven ile üst kata, kadınlar mahfiline
çıkılmaktadır. Sağ bölümde yakın zamanda yapılan müezzin odası vardır.
Minare batı cephesine bitişik konumlanmıştır.
Girişi de son cemaattendir. Son cemaat giriş kapısı aksında harim giriş kapısı
vardır. Harim kapısının sağ ve solunda 1’ er pencere ve 1’ er mihrap vardır.
Son cemaate giriş sahanlığı traverten mermer
kaplıdır. Sahanlık ile ahşap döşemeli son cemaat arasında 9 cm.’ lik kot farkı
vardır. Duvarlar sıva üzeri boyadır.
Tavanları ahşap çıta tanzimlidir.
Harime girildiğinde sağ ve solda harim zemin
kotundan 14 cm.
yüksekte
mahfiller vardır. Mahfiller doğu ve batı cephesinde de ‘u’ şekli oluşturarak devam eder.
Kadınlar mahfili harime doğru alt mahfil kat
planı izinde çıkma yapar. Kadınlar mahfili döşemesini altta ahşap dikmeler taşır. Ahşap dikmelerce
taşınan ahşap kirişleri destekleyen ahşap payandalarda yine barok izler
gözlenir. ‘c’ ve ‘s’ kıvrımlarından oluşan payandalar camiiye zenginlik katan
mimari elemanlardadır.
Camiinin mihrap bölümü dışarıya doğru çıkma yapar. Bu formu ile ‘t’ planlı camiilere örnek teşkil etmektedir.
Harime
zemin kotta kuzeyde 2, doğuda 3 ,güneyde 4, batıda 3 toplamda 12 adet pencere
açılır. Pencere formları aynıdır. Basık kemerli olan pencereler ahşap
doğramalıdır. Üst pencereler alt pencere aksındadır. Sayı olarak zemin kat ile
aynıdır. pencere üst kemerleri de zemin kat pencereleri gibi basık kemer ile
geçilmiştir. Tepe pencereleri de ahşap
doğramadır.
Harim giriş
kapısının sağındaki mahfilden tek kollu ahşap merdiven ile de kadınlar
mahfiline çıkılmaktadır.
Döşeme ahşap kaplamadır. Duvarlar sıva üzeri boyadır. Belli bir yüksekliğe kadar duvarlarda lambri kaplama vardır. Minber ve vaaz kürsüsü ahşaptır. Minberin çıkış bölümündeki korkulukları yakın zaman onarımlarda
değiştirilmiştir
ve özgünlüğünü kaybetmiştir. Tavan ahşap çıta tanzimlidir.
Çatı
arasına çalışma sürecinde girilmiştir. Çelik
askı elemanları ile desteklenen ahşap çatı strüktürünün yakın zamanda
yenilendiği tespit edilmiştir.
Caminin
kuzeybatı köşesindeki minare kare kaideli olup, dışa çıkıntı oluşturacak
şekilde içeriye alınmıştır. Çatı hizasına kadar ulaşan kaideden sonra düzgün
kesme taştan minare gövdesi çok cepheli ve tek şerefelidir. Minare 1912
depreminde yıkılmış, Cumhuriyetin ilk yıllarında da yenilenmiştir.
Kadınlar mahfili geniş bir alan sahiptir. Son cemaatin üst bölümünden harimin
doğu
ve batı duvarına kadar uzanır. Bu bölüme son cemaat ve harimden 2 ayrı merdiven
ile çıkılır. Döşemesi ahşaptır. Tavanı ahşap çıtalıdır.
Son
cemaatin sol bölümünün alt kısmında 41,24 m2’ lik bodrum katı bulunur.
Betonarme döşeme ve kiriş sistemi olan bu katın yakın zamanda yapılmış olma
ihtimali yüksektir. İçeriden inişi olmayan kata doğu cephesine açılan kapıdan
girilir.
Caminin önünde girişe göre sağda olan şadırvan sekizgen planlıdır. Sekiz ahşap sütunun taşıdığı şadırvanın çatısı kiremit örtülüdür. Şadırvanı çepeçevre kuşatan kitabe frizinde şadırvanın Hacı İsa Bey tarafından 1836 yılında yaptırıldığı yazılıdır
1-2-3 CEPHE
ÖZELLİKLERİ
Yapı cepheleri sıvalıdır. Alt ve üst kot pencereleri aynı
akstadır. Üst atkı
bölümleri basık kemer şeklinde geçilmiştir. Ahşap doğramalarının önünde zemin kotta lokmalı demir parmaklıklar, üst pencerelerde geçme parmaklıklar vardır. Söveleri ahşaptır. Tüm cephelerde saçak alt bölümleri iç bükey şeklinde kıvrım yapmaktadır.
Kuzey cephesi giriş cephesidir. Cephe orta aksında barok özellikler taşıyan giriş kapısı vardır. kapının üst bölümü dışarıya doğru çıkma yapan ahşap dikmeli saçak ile örtülmüştür. Avlu kotundan basamaklarla çıkılan giriş kapı kotu ortalama 70 cm. yukardadır. Ahşap giriş çatısını taşıyan dikmelerin alt pabucu
kare
planlıdır ve dikme gövdesinden daha geniştir ve kare planlıdır. Dikmelerin
gövde bölümü yuvarlak planlıdır. Dikmelerin üst bölümü ‘c’ ve ‘s’ kıvrımlı
motifler süslemektedir. Çatı örtüsü marsilya tipi kiremittir.
Giriş
kapısının sağ ve sol yanında alt ve süt kotta 3’ er pencere vardır. Üst
atkı bölümleri basık kemerlidir.
Batı cephesinde minare dışarıya doğru çıkıntı yapar. Minarenin solunda kalan bölümde kadınlar mahfiline açılan 2 pencere vardır. Harime bakan bölümde alt ve üst kotta toplam 6 pencere vardır. Diğer cepheler ile aynı özelliktedirler. Yapının güneye batı köşesi pah yapar. Pahın üst bölümü 5 sıralı mukarnas ile
saçağa bağlanmıştır.
Minare kireç taşından örülmüştür. Kürsü bölümü taştır. Pabuç bölümü ise kısmi sıvalıdır. Farisili olan minare gövde ve petek kısmı yine kireç taşından olan
şerefe ile
bağlanmıştır. Şeref alt bölümü profilli taş düzeni ile geçilmiştir. Külah
bölümü kurşun kaplamadır.
Güney
cephesinde mihrabın olduğu bölüm dışarıya doğru çıkma yapar. Aynı zamanda çıkma
yapan bölümden de mihrap nişi bir kademe daha öne doğru çıkar. Mihrabın sağ solunda alt ve üst kotta 1’ er pencere vardır. Çıkma
yapmayan geride kalan duvar yüzeylerinde de alt ve üst kotta birer pencere
vardır.
Doğu
cephesi son cemaat bölümünde dışarıya doğru bir çıkma yaparak güney
duvarı ile birleşir. Çıkma yapan köşe yalancı sütun görüntüsü verilerek vurgulanmıştır. Cepheye toplam alt ve üst kotta 8 pencere açılır. Pencere özellikleri diğer pencerelerle aynıdır. Cephenin kuzey doğu bölümündeki pencerelerin alt kot aksından biraz sola doğru kayan bodrum kata giriş veren kapısı bulunur.
1-2-4
YAPIDAKİ NİTELİKSİZ EKLENTİLER VE BOZULMALAR
Yapı yakın zamanda (1950’ lerde) onarım geçirmiştir. Yapı plan şemasında değiştirilen bir bölüm olmamasına karşın yapı içinde yapılan raspalarda mihrabın iki yanındaki pencere yüksekliklerini değiştirildiği tespit edilmiştir. Eski fotoğraflarda pencere oranlarının farklılığı bu bölümlerde raspa
yapılmasına neden olmuştur. Yapılan raspada iki pencere arasında betonarme
hatıl olduğu görülmüştür. Yazılı kaynaklarda yapının deprem geçirdiği, hasar
gördüğü ile ilgili bir belge yoktur. Aynı şekilde Edirne vakıflar arşivine
girilmiş onarım kalemleri bulunmuştur ancak bu duvarla ilgili bir belge elde
edilememiştir.
Ahşap
karkaslı çatı arasına girilmiş ve çelik makaslarla sistemin desteklendiği
görülmüştür. Çatı ahşap sisteminin de yeni olması yakın zamanda
değiştirildiğini düşündürmüştür. Elimizdeki eski fotoğraf belgelerinde (bkz.
restitüsyon raporu) kadınlar mahfili tavan tanziminin mevcuttan farklı olduğu
görülmüştür. Ancak elimizde son cemaat ve harim tavanı ile ilgili bir belge
olmaması
bize bu bölümlerdeki tavan planlarının değiştirilip değiştirilmediği husun da
kesin bir tespit yaptıramamıştır.
Kadınlar
mahfilinde harime doğru çıkma yapan bölümlerdeki ahşap dikme sayılarının eski
fotoğraflara göre eksiktir. Ayrıca kadınlar mahfilinden harime doğru yuvarlak
planlı çıkma yapan müezzin mahfili şeklinin farklı olduğu eski belgelerden
tespit edilmiştir. Eski belgelerde (bkz. restitüsyon raporu) daha oval gelen
form mevcut ahşap dikme arasında oturmamaktadır. Buda bize ahşap dikme
aralıklarının değiştiğini yani ahşap dikmelerin yakın dönemde yenilendiğini
düşündürmüştür.
Şadırvanın
ahşap dikmelerinin etrafının kapalı olduğunu yine araştırma sürecinde bulunan
fotoğraflardan (bkz. restitüsyon raporu)
tespit etmekteyiz. Mevcutta bu bölümler açıktır.
Avlu
içerisine yakın dönemde müftülük ve tuvalet binaları yapılmış, bahçe duvarları
yenilenmiştir.
Yapıda
taşıyıcı sistemler raporunda da belirtildiği gibi statik bir problem yoktur
(bkz. taşıyıcı sistemler raporu).
Minare
kireç taşlarında zaman ve atmosferik koşullar nedeni ile ciddi malzeme
kayıpları ve aşınmalar vardır.
Yapı
cephesinde araştırma sürecinde raspa yapılmıştır. Alttan düzensiz moloz taş ve
tuğla örgüsü çıkmıştır. Bu nedenle camiinin orijinalinde de sıvalı olduğu
tahmin edilmektedir.
Cephelerde
klima sistemleri ve kablolar estetiği bozmakta, cephe kirliliğine sebep
olmaktadır.
ŞADIRVANDA YAZILI OLAN ARAPÇA AYETLER
ŞADIRVANDA YAZILI
OLAN ARAPÇA YAZILARIN AÇIKLAMALARI
DETAY-1 Bu su âb-ı hayatın
süt kardeşi midir
Ki şirin kâmi-yi câvide mâlik… hayat
DETAY-2 Gören ağzı su akıtmasını mı resm-i âlâsın
Mücessem ayn-i nur olmuş bu şadırvan bî-hemtâ
DETAY-3 Rızâ-yı Hâlıkı’l-ervâh içun ol zât-ı gayb-i
dem
Bu şadırvan nola etti eski camiyi ihya
DETAY-4 Akıttı su gibi cûy-i sehâsın lûle-i dilden
Muvaffak oldu bu ecr-i cezîle ol kerem-pîrâ
DETAY-5 Cenâb-ı Hacı İsa Bey Efendi lütf-i vücudunda
Bu şadırvan dilcûy-i mücedded eyledi inşa
DETAY-6 Bu şadırvanı mükemmel yaptı pek rânâ
Bu şadırvanı etti şükr ile İsa nefs-i ihya
DETAY-7 Ederken … sahında su-be-su lütfu
Der tarih buldu tam ve Güher-i müdün eyledi imla
DETAY-8 Etti şadırvan dünyada bütün âlem
Bu sahib-i hayratı dâim menbaa-i ecr eylesin Mevlâ
CAMİİ GİRİŞ KAPI ÜSTÜNDEKİ ARAPÇA YAZI AÇIKLAMASI
Bismillâhirrahmânirrahim
Sene 1302
MİNBER ÜZERİNDEKİ ARAPÇA YAZI AÇIKLAMASI
Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-resûlullah
2-RESTİTÜSYON RAPORU
Yapı
1830-1831 yıllarında inşaa edilmiş, 19. yüzyıl camicilerimizdendir. Araştırma sürecinde yapı ile ilgili İstanbul
Vakıflar Arşivinde bulunana eski fotoğraf
belgelerinden ve yapıdaki izlerden yararlanılmıştır. Araştırma süreci
içinde yapı ile ilgili yazılı yeterli
belgeye ulaşılmamıştır.
Yapı ile ilgili önerilen
restitüsyon kararları şunlardır;
Belge-1 de de görüldüğü gibi mihrap bölümü
yanında sütunçeler vardır. Ancak fotoğrafta
bu bölümler net olarak görülmemektedir. Yazılı metinlerde mevcutta yarım daire
planlı olan mihrap nişi ile ilgili ,
‘Mihrap
nişi altı köşeli ve istiridye şeklinde kavsaralıdır. İki yanından, çok ince
ikiz sütuncelerle konturlanmıştır. İkiz sütuncelerden itibaren başlayan, alçı
kabartma ile yapılmış alınlığı, Avrupai tesirli kıvrık dal ve çiçek motiflerini
ihtiva eder. Derinliği fazla olmayan mihrap duvarı çıkıntısı, içerden âdeta
bir tiyatro sahnesi görünüşündedir.’ Bilgisi verilmektedir. Ancak görsel olarak
elimizde belge olmadığından yazılı belgelere dayanarak bir mihrap önerisinde
bulunulmasından kaçınılmış ve projede sadece plan düzleminde yarım daire plan
formu altıgen olarak çizilmiştir. Mihrap çevresindeki bölümler noktalama olarak
iz şeklinde gösterilmiştir. Uygulama sırasında bu bölümlerde raspa yapılması
önerilir. Ancak yapılan raspada tespit çıkmaz ise mevcut durumu ile mihrabın
bırakılması önerilir.
Yine belge-1’
de mihrap nişinin yanındaki pencere yükseklikleri ile mevcut pencere yüksekliklerinin
uymadığı görülür. Mevcut pencere yükseklikleri daha kısadır. Araştırma
sürecinde bu bölümde raspa yapılmış ve betonarme hatıl ile karşılaşılmıştır.
Takın dönemde bu bölümün bir kısmının veya tamamının değiştirildiği
anlaşılmıştır. Restitüsyon da belge-1
dikkate alınarak pencere oranları değiştirilmiştir.
Belge-1 de ve yazılı metinlerde mihrap bölümündeki
çıkıntıyı harime bağlayan duvarların köşeleri de yuvarlatılmış olduğu tespit
edilir. Bu bölümlerin üst köşelerdeki, “S” kıvrımlı kemer parçası
şeklinde görünen konsollarla harim tavanı ile ayrıldığı görülür. Bu bölümler
elimizdeki belgeye göre restitüe edilmiştir.
Mevcutta belge –2’ de görülen üst katta da devam eden
orta dikme yoktur. Rölöve raporunda da değinildiği gibi yakın zamanda yapılan
camii onarımında mahfil katı, çatı sistemi yenilenmiştir. Restitüsyon da
belge-2 dikkate alınarak orta aksta yer alan dikme çizime aktarılmıştır. Dikmeler
arasındaki kiriş formlarıda yine belge-2’ ye göre düzeltilmiştir.
Belge-2 de pencere ahşap doğrama çıta bölümlerinin
hepsinin farklı olduğu görülür. 19. yüzyıl camiileri kayıt sistemleri ve Ali Talat’ ın kitabı incelenmiştir. Bu örnekler
dikkate alınarak belge-2’ de görülen pencere sistemlerinden zemin katta, soldaki pencere kayıt sistemi önerilmiştir. Üst pencereler ise yine fotoğraf uygun olarak önerilmiştir.
Belge-3’
de harim giriş kapısı aksında kadınlar mahfilinden dışarıya doğru çıkma yapan
oval planlı müezzin mahfili görülür. Bu bölüm mevcutta da vardır. Ancak hem dar
hem de yuvarlak planlıdır. Mevcut dikme aralarının da bu fotoğrafı dikkatli
incelersek değiştiği görülür. Restitüsyon da dikme araları ve müezzin mahfili
plan ve görünüşü belge-3’
e göre yapılmıştır.
Yine belge –3’ de yan mahfillerde iki yan dikme
arasındaki orta dikmenin yanlarındaki payanda ebatlarının diğerlerine göre daha
küçük olduğu görülür. Ancak mevcutta tüm payandalar aynı ebatlardadır. Belge-3
dikkate alınarak payanda oranları çizilmiştir.
Mevcutta balkon gibi çıkma yapan müezzin mahfili
yanında 3 adet dikme vardır. Belge-3 de ise 2 dikme görülür. Bu bölümler belge-3’ e göre restitüe edilmiştir.
Belge-3’
de kadınlar mahfili çıtalı tavan planının mevcuttan farklı olduğu görülür.
Mevcutta yine dikdörtgen planlı çubuklarla oluşturulan bir tavan planı vardır
ancak belge-3’
deki gibi çubuklar doğu-batı aksında değil ter yönde düzenlenmiştir. Bu belge
dikkate alınarak bu bölümün tavan planı restitüe edilmiştir. Diğer mekanların
tavan planları ile ilgili belge olmadığından mevcut durumları ile
korunmuşlardır.
Kadınlar mahfiline 2 merdivenle çıkılmaktadır. Son
cemaat ve harimdeki merdivenler ahşap limon kirişli sistemde yapılmıştır.
Kapalı son cemaati olması nedeni ile kadınlar mahfiline son cemaaten çıkılması
dönem camiilerinde de görülen bir yapıdır. Ancak harimdeki merdivende strüktür
ve mimari özellik açısından özgün görünümdedir. Elimizde kesin belgeler
olmadığından iki merdiveninde korunması önerilmiştir.
Cepheler sıvalı önerilmiştir. Bazı yazılı kaynaklarda
kesme taş duvar örgüsünün olduğu yakın dönemde sıvandığı bilgisi vardır. Ancak
çalışma sürecinde cephe duvarlarında raspa yapılmış, ve moloz taş, tuğla örgülü
düzgün olmayan bir duvar ile karşılaşılmıştır. Elimizdeki eski belgeler de de
sıvalı olan cepheler raspadan da çıkan duvar örgüsü dikkate alınarak sıvalı
olarak önerilmiştir.
Minare gövdesinin 1912 yılındaki depremde yıkılmış,
cumhuriyet döneminde onarılmıştır. Restitüsyon da minare mevcut durumu ile
korunmuştur. Tekirdağ Orta Camii minare formu incelenmiş, şerefe altının Eski
camideki gibi profilli geçtiği, külahının kurşun kaplama olduğu görülmüştür.
Minare ile ilgili kesin belgeler olmadığından ve dönemi açısından diğer
camilerle tezat oluşturmadığından mevcut durumu ile önerilmesinde sakınca
görülmemiştir (bkz. belge-6).
Camii zemini pişmiş toprak önerilmiştir.
Petekler ve duvardaki lambriler kaldırılmıştır.
Bodrum kat döşemesinin ve döşeme taşıyıcı sisteminin betonarme olması bu bölümün yakın zamanda yapıldığını göstermektedir. Bu nedenle restitüsyon da bodrum kat kaldırılmıştır.
Mevcutta şadırvan etrafını kapatan ahşap duvarlar
yoktur. Restitüsyon belge-4
doğrultusunda hazırlanmıştır.
Şadırvanın mermer su haznesi özgündür. Mevcut durumu
ile korunmuştur.
Çatı ahşap karkaslı önerilmiş, alaturka kiremit ile
örtülmüştür. Giriş saçağı alt tavanı ile ilgili yazılı kaynaklarda orta göbekte
barok kalem
işi olduğu yazmaktadır. Bu belge dikkate alınarak tavan sıvalı olarak önerilmiş ancak; tavan süslemesi ile ilgili belge olmadığından çizilmemiş, restitüe edilememiştir.
Belge-7’
de görüldüğü gibi dışarıya çıkma yapan mihrap nişinin köşeleri yuvarlak döner.
Mevcutta dik olan köşeler bu belge dikkate alınarak restitüe edilmiştir.
1971 yılında hazırlanan çizimde minare girişinin ve harimdeki merdivenin formunun farklı olduğu görülür. Mevcutta minare kapısın olduğu bölümde kapatılan kapı izine rastlanmamıştır. Bu nedenle bu belge dikkate alınmamıştır.
19.YÜZYIL DOĞRAMA
ŞEKİLLERİ VE DETAYLARI
Yapının
pencere kayıt sistemi ve düzeni açıklandığı gibi eski fotoğraflardaki pencere
sistemi dikkate alınarak hazırlanmıştır. Araştırma süreci içinde 19. yüzyıl
camilerinde kullanılan pencere kayıt sistemleri incelenmiştir. İncelemelerde demir lama profilinden yapılan
pencere sistemleri ile ahşap malzemeden yapılan doğramalar tespit edilmiştir.
Nusretiye Camii, Dolmabahçe Camii, Teşvikiye Camii, Hırka-i Şerif Camii, Ortaköy
Camii, Pertevniyel Valide Camii pencere kayıt sistemleri incelenmiştir.
Teşvikiye camii pencere sistemi Nusretiye Camii ve Dolmabahçe Camii pencere sisteminin ikisinide barındırır. Harime bakan pencereler alt ve üst kotta iki açılır kanatlı doğrama iken, mahfile bakan pencereler yüksekliklerinin harim pencerelerine göre daha az olması nedeni ile bir açılır pencere ile geçilmiştir. Bu bölümde kullanılan kanatlar çıtalar ile 3 bölüme ayrılmıştır.
Araştırmalar sonucunda 19. yüzyıl doğramalarının pencere yüksekliklerine göre 1,2 veya 3 parçalı olarak yapıldığı görülmüştür. Harime bakan yüksek pencerelerde genelde alt ve üst bölümde ayrı ayrı açılır iki kanatlı doğramalar yapılmıştır. Kanatlar kendi içinde çıtalar ile bölümlendirilmiştir. Pencere yüksekliğinin az olduğu bölümlerde açılır kanatlı tek pencere yapılmıştır. Pencere kasa ve kanat detaylarında camilerde kullanılan profiller dışında detaylar benzerdir. Bu aşamada 1927 yılında yayınlanmış Ali Tal’at tarafından hazırlanan ‘Sanayi!-i İnşaiye ve Mimariyeden Doğramacılık, Marangoz ve Silicilik’ adlı kaynaktan yararlanılmıştır. Yapının doğrama profil detayları ile ilgili kesin bir belge olmadığından sistem olarak araştırılan kaynaklardan yararlanılmış ancak; profiller özellikle basit, sade bir formda çizilmiştir(bkz.restitüsyon projesi kesit ve cepheleri).
3-RESTORASYON RAPORU
Yapı 19.
yüzyıl camilerimizden günümüze ulaşabilen örneklerdendir. Diğer camiler de
olduğu gibi yakın dönemde yapılan restorasyonlardan nasibini almış bir
yapıdır. 1952 ve 1970’ lerde yapıda
onarımların olduğunu bilmekteyiz. Bu onarımlarda yapı çatı sistemi, mahfil
döşemesi, dikme aralıkları değiştirilmiş, bazı bölümlerde betonarme hatıllar
atılmıştır. Elimizde yapı ile ilgili
çizimler ve eski fotoğraf belgeleri vardır. Ancak çizimlerde ölçü yoktur
ve fotoğraflarda da mimari elemanlardaki değişiklikler tespit edilse de örneğin
değişen dikme aralıkları hep tahminler sonucunda bulunmuş ve restiüe
edilmiştir. Restorasyon projesi bu
nedenle 2 öneri olarak verilmiştir. 1.öneride camii mevcut durumu ile
önerilirken 2. öneride restitüsyona uygun yapılmıştır.
1. öneri
restorasyonun da alınan kararlar şunlardır;
BODRUM KAT
MAHALİNDE ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Uygulama sırasında mevcut şap üzerine karo mozaik
döşeme yapılması önerilir.
Uygulama sırasında çimento harçlı sıvalarda onarım
yapılması ve boyanması önerilir.
Mekana giriş veren mevcut demir kapının sökülmesi
yerine ahşap kapı yapılması önerilir.
Kullanılacak ahşabın emprenye dilmiş, fırınlanmış olması önerilir. Üzerine su
bazlı vernik uygulanmalıdır. Kapı kolu piriç olarak önerilmiştir.
ZEMİN KAT SAHIN BÖLÜMÜNE ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Ahşap döşemeler uygulama sırasında kaldırılarak özgün
döşeme araştırması yapılması önerilir. Araştırma sürecinde özgün döşeme tespiti
yapılamıyorsa restorasyon da önerilen pişmiş toprak döşeme yapılması önerilir.
Bunun için ahşap döşemenin kaldırılmasından sonra alttaki döşeme durumuna ve
projedeki zemin kotuna göre 6
cm. daha zemin üstüne alınmalı, tesviye betonu 3 cm. atıldıktan sonra ısı ve
su yalıtımı (0.5 cm.)
döşenmeli daha sonra şap (2.5
cm.) atılıp yapıştırılmalıdır. Döşemenin üzerinde
elektrikli seccade kullanılması önerilir.
Duvarlarda raspa yapılması önerilir. Raspa sonucunda
çıkan belgelere
göre projenin revizyonu gerekiyorsa
tadilat projesi verilmelidir. Duvarlar
malzeme raporunda belirtilen
oranlarda hazırlanan harç ile sıvanması
önerilir.Tüm ahşap lambriler
sökülecektir.
Yapıda taşıyıcı sistemler raporunda da belirtildiği
gibi ciddi bir statik sorun yoktur. Çelik makaslarla ahşap sistem karma olan
çatının uygulama sırasında açılarak incelenmesi ve takvilerle onarımı mümkün
olmadığı takdirde tamamen ahşap makaslı sistem ile yenilenmesi önerilir. Çatı
örtüsü alaturka kiremit olarak önerilmiştir. Altına muhakkak yalıtım
yapılmalıdır (bkz. taşıyıcı sistem raporu).
Sahın tavanında sehim vardır. Bu bölüm tavanının
restorasyon projesine uygun olarak yenilenmesi önerilir. Kullanılacak ahşap
malzemenin
emprenye
edilmiş, fırınlanmış, 1. sınıf çam olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan
su bazlı vernik uygulaması önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem
oranlarının %7-12 arasında olması önerilir.
Minare kürsüsündeki taş derzlerin onarılması önerilir.
Ahşap doğramalar restitüsyon projesine uygun olarak
önerilmiş, detayları restorasyon projesinde verilmiştir.Sökülüp ahşap olarak
yapılacak doğramalarda kullanılacak ahşap malzemenin emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1. sınıf çam
olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı vernik uygulaması önerilmiş.
Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem oranlarının %7-12 arasında olması
önerilir.
Demir parmaklıkların yağlı boyalarının temizlenmesi,
daha sonra antipas uygulanması ve üzerine yağlı boya yapılması önerilmiştir.
Mahfil dikmelerinin, merdivenlerin ve korkulukların,müezzin
mahfili ve minberin yağlı boyalarının raspa edilmesi ve üzerlerine emprenye
sürülmesi önerilir. Daha sonra su bazlı vernik uygulaması önerilmektedir.
Mihrap yönünde eski fotoğraf belgelerine göre olduğu
görülen ancak mevcutta olmayan ahşap payandaların restorasyon projesinde
verilen detaya uygun olarak yapılması önerilir (bkz. restorasyon projesi
paftaları). Kullanılacak ahşap malzemenin
emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1. sınıf çam olması önerilir. Ahşap
üzerine daha sonradan su bazlı vernik uygulaması önerilmiş. Restorasyonda
kullanılacak ahşapların nem oranlarının %7-12 arasında olması önerilir.
ZEMİN KAT SON CEMAAT BÖLÜMÜNDE ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Ahşap döşemeler uygulama sırasında kaldırılarak özgün
döşeme araştırması yapılması önerilir. Araştırma sürecinde özgün döşeme tespiti
yapılamıyorsa restorasyon da önerilen pişmiş toprak döşeme yapılması önerilir.
Bunun için ahşap döşemenin kaldırılmasından sonra alttaki döşeme durumuna ve
projedeki zemin kotuna göre 6
cm. daha zemin üstüne alınmalı, tesviye betonu 3 cm. atıldıktan sonra ısı ve
su yalıtımı (0.5 cm.)
döşenmeli daha sonra şap (2.5
cm.) atılıp yapıştırılmalıdır. Döşemenin üzerinde
elektrikli seccade kullanılması önerilir.
Duvarlarda raspa yapılması önerilir. Raspa sonucunda
çıkan belgelere
göre projenin revizyonu gerekiyorsa
tadilat projesi verilmelidir. Duvarlar
malzeme raporunda belirtilen oranlarda
hazırlanan harç ile sıvanması
önerilir.Tüm ahşap lambriler sökülecektir.
Ahşap doğramalar restitüsyon projesine uygun olarak
önerilmiş, detayları restorasyon projesinde verilmiştir.Sökülüp ahşap olarak
yapılacak doğramalarda kullanılacak ahşap malzemenin emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1. sınıf çam
olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı vernik uygulaması
önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem oranlarının %7-12 arasında
olması önerilir.
Giriş kapısı özgündür. Korunması önerilir. Yağlı boya
raspası yapılması önerilen kapıya emprenye sürülmesi ve üstünün su bazlı vernik
ile boyanması önerilmiştir.Kapı kolunun pirinç olarak yenilenmesi önerilmiştir.
Demir parmaklıkların yağlı boyalarının temizlenmesi,
daha sonra antipas uygulanması ve üzerine yağlı boya yapılması önerilmiştir.
Mahfil dikmelerinin, merdivenlerin ve korkulukların
yağlı boyalarının raspa edilmesi ve üzerlerine emprenye sürülmesi önerilir.
Daha sonra su bazlı vernik uygulaması önerilmektedir.
Tavan çıtalarının yağlı boyalarının raspa edilmesi,
üzerine emprenye sürülmesi önerilir. Bundan sonra su bazlı vernik uygulanması
önerilmiştir. Çürüyen bölümleri alınmalı ve projedeki detayına uygun olarak
yenilenmelidir. Kullanılacak ahşap malzemenin emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1.
sınıf çam olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı vernik uygulaması
önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem oranlarının %7-12 arasında
olması önerilir.
BİRİNCİ KAT
KADINLAR MAHFİLİ MEKANINDA ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Ahşap döşemeler uygulama sırasında kaldırılarak özgün
döşeme araştırması yapılması önerilir. Araştırma sürecinde özgün döşeme tespiti
yapılamıyorsa
restorasyon da önerilen pişmiş toprak döşeme yapılması önerilir. Bunun için
ahşap döşemenin kaldırılmasından sonra alttaki döşeme durumuna ve projedeki
zemin kotuna göre 6 cm.
daha zemin üstüne alınmalı, tesviye betonu 3 cm. atıldıktan sonra ısı ve su yalıtımı (0.5 cm.) döşenmeli daha
sonra şap (2.5 cm.)
atılıp yapıştırılmalıdır. Döşemenin üzerinde elektrikli seccade kullanılması
önerilir.
Duvarlarda raspa yapılması önerilir. Raspa sonucunda
çıkan belgelere
göre projenin revizyonu gerekiyorsa
tadilat projesi verilmelidir. Duvarlar
malzeme raporunda belirtilen
oranlarda hazırlanan harç ile sıvanması
önerilir.Tüm ahşap lambriler
sökülecektir.
Mahfil tavanı özgün değildir. Restorasyon projesinde
verilen detaylara uygun olarak yenilenmesi önerilir. Kullanılacak ahşap
malzemenin emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1. sınıf çam olması önerilir. Ahşap
üzerine daha sonradan su bazlı vernik uygulaması önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak
ahşapların nem oranlarının %7-12 arasında olması önerilir.
Ahşap doğramalar restitüsyon projesine uygun olarak
önerilmiş, detayları restorasyon projesinde verilmiştir. Sökülüp ahşap olarak
yapılacak doğramalarda kullanılacak ahşap malzemenin emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1. sınıf çam
olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı vernik uygulaması
önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem oranlarının %7-12 arasında
olması önerilir.
Mahfil dikmelerinin, merdivenlerin ve korkulukların
yağlı boyalarının raspa edilmesi ve üzerlerine emprenye sürülmesi önerilir.
Daha sonra su bazlı vernik uygulaması önerilmektedir.
Minare kürsüsündeki taş derzlerin onarılması önerilir.
Demir parmaklıkların yağlı boyalarının temizlenmesi,
daha sonra antipas uygulanması ve üzerine yağlı boya yapılması önerilmiştir.
MİNAREDE ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Bozulan malzeme kaybı olan, çürüyen taşların çürütme
yöntemi ile yerinden alınması ve özgün taş (bkz. Malzeme raporu) özelliğindeki
taş ile tamamlanması önerilir. Boşalan derzlerin özgün derz özelliğine sahip
harç ile onarılması önerilir. Kararma olan yüzeylerde mekanik yöntem ile
temizleme önerilir.
Minarede tespit edilen çimento sıvalar sökülmelidir.
Özgün malzemesine uygun olarak bu bölümler yenilenmelidir.
Külahtaki kurşunların yenilenmesi önerilmiştir.
ÇATI DA
ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Yapıda taşıyıcı sistemler raporunda da belirtildiği
gibi ciddi bir statik sorun yoktur. Çelik makaslarla ahşap sistem karma olan
çatının uygulama
sırasında
açılarak incelenmesi ve takviyelerle onarımı mümkün olmadığı takdirde tamamen
ahşap makaslı sistem ile yenilenmesi önerilir. Çatı örtüsü alaturka kiremit
olarak önerilmiştir. Altına muhakkak yalıtım yapılmalıdır (bkz. taşıyıcı sistem
raporu).
Yağmur iniş boruları ve oluklar çinko olarak
önerilmiştir.
CEPHELERDE ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Dış cephelerde de raspa yapılması önerilir. Raspadan
sonra derz boşalmaları, malzeme kayıpları onarımı yapıldıktan sonra malzeme
raporunda belirtilen oranlarda hazırlanan harç ile sıvanması ve üzerinin su
bazlı boya ile boyanması önerilir.
Demir parmaklıkların yağlı boyalarının temizlenmesi,
daha sonra antipas uygulanması ve üzerine yağlı boya yapılması önerilmiştir.
Giriş cephesinde giriş saçağını taşıyan ahşap
dikmelerin yağlı boyalarının raspa edilmesi önerilir. Yağlı boya raspası
yapılmasından sonra emprenye sürülmesi ve üstünün su bazlı vernik uygulaması önerilmiştir.
Giriş kapısı özgündür. Korunması önerilir. Yağlı boya
raspası yapılması önerilen kapıya emprenye sürülmesi ve üstünün su bazlı vernik
ile boyanması önerilmiştir. Kapı kolunun pirinç olarak yenilenmesi
önerilmiştir.
Ahşap doğramalar restitüsyon projesine uygun olarak
önerilmiş, detayları restorasyon projesinde verilmiştir. Sökülüp ahşap olarak
yapılacak doğramalarda kullanılacak ahşap malzemenin emprenye edilmiş,
fırınlanmış, 1. sınıf çam olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı
vernik uygulaması önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem
oranlarının %7-12 arasında olması önerilir.
Güney batı köşesinde bulunan tuğladan yapılmış bölüm
özgün değildir. Elimizdeki eski fotoğraflara göre projelendirilen bölümün
restorasyon projesine uygun olarak yapılması önerilmiştir (bkz. restorasyon
projesi )
Bahçe duvarlarında sıvası raspa yapılması önerilir.
Derz bozulmaları ve malzeme kayıpları onarıldıktan sonra alttan çıkan moloz taş
örgünün düzenine göre sıvanıp sıvanmamasına karar verilmelidir.
Bahçe duvar harpuştaları mevcutta betonarmedir. Bunun
sökülerek taş harpuşta yapılması önerilir.
Avluda özgün kot araştırması yapılması önerilir. Kot
veya malzeme tespiti yapılamaz ise restorasyon projesi doğrultusunda taş
kaplama döşeme yapılması önerilmiştir.
Avlu içinde yakın dönemde yapılan abdestlikler ile
kuyunun kapatılması önerilir.
MÜFTÜLÜK BİNASINDA ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Müftülük binasında yakın dönemde eklenen arşiv ve
kazan dairesi olan batı bölümündeki eklentilerin kaldırılarak korunması
önerilmiştir.
Müftülük binasında pvc olan doğramaların yerine ahşap
doğramlar önerilmiştir. Kullanılacak ahşap malzemenin emprenye edilmiş,
fırınlanmış, 1. sınıf çam olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı
vernik uygulaması önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem
oranlarının %7-12 arasında olması önerilir.
Pvc yer döşemelerin sökülerek ahşap kaplama yapılması
önerilmiştir.
Çatı kiremitlerinin alaturka kiremit olarak
yenilenmesi ve alt bölümüne su yalıtımı yapılması önerilmiştir. Yağmur iniş boru
ve oluklarının çinko olarak yenilenmesi önerilir.
İç ve dış duvar boyalarının yenilenmesi önerilmiştir.
Duvarlarda su bazlı boya kullanılması önerilir.
Sağ yan cephede merdiven etrafındaki pvc doğramanın
kaldırılması önerilmiştir.
Birinci kat balkon korkulukların onarılması, yağlı
boyalarının temizlenmesi, daha sonra antipas uygulanması ve üzerine yağlı boya
yapılması önerilmiştir.
Demir parmaklıkların yağlı boyalarının temizlenmesi,
daha sonra antipas uygulanması ve üzerine yağlı boya yapılması önerilmiştir.
TUVALETTE ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Mevcut
tuvalet binasının ihya edilerek korunması önerilmiştir. Buna göre;
Mevcut mermer döşemenin temizlenmesi önerilmiştir.
Mevcut pvc olan doğramaların yerine ahşap doğramlar
önerilmiştir. Kullanılacak ahşap malzemenin emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1.
sınıf çam olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı vernik
uygulaması önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem oranlarının
%7-12 arasında olması önerilir.
Lavabo, klozetlerin yenilenmesi önerilmiştir.
Kadınlar bölümünde kadınlar için abdestlik
önerilmiştir (bkz. restorasyon projesi)
Duvarlardaki mevcut seramik sökülerek yenilenmesi
önerilmiştir.
Dış cephe sıvalarının onarılması ve su bazlı boya ile
boyanması önerilmiştir.
Demir parmaklıkların yağlı boyalarının temizlenmesi,
daha sonra antipas uygulanması ve üzerine yağlı boya yapılması önerilmiştir
Yağmur iniş boru ve oluklarının çinko olarak
yenilenmesi önerilir.
ŞADIRVANDA
ÖNERİLEN MÜDAHALELER
Şadırvanın restorasyonu restitüsyon doğrultusunda önerilmiştir. Ahşap dikmelerin ve tavan
kaplamalarının yenilenmesi önerilir. Çatısı açılmalı ve gerekiyorsa
yenilenmelidir. Kullanılacak ahşap malzemenin emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1.
sınıf çam olması önerilir. Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı vernik
uygulaması önerilmiş. Restorasyonda kullanılacak ahşapların nem oranlarının
%7-12 arasında olması önerilir.
Çatı örtüsü alaturka kiremit olarak önerilmiştir.
Su haznesi etrafındaki korkulukların onarılması ve
yağlı boyalarının temizlenmesi, daha sonra antipas uygulanması ve üzerine yağlı
boya yapılması önerilmiştir.
Mermer döşemenin onarılması ve temizlenmesi
önerilmiştir.
Ahşap tablalı elemanların elden geçmesi ve
eskiyenlerinin değiştirilmesi önerilmiştir.
Dikmeler arasında yapılması önerilen ahşap parapetler
restorasyon projesinde verilen detaylara uygun olarak yapılmalıdır. Kullanılacak
ahşap malzemenin emprenye edilmiş, fırınlanmış, 1. sınıf çam olması önerilir.
Ahşap üzerine daha sonradan su bazlı vernik uygulaması önerilmiş. Restorasyonda
kullanılacak ahşapların nem oranlarının %7-12 arasında olması önerilir.
2.öneride
yapının taşıyıcı sistemi, doğrama ile ilgili karalar, cephe onarımları, avlu
düzeni 1. öneri ile aynıdır. Sadece kadınlar mahfili bölümü restitüsyona uygun önerilmiştir.
Bunun için mevcut kadınlar mahfili sökülerek restitüsyona göre yapılması
önerilir.
İSTANBUL MESCİTLERİNİN MİMARİ
GELİŞİMİ(15.16.17.YY)
17. yüzyılda İstanbul’da inşa
edildiği tespit edilebilmiş olan 74 adet mescitten 8 külliye mescidi, mimari
özellikleri bakımından özgünlüğünü koruyarak günümüze gelebilmişlerdir. 34 adet
bağımsız ve tekke mescidi ise zaman içinde çeşitli tamirler ve yenilenmeler
sonucu büyük ölçüde özgün karakterlerinin yitirmişler, daha geç dönemlerin
mimari ûsluplarını günümüze taşıyarak gelmişlerdir. Bugün, geriye kalan 32
mescitten birçoğunun yerini dahi tespit etmek mümkün değildir. Bu mescitlerden
tekke ve bağımsız mescitler grubuna girenlerin tamamına yakının, dikdörtgen ya
da kareye yakın dikdörtgen olan, plan şemalarını korumuşlardır. Ancak
bazılarının 17. yüzyılda İstanbul şehrinin yapılaşmasındaki yoğunluğun arasında
sıkışıp kalarak planlarının zorunlu bir deformasyona uğradığı görülür. Bu
açıdan farklılık yaratan mescitlerin dışında kalanlar, özgünlüklerini büyük
ölçüde koruyarak günümüze gelebilmiş olan Sinan mescitlerinin plan şemalarıyla
benzerlik gösterirler.
Gerek 17. yüzyıl İstanbul mescitleri,
diğer dönemlerde inşa edilen mescitler gibi zaman içinde en çok tahribata
(özellikle yangın ve depremler gibi doğal afetler sonucu) ve değişime uğrayan
yapı tipleri olmuşlardır. Her iki dönemde de mimari karakterlerinin ve plan
şemalarının fazlaca değişmeden günümüze gelebilen az sayıdaki örnekleri
karşılaştırıldığında, planlarının yanı sıra örtü sistemlerinin (ki bunlar düz
ahşap tavanlı ve kiremit örtülü kırma çatılardır) ve duvar örgülerinde
kullanılan yapı malzemelerinin benzerlikleri dikkati çeker. Kare (Davud Ağa,
Ahmed Çelebi ve Defterdar mescitleri) ve dikdörtgen (Mimar Sinan ve Sokullu)
planlı Sinan mescitlerinin moloz taş (Davud Ağa, Hacı Hamza, Ahmed Çelebi), taş
ve tuğla (Sokollu ve Mimar Sinan mescitleri, kesme taş (Defterdar ve Hasan
Çelebi mescitleri) duvar örgüler 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde de karşımıza çıkmaktadır, örneğin Arapkapısı, Tuti
Abdüllatif ve Kadirihane Mescitleri moloz taş duvar, Sirkecibaşı ve Yalıköy
Mescitleri taş ve tuğla duvar, Bayrampaşa Külliyesi ve Amcazade Hüseyin Paşa
Külliyesi Mescitleri ise kesme taş duvar örgülüdür.
Sinan ve
17. yüzyıl mescitlerinde genel olarak alt pencereler dikdörtgen açıklıktı ve
taş söveli, üst pencereler ise kemerli ve alçı şebekelidir.
Genelleme
yapıldığında diğer bir ortak özellik, minarenin yapıdaki konumudur. Yine Sinan
mescitlerinde son cemaat duvarının bir ucunda ya da kütleden uzak, avlu kapısı
yanında bulunan minare, 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde farklı bir konumda
değildir. Anadolu Selçuklu çağının minareli taç kapılarını hatırlatan avlu
kapısına bitişik minare uygulaması 17. yüzyılda inşa edilen Tulumcu Hüsam
Mescidi’nde de minarenin giriş kapısı üzerine yerleştirilmesi ile
tekrarlanmıştır. Sinan mescitlerinden Sokullu Mescidi’nin açık merdivenli
“minber minare “sinin bir benzeri olarak, 1614 tarihli Arabacılar
(Hoca Halil Attar) Mescidi’nin ilk minaresi gösterilebilir.
Sinan
mescitlerinde son cemaat yeri, cephede beş ya da dört, yanlarda iki
açıklıklıdır. Son cemaat yeri ile harimi ayıran duvarın merkezinde kapı ve iki
yanında birer pencere bulunmaktadır. Kapı merkezden sağa kaydırılmış ise,
yanındaki iki pencere arasında bir son cemaat yeri mihrabı yer alır Bu düzeni
17. yüzyılın ilk yansına tarihlenen Defterdarburnu Mescidi’nin son cemaat yeri
duvarında görülür. Ancak 17. yüzyılda inşa edilen mescitlerde son cemaat yeri,
harim bölümünden çalınarak ya da kapalı mekanın giriş cephesine sonradan ilave
edilerek yapılmıştır.
Klasik
dönem Sinan mescitleri ile 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinin mimari açıdan
karşılaştırılmasında, bazı farklılıkların dışında genel olarak klasik dönem ve
onu takip eden 17. yüzyıl boyunca bu yapı tipinin benzer mimari özelliklere
sahip olduğu ve herhangi bîr tipolojik gelişim göstermediği sonucuna
varılabilir.
16. yüzyıl
Sinan yapıları, padişah, Valide Sultan ve sadrazamlar tarafından şehrin önemli
mevkilerine cami ve külliyeler olarak inşa ettirilirken, bu asrın sonlarına
doğru devlet bütçesinin zaafı, mimari alanda da etkili olmuş ve duraklama
hissedilir bir şekilde belirmiştir. 17. yüzyıl ise, bu etkilerin en çok
hissedilen asrı olmuş, büyük dini yapılar hemen hemen (Sultan Ahmed ve Yeni
Camii gibi istisnalar dışında) hiç bir örnek veremez duruma gelmiştir.
Bu yüzyıl
içinde, Fatih dönemi İstanbul’unun iskan sahaları yoğunlaşma ve dolayısıyla da
gelişme göstermektedir. Yeni semtler ve mahalleler oluşmakta, şehir
metropolünden uzaklaşmalar izlenmektedir. Bu yeni mahalleler sivil yapı
gelişimlerini sürdürürken, günlük dini
ibadetin uzak semtlerde kalan büyük camilerden ziyade
yeni oluşan mahallelere daha küçük ölçekli ibadet yapılarının yapılmasını
teşvik etmiştir.
Özellikle
bağımsız mescitler (Mahalle mescitleri) sivil mimariyi örnek almış, semt
sakinin ibadet için başvurduğu, adeta evlerinin oda ve sofası gibi, sakıflı bir
görüntü sergilemişlerdir. Yapıların semtlerde imkân bulduğu yer ölçüsünde,
yolların kesiştiği köşelerde veya mahalle ortalarındaki alanlarda, fakat çok
kere de sivil yapı blokları arasında inşa edilmişlerdir. Bütün bu unsurlar
bize, mescit yapısının sivil mimari ile en sıkı biçimde bütünleşen ve kaynaşan
bir dini yapı tipi olduğunu kanıtlamaktadır.
Ancak
külliye mescitleri, ihtiva ettikleri işlevsel yapılar topluluktan ve
banilerinin sadrazam, vezir, hanım sultan gibi kimseler olmaları sebebiyle
bağımsız ve tekke mescitlerinden daha muntazam ve kaliteli bir mimari
sergilemektedirler. Tekke mescitleri ise özellikle 17. yüzyılda bağımsız
mescitlerin dönüştürülmesi ile oluştuklarından, onlarla aynı özellikleri
gösterirler.
Mescitlerin
yapı malzemeleri de, adeta bu yapısal etkinliğin değişmez bir normu olarak
ortaya çıkarlar. 16. ve 17. yüzyıllarda bağımsız ve tekke mescitlerinde genelde
moloz taş, taş-tuğla tekniği yaygın olmasına karşın, külliye yapılarında
istisnasız kesme taşın kullanıldığı görülür. Çatı örtüsü yüzyıllar arasında
benzerlik gösterirken 16. yüzyıldaki mescit yapılarında görülen direkli son
cemaat yeri, 17. yüzyılda ortadan kalkmış bunun yerini harim kısmı bölünerek ya
da yakın tarihlerdeki onarımlarda sonradan eklenen, genelde ahşap bir kısım
olarak ilave edilen, son cemaat yerleri almıştır.
Mescitler çeşitli nedenlerle (özellikle yangınlar ve depremler sonucu) çok sık yıkılan ve tahribata uğrayan yapılar olduklarından, çoğu kez onarım görerek ya da yenilenerek günümüze gelebilmişlerdir. Bu nedenle onarıldıkları ya da yenilendikleri dönemin bezeme unsurlarını taşımaktadırlar. 17. yüzyıl içinde inşa edilen, fakat farklı dönemlere ait bezeme unsurlarının yer aldığı bir çok mescit yapısı ile karşılaşılmaktadır. Bunların çoğu yakın dönemlere tarihlenmektedirler. Bu nedenle 17. yüzyıl için, bu yüzyılda inşa edilmiş mescit yapılarındaki bezeme unsurları göz önüne alınarak bir üslup birliğinden söz etmek mümkün değildir.
16.YÜZYIL
DÖNEM CAMİİ PLAN ÖRNEKLERİ
17.YÜZYIL DÖNEM CAMİİ PLAN ÖRNEKLERİ
NESLİŞAH CAMİİ (RÖLÖVE RAPORU)
Fatih Ilçesi’nde, Edirnekapı
semtinde, Nes-lişah Mahallesi, Kuruçınar Sokağı’ndadır.
Bâniyesi olan Neslişah Hanım
Sultan’ın annesi II. Bayezid’in kızı Gevherimülûk Sultan, babası Dukakinzade
Mehmed Pa-şa’dır. Eşi İskender Bey ve kendisi Zal Malımud Paşa’nın yaptırdığı
okulun yanındaki hazirede gömülüdürler. 1579’da vefat eden Neslişah Hanım
Sultan, camiyi 16. yy’ın sonlarında yaptırmış olmalıdır. Zamanla harap olan
cami 1955’te halkın yardımıyla tamir edilmiştir.
Caniyle ilgili Hadika’da “Bânîyesi
Neslişâh bint-i Mehmed Bey’dir ki, validesi Gevher-Mülük Sultân bint-i Sultân
Bâyezid Hân’dır. Neslişâh’ın zevci olan İskender Bey, Zâl Paşa klır-bünde bina
eylediği mektebinin pîşgâhında üçü dahi medfûnlardır. Bu câmi’de olan musluk
taşında vâki’ târih budur:
Gör
di çiin kim Cemâli bu resmi
Didi
târih çeşme-i hûb
H.957/M.1550
İttisalinde
bir fevkânî mektebi dahi vardır. Mumâ-ileyhin validesi mekteb-i mezbûrede
medfûnedir. Seng-i mezârındaki târih budur:
HayfGevher
Mülûk’e ey dil hayf
Hâke
düşdi o gevher-i idrâk
Nesl-i sultân Bâyezid idi ol
Cümle âlem revâkıyle yaka çâk
Didi
ankâ vefatına târih
Daldı
derya-yı rahmete ol pâk
H.987/M1579/1580
Bu ikisinin vakıfları müstakil olup,
lâkin hîn-i iktizâda biri aharına imdâd eylemek üzere ikisi dahi sert
eylemiştir ve sûret-i vakfiyyesi İstinye’de olan câmi’in sofasın’ın sağ
tarafında vâki’ dıvarda kaydolunup,
târih-i rakamîsi budur: M.947 /1540/1541
Sultân Süleyman suyundan bu câmi’in
civarında bir çeşme vardır ki, Sultân Çeşmesi denmekle ma’rûfdur. Lâkin
çeşmenin bânîsi Mesih Paşa-yı Evvel kethüdâsıdır. Mahallesi vardır. Der kurb-ı
Câmi’-i Edirnekapusı.”(Hadika, s.281,282)
denilmektedir.
Caminin geniş bahçesinde sanat değeri
olmayan bir şadırvanı vardır. Kadınlar mahfili, harimden ayrı olarak avludan
merdivenlerle sağlanan bir girişe sahiptir. Mahfilin giriş holü üç pencere ile
avluya açılır. Kalın payeler arasından mahfile giriş sağlanır. Mahfil, harimi
bir “U.” şeklinde kuşatır, iki tane kare kesitli sütun mahfilin orta
mekânını ikiye ayırır. Orta mekânı yuvarlak kemerli iki pencere aydınlatır.
Caminin kagir olan son cemaat yeri
sonradan eklenmiştir. Son cemaat yeri harime iki kapı ve bir pencere ile
açılır. Sol tarafta minareye çıkış vardır. Harim bir kenarda dört, diğer yanda
üç tane kare kesitli sütunla ayrılmıştır. Mihrap yenidir ve çinilerle kaplıdır.
Minber ve vaaz kürsüsü mermerdir. Mihrabın iki yanında birer pencere vardır.
Dikdörtgen olan ha-
rimin uzun kenarlarında dörder
pencere bulunur. Tavan düz ve ahşaptır.
Harim kısmı kesme taş olan caminin minaresi de kesme taş örgülüdür. Şerefe korkulukları da taş malzeme ile yapılmıştır. Mihrap yönünde mukarnaslı bir köşe süslemesi caminin dışını süsleyen bir unsurdur. Haziresi bakımlıdır.
RESTİTÜSYON
RAPORU
Günümüze ulaşıncaya kadar birçok
değişikliğe uğramış olan yapı yanlış restorasyon müdahaleleri sonucunda özgün
plan ve cephe karakterini kaybetmiştir.
Restitüsyon projeleri hazırlanırken
yapı ile ilgili yeterli yazılı ve görsel belgeye ulaşılamamıştır. Yapıdaki izler ve dönem örneklerinden yola
çıkılarak hazırlanan restitüsyonda alınan kararlar şunlardır;
Öncelikle yakın dönemde yapıya eklenen kuzey bölümündeki
son cemaat bölümü kaldırılmıştır.
Yine yapıya bitişik konumlanmış imam evi ve yemekhane
binasının kaldırılması önerilmiştir.
Harim bölümünde ‘U’ şeklinde plan oluşturacak şekilde
yakın dönem onarımlarda eklenen betonarme kolon ve kiriş sisteminde
yapılmış kadınlar mahfilinin kaldırılmıştır. Mevcutta aksı kaymış olmakla
birlikte kadınlar mahfili kotunda üzeri kaplanmış ahşap kolonlar muhafaza
edilmiş ve kuzey cephesinde tek bir hatta olacak şekilde kadınlar mahfili
yapılması önerilmiştir. Mevcut dikmelerde burulma, bozulma vardır. Ayrıca
etrafı kaplandığı için içerideki dikmelerin ebadı veya aksının şaşıp
şaşmadığı kesin tespit edilememektedir. Ancak Osmanlı camilerinde ve
strüktürel açıdan dikme aksının aynı hat üzerinde olması gerekliliği
nedenleri ile projede dikmeler aynı aksa getirilmek üzere proje
hazırlanmıştır. Kadınlar mahfiline harim giriş kapısının solunda önerilen
tek kollu ahşap merdivenden çıkış verilmiştir.
Yakın dönem onarımda yapının döşeme kotu bir halli
yukarıya çekilmiştir. Restitüsyonda dönem örnekleri de incelenerek döşeme
kotu aşağıya çekilmiştir. Ancak uygulama sırasında harim döşemesinin
kaldırılması ve özgün kot tespiti yapılması önerilir.
Yakın dönem onarımlarda cephelerde yapılan çimento harçlı derz ve sıva müdahaheleri yanlış ve özensiz yapıldığından cephe taş derzleri okunamamaktadır.
Kesme taş olan cephe derzleri mevcutta okunduğu kadarı
ile mevcut taş ebatlarına uygun olarak restitüsyonda tamamlanmıştır.
Çatı örtüsü kurşun olarak önerilmiştir.
Batı cephesinde arazide setleme olduğundan destekler
yapılmıştır. Ancak taş desteklerin cephe içinde belli sistematiğinin
olmaması bize yapının yapım tarihinden daha sonraki bir dönemde
yapıldığını düşündürmektedir. Ancak elimizde kesin belge olmadığından
destekler korunmuş ve mevcut
yerleri yükseklikleri değiştitilmemiştir.
Yine batı cephesinde zemin kot pencere üst bölümleri düz
atkılıdır ve kemerli değildir. Diğer cephelerde ise düz atkılı kemer üst
bölümleri sivri kemer ile geçilmiştir. Bir dönem bu duvar üzerinde bazı
değişikler olduğu anlaşılmakla birlikte elimizde belge olmadığından
restitüsyonda pencere formları mevcut durumları ile korunmuştur.
Ahşap minber ve vaaz kürsüsü dönem örneklerinden
alınarak önerilmiştir.
Zemin
döşemesi pişmiş toprak önerilmiştir.
Minare
mevcut durumu ile korunmuştur.
Betonarme şadırvan, tuvaletler avlu içinden kaldırılmıştır.
RESTORASYON RAPORU
Restorasyon projesi restitüsyon
doğrultusunda hazırlanmıştır. Buna göre restorasyonda alınan kararlar
şunlardır;
Taşıyıcı sistemler raporu ve restitüsyon projesi
doğrultusunda yapıya eklenen betonarme son cemaat mahali, imam evinin
kaldırılması önerilmiştir. Bu şekilde camii açığa çıkarılmıştır.
Giriş kapısı üstüne ahşap dikmeli giriş saçağı
önerilmiştir.
Yapı harim içindeki betonarme eklerin kaldırılması
önerilmiştir. Kadınlar mahfili mevcuttaki özgün olduğu düşünülen ahşap
dikme ile sınırlandırılmış batı ve doğu cephesinde devam ettirilmemiştir.
Mahfil çıkış merdivenleri restitüsyonda olduğu gibi harim giriş kapısının
solunda önerilmiştir. Ahşap karkaslı merdiven tek kolludur.
Kapı ve pencereler ahşap doğrama olarak önerilmiş,
restorasyon projesinde detayları verilmiştir.
Uygulama sırasında çatı içine girilmeli ve karkasın
durumu tespit edilmelidir. Projede çatının değiştirilmesi kararı
verildiğinde önerilen çatı strüktürü çizilmiştir. Ayrıca taşıyıcı
sistemler raporunda da belirtildiği gibi tavan döşemesi betonarme ise
ahşap ile değiştirilmesi önerilmiş ve proje buna göre çizilmiştir. Çatı
örtü kaplaması restitüsyonda olduğu gibi kurşun önerilmiştir.
Harim döşemesi mevcutta yükseltilmiştir. Projede
yaklaşık 30 cm. aşağıya çekilmiştir. Uygulama sırasında mevcut döşemenin
kaldırılması ve özgün kotun araştırılması önerilir. Araştırma sonucunda
tespit yapılamaz ise restorasyondaki kotun uygulanması önerilir. Döşeme
malzeme tespiti yapılamaz ise de yine projede önerilen pişmiş toprak
malzemenin yapılması önerilir.
İç duvarlarda raspa yapılması önerilir. Raspa sonucunda
kalem işi tespiti yapılır ise özgününe uygun olarak restorasyonun yapılması
önerilir. Kalem işi tespiti yapılmaz ise malzeme raporunda önerilen
oranlarda hazırlanan karışıma göre duvarların sıvanması önerilir.
Cephelerde çimento harçlarının temizlenmesi, derzlerin
malzeme raporunda verilen oranlara göre hazırlanan karışım ile yenilenmesi
önerilir. Yine malzeme raporunda belirtildiği gibi kararmaların mekanik
yöntemle temizlenmesi önerilmiştir.
Cephelerde ve avlu duvarlarındaki taşlarda malzeme kaybı
5 cm.’ den büyük ise bu bölümün çürütülerek, özgün malzemesine uygun taş ile
tamamlanması önerilir. 5 cm.’ den küçük olan malzeme kayıplarında müdahale
önerilmemiştir.
Avluda kazı yapılarak özgün kotun araştırılması
önerilir. Özgün kot ve malzeme tespiti yapılamaz ise restorasyondaki
kotlara uyulması ve traverten döşeme kaplamasının yapılması önerilir.
Mevcut tuvalet ve şadırvan muhdes olduğundan
kaldırılmıştır. Tuvaletler batı yönünde önerilmiştir (bzk. Restorayon
vaziyet planı). Abdestlikler üst kotta, tuvaletler alt kotta
planlanmıştır.
KAYNAKÇA:
ASLANAPA; Oktay :
Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1983.
AYVERDİ; Ekrem
Hakkı, YÜKSEL, İ. Aydın: İlk 250 Senenin Osmanlı Mimarisi,
İstanbul 1953
AYVERDİ; Ekrem
Hakkı; Fatih Devri 855-886
(1451-1481), İstanbul 1973
Ayvansarayi
Hüseyin Efendi, Ali Satı Efendi,
Süleyman Besim Efendi: Hadikatü’l Cevami,
Haz. Ahmed Nezih
Galitekin, İstanbul 2001
BAYRAM; Sadi
ve ERDOĞAN : Kerim: Vakıflar ve Vakıf Hizmetlerimiz, Ankara 1978
DİŞÖREN N.
Esra : İstanbul’daki Ahşap Cami, Mescit ve Tekkeler,
İstanbul Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat
Tarihi Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
1993 s.177,178
(ELDEM)Halil
Edhem :Nos Mosquees de Stamboul, İstanbul 1934, s.
128-129
KOMİSYON : Fatih Camileri ve Diğer Tarihi Eserler, İstanbul 1993
KOMİSYON : Fatih, İlk İstanbul, İstanbul 2004.
MAZLUM; Deniz : Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında 22 Mayıs 1766
İstanbul Depremi ve Ardından
Gerçekleştirilen Yapı Onarımları, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Yayımlanmamış
Doktora Tezi, İstanbul 2001
Müler-Wiener;
Wolfgang : İstanbul’un Tarihsel Topografyası, Çeviren Ülker
Sayın, İstanbul 1997.
ÖZ;
Tahsin :
İstanbul
Camileri, C.ll, 8.İstanbul 1964.
SEÇKİN,
Selçuk : Fatih Dönemi Mescitleri, M.S.G.S.Ü.
Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Bölümü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2002
SÖNMEZER, Şükrü : 17.Yüzyıl İstanbul Mescitleri, İ.T.Ü. Fen Bilimleri
Enstitüsü,
Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996.
ÜSTÜN; Ayşe : Osmanlı Arşivindeki İstanbul Cami ve Türbelerinin
Tamirleriyle İlgili Belgeler, D.E.Ü.
Sos.Bil.Ens. İsl.Tarihi ve San. Ana. Bil. Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi,
İzmir 2000
YÜKSEL, İ.Aydın :Osmanlı Mimarisinde II.Bayezıd ve Yavuz Selim
Cami, medrese, mektep ve çeşmeden
oluşan külliye, Alanyalı Kazasker Manav Avuz (İvaz) Efendi (ö. 1586/994 H)
tarafından yaptırılmıştır. Tek kubbeli caminin Sinan tarafından inşa edildiği
düşünülür, ama Mustafa Sâ’i’nin listelerinde böyle bir bilgi geçmez. Üç tarafı
açık bir son cemaat yerinden meydana gelen yapı, eski Blakhernai Sarayı’nın
temellerinden oluşmuş terasın üzerinde yer alır.
18. Yüzyılda yapının, 1729 ve 1782 yıllarında o bölgede çıkan
yangınlardan etkilendiği düşünülür, çünkü alışılmadık biçimde batı cephesinin
dış köşelerinde yer alan caminin girişleri yaklaşık 18. yüzyıl sonu, 19.
yüzyıl başı yapılan bir değişikliğin izlerini taşımaktadır.
19.
yüzyılda son cemaat yeri yıkıldıktan sonra, 1940-1950 yıllarında ana
kapıların önündeki ahşap camekânlar ortadan kalkar.
1894 depreminde zarar gören cami ve
minare son dönemlerde yenilenir ve günümüzde modern biçimde duvarla çevrilmiş
bir bölgede yer alır.( Müller-Wiener,
s.429)
Ayvansaray semtinde, Eğrikapı’da Bizans surlarının iç tarafında, Anemas Zindanı ü-zerinde, Anemas Kulesi ile Angelos kulelerinin arkasında yer almaktadır. Alaiye-li (Alanya) Kazasker İvaz Efendi (ö. 1586) tarafından yaptırılan ve yapım kitabesi bulunmayan caminin cephelerinde görülen üslup özellikleri ve gelişmiş altıgen şeması göz önüne alınarak İvaz Efendi’nin ölümünden az önce yapıldığı sanılmaktadır. Eyice Mimar Sinan’ın eseri olduğunu kuvvetle muhtemel olduğunu söylerken (Eyice,1963,s.58) Tokay, Caminin Mimar Sinan’ın tezkerelerinde kayıtlı olmamakla birlikte Mimar Sinan çağı sonlarında, onun ekolüne ait bir yapı olarak kabul ediyor. Kuran, Kazasker İvaz Efendi Camiini Mimar Sinan’ın eserleri arasında göstermez.
Ancak İvaz Efendi Camii için Molla
Çelebi Camii ve Babaeski ali Paşa Camiinde altıgen tabanın beş yarım kubbelerle
eteklenmek suretiyle prototipi enlemesine kütle kuruluşuna dayalı altıgen
şemayı kıble ekseni üzerinde de geliştirmek yolunda ilk adımı attığını
belirterek, ikinci adım olarak da Eğrikapı Kazasker İvaz Efendi Camii atılacak
burada ana kapı merkezden yanlara kaydırılıp mihrap çıkıntısının karşısına bir
maksure konularak, yarım kubbeyle örtülmese de
altıgenin sonuncu koluna yer verildiğini söyler (Kuran, 115),
Şehrin surlarla çevrili kuzeydoğu köşesinde
Edirnekapı ile Ayvansaray arasında, Eğrikapı yakınında Halic’e hâkim bir yerde
inşa edilmiştir. Halk arasında Eğrikapı Camii adıyla da anılan mabedin yanında
bir de meydan çeşmesi vardır. Evvelce sıbyan mektebiyle bir medresenin olduğu
bilinmekle beraber bunlardan hiçbir iz kalmadığı gibi yerleri de tespit edilememiştir.
Caminin banisi Kazasker İvaz Efendi (ö. 994/1586) kıble duvarı önündeki
hazîreye defnedilmiştir. Hazîrede adını taşıyan bir mezar taşına rastlanmamakla
birlikte tam mihrabın hizasında üzerinde hiçbir yazı olmayan, hazîredeki bütün
taşlardan daha büyük silindir biçiminde iki şâhidenin İvaz Efendi’nin kabrine
ait olması kuvvetle muhtemeldir.(Eyice
2001, s.490 )
İvaz Efendi Camii şehrin kara tarafı surlarının çok yakınında, Bizans döneminin son yüzyıllarında imparatorların tercih ettiği bir mekân olan Blakhernai Sarayı kompleksinin kalıntılarının bulunduğu yerdeki teras üzerinde inşa edilmiştir. Avlusunun batı tarafı surlarla sınırlanmış olup burada bir de kule yer almaktadır. Anemas Kulesi diye adlandırılan bu burcun bir vakitler Bizans sarayının bir bölümü olarak kullanıldığı belli olmaktadır. Buradan itibaren Halic’e doğru sur duvarına paralel biçimde evvelce iki katlı olan kemerli ve tonozlu uzun bir dehliz uzanır. Bu meyilli arazide, üzerindeki saray yapılarına bodrum katı teşkil eden ve Anemas zindanları diye adlandırılan bu mahzenin yukarı ucu İvaz Efendi Camii’nin önündeki avlu düzlüğü altında da uzanmaktadır. Son yıllarda burada meydana gelen bir çöküntü; şimdiye kadar içine girilip incelenmeyen bu kısmın varlığını da ortaya koymuştur.( Eyice 2001, s. 491 )
Ayvansarâyî, camiyle birlikte İvaz
Efendi’nin medrese, sıbyan mektebi ve çeşme yaptırdığını bildirerek vakıflarına
evlâdının ve soyundan gelenlerin mütevelli olduğuna işaret eder.( Ayvansarayi, I s. 147, Camilerimiz Ans.
Haz. İhsan Erzi, 199,200 ) Caminin surlara yakınlığı yüzünden burada
medrese inşa edilmesine imkân yoktur. Belki Haliç tarafındaki boş arsanın
yerinde ahşap bir medrese yapılmış ve zamanla kaybolup gitmiştir. Caminin
kıble yönünde avlu duvarı dışındaki küçük meydanın ortasında olan kitâbesiz
çeşme ise hâlâ durmaktadır.
Caminin tarihçesine dair bilgi yoktur. İstanbul’un geniş bölgelerini harabeye çeviren büyük yangınlardan etkilendiği tahmin edilmektedir. Wolfgang Müller-Wiener, bu bölgede önemli zararlar veren 1729 ve 1782 yangınlarından zarar görmüş olabileceğini söylemekteyse de buna inanmak zordur. Çünkü caminin içinde yangından kolayca etkilenmesi mümkün olan ahşap pencere kapakları ve nakışlı külahı yine ahşaptan olan minber günümüze kadar gelebilmiştir. XIX. yüzyıl içinde, camiyi üç taraftan çeviren ve İstanbul mimarisinde bir yenilik olan çevre revakları ortadan kalkmış, sadece girişlere ahşaptan camekânlı sundurmalar yapılmıştır. 1940-1950 yılları arasında bunlar da yok olmuş, son yıllarda ise girişlerin önüne öncekilere hiç benzemeyen çirkin bir sundurma inşa edilmiştir. (Eyice 2001 s. 491)
1-A-2 PLAN ÖZELLİĞİ
Bazı kaynaklarda yapının Sinan eseri
olduğu düşünüldüğü yazsa da Prof.Aptullah Kuran gibi
araştırmacılar yapının Sinan eseri olmadığını söylemektedir. Yapı Sinan
döneminde yapılmış olsada öğrencilerinden biri tarafından yapıldığına
inanılmaktadır. Sinan eseri olarak camiinin gösterilmemesinin en önemli
nedenleri arasında cephe kurgusu olarak, üst örtü biçimi ve kat planları ile
Sinan’ı yansıtmamasıdır.
Almaşık duvar örgülü yapı 14.41 m. X 15.70 m. ebatlarında kareye
yakın plan şemasına sahiptir. Mihrap bölümü eyvan oluşturarak kare plandan
dışarıya doğru çıkma yapar.
Yapının iki giriş kapısı vardır. Kuzey cephesinin sağ ve
sol köşelerinde yan yana konumlandırılmış ikişer adet ahşap kapı vardır.
Kapılardan iç bölümdekiler harime açılırken köşedekiler kadınlar mahfil katına
çıkış sağlayan merdivenlere açılır. Çıkış merdivenleri taştır ve özgündür.
Orijinal giriş kapıları ahşap olup dikdörtgen formludur ve sadedir.
Günümüzde soldaki iki kapıda
kullanılmamaktadır. Girişler sağ köşedeki kapılardan yapılmaktadır. Giriş
kapısı önünde geç dönemde yapılmış pvc doğramalı bir rüzgârlık vardır.
İçteki kapıdan harime giriş ara bir holden yapılır. Hol döşemesinde özgün altıgen tuğlalar görülür ancak; harim iç döşemesi özgün tuğlalar üzerine döşenen kadronlar üstüne kaplanan ahşap döşeme ile bu ara geçişten yaklaşık 9 cm. yükseltilmiştir. Giriş bölümlerinde doğu ve batı duvarlarında bier adet niş vardır. Nişlerin ahşap kapakları vardır.
Kubbe altı ayak üzerine oturtulmuştur.
Ayaklar beden duvarları içinden yükselir.
Batı ve doğu cephesinde zemin kat
(bkz. rölöve +1.50 kot planı) kotunda ahşap sütunlu mahfil bölümleri yer alır.
Bu cephe duvarlarının orta aksına gelen bölümlerinde harime doğru ayak
bölümleri dışarıya doğru çıkma yapar. Bu
bölümlerin harime bakan yüzlerinde nişler yapılmıştır. Kuzey yönündeki
ayakların harime bakan yüzlerinde de nişler bulunur. Ayrıca sağ ve sol beden
duvarlarında pencere aralarındaki duvar bölümlerinde nişler vardır.
Pencere yerleşimleri açısından simetri
olan yapının batı ve doğu duvarlarında karşılıklı toplam 8’ er pencere vardır. Pencere
düzeni ayakların sağ ve sol tarafında ikişerli olarak yapılmıştır. Dikdörtgen
formda olan açıklıklar düz atkılıdır. İç bölümdeki mermer söve profilleri çok
sadedir. Pencerelerde iç kısımdaki ahşap kapaklar sökülmüş, kadınlar mahfili
katında toplanmıştır. İç denizlikleri mermerdir. Özgün olan denizliklerdeki
mermerler tek boy değildir.
Mihrap cephesi dışarıya doğru çıkma yapar. Mihrap nişi beşgendir ve üst bölümü skalaktit ile geçilmiştir. İvaz Efendi Camii’nin iç süslemesinde çini yalnız mihrapta kullanılmıştır. XVI. yüzyılın en kaliteli İznik çinileriyle kaplanan mihrabın iki kenarındaki ince sütunçelerle kaide ve başlıklarındaki kum saatleri de çiniden yapılmıştır. Mihrap nişini çerçeveleyen çiniler, beyaz zemin üzerinde her bir karoda iki yarım olmak üzere sekiz uçlu yıldızlarla bezenmiştir. Mihrabın iç yüzeyi uzunlamasına dilimler halindedir. Yaprak ve çiçeklerden oluşan bir süslemeye sahip olan, beş tam, iki de yarım pano halindeki yüzeylerin üstlerinde çini üzerine Allah ve Muhammed, Ebû Bekir ve Ömer, Osman ve Ali, Hasan ve Hüseyin, en sonuncuda da “rıdvânullâhi teâlâ” yazıları yer almıştır.
Mihrap nişinin her iki yanında birer
pencere vardır. Bu iki pencerenin mermer söve malzemeleri diğerlerine göre
pembemsi renkte olup profilsiz, düzdür.
Kadınlar mahfil galerileri zemin
kotunda ahşap sütunlara ve beden duvarlarına taşıtılmıştır. Ahşap sütun
başlıkları yaprak motifi ile bezenmiştir. Sütun araları sivri kemer ile
geçilmiştir. Batı ve doğu yönünde 6’
şar sütun vardır. sütunlar Sekizgen planlıdır.
Kuzey yönünde giriş kapılarının
açıldığı küçük eyvanların orta bölümünde ibadet alanına katılmış eyvan vardır.
Bu şekilde yapı kuzey yönüne doğru genişletilmiştir. Kubbenin oturduğu ayaklar
bu bölümden iç kısma doğru yerleştirilmiştir. Bu şekilde alan kazanılmıştır.
Kuzey cephesindeki eyvanın üst bölümündeki kadınlar mahfil galeri döşemesi
alttaki iki mermer sütun ve duvarlara taşıtılmıştır. Mermer sütunların
başlıkları klasik üslup özelliğinde türk üçgenlerinden yapılmıştır. Sütunlar
sekizgen planlıdır. Kuzey yönündeki eyvanın döşeme kotu harim döşeme kotundan 14 cm. daha yüksektedir.
Mermer sütunların önünde ahşap korkuluklar vardır. Bu bölümde kuzey cephesine
açılan 4 adet pencere vardır.
Kadınlar mahfili kuzey, doğu ve batı
yönlerinde ‘U’ şeklindeki planlanmıştır. Zemin kattaki ahşap dikmelerden harime
doğru çıkma yapmayan galerilere kuzey cephesi köşelerindeki taş merdivenlerden
çıkılır. Döşemesi ahşap olan galeri katının korkuluklarıda ahşaptır. Güney,
doğu ve batı duvarlarındaki pencere ve niş düzeni zemin kat ile aynıdır.
Pencere iç denizlikleri mermerdir ancak; özgün olmayıp yenilenmiştir.
Kuzey yönünde zemin kat eyvan üstüne gelen orta galerideki pencere düzenide alt kat ile aynıdır. Taş merdivenlerle çıkılan bölümlerde giriş kapılarının olduğu kısımların üst bölümünde ikişer adet pencere açılmıştır. Kadınlar mahfili galerilerinde pencereler
iki ayrı kotta yerleştirilmiştir.
Rölöve projelerinde çizildiği gibi mahfil katındaki ilk pencere sırası +4.10
kotundadır. +5.40 kotundaki pencere düzeni alt kotlara göre farklıdır. Doğu ve
batı cephesindeki 4’
er pencere 6’
şar adete yükselir. Bu kot pencereleri düz atkılı değil, yarım daire formunda
kemerler ile geçilmiştir. İçlikleri yoktur. Dışlıklarda filgözüdür. Kuzey
galerisinde ikinci kottaki pencere düzeni ile birinci kottaki pencere düzeni
aynıdır. İkinci kot pencereleri yan galerilerde olduğu gibi yarım daire formlu
kemer ile örtülmüştür. İçlikleri yoktur. Filgözü dışlıklar takılmıştır.
Kuzey cephesinde +8.40 kotunda bir galeri daha vardır. Bu galeriye kadınlar mahfiline çıkış sağlayan köşelerdeki merdivenlerin olduğu bölümdeki taş merdivenlerden ulaşılır. Ne amaçla yapıldığı bilinmeyen bu galerinin planda olması yapının Sinan eseri olmadığını gösteren en önemli sebeptir. Çünkü Sinan eserlerinde hiçbir şekilde kullanımı bilinmeden yapılan bir mekan yoktur. Mekan döşeme kesiti yüksekliği çok azdır. Bu bize galeri katının sonradan eklendiğini düşündürse galeri katına çıkışı sağlayan simetrik iki adet taş merdiven kurgusuna ters düşmektedir. Ancak plan kurgusu cephe düzeni ile Sinan eseri olup olmadığı tartışılsa da İvaz Efendi Camii, Mimar Sinan’ın yaptığı altıgen sistemli ibadet yerlerinin benzeridir. Bu plan az veya çok değişikliklerle hepsi XVI. yüzyılın ikinci yarısında yapılan Beşiktaş’ta Sinan Paşa, Topkapı’da Kara Ahmed Paşa, Kadırga’da Sokullu Mehmed Paşa, Fındıklı’da Molla Çelebi, Babaeski’de Semiz Ali Paşa, Üsküdar’da Eski Valide camilerinde uygulanmıştır. Fakat bu bina, klasik bir son cemaat yerine sahip olmayışı bakımından da alışılmışın dışında kalır. Giriş cephesi Türk sanatında tek örnektir. Harimi üç taraftan saran revak sistemi, Kahire’de Sinan Paşa ve XVIII. yüzyıla ait Mehmed Bey camilerinde görülür. Sinan Paşa Camii 979 (1571) tarihli olup minaresi burada olduğu gibi kıble duvarına bitişiktir; fakat yan revaklar ahşap değil kagirdir. Mehmed Bey Camii ise 1188’de (1774) yapılmıştır. İvaz Efendi Camii o derece
değişik özelliklere sahiptir ki onun
da XVI. yüzyıla damgasını vuran Mimar Sinan’ın eseri olabileceği akla gelir.
Ancak bu büyük ustanın yaptığı binaların adlarını veren tezkirelerde yer almaz.
Hayatının son yıllarında ortaya konan bu eserde onun mimari tutumu çok
belirlidir.(Eyice 2001, s. 492 )
+8.40 kotundaki galeriye diğer
kotlarda olduğu gibi kuzey cephesinden 4 pencere açılır.
Cami plan bakımından dikdörtgen beden
içinde altı paye ile taşınan kubbeli tiptedir. Mihrap, kıble yönünde dışarıya
çıkıntılı olarak taşan küçük bir mekân içindedir. Harimi örten ana kubbe,
altıgeni meydana getiren ve duvarlardaki payelere oturan büyük kemerlere
binmektedir. Pandantiflerle geçişi sağlanan ana kubbenin etrafında biri kıble
yönünde olmak üzere iki yanda ikişerden toplam beş yarım kubbe bulunmaktadır. Köşelerde
zengin skalaktit dolgulu geçişlere sahip tromplar vardır. Harimde, diğerlerinden
daha geniş bir kemerle ayrılan mihrap çıkıntısı üzerindeki
yarım kubbenin geçişleri içten dilimli tromplarla sağlanmıştır. Kurşun kaplı olan kubbe ve yarım kubbelerin kasnaklarında da pencereler açılmıştır. İvaz Efendi Camii, mimarisi bakımından çağdaşı başka Türk eserlerine benzemeyen çok değişik bir yapıdır. Normal bir şadırvan avlusuna sahip olmadığı gibi bir şadırvanı da yoktur. Ayrıca bu önemli unsurun evvelce varlığını gösteren herhangi bir ize de rastlanmamaktadır. Mihrap kısmı ileriye taşan kare şeklindeki caminin üç tarafından cephelerini” U” biçiminde saçak sarıyordu. Saçak tek meyilli ahşap çatıya sahip olup ince ahşap direklere dayanıyordu. Bu dayanakların mermer kaideleriyle revakların altıgen biçimli tuğla döşemeleri 1935’li yıllara kadar görülürdü; günümüzde bunlar yok olmuştur. Sağdaki revak bir bakıma son cemaat yeri gibi kullanıldığından alışılmışa ters düşen bir uygulama ile kıble duvarı köşesine ve dışa çıkıntılı yapılan minarenin
kürsü
kısmında küçük bir mihrap mevcuttur. Bu ölçüdeki ibadethanelerin hepsinde
olması gereken üç veya beş bölümlü bir son cemaat yeri de İvaz Efendi Camii’nde
bulunmamaktadır. Yanlardaki gibi direklere dayanan ahşap tavanlı bir revak
burada aynı görevi yapıyordu ve bir çift mihrap buranın fonksiyonuna işaret
ediyordu.
Giriş cephesinin sağında
olması gereken minare, güney kıble duvarının köşesine ayrı bir kütle olarak
yerleştirilmiştir. Kesme taştan yapılmış olan ve zaman içinde bir kısmı
yıkılarak, kısmen tahribata uğrayan minare, 1960’h yıllarda restorasyon
geçirerek tamamlanmıştır. Minarenin kürsü kısmında bulunan bir mihrap nişinden,
camiyi üç taraftan çevreleyen son cemaat revağının buraya kadar gelerek minare
ile birleştiği anlaşılmaktadır.(Tokay).Giriş
dışarıdan ve yandadır. Hafifçe pahlandırılmış gövdesi üstünde şerefeye geçişi
sağlayan çıkmaları geniş çukurlu skalaktit halindedir. Şerefeye kadar yıkık
minarenin şerefe korkuluğu ile petek kısmı 1950’den sonra yapılmış. 1990’da
tekrar yenilenmiştir.
1-A-3 CEPHE ÖZELLİKLERİ
Cami kesme taş ve tuğladan
karma malzeme ile yapılmış, bazı yerlerde ve mihrap çıkıntısında yalnız taş
kullanılmıştır. Pencere söveleri küfeki taşındandır. Her tarafında başka
benzerlerinde rastlanmayan yeniliklere sahip olan caminin en şaşırtıcı
özelliği giriş cephesidir. Camiye giriş
kapı yerleşimi ile tip olarak tek örnektir.
Mevcutta kuzey avlu
bölümünde camii ön saçak bölümünü taşıyan ahşap direklerin oturduğu mermer
kaideler bulunur. Yan cephelerdeki kaidelerin geç dönem mermer ile kaplanan
avlu döşemesi altında kaldığından tespit edilemediği düşünülmektedir. Mevcutta
‘U’ planlı camiyi çevreleyen son cemaat saçak bölümü yoktur.
Yönlere göre camii cephe mimarisini incelersek;
KUZEY CEPHESİ (GİRİŞ CEPHESİ)
Bu cephe öyle
tasarlanmıştır ki önünde kemerli, kubbeli bir son cemaat yerinin yapımı
düşünülmüş olamaz. Ayrıca her camide bulunan âbidevî bir taç kapı yoktur.
Bunun yerine iki yanlarda yer alan insan boyu ölçülerinde mermer söveli yay kemerli
ufak kapılardan içeri girilir. Her girişin bitişiğinde ikinci bir giriş daha
vardır. Bunlar yukarı galerilere çıkış içindir. Böylece bu cephede iki yanlarda
birer ikiz giriş yer almıştır. Cephenin ortasında normal olarak taç kapının
yerinde bir birine bitişik dört pencere açılmıştır; üst kısmında da ortada bu
dörtlü pencere sistemi sürdürülmüş, ikiz girişlerin üstlerinde altlı üstlü
ikişer pencere açılmıştır. Alttaki pencereler dikdörtgen, üsttekiler sivri
kemerlidir.
Kadınlar mahfili üstündeki
galeri katı kendini cephede de hissettirmiştir. Tek başına yükselen galeri
bölümünün üst örtüsü kırma çatıdır. Çatı örtüsü kurşundur. Kasnaklar kurşun
kaplıdır.
Sağ köşedeki giriş kapı
önüne yapılan geç dönem rüzgarlık cephe karakterine aykırıdır.
DOĞU
CEPHESİ (SOL YAN CEPHE)
Almaşık duvar örgülü
cephede toplam 5 sıra pencere vardır. Zemin kot ve mahfil katına açılan alt kot
pencereleri alt alta, birbirlerinin aksında yapılmıştır. Bu pencereler
dikdörtgen formda olup düz atkılıdır. Söveleri küfeki taştır. Pencere önlerinde
lokmalı demir parmaklık vardır. İki kot penceresinin söve profilleri
farklıdır.
Mahfil katının üst kottaki pencereleri yarım daire kemerin içinde kalır. Yan duvarlarda kubbenin otuduğu orta akstaki ayak dışarıya doğruçıkma yaparak cephede de
vurgulanmıştır. Ancak
çıkma beden duvarı tamamında devam etmez.
Rölöve de doğu cephesinde yazan + 5.01 kotunda biter. Günümüze
ulaşamayan ahşap çatılı son cemaat revağı bu bölüme oturmakta ve cephe hattında
ahşap aşık devam etmektedir (bkz. restitüsyon projesi).
Dışarıya doğru çıkma yapan
ayağın beden duvarında yükseldiği + 5.01 kotundan başlayan mahfil katı üst kot
pencere kemeri + 7.77 kotuna kadar yükselir. Yayın çapı alt kat pencerelerini
içine alır.
Kemerlerin içinde 3’ er adet pencere vardır. Bu
kotta toplam 6 pencere bulunur. Tuğla kemerler ile saçak profili arasındaki
duvar örgüsü kesme taştır.
Köşelerdeki yarım
kubbelerin kasnaklarında fil gözü dışlıkları olan yarım daire kemerli
pencereler vardır. Aynı özellikteki pencereler ana kubbe kasnağında da
yapılmıştır.
Sol bölümde doğu duvarından daha
geride dışarıya doğru çıkma yapan mihrap bölümün duvarı görülür. Bu duvardaki
pencere düzeni farklıdır. Zemin kot penceresi aynı özellik gösterirken üst
kotta bir pencere vardır. Filgözü dışlığı olan pencerenin üst bölümü sivri
kemer ile geçilmiştir. Kemer örgüsü kesme taş ve tuğladandır.
GÜNEY
CEPHESİ(ARKA CEPHE)
2 sıra tuğla 1 sıra taş duvar örgüsü bu cephede de devam eder. Mihrap eyvan oluşturacak şekilde güney duvarından öne doğru çıkarılmıştır. Cephedeki en ilginç nokta mihrap nişi üzerine denk gelen yarım daire formlu büyük penceredir. Filgöze pencerenin altında 2 sıra pencere vardır. Zemin kot pencereleri diğer pencerelerle aynı özelliktedir. Üst kot pencereleri ise mihrap çıkmasının yan duvarındaki pencere ile aynı özelliktedir. Pencere üzerleri sivri kemer ile geçilmiştir. Alt ve üst kot pencereleri aynı akstadır.
Mihrabın öne çıkan
duvarının arkasında kalan güney duvarında
3 ayrı kotta yer alan pencere sırası vardır. Bu pencereler aynı
akstadırlar.
Minare kesme taştır. Plana
yerleşimi açısından diğer camiiler ile aynı özellikte değildir. Güney ve batı
cephelerinin köşe noktasından dışarıya doğru çıkma yapar. Kürsüsü ile gövdesi
arasındaki geçiş üçgenlerle sağlanmıştır. Şerefe altı skalaktit ile
geçilmiştir. Korkuluğu taş şebekedir.
BATI CEPHESİ (SAĞ YAN CEPHE)
Doğu cephesi ile aynı
özelliktedir. Sadece bu cephede sağ köşede kesme taş minare yükselir. Minare
giriş kapısı bu cepheye bakar. Düz atkılı kapının üst bölümündeki taş madalyon
eridiğinden motifi okunamamaktadır.
Almaşık duvar örgülü
cephede toplam 5 sıra pencere vardır. Zemin kot ve mahfil katına açılan alt kot
pencereleri alt alta, birbirlerinin aksında yapılmıştır. Bu pencereler
dikdörtgen formda olup düz atkılıdır. Söveleri küfeki taştır. Pencere önlerinde
lokmalı demir parmaklık vardır. İki kot penceresinin söve profilleri farklıdır.
Mahfil katının üst kottaki pencereleri yarım daire kemerin içinde kalır. Yan duvarlarda kubbenin otuduğu orta akstaki ayak dışarıya doğru çıkma yaparak cephede de vurgulanmıştır. Ancak çıkma beden duvarı tamamında devam etmez. Rölöve de doğu cephesinde yazan + 5.07 kotunda biter. Günümüze ulaşamayan ahşap çatılı son cemaat revağı bu bölüme oturmakta ve cephe hattında ahşap aşık devam etmektedir (bkz. restitüsyon projesi).
Dışarıya doğru çıkma yapan
ayağın beden duvarında yükseldiği + 5.07 kotundan başlayan mahfil katı üst kot
pencere kemeri + 7.75 kotuna kadar yükselir. Yayın çapı alt kat pencerelerini
içine alır.
Kemerlerin içinde 3’ er adet pencere vardır. Bu
kotta toplam 6 pencere bulunur. Tuğla kemerler ile saçak profili arasındaki
duvar örgüsü kesme taştır.
Köşelerdeki yarım
kubbelerin kasnaklarında fil gözü dışlıkları olan yarım daire kemerli
pencereler vardır. Aynı özellikteki pencereler ana kubbe kasnağında da
yapılmıştır.
Sağ bölümde doğu
duvarından daha geride dışarıya doğru çıkma yapan mihrap bölümün duvarı
görülür. Bu duvardaki pencere düzeni farklıdır. Zemin kot penceresi aynı
özellik gösterirken üst kotta bir pencere vardır. Filgözü dışlığı olan
pencerenin üst bölümü sivri kemer ile geçilmiştir. Kemer örgüsü kesme taş ve
tuğladandır.
1-A-4-İHATA
DUVARLARI VE AVLU BÖLÜMÜ
İvaz Efendi Camii şehrin kara tarafı surlarının çok yakınında, Bizans döneminin son yüzyıllarında imparatorların tercih ettiği bir mekân olan Blakhernai Sarayı kompleksinin kalıntılarının bulunduğu yerdeki teras üzerinde inşa edilmiştir. Avlusunun batı tarafı surlarla sınırlanmış olup burada bir de kule yer almaktadır. Anemas Kulesi diye adlandırılan bu burcun bir vakitler Bizans sarayının bir bölümü olarak kullanıldığı belli olmaktadır. Buradan itibaren Halic’e doğru sur duvarına paralel biçimde evvelce iki katlı olan kemerli ve tonozlu uzun bir dehliz uzanır. Bu meyilli arazide, üzerindeki saray yapılarına bodrum katı teşkil eden ve Anemas zindanları diye adlandırılan bu mahzenin yukarı ucu İvaz Efendi Camii’nin önündeki avlu düzlüğü altında da uzanmaktadır. Son yıllarda burada meydana gelen bir
çöküntü; şimdiye kadar
içine girilip incelenmeyen bu kısmın varlığını da ortaya koymuştur ( Eyice 2001, s. 491 ).
Moloz taş örgülü ihata
duvarlar derviş Zade sokak boyunca devam eder ve doğu cephesine döner ancak; bu
yöndeki duvarlar mevcuttaki komşu parsel içinde olan kafe yapısı duvarına
saplanarak sonlanır. Batı yönünde ise bir kısmı görülen ihata duvarları komşu
yapıların duvarlarına saplanır. Geç dönem yapılar bahçe duvarları yıkılarak
duvar kalınlığının kendi parsellerine katması sonucunda günümüzde bu yöndeki
ihata duvarlarının bir kısmı tespit edilebilmektedir. Kuzey yönünde ihata
duvarı devam etmez. Avlu kuzey bölümünün bir bölümünde yıkım kararı alınan
ahşap evler bulunurken alt kotta da animas zindanları kazı çalışmaları devam
etmektedir. Kazı alanı camii bahçe alanından tel örgülerle ayrılmıştır.
Avlu döşemesinin bir kısmı
mermer bir kısmı paket taş kaplamadır. İki malzemede özgün değildir.
Derviş Zade sokağının sol
köşesinden girilen avlu bahçesinin sol bölümünde yani camii arka bahçesinde
hazire vardır. Hazire bölümü camii
minare kürsüsüne dayalı olarak başlayıp güney yönüne doğru devam ederek giriş
kapısının olduğu bölüme gider. Giriş kapısının sağında geç dönem de yapılmış
tek katlı kullanılmayan bir yapı vardır.
İhata duvarlarının
harpuştaları yok olmuştur. Çimento harçlı harpuşta yapılmışsa da sağlıklı
olmamıştır. Duvarlarda malzeme kaybı ve derz boşalması görülür.
Avlunun kuzeybatısında imam evi ve alt katında tuvalet ve abdestlikler yer alır.
1-A-5 CAMİİ KALEM İŞLERİ
Camii içerisinde duvarlarda kalem
işleri yoktur. Kemerlerde, kubbe içinde yapılan kalem işlerinin son dönemde
yapılmıştır. Zemin kattaki mahfil döşemelerinin oturduğu ahşap sütunları
bağlayan kemerler üzerinde ise raspa çalışması yapılmış ve özgün kalem işleri
açığa çıkarılmıştır.
1-A-6 YAPIDAKİ
BOZULMALAR
Yapı içerisinde ciddi bir bozulma
yoktur. Camii taşıyıcı sşstemi ile ilgili gözle yapılan tespitlerde bir sorun
görülmemektedir. Cephelerde fiziksel bozulmalar tespit edilmiştir. Bunları
sıralarsak;
Cephelerde malzeme kayıpları görülür
Özellikle güney cephesinde geç dönem uygulanan çimento şerbetli ince bir sıva tabakası vardır.
Tüm cephelerde kirlenme gözlenir. Özellikle güney cephesinde karbonlaşma vardır.
Lokmalı demir parmaklıklarda paslanma tespit edilmiştir
Klima, kablo gibi tesisat elemanları nedeni ile cephelerde görsel kirlilik oluşmuştur.
İç duvarlarda rutubetlenme görülür.
2- RESTİTÜSYON PROJESİ
2-A-MİMAR SİNAN ESERLERİ
KARA AHMED PAŞA CAMİİ
Sadrazam Kara Ahmet Paşa tarafından
1555 tarihinde Sinan’ a yaptırılmıştır.
Enlemesine dikdörtgen planlı olan camii İvaz’ da olduğu gibi altı ayaklı
sistem ile yapılmıştır. Avlu son cemaat yeri ön ve yanlarda revaklarla
çevrelenmiştir. Revaklar kubbe ile geçilmiştir.
Harim bölümü orta kubbesi altı ayak üzerine oturur. Köşeler ise yarım kubbe ile geçilmiştir.
SİNAN PAŞA
CAMİİ
Sinan Paşa Camii Beşiktaş meydanındadır. Sinan eserlerinden
olan yapı planı olarak altıgen ayak ve kemer sistemine oturmakta ve yanlara
doğru ikişer kubbe ile genişlemektedir. Altıgen ayak sistemi İvaz camii ise benzer özelliğidir. Yapı
kendisinden yüzyıl kadar önceki Üç Şerefeli Camii’ nin tekrarıdır. Bina
kitlesinin sağında bir şerefeli minaresi
ve ortasında şadırvanı olan avlusu vardır. Sağ ve solda birer kapı ile girilen
avlu U şeklinde çatılı bir revak ve medrese odalarıyla çevrelenmiştir. Camii
almaşık duvar örgüsüne sahiptir.
Avlu düzeni ,camii girişleri ile İvaz Efendi camiine benzerlik göstermez.
KILIÇ ALİ
PAŞA CAMİİ
1580 yılında tamamlanan camii Kılıç
Ali Paşa Külliyesi içinde yer alır. Camii avlusuna 5 kapıdan girilir. Camii, kıble ekseni üzerinde derinlemesine
düzenlenmiş, son cemaat yeri çift
revaklı bir yapıdır. Dört adet yuvarlak fil ayağına oturan 12.70 m. çapındaki orta
kubbe doğuda ve batıda birer büyük kemer, kuzeyde ve güneyde yarım kubbelerle
desteklenmiş, bir üçüncü yarım kubbede mihrap çıkıntısı üstüne konulmuştur.
Caminin, yarım kubbelerle kıble doğrultusunda uzayan orta mekânının üç yanı
mahfillerle çevrilidir. Kuzeyde dikdörtgen kesitli dört ayakla, 5 aksa bölünmüş
arka sahın; doğuda ve batıda 5 birimli yan sahınlar yer alır.
Mahfile çıkan merdivenler camiin kuzey köşelerinde çıkıntı yapan kulaklar içine sokulmuşlardır. Doğudaki merdiven kovası, camiin saçak düzeyinde kesilerek bir kubbe ile bitirilmiştir. Batıdakinin merdiveni ise mahfil katına vardıktan sonra şekil değiştirerek minareye çıkışı sağlar.
ATİK VALİDE
CAMİİ
Yapımına 1570 yılında başlayanan camii 1583’ de tamamlanmıştır. Camiye çeşitli dönemlerde ekler yapılmıştır. Hadikat ül-Cevami’ de caminin önce altıgen şemaya göre tek kubbeli yapıldığı, daha sonra vakfın mütevellisi Pir Ali tarafından iki yanına çifter kubbeli kanatlar eklenmek suretiyle genişletildiği yazılıdır. Yapı mevcut durumu ile Sinan’ ın altıgen camilerinden biridir. Sinan bu camide 12.70 m. çapındaki kubbeyi önde ve arkada beden duvarına, yanlarda kahverengi somaki sütunlara oturtmuştur. Sütunlar kemerlerle daha gerideki ayaklara bağlanmış; ana kubbe ikisi sağda, ikisi solda ve biri mihrap çıkıntısı üstünde olmak üzere beş yarım kubbe ile desteklenmiştir.
2-A-2 RESTİTÜSYON RAPORU
İvaz Efendi Camii Sinan’ ın yaptığı
altıgen sistemli camilere benzemekle birlikte giriş cephe düzeni,’U’ biçimli
son cemaat bölümü ve üst kotta yer alan galeri planı ile benzer örneklerine rastlanılmamış
bir mimariye sahiptir. Bu nedenle bazı araştırmacılar tarafından Sinan
ekolünden gelen başka bir mimar tarafından yapıldığı fikri ortaya atılmaktadır.
Yapı günümüze son cemaat saçak bölümü
dışında özgün cephe ve plan özelliğini koruyarak gelmiştir. Restitüsyon
kararlarını ve nedenlerini açıklarsak;
-Sağ bölümde yer alan kapıdan içeriye
girildiğinde özgün altıgen tuğla döşeme görülür. Geç dönem uygulamalarında
harim iç bölümü ahşap kadronlar üzerine yapılan ahşap rabıta döşeme ile
yükseltilmiştir. Restitüsyon projesinde ahşap döşeme kaldırılmış, döşeme kotu
mevcutta görülen altıgen tuğla döşeli zemin ile aynı yapılmıştır.
-Harimde batı ve doğu mahfillerdeki
ahşap döşemeli bölümde yükseltilmiştir. Projede bu bölümde ahşap kaplama
yüksekliği kadar aşağıya çekilmiştir. Ahşap sütunların pabuç kısımları mevcutta
görülmemektedir. Ancak döşeme üzerine pabuçsuz oturtulamayacağından restitüsyon
projesinde basit detaylı pabuç çizimi yapılmıştır.
-Zemin kat ve kadınlar mahfiline
açılan ilk kot pencerelerin söve içlerindeki kapaklar sökülerek camii içerisinde
istiflenmiştir. Kapak detayları bire bir alınmış ve restitüsyon projesinde
çizilmiştir.
-Niş önlerinde de kapak yapılmıştır.
Niş içlerinde kapak montaj izleri vardır. Ayrıca giriş kapılarının sağ ve sol
yan duvarlarındaki nişlerde özgün kapaklar bulunur. Restitüsyonda önerilen
ahşap kapaklar mevcut kapak detayına uygun yapılmıştır.
-Kadınlar mahfili ahşap döşemesi geç
dönemde değiştirilmiştir. Ahşap kirişlerin duvar içine oturduğu bölümlerde
kırıklıklar vardır. Bu izlerden yola çıkılarak özgün döşeme kotu mevcut kottan
ortalama 3 cm. yukarıya çekilmiştir (bkz. restitüsyon ve rölöve kesit
paftaları).
-Kadınlar mahfil katının kuzey
galerisinde mevcutta harime bakan sütundan kuzey cephesi pencerelerine doğru
gergi atılmıştır. Ancak gergi ucu pencere alt kotundan yukarıda kalır, duvara
oturmaz. Gergi ebatlarına bakıldığında özgün olduğu düşünüle elemanın bu
şekilde fonksiyonu yoktur ancak; yapım sırasında mevcut durumundaki gibi
tasarlanmadığı aşikardır. Harime bakan sütunlar ile kuzey duvarı arasındaki
sistemi bağlamak ve çerçeve oluşturmak için atıldığı düşünülen gerginin duvara
oturması gerekir. Bu nedenle pencere alt kotları bu bölümde gergi demiri üst
kotuna kadar yükseltilmiş, gergi duvar içerisine oturtulmuştur.
-Mevcut cephe düzeni özgün olduğundan
projede değiştirilmemiştir.
-20. yüzyıl başlarına kadar olduğu
bilinen son cemaat bölümü ‘U’ şeklinde projede çizilmiştir. A. Kuran’ ın ‘Mimar
Sinan’ adlı eserinden alınan krokiye göre sütun yerleri belirlenmiş ve plana
işlenmiştir. Sütun genişlikleri mevcutta avlu döşeme kotunun üzerinde bırakılan
4 adet mermer pabuçtan oranlanmıştır. Mevcutta tespit edilen sütunlar
restitüsyon planı da işlendiği gibi giriş kapıları önündeki ilk sütun
sıralarıdır.
-Plan şemasının kurgusu, mevcut pabuç kaidelerindeki geçme yerlerinden ve yazılı kaynaklardan son cemaatin öne doğru eğimli çatısı ahşap sütunlara taşıtılmış, çatı karkası ahşap olarak önerilmiştir (bkz. restitüsyon projesi kesit paftası). Çatı örtüsü kurşundur. -Avlu kotunun geç dönemde yükseltildiği mevcut sütun pabuçlarının döşeme kotu ile hemen hemen aynı olmasından bellidir. Avlu kotu ortalama 50 cm. aşağıya çekilmiştir.
-Son cemaat döşemesi yazılı
kaynaklarda geçtiği gibi altıgen tuğla yapılmıştır.
-Güney avludaki hazireler restitüsyonda
bırakılmıştır. Vaziyet planı pervitich haritasına göre hazırlanmıştır. Animas
zindanları pervititch de de işaretlidir. Ancak pervititch de ‘U’ şeklindeki son
cemaat yerine giriş önlerinde rüzgarlıklar görülür ki bu girişlerle ilgili elimizde fotoğraf vardır. Son cemaat
yerinin yıkılmasından sonra yapıldığı düşünülen giriş saçakları için ayrıca bir
restitüsyon dönem projesi verilmemiştir.
3- RESTORASYON RAPORU
20.yüzyıl başlarında yıkılan ahşap son
cemaat bölümü dışında camii cephe ve plan özelliğini koruyarak günümüze kadar
gelmeyi başarmıştır. Restorasyon kararları yapıdaki izler ve belgeler
doğrultusunda hazırlanmıştır. Belge bulunamayan bölümlerle ilgili yorumlardan
kaçınılmıştır.
Restorasyon projesinde verilen
kararlar şunlardır;
-Mevcutta son cemaat yeri mermer
kaplamadır. Uygulama sırasında avlu içine kazı yapılmalı ve tespitler ışığında
avlu ile son cemaat mahallinin döşeme malzemeleri belirlenmelidir.
-Geç dönemde camii avlusundan
zindanlara iniş merdivenleri yapılmıştır. Merdivenler camii parseli dışında
kalmakla birlikte halihazırda kazı ve restorasyon çalışmaları sürmektedir.
Zindanlar camii kotunun altında kalmaktadır, buda camii kullanımı açısından
merdivenin bulunduğu bölümde tehlike yaratmaktadır. Zindanlar ile camii
arasında merdivenlerle kurulacak bir sirkülasyonun doğru olmadığı
düşünülmektedir. Gerek mevcuttaki kot farkının yarattığı tehlike gerekse bu
bölümde sirkülasyon yaratılmak istenmemesi nedeni ile merdiven hattı çevresinde
devam edecek bir koruma bandı oluşturulması gerekliliği düşünülmüştür.
Günümüzün malzeme özelliğini taşıyan, gerek görüldüğünde ilerde
sökülebilirliliği olan ve camii avlu bütünü
ile yarışmayan cam korkuluk yapılması
önerilmiştir. Değinildiği gibi ilerde oluşabilecek değişikler sonucunda gerekli
görülürse camiden Animasa geçiş verilmek üzere cam korkuluk modüllerinin
merdiven çıkış aksına gelen bölümleri çıkarılabilir ve kapı konulmak sureti ile
kontrollü geçiş sağlanabilir.
-Sağ bölümde yer alan kapıdan içeriye
girildiğinde özgün altıgen tuğla döşeme görülür. Geç dönem uygulamalarında
harim iç bölümü ahşap kadronlar üzerine yapılan ahşap rabıta döşeme ile
yükseltilmiştir. Uygulamada ahşap rabıta kaldırılarak altıgen tuğla döşeme
açığa çıkarılmalıdır.
-Harim de batı ve doğu mahfillerdeki
ahşap döşemeli bölümde yükseltilmiştir. Projede bu bölümde ahşap kaplama
yüksekliği kadar aşağıya çekilmiştir. Ahşap sütunların pabuç kısımları mevcutta
görülmemektedir. Ancak döşeme üzerine pabuçsuz oturtulamayacağından restorasyon projesinde basit detaylı pabuç çizimi yapılmıştır.
Uygulama sırasında ahşap döşeme kaldırılmalı ve özgün döşeme kotu tespiti
yapılmalıdır. Ahşap sütun pabuçlarıda açığa çıkarılmalıdır.
-Zemin kat ve kadınlar mahfiline
açılan ilk kot pencerelerin söve içlerindeki kapaklar sökülerek camii içerisinde
istiflenmiştir. Tespit edildiği kadarı ile kapakların durumu iyidir.
Kurtlanmalara karşı kimyasal maddeler sürülerek, çüremeyi önlemek için yüzeye
fırça ile emprenye yapılmalıdır. Ahşap kapaklar üzerine en son işlem olarak
gomalak cila sürülmesi önerilir. Restorasyon projesinde kapaklar yerlerine
takılacaktır.
-Niş önlerinde de kapak yapılmıştır. Niş içlerinde kapak montaj izleri vardır. Ayrıca giriş kapılarının sağ ve sol yan duvarlarındaki nişlerde özgün kapaklar bulunur. Restorasyon projesinde verilen detaya göre emprenye edilmiş, fırınlanmış ahşap kapaklar yapılacaktır.
-Elimizdeki eski fotoğraflarda
duvarlarda kalem işleri tezyinatın olduğu, mevcut kalem
işlerinin özgün olmadığı görülür
uygulama sırasında raspa yapılarak özgün kalemişleri açığa çıkarılmalıdır.
Koruna bilen özgün bölümler korunmalı, tamamlamalar özgün motif ve tezyinata uygun
yapılmalı ancak ayırt edilebilmesi için renk tonu ile oynanmalıdır.
-Kadınlar mahfili ahşap döşemesi geç
dönemde değiştirilmiştir. Ahşap kirişlerin duvar içine oturduğu bölümlerde
kırıklıklar vardır. Bu izlerden yola çıkılarak özgün döşeme kotu mevcut kottan
ortalama 3 cm.
yukarıya çekilmiştir (bkz. restorasyon ve rölöve kesit paftaları). Emprenye
edilmiş fırınlanmış ahşap elemanlarla döşeme yenilenecektir.
-Kadınlar mahfil katının kuzey
galerisinde mevcutta harime bakan sütundan kuzey cephesi pencerelerine doğru
gergi atılmıştır. Ancak gergi ucu pencere alt kotundan yukarıda kalır, duvara
oturmaz. Gergi ebatlarına bakıldığında özgün olduğu düşünüle elemanın bu
şekilde fonksiyonu yoktur ancak; yapım sırasında mevcut durumundaki gibi
tasarlanmadığı aşikardır. Harime bakan sütunlar ile kuzey duvarı arasındaki
sistemi bağlamak ve çerçeve oluşturmak için atıldığı düşünülen gerginin duvara
oturması gerekir. Bu nedenle pencere alt kotları bu bölümde gergi demiri üst
kotuna kadar özgün yığma sistemde almaşık duvar örgüsüne uygun olarak örülerek yükseltilmiş,
gergi duvar içerisine oturtulmuştur.
-Ahşap doğramalar iyi durumda
olduğundan değiştirilmesi önerilmemiştir.
-20. yüzyıl başlarına kadar olduğu
bilinen son cemaat bölümü ‘U’ şeklinde projede çizilmiştir. A. Kuran’ ın ‘Mimar
Sinan’ adlı eserinden alınan krokiye göre sütun yerleri belirlenmiş ve plana
işlenmiştir. Sütun genişlikleri mevcutta avlu döşeme kotunun
üzerinde bırakılan 4 adet mermer
pabuçtan oranlanmıştır. Mevcutta tespit edilen sütunlar restorasyon planın da
işlendiği gibi giriş kapıları önündeki ilk sütun sıralarıdır. Ahşap sütunlar,
ahşap çatı örtüsü ve sütun üzerine gelen ahşap yastıklar emrenye edilmiş fırınlanmış ahşap malzemeden
yapılmalıdır. Koruyucu olarak üzerine renksiz aşı boaya uygulanmalıdır. Restorasyon
projesinde bu elemanların detayı verilmiştir.
-Son cemaat bölümünün çatı örtüsü
restitüsyon projesindeki gibi kurşun önerilmiştir.
-Avlu kotunun geç dönemde
yükseltildiği mevcut sütun pabuçlarının
döşeme kotu ile hemen hemen aynı olmasından bellidir. Restitüsyon projesine
göre avlu kotu ortalama 50 cm. aşağıya çekilmiştir.
Uygulama sırasında avlu döşemeleri kaldırılarak özgün kot araştırması yapılmalı
ve sütun pabuçları açığa çıkarılmalıdır.
-5
cm.’
den fazla olan malzeme kayıplarında taş ve tuğla çürütülerek yerinden
alınmalı,
özgün malzeme ile yenilenmelidir.
-Yüzey kirlenmeleri düşük basıçlı su
ile temizlenmelidir. Cephede çıkmayan kirlenmeler olur ise Konservasyon
Merkezine danışılarak AB 57 uygulaması yapılması önerilir.
-Lokmalı demir parmaklıklar ve
gergilerin pası ince telli fırçalar ile temizlenmeli ve üzerine anti pas
uygulanmalıdır.
-İç duvarlarda rutubet vardır. Bunu
gidermek için yapı çevresinde drenaj önerilir.
-Çatlakların taşıyıcı sistem raporunda
belirtilen öneriler doğrultusunda onarılması gerekir (bkz. taşıyıcı sistem
raporu).
-İhata duvarları üzerindeki çimento harcın sökülmesi ve üzerine projede detaylandırılan taş harpuştanın yapılması önerilir.
-Geç dönemde yapılan avlu giriş
kapısının kaldırılarak kurul arşivinde bulunan eski fotoğraftaki giriş kapısına
uygun yapılması önerilir (bkz. restorasyon projesi avlu giriş kapı detayı)
-Batı cephesinde 48 nolu parselde
bulunan apartman giriş kapısı avluya açılmaktadır. Bu girişin kapatılması
gerekir.
-Doğu duvarı komşu parseldeki kafe
duvarı boyunca animas zindanları kazı alanına kadar devam ettirilmiştir (bkz.
restorasyon vaziyet planı)
-Avlu içindeki imam evinin yıkılması
ve yerine yer üstünde tuvalet ve abdestlik mekanlarının yapılması önerilir
(bkz. Restorasyon peojesi).
-Camii parsel içinde güney avlusunda
hazireye doğru girinti yapan 51-52-53’
nolu parsellerin kamulaştırılarak camii alanına katılması önerilir. 51
parseldeki yapı özgün olmayıp camii alanına katılması için gerekli yasal
işlemlerden sonra yıkılması, bu şekilde hazire bölümünün tamamen açığa
çıkarılması gerekir.
-Kuzey avlusunda sur duvarlarına yaslanan ve kaçak yapılmış 2 yapı vardır. 60 parselde bulunan yapıların yıkılması ve bu alanında kamulaştırılarak camii avlusuna katılması önerilir. Mevcutta camii avlusu herkesin evine girmek için kullandığı bir yol haline gelmiştir. Avlu içerisine açılan yasal olmayan geçişlerin kapatılması, gerekli kamulaştırma işlemlerinin yapılarak camii avlusuna katılması camiyi avlusu, haziresi ile külliye haline getirecektir.
KAYNAKLAR
ÜLGEN; HİKMET,’ İSTANBUL CAMİLERİ’, AKŞAM KİTAP KULÜBÜ
YAYINLARI, 1966, İSTANBUL.
Aşıkpaşa Caminin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Araştırılan kaynaklarda farklı tarihler geçmektedir. Fatih Camileri kitabında 1481 öncesinde yapıldığı, Fatih İlk İstanbul kitabında 1570 tarihinde yapıldığı belirtilmektedir. Cami içerisinde bulunan Hicri 1286 (M.1869) tarihli eski Türkçe bir levhada ise caminin tarihçesi şu şekilde anlatılmaktadır:
Aşıkpaşa Mescidinin banisi Aşıkpaşa neslinden Şeyh Ahmed efendidir. Seyyid Velayet Hazretlerinin şeyhi ve kayın pederidir. Şeyhin şeyhi Zeyneddid el Havafinin haleflerinden Şeyh Ablüllatifin halefidir. 846 senesi muharrem ayının sonlarına doğru (Haziran 1442) vefat edip bina ve ihya ettiği mescidin huzur dolu mihrabına defnedildi. sözü edilen mescidi özellikle merhum Aşık Paşanın ruhu için bina etti ve 978 (M.1570) senesinde minberini de Eğri Abdi efendinin oğlu Muhammed bey yapmıştır. Ve mescidin bahçesinde gömülü bulunan Babüssade Ağası merhum Hüseyin Ağa uğur ve şans kabul ederek 1198 (M.1783) tarihinde camin imarına muvaffak olduğu halde vefat etmiştir.
Yukarıdaki bilgiler ve
diğer kaynaklarda da Aşıkpaşa Camiini Şeyh Ahmet Efendinin yaptırdığı
yazılıdır. Ancak burada Şeyh Ahmet efendinin 1442 yılında vefat ettiğinden
bahsediliyor. Ve Şeyh Ahmet Efendi, Seyyid Velayet Hazretlerinin şeyhi ve kayın
pederi olduğuna göre ve de Seyyid Velayet Hazretlerinin 1451-1522 yılları
arasında yaşadığı bilindiğine göre, Şeyh Ahmet efendinin 1442 tarihinde ölmüş
olması mümkün değildir. Dolayısıyla camii de 1453 yılından sonra yaptırmış
olması gereklidir.
İstanbul Vakıfları Tahrir
defteri 428. sayfa “1912.Vakf-ı Hadice Bint İlyas” vakfiyesinde ilk defa
Aşıkpaşa mescidinden söz edilmektedir. 883 zilhicce (Şubat 1497) tarihli olan
bu vakfiyeden yola çıkarak Aşıkpaşa Camiinin 1479 tarihinde önce yapıldığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla Aşıkpaşa
Camii 1453 ile 1479 tarihleri arasında inşa edilmiş olması gereklidir.
Tabloda verilen bilgilere
göre 1570 senesinde Aşık Paşa Camiine Eğri Abdi Efendinin Oğlu Muhammet Bey
tarafından minber yaptırıldığı söylenmektedir. Dolayısıyla 1570 tarihine kadar
Aşık Paşa Cami mescit ve bu tarihten sonra da minberi olduğu ve hutbe okunduğu
için Cami olarak sınıflandırılmıştır.
İstanbul Vakıfları Tahrir
defterine baktığımızda da bu bilginin doğru olduğu ortaya çıkmaktadır. 1570
tarihinden sonraki Aşıkpaşa bahsi geçen ilk vakfiye “Vakf-ı Nefise Hatun Bint
Abdullah” vakfiyesidir (sayfa 430 madde 1917) ve 979 muharrem (Mayıs 1571)
tarihlidir. Bu vakfiyede Aşıkpaşa Camii olarak tarif edilmektedir. Bu tarihten
önceki vakfiyelerde Aşık Paşa Mescidi denilmektedir.
1633 ve 1782 yangınlardan zarar gördüğü ifade edilen cami XVIII. yüzyılda Darussaade ağalarından Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Hüseyin Ağa’nın kabri son cemaat yerinin solunda olup mezar taşındaki ölüm tarihi 1783’dür. Cami 1918 tarihli büyük Cibali ve Fatih yangınlarından bir kere daha zarar görmüştür. Bir müddet kapalı kalan cami Vakıflar idaresi tarafından 1971 yılında yeniden restore edilmiştir.
2-YAPININ MİMARİ ÖZELLİKLERİ
Cami kare planlı olup iç ölçüleri 9.19 m x9.18 m’dir. Kubbe
yüksekliği 13.00 m.’dir. Kubbe sekizgen sağır bir kasnağa oturmakta olup
kurşun örtüyle kaplıdır.
Sağ tarafta beden duvarına bitişik kubbe
kasnağı seviyesine kadar yükselen kaide üzerinde tek şerefeli bir minare
vardır. Kaide, pabuç, 16 pahlı olan gövde bir simitle son bulup şerefe ve
petekten oluşan minare tamamen kesme taş ile inşa edilmiştir. Minare külahı ahşap
strüktürlüdür ve kurşun kaplanmıştır.
Ayrıca 2 Ekim 1936 tarihli ve Ali Saim imzalı
vakıflar idaresine ait tespitlerde:
“Cami büyük bir kubbeli olup minaresi sağ
taraftadır. Minarenin külahı ve diğer aksam ile kubbe bize Bursa’nın bariz
tesirlerini hatırlatıyor. Güzel bir camidir. Büyük kubbesi 8 köşeli bir mudalla
tanbura oturtulmuştur. Caminin önünde bugün harab olmuş son cemaat mahalli
vardır. Önündeki ufak bahçesinin duvarına bitişik bir çeşme vardır ki şekli ve
kemeri tamamen klasik olup yukarıda yazılı kitabeler bu çeşmenin
üzerindedir.” denmekle caminin özellikleri anlatılmıştır.
Camiye cümle kapısından
girildiğinde sağda ve solda iki oda vardır. Sağdaki odadan minareye ve kadınlar
mahfiline çıkılmaktadır. Ahşap olan bu kısımlar yağlı boya ile boyanmıştır.
Merdiven basamaklarının yenilendiği tespit edilmiştir. Ancak merdiven küpeşte
ve korkulukları özgündür. Mahfil korkulukları basit ahşap kafeslerden
yapılmıştır.
(bkz. rölöve zemin kat
planı).
Cami giriş
kapısının karşısında yer alan ahşap kapıdan harim kısmına ulaşılır. Ancak
Günümüzde giriş kısmını ikiye bölün ahşap doğramalar özgün değildir (bkz.rölöve
zemin kat plan). Zemin döşemesi ahşaptır ancak; özgün değildir. Cami iç duvarları 140cm.
yüksekliğinde basit ahşap lambri ile kaplanmıştır.
Cami beden duvarları kesme taş ve taş
araları iki sıra tuğla ile almaşık tarzda örülmüştür (bkz.rölöve görünüşler).
İç kısımlar sıva üzerine kireç badanadır. Kubbesinde ve kasnak üstünde kalem
işi motifler mevcuttur. Minber ve kürsüsü ahşap olup kürsü basit ve muhdestir. Minberi
ahşap olup oyma barok süslemeleri vardır. Minber yağlı boya ile tamamen
boyanmıştır. Mihrap alçı olup yağlı boya ile boyanmıştır. Zaman içinde yapılan
badana işleri ile duvar yüzeylerinde bilhassa mihrap üzerinde bulunması
gereken taç motiflerinin örtüldüğü
düşünülmektedir. Kıble duvarında alçı kayıtlı vitray iki tepe penceresi
bulunmaktadır. Diğer tepe pencereleri mavi ve beyaz olmak üzere renkli opak
camlıdır. Caminin zemin kat pencereleri dış kısımlarda alüminyum iç kısımlarda
ısı camlı PVC doğramadır. İç kısımda sadece eski pencere veya kepenklerin
pervazları korunmuştur.
Yıkılmış olan son cemaat yerinde, minare kaidesi
hizasında bir sütun ve başlığı ve camiye bağlı kemeri ile korunmuş, günümüze
ulaşmıştır. Baklavalı sütun başlığının klasik Osmanlı üslubu ve oranları 15.
YY. dan kalma olduğunu gösterir.
Caminin avlu duvarı üzerinde kesme taştan
devrinin özelliklerini taşıyan suyu kurumuş bir çeşmesi vardır. Vakıfnamede bir
kuyusunun olduğu ifade ediliyor ise de yapılan araştırma kuyu ile ilgili bir
ize rastlanmamıştır.
Avlu içinde yer
alan tuvalet, abdesthane ve kuran derslerinin verildiği yapılar özgün değildir.
Cami ön
cephesinin kesme taş olması gereken
duvarı, çimento harçlı sıva ile sıvanmış ve yüzeyi plastik boya ile
boyanmıştır. Saçak kısmına PVC oluk montajı yapılmış olup, ayrıca cümle kapısı
üzerine bir sundurma monte edilmiştir. Cümle kapısı sert ağaçtan olup özgün
değildir. Olması gereken mermer söve ve kemer taşları sıva veya boya altında
kalmışlardır.
Giriş kapısı
üzerinde ‘Selamün aleyküm tıbtüm fedhuluha halidin’ ayeti kerimesi yazılıdır.
Diğer cephelerde almaşık duvar örgüsü görülmektedir. Bir sıra kesme taş aralarına iki sıra tuğla yapılmıştır. Sol cephe dışındaki cephelerin alt pencere söveleri küfekidir. Sol cephenin ise mermerdir.Cephelerde iki sıra altta iki sıra üstte olmak üzere toplam dört pencere bulunur. Alt kottaki pencereler düz atkılıdır. Pencere aynasını çevreleyen kemerler sivri kemerdir. Bunların lokmalı demir parmaklıkları vardır. Beton şebekeli tepe pencereleri de sivri kemerlidir (bkz.rölöve görünüşler). Uzmanlarca yapılan incelemede yapının statik açıdan sorunun olmadığı tespit edilmiştir (bkz.taşıyıcı sistem raporu). Çıplak gözle bakıldığında, oturma ve kayma çatlaklarına rastlanmamıştır. Cephe duvarlarında doğal koşullar neticesiyle taşlarda aşınmalar ve kayıplar meydana gelmiştir. Her cephe, baktığı yön konuma göre aşınma ve kararmalar ile yosunlanmalara maruz kalmıştır. Bu değişimler analiz paftaları üzerine işlenmiştir.
RESTİTÜSYON RAPORU
Cami kare plânlı olup iç ölçüleri 9.19 m. x 9.18 m. dır. Kubbe yüksekliği ise 13.00 m.
dir. Kubbe sekizgen sağır bir kasnağa oturur ve kurşun örtüyle kaplıdır
(bkz.rölöve ve restitüsyon vaziyet planı, zemin kat planı ve çatı planı.).
Sağ tarafta beden duvarına bitişik kubbe kasnağı
seviyesine kadar yükselen kaide üzerinde tek şerefeli minare vardır. Tamamen
kesme taş ile örülmüştür (bkz.rölöve ve restitüsyon görünüşler).
Celal Esad Arseven’e göre, cami klasik devir Osmanlı
mimarisi içinde yer alır. Arseven,
” Bu üslubta olan binalar Türkistan ve Selçuklu binalarını andıran ve
Selçuklularda devam eden şekillerdedir. Kubbeler doğrudan doğruya köşe
bingilerine oturtulmuştur.” demektedir. Cami avlu duvarları sırasında
bulunan çeşme de devrin üslubunu taşımaktadır.
Caminin tarihçesi hakkında Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi cilt 1 sayfa 364’ te geniş bilgi vardır. Ayrıca İstanbul Vakıflar
emekli başmüdürlerinden İhsan Erzi’nin Hadikatü’l Cevami açıklamalı
çevirisinden de bilgi edinilmiştir.
1936 tarihinde çekildiği anlaşılan fotoğraflardan camii
duvarlarındaki kalem işi tanzimler görülmektedir (bkz.belge 6). Ancak bu
tenzilatların hepsi tespit edilemediğinden retitüsyon projesinde işlenmesi
doğru bulunmamıştır. Fotoğraflardan tespit edildiği üzere tepe pencerelerinin
kenarlarında kalem işleri vardır. Yine fotoğraflarda içliklerin olmadığı
görülür. Ayrıca ilginçtir ki 1936 yılındaki kalem işleri ile 1971 yılındaki
kalem işleri farklıdır (bkz. ek fotoğraflar). Dönemsel analizlerde camilerde alçı içliklerin
kullanıldığı tespit edildiğinden ve 1936 yılına kadar yapının çeşitli
restorasyonlar geçirdiğide dikkate alındığında restitüsyon projesinde alçı
revzenler korunmuştur (bkz. rölöve ve restitüsyon kesit paftaları) . Günümüzde
kalem işleri kireç badana ile kapatılmıştır. Uygulama sırasında raspa yapılması
ve varsa eğer kalem işlerinin ortaya çıkarılması önerilmektedir.
Zemin pencerelerinde, dış tarafta lokmalı demir
parmaklıklar vardır. Günümüzde alüminyum olan dış pencereler ahşap pencerelerle
değiştirilmiştir. İç yüzeyde ise özgün pervaz ve ahşap kasalar vardır. Bu
bölümlerde yapılan incelemelerde yapının tarihlendiği yüzyılda cami ve
türbelerde kapakların kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu nedenle restitüsyon
projesinde iddialı olmayan ahşap kapaklar önerilmiştir (bkz. restitüsyon
kesitler).
1936 yılındaki fotoğraflarda son cemaat bölümüne
bakan tepe pencerelerinde ahşap doğramalar vardır. Bu doğramaların özgün
olmadığı kemer hizasındaki çimento harçlı dolgudan anlaşılmaktadır. Bu nedenle
restitüsyon projesinde alçı şebekeler önerilmiştir.
Minber özgündür ancak; ahşap aksam üzerindeki
nakışlar günümüzde yağlı boya ile örtülmüştür. 1936 yılındaki fotoğraflardan minberin
önünde takriben 10 cm. yüksekliğinde, 50 cm. eninde bir basamak görülmektedir
(bkz. belge 6). Bu fotoğraflarlarla günümüzde aynı yerden çekilen fotoğraflar
karşılaştırıldığında harim kısmının zemininin yaklaşık 10 cm. yükseltilmiş
olduğu tespit edilmiştir (bkz.restitüsyon belge 6 ve fotoğraf paftası foto 34).
Restitüsyon projesinde fotoğraflara dayanarak zemin kotu aşağıya çekilmiştir.
Mihrabın tepelik, çerçeve, kenar bordürleriyle nişin
alt kısmında kalem işi nakışların olduğu, eldeki fotoğraflarda görülmektedir.
Köşeliği mermer taklidi boyanmış olup kavsara ve sütunçeleri özgündür. Alçı olan mihrab yağlı boya ile boyandığından
kalem işleri gözükmemektedir. Uygulama sırasında raspa yapılması önerilmiştir.
Elimizdeki eski fotoğraflardan mihrabın iki yanında
ahşap korkulukla sınırlandırılmış set tespit edilmiştir (bkz. belge 6).
Restitüsyon projesinde bu bölüm işlenmiştir (bkz.restitüsyon zemin kat planı ve
kesitler).
Restitüsyon projesinde camiye girildiğinde sağ ve
soldaki muhdes ahşap bölmeler kaldırılmış, bu bölümler mahfil olarak projeye işlenmiştir. Kadınlar mahfili
ise rölövesine uygun olarak muhafaza
edilmiştir. Ancak günümüzde kadınlar mahfilini taşıyan ahşap sütunların aynı
aksta olmadığı görülür. Ahşap dikme yerleri
Reşat Ekrem Koçu’ nun çizdiği restitüsyon planı dikkate alınarak
hazırlanmıştır ( bkz. belge 10). Buna göre mevcut sütunlara akslarında iki
sütun daha eklenmiş, mahfil orta bölümüde hafif içeri çekilmiştir
(bkz.restitüsyon zemin kat ve birinci kat planı).
Kaynaklardan 1633 ve 1782
yangınlarında yapının zarar gördüğü öğrenilir. XVIII. yüzyılda Darussaade
ağalarından Hüseyin Ağa tarafından yapı ihya edilmiştir. Hüseyin ağa bu onarım
karşılığında mezarının cami avlusuna yapılmasını istemiştir. Günümüzde de
Hüseyin Ağa’nın mezarı camii girişinin solundadır.
Yapının giriş cephesinin
sağında son cemaat yerinden kalan tek sütunu ve bu sütuna oturan kemer vardır.
Kaynaklardan 1783 sonrasında Hüseyin Ağa’nın mezarının avluda olması isteği
üzerine son cemaate bitişik kubbeli bir
türbenin eklendiği öğrenilmektedir. Bu nedenle restitüsyon projesi iki dönemde
incelenmiştir. İlk dönem yapının yapıldığı tarih ile Hüseyin ağanın öldüğü
tarih olan 1783 arasındaki dönemdir. İkinci dönem ise 1783 sonrasıdır. Bu dönem
ile 1783 öncesi dönem arasındaki tek fark Hüseyin ağanın türbesinin son cemaate
eklenmesidir (bkz. 1783 öncesi ve sonrası restitüsyon vaziyet planları).
Günümüze ulaşan izlerden de mezarın bulunduğu bölümdeki kemerler tespit
edilebilmektedir.
Son cemaatin bazı kaynaklarda yanlarda iki kubbe
ortada beşik tonozdan ibaret olduğu, bazı kaynaklarda ise yanlarda iki kubbe ve
ortada beşik kubbeciğin yer aldığı yazmaktadır. Yapıda tespit edilen izlerden
ve mevcut kemer genişlik ve yüksekliğinden sütun yerleri tespit edilmektedir.
Buna göre girişin sağ ve solundaki birimler eşit genişliklere sahiptirler ve bu
birimlerin kaynaklarda söylendiği gibi kubbe ile örtülmüş olmaları yüksek bir
ihtimaldir. Girişin olduğu aks ise yanlara göre daha dardır. Bu bölüm plan
olarak dikdörtgendir. Kaynaklardaki bilgiler ışığında bu bölümün beşik tonoz
olması da yapının dönemsel analizi yapıldığında çok zor bir ihtimaldir. Yapılan
dönemsel incelemelerde son cemaat yeri beşik tonozla geçilen yapılara
rastlanmamıştır. Sadece Bursa’ da 15. yüzyıl başlarında yapılan camilerde kullanıldığı
tespit edilmiştir. Bu yapılarda da son cemaat bölümünde açıklıkları geçen
kemerlerin üzerindeki duvarlar yükseltilmiş ve örtüler duvarın arkasında
kalarak gizlenmiştir. Böylelikle beşik tonoz örtünün alnı duvar arkasına
gizlenmiştir. Bu cami tipine İstanbul’
da örnek olacak bir yapı tespit edilememiştir.
Rölöve raporunda da açıklandığı gibi Aşık Paşa
Camii’nin tarihi ile ilgili net bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bazı kaynaklar
Aşık Paşa zade tarafından yaptırıldığını söylemekte ve kesin tarihi
bilinememektedir açıklaması yapmakta (Fatih Camileri adlı eserde bilgi
verilmektedir), bazı kaynaklar ise Aşık Paşa’ nın torunu tarafından 1570
yılında yaptırıldığı bilgisini verilmektedir (Fatih İlk Devir adlı kaynakta yer
alan bilgidir.) . Aşık Paşa zadenin ölümü 1481’ dir. Eğer Aşık Paşa tarafından
yaptırıldıysa 1481’ öncesi inşaa edilmiş olması gerekir. Kaynaklardan alınan
bilgiler çok geniş bir dönemi kapsamaktadır. Biri 15. yüzyıl sonu diğeri ise
16. yüzyıl sonudur. Cami’ nin mimari karakteri incelendiğinde almaşık duvar
örgüsü, tek kubbeli plan tipi ile Arseven’ in de tespit ettiği gibi ilk devir camilerini anımsatır.
Günümüze ulaşamayan ve restorasyon projesinde de
yapılması önerilen son cemaat bölümü ile ilgili olarak 15. ve 16. yüzyıl
camileri araştırılmıştır. Araştırmada öncelikle
plan, cephe ve malzeme özelliği açısından Aşık Paşa cami ile benzer
özellikteki yapılar ele alınmıştır. Araştırmalarda tespit edilen en önemli noktalardan
biride kare planlı tek kubbeki plan tipinin 16. yüzyılın ikinci yarısından
sonra yerini ters haç planlı camilere ve ana sağının yanında yan sağınlarında
olduğu daha büyük camilere bıraktığıdır. Bu belge doğrultusunda yapının mimari
özellikleri dikkate alındığında 15. yüzyılda yapılmış olma ihtimali daha da
kuvvetlenmektedir.
1453- 1570 yılları arasında yapılan camileri incelersek;
Yavuz-Er Sinan Cami Fatih dönemi yapılarındandır. Fotoğraftan da görüldüğü gibi kesme taştan yapılmış yapının plan düzeni Aşık Paşa ile benzerdir. Sivri kemerli tepe pencereleri, düz atkılı alt kot pencereleri, kubbenin sekizgen kasnağa oturması ile Aşık Paşa camiiyle benzeşir. Bu örnekte son cemaat yeri görülemese de kaynaklardan yanlardaki ve ortadaki bölümlerin açıklıklarının eşit olduğunu ve kubbe ile örtülü olduğunu öğrenmekteyiz. Fotoğraftan son cemaat kubbesinin de ana sağındaki gibi kasnağa oturduğu tespit edilmiştir.
Banisi; Fatih devri ulemalarından Yarhisar’ lı
İstanbul Kadısı Muhslihddin Mustafa Efendi olan Yarhisar Camii 1461 yılında
yapılmıştır. Yavuz-Er Sinan camiinde olduğu gibi kesme taştan yapılan cami tek
kubbelidir. Kubbesi kasnaksızdır. Buna uygun olarak son cemaatteki kubbelerde
kasnaksızdır. Minare kaidesi, formu Aşık Paşa ile benzerlik göstermektedir.
Kaynaklardan bu caminin de son cemaat yerinin üç bölümden oluştuğunu ve eşit
açıklıklarla geçilen kısımların kubbe ile örtüldüğünü öğrenmekteyiz.
Banisi; Hoca Şemseddin Habib Efendi olan Dülgerzade Camii 1480 yılında yapılmıştır. Son cemaat yeri kubbelerle geçilmiş olan caminin sekizgen kasnağa oturan kubbesi gibi son cemaatteki kubbelerde kasnağa oturmuştur.
Beyazıt’ın kızı Hüma Hatun tarafından yaptırılan Bali Camii 1504 tarihlidir. Tek kubbeli caminin son cemaat yeri, yanlarda ikişer kubbe ortada ise haç tonoz ile örtülmüştür. Bu yapıda giriş bölümlerinin açıklıklarına göre ve vurgulanması açısından farklı bir örtü ile kaplanabileceğini görmekteyiz.
II.Beyazıt’ ın haznedar başısı Firuz Ağa tarafından yaptırılan camii, diğer örnek yapılardaki gibi kare planlı ve tek kubbelidir. Plan şemasından son cemaattin üç kubbe ile geçildiğini görmekteyiz.Yine plan şemasından giriş aksında yer alan kubbenin açıklığının yanlardakilere göre daha dar olduğu tespit edilmektedir. Kesme taştan yapılmış camii kubbesi sekizgen kasnağa oturmuştur. Son cemaatteki kubbelerinde kasnağa oturduğunu görmekteyiz.
Kasım Paşa camii , Cezeri Kasım Paşa tarafından yapılmıştır. Plan şemasından da görüleceği gibi tek kubbeli ve kare bir plana sahiptir. Minaresi kesme taştan olan yapının duvarları almaşık örgüdür. Son cemaat yerindeki sütunlar mermerdir ve sütun başlıkları Aşık Paşa Camiin deki gibi üçgen baklavalıdır. Sütunlar kalındır. Başlıktan tabana kadar genişlemeyip aynı çapta inmektedir. Bu camide giriş kapısı ortadan değil sağdandır. Bu şekilde planlanmış aynı devir özelliklerini taşıyan başka örneklere rastlamak mümkündür.
Zal Mahmut Paşa Camii, Kanuni Süleyman’ ın damadı ve veziri olan Zal Mahmut Paşa ile Zevcesi Şah Sultan tarafından 1551 senesinde yaptırılmıştır. Aşık Paşa Cami’ ne göre daha büyük olan yapının son cemaat yerinin yanlarda iki kubbe ortada ise aynalı tonoz ile geçildiği tespit edilmiştir.
1570 yılında yapılan Atik
Valide Camii, plan özelliği açısından Aşık Paşa Camii ile örtüşmese de
camilerde son cemaatin orta bölümünün kubbe ile değil farklı bir örtü biçimi
ile de geçildiğini gösteren bir yapı örneğidir. Caminin son cemaatini yanlarda
ikişer kubbe ortada ise aynalı tonoz örtmektedir.
Yukarıda incelenen örneklerde tek kubbeli camilerin son cemaat yerlerinin genelde eşit açıklıklara sahip olduğu kubbe ile geçildiği tespit edilmektedir. Ancak bunun bir kural olmadığını incelenen diğer camiilerde görmekteyiz. Son cemaattin orta bölümünün aynalı tonoz ile geçildiği örneklerde vardır. Aşık Paşa camiinde incelenen örneklerden farklı olan durum son cemaatin orta bölümünün yanlardan daha dar açıklığa sahip olmasıdır. Ancak yapıdaki izler bizi bu noktaya getirmektedir. Kemal Üçüncüoğlu tarafından 1981 senesinde Vakıflar Bölge Müdürlüğünce hazırlanan restitüsyon projesinde son cemaat yeri, yanlarda kubbe orta bölümde aynalı tonoz ile geçilmiştir. Projede giriş aksındaki açıklığın diğerlerine göre daha dar olduğu ve yapının izleri dikkate alınarak hazırlandığı görülmektedir.
Raporda açıklandığı gibi
kaynaklarda kubbeler arasında kalan bölümün örtüsü beşik tonoz olarak
geçmektedir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki bir çok konuda olduğu gibi anlatım farklı olabilir.
Çünkü beşik tonoz daha çok kilise yapılarında kullanılmış bir örtü biçimidir ve
beşik tonoz alnının camii giriş aksında kullanıldığı bir örnekle
karşılaşılmamıştır.
Elimizdeki belgeler ve yapıdaki
izler doğrultusunda 1783 öncesi restitüsyonda son cemaat yerinin yanlarda kubbe
ortada aynalı tonoz ile geçilmesi önerilmiştir. 1783 sonrası dönemde Hüseyin
ağa türbesinin yapıya eklenmesi ile mevcut son cemaate kubbeli bir birimin daha
eklendiğini kaynaklardan tespit ettiğimizden 2. dönem restitüsyonu bu belgeler
doğrultusunda hazırlanmıştır.
Yapının 1936 yılındaki
fotoğraflarından son cemaat döşeme yüksekliği tespit edilmektedir (bkz. belge
7).
1783 sonrası dönemde eklenen
türbenin giriş cephesine bakan cephesi açıktır. Vakıfların arşivinden bulunan
projede mevcut olan yüksekliği ortalama 1.50 m. olan duvar belge kabul edilmiş
ve bu bölüm duvar ile kapatılmıştır. Ancak yerinde bakıldığında örülü olan
duvarın devşirme malzemelerle yapıldığı görülür. Ayrıca bahçe duvarının sütuna
bakan yüzü düzgün kesme taş ile örülmüştür. Bu iki belge dikkate alındığında
türbenin girişe bakan cephesinin kapatılmadığı ortaya çıkmaktadır (bkz.
Restitüsyon 1783 sonrası dönem ön cephe). Türbenin diğer duvarlarının kapalı
olduğunu arka cephelerdeki kesme taş
örgüden tespit ediyoruz.
Vakıflardaki arşiv taramasında
caminin 1971-1981 yılları arasındaki fotoğrafları bulunmuştur. Bu fotoğraflarda
son cemaat yerinin yüksekliğinin 1936 yılındaki fotoğrafa göre farklı olduğu
görülür. Restitüsyon projesinde elimizdeki en eski tarihli belgedeki son cemaat
döşeme kotu kabul edilmiştir.
Camii avlu duvarına bitişik konumdaki, sokağa cepheli
Aşıkpaşa Çeşmesi’ nin restitüsyon projesi ‘İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası’ adlı kitapta bulunan eski bir
fotoğraf ile, 1936 yılına ait fotoğraflar doğrultusunda hazırlanmıştır. ‘İstanbul
Topoğrafyası’ adlı kitapta kirpi saçakların olduğu , avlu duvarının üst
kısmından yükselen haznenin duvarlarının sıvalı olduğu tespit edilmektedir. 1936
yılına ait fotoğraftan ise su haznesinin üst örtüsünün alaturka kiremit olduğu
tespit edilmiştir. Çeşmenin yalak kısmı yol kotundan altta kalmıştır.
Restitüsyon projesinde elimizde özgün
kot olmadığından mevcut kot kullanılmıştır.
Avlu içerisinde yer alan ve muhdes olan abdestlik kısmı ile kuran derslerinin verildiği bina restitüsyon projesinde kaldırılmıştır.
RESTORASYON RAPORU
Restorasyon 1783 sonrası dönem için önerilen restitüsyon
projesi doğrultusunda hazırlanmıştır. Buna göre kare planlı tek kubbeli yapının
son cemaat bölümü yanlarda kubbe ortada aynalı tonoz ile geçilmiştir. Hüseyin
Ağa’ nın türbesi son cemaat bölümüne eklenmiş ve üst örtüsü kubbe olarak
önerilmiştir.
Cami tek hacim olarak özgün haline göre
planlanmıştır. Günümüzde mevcut olan muhdes ahşap bölmeler kaldırılmış, girişin
sağ ve sol bölümlerine mahfil yapılmıştır. Mahfiller zeminden ortalama 31.5 cm
daha yüksektedir. Sağda yer alan merdiven yeri özgündür ve sağdaki mahfil
üzerinden kadınlar mahfiline çıkılmaktadır (bkz. restorasyon projesi zemin kat
planı).
Restitüsyon raporunda da açıklandığı gibi kadınlar
mahfilini taşıyan ahşap sütunlar birbirinin aksına gelecek şekilde
yerleştirilmiştir. Mevcutta mahfili taşıyan ahşap sütunlar birbirini
karşılamayarak çapraz durmaktadır (bkz. rölöve zemin kat planı). Bu camilerde
rastlanan bir plan anlayışı değildir. Ekrem Koçu’ nun restitüsyon önerisi
dikkate alınarak mevcut sütunların akslarına birer tane daha sütun konulmuş ve
kadınlar mahfili ortadan içeri çekilmiştir (bkz. restorasyon zemin kat ve
birinci kat planı).
Zemin döşemesi restitüsyonda tuğla önerilse de
restorasyon projesinde kullanım açısından ahşap önerilmiştir. Duvarlara
uygulama sırasında raspa yapılması ve varsa özgün kalem işlerinin ortaya
çıkarılması önerilir.
Zemin kat pencerelerinin iç kısımlarında kullanılacak
kapak için iki öneri sunulmuştur. Restorasyon öneri 1 ve restorasyon öneri 2 arasındaki
tek fark özgün olan ahşap pervazlara öneri 1’ de ahşap kapakların gelmesi öneri
2’ de ise ahşap doğramalı pencerelerin yerleştirilmesidir.
Son cemaat bölümü 1783 sonrası döneme ait restitüsyon
önerisi doğrultusunda hazırlanmıştır. Restorasyon projesinde iç bölüm ve son
cemaat zemin kotu fotoğraflarla da belgelendiği için restitüsyon projesi doğrultusunda önerilmiştir. Ancak
uygulama sırasında zemin kotu ile ilgili tespitin yapılması gerekmektedir.
Yapıda uzmanlar tarafından yapılan incelemeler
sonucunda herhangi bir taşıyıcı sistem sorunu olmadığı tespit edilmiştir (bkz.
taşıyıcı sistem raporu). Son cemaat
yerinin özgün yapım sistemleri ile yapılması önerilmiştir. Kemerlerde
kullanılacak tuğlalar, piyasada satılan sıradan makine (pres) taban tuğlasından
değil klasik tuğla normlarında kalıplanmış, pişirilmiş olmalıdır.
Cephelerde özgün olmayan (klima, elektrik
direği..vb.) eklerin kaldırılması gerekmektedir. Doğal koşullar sonucunda
cephelerde kirlenmeler olmuştur. Kirlenmelerin taşın patina yüzeyine zarar
vermeden temizlenmesi önerilmiştir. Cephe duvarlarındaki küfeki taşların ve
tuğla sıraların tamirinin, çürütme usulü ile yenilenmesi uygun olacağı gibi
erimiş tuğla sıralarını da klasik ölçülerde ve dokuda imal edilmiş tuğlalar ile
doldurulması derzlerin ve derz tamiratlarının horasan harcı ile yapılması önerilir.
Önceki onarımlarda yapılmış olan çimento harç tamiratlarının temizlenmesi ve özgün
malzeme ile onarımı gerekmektedir.
Restorasyon projesinde iç duvarları çevreleyen ahşap
lambri kaldırılmıştır. Cami içindeki kapiler nemin önlenmesi için duvarlara
yalıtım yapılması önerilmiştir.
Mevcut olan alüminyum doğramlar yerine ahşap
doğramalar, beton tepe pencereleri yerine alçı pencereler kullanılmıştır.
Avlu içinde özgün olmayan kuran kursunun verildiği yapı
kaldırılmıştır. Rölöve raporunda sunulan pervititch haritasında (1928) yapının
etrafında tuvalet bölümlerinin olmadığı görülmektedir. Tuvalet bölümünün cami
avlu içerisindeki yerinin ve mimarisinin uygun olmamasından dolayı kaldırılması önerilmiştir. Yerine çeşme
su haznesinin yanında, parsel sınırına bitişik bahçe duvarının yapılması ve bu
duvara yaslanmış abdestlik bölümlerinin olması önerilmiştir.Abdestlik bölümünün
iki yanından zemin alt kotunda kalan bay ve bayan tuvaletlerine iniş
merdivenleri yer alır. Abdestlik bölümü ile merdiven girişlerinin çatısı birdir
ve kırma çatıdır. Alaturka kiremit ile
kaplanmıştır.Mevcut tuvalet bölümünün kaldırılması ile açılan alan sert zemin
olarak bırakılmış, bu bölüme musallah taşı yerleştirilmiştir.
Camii avlu duvarına bitişik konumdaki, sokağa cepheli
Aşıkpaşa Çeşmesi’ nin restorasyonu ‘İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası’ adlı kitapta bulunan eski bir
fotoğraf ile, 1936 yılına ait fotoğraflar doğrultusunda hazırlanmıştır.
‘İstanbul Topoğrafyası’ adlı kitapta kirpi saçakların olduğu , avlu duvarının
üst kısmından yükselen haznenin sıvalı beden duvarları tespit edilmektedir. 1936
yılındaki fotoğraftan ise su haznesinin
üst örtüsünün alaturka kiremit olduğu tespit edilmektedir. Cephesinin temizlenmesi
önerilen çeşmenin yalak kısmı yol kotu yükseldiğinden altta kalmıştır.
Restorasyon projesinde elimizde özgün kot olmadığından mevcut kot
kullanılmıştır.
Binaya tesis edilmiş, tabii gazla çalışan kalorifer
tesisatı muhafaza edilebilir ya da yapıya
az müdahale olması açısından elektrikli seccade kullanılabilir. Isıtma
sistemi ile ilgili önerilen seçeneklerin hangisinin uygulanacağına Rölöve ve
Anıtlar Kurulu tarafından karar verilmelidir.
KAYNAKLAR
1-ÜLGEN; HİKMET,’ İSTANBUL CAMİLERİ’, AKŞAM KİTAP KULÜBÜ
YAYINLARI, 1966, İSTANBUL.
Takkeci Mescidi de denen Arakiyeci Mescidi, Abdurrahman Şeref Bey Caddesi ile Arakiyeci Camii Sokağı’nın kesiştiği noktada yer almaktadır.
Mescitle ilgili Hadika “Bânîsi Arakiyyeci Mehmed Ağa’dır. Mihrabı önünde medfûndur. Vefatı 950 (1543/1544) senesindedir. Minberini Re’îs Abdullah Efendi vaz’ eylemişdir. Mezbûr Abdullah Efendi, Sadr-ı a’zâm Maktul Dâmâd İbrâhîm Paşa’nın mühürdarı olub, ve-zîr-i müşârün-ileyhin vefatından sonra tezkirecilik ve defterdarlık ve riyaset misillü menâsıb-ı celîlelerle müstahdem iken, 1178 saferü’l-hayrının ikinci günü (01.08. 1764) vuku’ bulan rikâb-ı hümâyûnda, sarây-ı pâdişâhîde kahve içer iken şarab-ı mevti nûş eylemişdir1. Mansıbıyla mektûbî-i sadr-ı âlî olan Mehmed Efendi bekam olmuştur. Merhûm-ı mezbûr El-mezâhır y>Üill 1178 (1764) târihinde vefat edüb, Üsküdar’da defn olunmuşdur. “Müşârün-ileh demâ’inle me’lûf ve emvâl-i kesîreye mâlik ve ma’ârifden bî-behre bir zât-ı sütûde-sıfât imiş2“. Mahallesi vardır.”Re’îsü’l-küttâb bulunmak hasebiyle rikâb-ı hümâyûn vâki’ olduğu gün Enderûn-ı hümâyûn’da rikâb ağalan odasında kahve içer iken füc’eten rıhlet ve haste arabasıyla konağına irsal ve Üsküdar’da defn olunduğu” yazar. (Hadika s.628)
YAPININ MİMARİ ÖZELLİKLERİ
-YAPI YERLEŞİMİ
Abdurrahman Şeref Bey Caddesi ile Arakiyeci Camii Sokağı’nın kesiştiği noktada yer alan camii avlusuna kuzey köşesindeki demir kapıdan girilir. Avlu giriş kapı aksındaki karo mozaik döşemeli yoldan geç dönemde kapatılan ahşap direkli son cemaat giriş kapısına gelinir. Avlu giriş kapısının solundaki yoldan arka bölümde bulunan imam evine ve zemin altındaki tuvaletlere ulaşılır.
Kaba yonu taş örgülü bahçe duvarları yakın dönemde onarım görmüştür. Yine yakın dönemde geçirdiği onarımlarda harpuştası beton olarak yenilenmiştir. Arka bahçe duvarı camimim kuzey batı köşesine yaslanır. Bu bahçe duvarının örgüsü moloz taştır.
-CAMİİ PLAN ÖZELLİKLERİ
Dikdörtgen planlı olan camiinin ahşap direkli son cemaat bölümü demir doğramalarla kapatılmıştır. Camii son cemaat ahşap direk yerleşimim diğer camilerden biraz farklıdır. Ahşap direkler ikili şekilde yapılıp iki ahşap direk tek bir yastık ile ahşap kiriş altında yer alır. (bkz. rölöve plan ve kesit paftaları)
Son cemaattin giriş kapısının her iki yanındaki alanlar ortalama giriş zemininden 20 cm. yukardadır. Giriş kapısı karşısında harime giriş kapısı yer alır. Ahşap kapı özgündür. Geçirdiği onarımlarda kat kat yağlı boya uygulanmıştır. Son cemaat mahalinin tavanı ahşap çıta tanzimlidir.
Harim kare planlıdır. Duvarlar ortalama 1.00 m. yüksekliğinde fayans kaplanmıştır. Yakın dönemde yapılan onarım camii karakteristiğini bozmuştur. Fayansların üst kısmı sıva üzeri boyadır. Yapı zemin döşemesi ahşaptır.
Özgününde yarım daire planlı olduğu düşünülen mihrap nişi yakın dönemde mermer kaplandığından mevcutta çokgen planlıdır.
Harime zemin kotta, kuzey cephesinde mihrabın her iki yanında birer olmak üzere 2, batı ve doğu cephesinde 2, kuzey cephesinde son cemaate bakan giriş kapısnın her iki tarafında birer pencere olmak üzere toplamda 8 adet pencere açılır. Üst katta kuzey cephesi hariç diğer cephelerde alt kot pencere akslarında yer alan toplam 6 adet pencere vardır. üst kot pencerelerin alçı içlikleri bulunur. Zemin kot pencereleri pvc’ dir.
Ahşap minber ve vaaz kürsüsü özgündür. Kadınlar mahfili harime doğru çıkma yapar. 5 adet ahşap direğe taşıtılan kadınlar mahfil döşemesi ahşap çıtalı tavana sahiptir. Kadınlar mahfili katına harim giriş kapısının sağında yer alan, batı duvarına yaslanmış yarım daire formlu ahşap merdivenden ulaşılır. Minareye merdiven altına açılan kapıdan girilir.
Kadınlar mahfili zemin döşemesi ahşaptır. Orta aksında, mihrabın karşısına gelen bölüm yarım daire formunda bir kademe daha harime doğru çıkma yapar.Harim tavanı son cemaat tavanı gibi ahşap çıta tanzimlidir. Yılların bakımsızlığına dayanamayan kaplamalarda ciddi bir sehim vardır.
Minare yapının kuzey cephesi hizasında, batı duvarına bitişik konumlanmıştır. Kesme taş olan minare kürsüsü üzerindeki minare pabucu üçgenler ile geçilmiştir.
Daire planlı olan minare gövdesi aşağıdan yukarıya doğru daralarak yükselir. Duvar kalınlığı gövde bölümünde ortalama 34 cm.dir. petek bölümünde ise 14. cm olarak ölçülmüştür.
-CAMİİ CEPHE ÖZELLİKLERİ
Kaba yonu taş örgülü camii duvarlarında düzenli bir sırada olmasa da tuğla da kullanılmıştır. Harime bakan zemin ve üst kot pencereleri dikdörtgen formludur. Düz hatıllı olan pencerelerin üst bölümlerinde hafifletme kemeri yapılmamıştır. Üst ve alt kot pencereleri aynı akstadır. Üst kot pencere açıklıklarının yüksekliği zemin kot pencerelerinden yüksektir.
Zemin kot pencereleri pvc doğramadır. Üst kot pencereleri beton dışlıktır.
Saçak silmesi 2 sıradan oluşan kirpi saçaktır. Son cemaat ve harim çatı örtüsü ayrıdır. Topuz çatılı harim üst örtüsü alaturka kiremittir. Son cemaat çatısı harim çatı kotu altında kalır ve çatı mahyası kuzey duvarına yaslanır. Bu bölümünde çatı örtüsü alaturka kiremittir.
Son cemaat bölümü yukarıda da değinildiği gibi yakın dönemde demir doğrama ilekapatılmıştır. Son cemaat bölümüne dışarıya doğru çıkarılmış rüzgarlık bölümünden ulaşılır. Rüzgarlıkta demir doğramadır ve üstü ondüline ile kapatılmıştır.
Minare gövdesi , şerefe altı ve petek kısmı çimento harç ile sıvanmıştır. Daire planlı gövdeden peteğe geçişi sağlayan şerefe altı kirpi saçak şeklinde düzenlenmiş 5 kademeli tuğla ile geçilmiştir (bkz. rölöve cephe paftaları)
Kuzey cephesinde minare kürsüsü üzerinde üçgen geçişli pabucu saklayan parapet duvarı şeklinde bir bölüm vardır. kesme taş örgülü bu duvarın kuzey cephesi sıvalıdır (bzk. Rölöve kuzey cephesi paftası).
Yapı statik olarak iyi durumdadır. İstanbul Teknik Üniversitesinden alınan taşıyıcı sistemler raporunda da belirtildiği üzere yapı taşıyıcı sistem açısından bir problem yoktur.
Günümüze ulaşabilmiş 17. yüzyıl camiilerinden olan arakiyeci camii döneminin bir çok örneğine göre bakımlıdır. Ancak günümüze ulaşan diğer kültür varlıklarımız gibi yakın dönemde geçerdiği yanlış restorasyon uygulamalarından nasibini almış bir yapıdır.
Öncelikle ahşap direkli son cemaat mahali yakın dönemdeki onarımlar sırasında kapatılmıştır. Özellikle cephelerde çimento harçlı müdahaleler, derzlemeler yapılmıştır. Kaba yonu taşlarda yüzey kaybı az da olsa aşınma vardır. Özellikle güneybatı cephesinde kararmalar tespit edilmiştir. Minare gövde, petek ve şerefe altı çimento harç ile sıvanmıştır.
Harim tavanında ciddi bir sehim vardır. yakın dönemde sehim için çatı strüktüründe ahşap kirişler makaslara asılmıştır.
Yapı içinde duvarlarda sıva kabarmaları dikkati çeker. Bu kabarmaların zeminden gelen sudan dolayı oluştuğu düşünülmektedir.
Kadınlar mahfilini taşıyan ahşap direklerde aşırı bozulma ve mantarlaşma vardır 8bkz. taşıyıcı sistem raporu).
Avlu içinde arka bölümdeki imam evi ile doğu yönündeki tuvalt mekanları camii silüetini olumsuz etkilemektedir.
2-RESTİTÜSYON RAPORU
Yapının kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte banisi Arakiyyeci Mehmed Ağa olup vefatı 1544’ dür. Bu bilgiye dayanarak caminin 1544’ den önce yapıldığını söylememzi yanlış olmaz.
Camii 16.-17. yüzyıl ahşap direkli son cemaati olan tipik örneklerden biridir. Dönem camilerini incelersek;
İSTANBUL MESCİTLERİNİN MİMARİ GELİŞİMİ(15.16.17.YY)
17. yüzyılda İstanbul’da inşa edildiği tespit edilebilmiş olan 74 adet mescitten 8 külliye mescidi, mimari özellikleri bakımından özgünlüğünü koruyarak günümüze gelebilmişlerdir. 34 adet bağımsız ve tekke mescidi ise zaman içinde çeşitli tamirler ve yenilenmeler sonucu büyük ölçüde özgün karakterlerinin yitirmişler, daha geç dönemlerin mimari ûsluplarını günümüze taşıyarak gelmişlerdir. Bugün, geriye kalan 32 mescitten birçoğunun yerini dahi tespit etmek mümkün değildir. Bu mescitlerden tekke ve bağımsız mescitler grubuna girenlerin tamamına yakının, dikdörtgen ya da kareye yakın dikdörtgen olan, plan şemalarını korumuşlardır. Ancak bazılarının 17. yüzyılda İstanbul şehrinin yapılaşmasındaki yoğunluğun arasında sıkışıp kalarak planlarının zorunlu bir deformasyona uğradığı görülür. Bu açıdan farklılık yaratan mescitlerin dışında kalanlar, özgünlüklerini büyük ölçüde koruyarak günümüze gelebilmiş olan Sinan mescitlerinin plan şemalarıyla benzerlik gösterirler.
Gerek 17. yüzyıl İstanbul mescitleri, diğer dönemlerde inşa edilen mescitler gibi zaman içinde en çok tahribata (özellikle yangın ve depremler gibi doğal afetler sonucu) ve değişime uğrayan yapı tipleri olmuşlardır. Her iki dönemde de mimari karakterlerinin ve plan şemalarının fazlaca değişmeden günümüze gelebilen az sayıdaki örnekleri karşılaştırıldığında, planlarının yanı sıra örtü sistemlerinin (ki bunlar düz ahşap tavanlı ve kiremit örtülü kırma çatılardır) ve duvar örgülerinde kullanılan yapı malzemelerinin benzerlikleri dikkati çeker.
Kare (Davud Ağa, Ahmed Çelebi ve Defterdar mescitleri) ve dikdörtgen (Mimar Sinan ve Sokullu) planlı Sinan mescitlerinin moloz taş (Davud Ağa, Hacı Hamza, Ahmed Çelebi), taş ve tuğla (Sokollu ve Mimar Sinan mescitleri, kesme taş (Defterdar ve Hasan Çelebi mescitleri) duvar örgüler 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde de karşımıza çıkmaktadır, örneğin Arapkapısı, Tuti Abdüllatif ve Kadirihane Mescitleri moloz taş duvar, Sirkecibaşı ve Yalıköy Mescitleri taş ve tuğla duvar, Bayrampaşa Külliyesi ve Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi Mescitleri ise kesme taş duvar örgülüdür.
Sinan ve 17. yüzyıl mescitlerinde genel olarak alt pencereler dikdörtgen açıklıktı ve taş söveli, üst pencereler ise kemerli ve alçı şebekelidir.
Genelleme yapıldığında diğer bir ortak özellik, minarenin yapıdaki konumudur. Yine Sinan mescitlerinde son cemaat duvarının bir ucunda ya da kütleden uzak, avlu kapısı yanında bulunan minare, 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinde farklı bir konumda değildir. Anadolu Selçuklu çağının minareli taç kapılarını hatırlatan avlu kapısına bitişik minare uygulaması 17. yüzyılda inşa edilen Tulumcu Hüsam Mescidi’nde de minarenin giriş kapısı üzerine yerleştirilmesi ile tekrarlanmıştır. Sinan mescitlerinden Sokullu Mescidi’nin açık merdivenli “minber minare “sinin bir benzeri olarak, 1614 tarihli Arabacılar (Hoca Halil Attar) Mescidi’nin ilk minaresi gösterilebilir.
Sinan mescitlerinde son cemaat yeri, cephede beş ya da dört, yanlarda iki açıklıklıdır. Son cemaat yeri ile harimi ayıran duvarın merkezinde kapı ve iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Kapı merkezden sağa kaydırılmış ise, yanındaki iki pencere arasında bir son cemaat yeri mihrabı yer alır Bu düzeni 17. yüzyılın ilk yansına tarihlenen Defterdarburnu Mescidi’nin son cemaat yeri duvarında görülür. Ancak 17. yüzyılda inşa edilen mescitlerde son cemaat yeri, harim bölümünden çalınarak ya da kapalı mekanın giriş cephesine sonradan ilave edilerek yapılmıştır.
Klasik dönem Sinan mescitleri ile 17. yüzyıl İstanbul mescitlerinin mimari açıdan karşılaştırılmasında, bazı farklılıkların dışında genel olarak klasik dönem ve onu takip eden 17. yüzyıl boyunca bu yapı tipinin benzer mimari özelliklere sahip olduğu ve herhangi bîr tipolojik gelişim göstermediği sonucuna varılabilir.
16. yüzyıl Sinan yapıları, padişah, Valide Sultan ve sadrazamlar tarafından şehrin önemli mevkilerine cami ve külliyeler olarak inşa ettirilirken, bu asrın sonlarına doğru devlet bütçesinin zaafı, mimari alanda da etkili olmuş ve duraklama hissedilir bir şekilde belirmiştir. 17. yüzyıl ise, bu etkilerin en çok hissedilen asrı olmuş, büyük dini yapılar hemen hemen (Sultan Ahmed ve Yeni Camii gibi istisnalar dışında) hiç bir örnek veremez duruma gelmiştir.
Bu yüzyıl içinde, Fatih dönemi İstanbul’unun iskan sahaları yoğunlaşma ve dolayısıyla da gelişme göstermektedir. Yeni semtler ve mahalleler oluşmakta, şehir metropolünden uzaklaşmalar izlenmektedir. Bu yeni mahalleler sivil yapı gelişimlerini sürdürürken, günlük dini ibadetin uzak semtlerde kalan büyük camilerden ziyade yeni oluşan mahallelere daha küçük ölçekli ibadet yapılarının yapılmasını teşvik etmiştir.
Özellikle bağımsız mescitler (Mahalle mescitleri) sivil mimariyi örnek almış, semt sakinin ibadet için başvurduğu, adeta evlerinin oda ve sofası gibi, sakıflı bir görüntü sergilemişlerdir. Yapıların semtlerde imkân bulduğu yer ölçüsünde, yolların kesiştiği köşelerde veya mahalle ortalarındaki alanlarda, fakat çok kere de sivil yapı blokları arasında inşa edilmişlerdir. Bütün bu unsurlar bize, mescit yapısının sivil mimari ile en sıkı biçimde bütünleşen ve kaynaşan bir dini yapı tipi olduğunu kanıtlamaktadır.
Ancak külliye mescitleri, ihtiva ettikleri işlevsel yapılar topluluktan ve banilerinin sadrazam, vezir, hanım sultan gibi kimseler olmaları sebebiyle bağımsız ve tekke mescitlerinden daha muntazam ve kaliteli bir mimari sergilemektedirler. Tekke mescitleri ise özellikle 17. yüzyılda bağımsız mescitlerin dönüştürülmesi ile oluştuklarından, onlarla aynı özellikleri gösterirler.
Mescitlerin yapı malzemeleri de, adeta bu yapısal etkinliğin değişmez bir normu olarak ortaya çıkarlar. 16. ve 17. yüzyıllarda bağımsız ve tekke mescitlerinde genelde moloz taş, taş-tuğla tekniği yaygın olmasına karşın, külliye yapılarında istisnasız kesme taşın kullanıldığı görülür. Çatı örtüsü yüzyıllar arasında benzerlik gösterirken 16. yüzyıldaki mescit yapılarında görülen direkli son cemaat yeri, 17. yüzyılda ortadan kalkmış bunun yerini harim kısmı bölünerek ya da yakın tarihlerdeki onarımlarda sonradan eklenen, genelde ahşap bir kısım olarak ilave edilen, son cemaat yerleri almıştır.
Mescitler çeşitli nedenlerle (özellikle yangınlar ve depremler sonucu) çok sık yıkılan ve tahribata uğrayan yapılar olduklarından, çoğu kez onarım görerek ya da yenilenerek günümüze gelebilmişlerdir. Bu nedenle onarıldıkları ya da yenilendikleri dönemin bezeme unsurlarını taşımaktadırlar. 17. yüzyıl içinde inşa edilen, fakat farklı dönemlere ait bezeme unsurlarının yer aldığı bir çok mescit yapısı ile karşılaşılmaktadır. Bunların çoğu yakın dönemlere tarihlenmektedirler. Bu nedenle 17. yüzyıl için, bu yüzyılda inşa edilmiş mescit yapılarındaki bezeme unsurları göz önüne alınarak bir üslup birliğinden söz etmek mümkün değildir.
-RESTİTÜSYON KARARLARI
Yapı günümüze ana plan ve cephe özelliklerini koruyarak gelmeyi başaran ender eski eserlerden biridir. Restitüsyon projesinin hazırlanmasında vakıflar arşivinden bulunan eski dönemlere ait fotoğraflardan, yazılı kaynaklardan ve yapıdaki izlerden yararlanılmıştır. Buna göre;
Öncelikle yakın dönemde demir doğramaile kapatılan son cemaat bölümünün demir doğramaları kaldırılmıştır. Son cemaat bölümü ile ilgili elimizdeki kaynaklarda çelişkili bazı noktalar vardır. Alman mavisinde (19. yüzyıl haritası)yapının son cemaat bölümü olduğu görülür. Vakıflar arşivinde bulunan 1970 yılına ait fotoğrafta son cemaat mahalinin olmadığı tespit edilmiştir. Mevcut son cemaatin ise 1977 yılına ait fotoğrafta görülür.
1970 yılına ait fotoğrafta kuzey cephesi sıvalıdır. Alman mavilerinde son cemaat mahalinin olması 1970 yılına ait fotoğrafta ise olmaması son cemaat mahalinin bir dönem yıkıldığını göstermektedir. 1977 yılında mevcut ahşap direkli son cemaat mahalinin onarıldığı tespit edilmektedir. Son cemaatin 19. yüzyıl haritalarında olması, kuzey cephesinde tepe pencerelerin bulunmaması yapının özgün durumunda son cemaatinin olma ihtimalini kuvvetlendiren belgelerdir. Bu belgelere dayanarak restitüsyonda son cemaat bölümü korunmuştur.
Alman mavilerinde dikkati çeken bir konuda son cemaat mahalinin minare kürsüsü hizasına kadar gelmesidir. Ancak 1977 yılındaki fotoğraflarda ve mevcut durumda son cemaat mahali camii harim duvarı sınırında bitmektedir. Kürsüye kadar uzanması durumunda simetri olarak yerleştirilen ahşap direklerin sistematiği bozulacaktır. 1977 yılında yapılan ahşap direkli son cemaat mahalinin ahşap direk yerleşiminin son cemaattin sınırları ve ahşap direklerin taş pabuçlarına uygun yapıldığı düşünülmektedir. Alman mavileri dışında son cemaat mahalinin uzunluğu konusunda elimizde bilgi olmadığından kendi öngörülerimizle ahşap direklerin şeklini ve yerleşimini tekrar düzenlenmesinin yapılması doğru olmayacağından mevcut şema restitüsyon da korunmuştur.
Son cemaat bölümünü çatı formu mevcut durumu ile korunmuştur. Harim çatısı ile aynı çatı altında toplanmış olma ihtimali düşünülse de kuzey cephesinde üst kotta pencerelerin olmaması çatının alt kotta bittiğini gösteren önemli belgelerden olduğundan mevcut durum restitüsyonda korunmuştur.
Mevcutta ahşap olan harim zemin döşemsi restitsüyonda pişmiş toprak önerilmiştir.
Ahşap çıtalı tavanlar mevcut durumu ile korunmuştur.
Pvc olan pencere doğramaları ahşap olarak önerilmiştir. 1946 yılına ait fotoğrafta
zemin kottaki pencerelerin iç bölümlerinde orta göbekli ahşap kapakların olduğu
görülür. Mevcutta millerden bazıları tespit edilmiştir. Belgeler ışığında ahşap kapaklar önerilmiştir.
Harim Duvarlarındaki fayanslar kaldırılmıştır. Yakın dönemde mermer kaplanan mihraptan mermerler kaldırılmıştır. 1946 yılındaki fotoğrafta belge kabul edilerek mihrap nişi yarım daire formunda önerilmiştir.
Filgözü dışlık formları mevcut durumu ile korunmuştur.
Çatı formu mevcut durumu ile korunmuş, alaturka kiremit önerilmiştir. Mevcuttada alaturka kiremit örtü vardır.
Cepheler mevcut durumu ile korunmuştur.
Avlu içinde bulunan imam evi ve tuvalet mekanları kaldırılmıştır. Alman mavisinde kuzey doğu yönünde avlu içerisinde bir yapı görülür. Elimizde belge olmadığından restitüe edilemeyen yapı vaziyet planında noktalama olarak işlenmiştir.
Sıvalı olan minare sıvalarından arındırılarak tuğla olarak önerilmiştir. Mevcutta sıvaların döküldüğü bölümlerden minarenin tuğla olduğu tespit edilemektedir.
1946 yılındaki fotoğraftada tespit edilen ahşap minber ile mevcuttaki minber aynıdır. belgeler doğrultusunda vaaz kürsüsü ve minber mevcut durumları ile önerilmiştir.
3-RESTORASYON RAPORU
Yapı 16. yüzyıl mahalle camii örneklerinden biridir. Günümüze ulaşıncaya kadar onarımlar geçiren yapının restitüsyon projesi araştırılan yazılı kaynaklar, görsel belgeler ve yapıdaki izler doğrultusunda hazırlanmıştır. Restorasyon projesi restitüsyon kararları, taşıyıcı sistem raporu ve malzeme raporları doğrultusunda hazırlanmıştır. Buna göre restorasyonda alınan kararları maddelersek;
Restitüsyonda önerildiği gibi restorasyon projesinde de yakın dönemde kapatılan ahşap direkli son cemaat yerindeki demir doğramalar kaldırılmıştır.
Taşıyıcı sistemler raporundada belirtildiği üzere son cemaat mahalinin tavanında ciddi bir sehim olduğundan çatı strüktürünün yenilenmesi önerilmiştir. Çatısının yenilenmesi önerilen son cemaat mahalinin ahşap çıtalı tavanıda yenilenecektir. Ahşap profil detayı olarak mevcut profil ve tavan tanzimi önerilmiş ve ½ detayları restorasyon projesinde verilmiştir. Ancak uygulama işleminde söküm yapılmadan önce kurulacak iskele yardımı ile profillerden imalat ölçülerinin alınması önerilir.
Yenilenmesi önerilen son cemaat mahalinin çatı strüktürü üst örtüsü alaturka kiremit olarak önerilmiştir. Mevcuttaki alaturka kiremitlerden sağlam olanlar reestorasyon uygulamasında kullanılabilir.
Taşıyıcı sistemler raporunda belirtildiği üzere ahşap karkaslı kadınlar mahfilini taşıyan ahşap direklerde bozulma ve mantarlaşmalar vardır. Bu nedenle emprenye edilmiş, fırınlanmış ahşap malzeme ile direklerin mevcut ölçülerinde yenilenmesi önerilmiştir.
Harim tavanında ciddi bir sehim vardır. Bu nedenle tavan kaplamasının yenilenmesi önerilmiştir. Mevcut durumuna uygun olarak yapılması önerilen ahşap çıta tanzimli tavanın detayları restorasyon projesinde verilmiştir. Ancak uygulama sırasında ahşap tavan sökülmeden imalat ölçülerinin tekrardan alınması önerilir.
Taşıyıcı sistemler raporunda da belirtildiği üzere çatı elemanlarının elden geçmesi, çürüyen bozulan ahşap elemanların yenilenmesi önerilir.
Kiremit altına yalıtım önerilir. Mevcut alaturka kiremitler uygulama sırasında düzgün bir şekilde toplatılmalı, kullanılabilecek durumda olanlar kullanılmalı, yenilenmesi gerekenler de yenilenerek çatı örtüsü elden geçirilmelidir.
Harim zemin döşemesinde uygulama sırasında araştırma yapılması önerilir. Mevcut döşemenin kaldırılması ve ögün malzeme, kot tespiti yapılması önerilir. Eğer bir veriye ulaşılamaz ise restorasyon projesinde önerilen kot ve malzemede (pişmiş toprak) döşeme yapılması önerilir.
Harim duvarlarındaki fayansların sökülmesi önerilir. Yapı içinde zeminden gelen su nedeni ile sıva ve boya kabarmaları vardır. Harim duvarlarında sıva raspası yapılması ve malzeme raporunda belirtilen oranlarda hazırlanan kireç harçlı sıva ile yeniden sıvanması önerilir. Raspa işlemi sırasında kalem işi tanzim tespiti yapılırsa açığa çıkan veriler doğrultusunda kalem işleri restorasyonun yapılması önerilir. Kalem işi tespiti olmaz ise kireç harcı üzerine su bazlı boya uygulaması önerilir. Renk olarak krem rengi önerilmektedir.
Ahşap minber ve vaaz kürsüsü mevcut durumları ile korunacaktır. Yağlı boyalarının raspası yapıldıktan sonra ahşapta çürümenin olmaması için sürme yöntemi ile emprenye uygulanması önerilir. Daha sonra su bazlı vernik uygulaması önerilir.
Doğramalar mevcutta pvc dir. Pencerelerin sökülerek restorasyon projesinde verilen pencere detaylarına uygun olarak 1. sınıf çamdan ahşap doğrama yapılması önerilir. Pencere aksamlarının pirinç olması önerilmiştir.
Harim giriş kapısı mevcut durumu ile korunmuştur. Yağlı boyalarının raspası yapıldıktan sonra ahşapta çürümenin olmaması için sürme yöntemi ile emprenye uygulanması önerilir. Daha sonra su bazlı vernik uygulaması önerilir. Kapı kol aksamlarının pirinçten yenilenmesi önerilmiştir.
Pencere önlerindeki lokmalı parmakların zımparalanması, antipas uygulamasından sonra siyah yağlı boya uygulamasının yapılması önerilmektedir.
Minare gövde ve peteğindeki çimento harçlı sıvaların raspalanması önerilir. Raspa işleminden sonra bozulan tuğlaların çürütme yöntemi ile yenilenmesi, derzlerin ise malzeme raporunda verilen horasan harç karışım oranlarına göre tamamlanması önerilmiştir.
Minare taş şerefe korkuluklarının elden geçirilmesi bozulan malzeme kaybı olan yerlerin çürütme yöntemi ile yenilenmesi önerilmiştir.
Minare külahı taşıyıcı sistemler raporunda da belirtildiği üzere sökülmesi ve yenilenmesi önerilir.
Cephelerdeki derzler yakın dönemde onarım görmüştür. Malzeme raporunda verilen oranlara göre set olan derzler horasan harcıdır. İyi durumda olan derzlerin sökülüp tekrardan horasan harç ile yapılması önerilebilir. Ancak söküm işlemi sırasında cephe taşlarına daha fazla hasar verilmesi mümkündür. Bu nedenle ve derzlerin sağlam olması sebebiyle mevcut horasan harçlarda bir müdahale önerilmemiştir. Derzleri boşalan bölümlerin malzeme raporunda belirtilen oranlarda horasan harç ile derzlenmesi önerilir.
Cephedeki kararma ve yosunlanmaların temizlenme yöntemi olarak, malzeme raporunda belirtildiği üzere mekanik yöntemin kullanılması önerilir.
Malzeme kaybı olan bahçe duvarı ve cephe taşlarında malzeme kaybı 5cm.’ den büyük olan taşlarda çürütme yöntemi ile bu bölümlerde tamamlama önerilirken 5 cm. az olan malzeme kayıplarında bir müdahale önerilmemiştir.
Taşıyıcı sistemler raporunda da belirtildiği gibi harim duvarlarında zemin suyu nedeni ile rutubet vardır. Suyun önlenmesi için yapı çevresinde drenaj yapılması önerilir.
Avlu duvarlarında derzlerde boşalmalar vardır. Bu bölümlerde malzeme raprounda belirtilen horasan harçlı derz ile derz yenilenmesi önerilir.
Bahçe duvarları harpuştaları betondur. Harpuştaların taş olarak projede verilen detaya uygun yapılması önerilir.
Avlu içinde yer alan mevcut imam evi ve tuvaletin kaldırılması önerilir. Yapılması önerilen tuvalet mekanının imam evinin olduğu avlunun güney doğu köşesine yapılması önerilmiştir .
Avlu yürüme yollarının traverten taş kaplama olması önerilmiştir. Uygulama sırasında avluda araştırma kazısı yapılması, özgün avlu kotu ve malzemesinin tespiti yapılması durumunda bulunan veriler doğrultusunda restorasyonun yapılması önerilir.
Yapı içindeki peteklerin kaldırılması, bunun yerine elektrikli seccade kullanılması önerilmiştir.
Yapıda kullanılacak yeni ahşap elemanların emprenye edilmiş, fırınlanmış ahşap malzemeden olması önerilir. Nem oranının %7-12 arasında olması önemlidir.
Yukarıda değinilen restorasyon kararları ile ilgili mahal listesi ve detayları ayrıntılı olarak restorasyon ve restorasyon müdahale projelerinde bilgilerinize sunulmuştur.
KAYNAKÇA:
ASLANAPA; Oktay : Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1983
AYVERDİ; Ekrem Hakkı, YÜKSEL, İ. Aydın: İlk 250 Senenin Osmanlı Mimarisi,
İstanbul 1953
AYVERDİ; Ekrem Hakkı; Fatih Devri 855-886 (1451-1481), İstanbul 1973
Ayvansarayi Hüseyin Efendi, Ali Satı Efendi, Süleyman Besim Efendi: Hadikatü’l Cevami,
Haz. Ahmed Nezih Galitekin, İstanbul 2001
BAYRAM; Sadi ve ERDOĞAN : Kerim: Vakıflar ve Vakıf Hizmetlerimiz, Ankara 1978
DİŞÖREN N. Esra: İstanbul’daki Ahşap Cami, Mescit ve Tekkeler, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1993 s.177,178
(ELDEM)Halil Edhem:Nos Mosquees de Stamboul, İstanbul 1934, s. 128-129
MAZLUM; Deniz : Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında 22 Mayıs 1766
İstanbul Depremi ve Ardından Gerçekleştirilen Yapı Onarımları, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2001
Müler-Wiener; Wolfgang : İstanbul’un Tarihsel Topografyası, Çeviren Ülker
Sayın, İstanbul 1997.
ÖZ; Tahsin : İstanbul Camileri, C.ll, 8.İstanbul 1964.
SEÇKİN, Selçuk : Fatih Dönemi Mescitleri, M.S.G.S.Ü. Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2002
SÖNMEZER, Şükrü : 17.Yüzyıl İstanbul Mescitleri, İ.T.Ü. Fen Bilimleri
Enstitüsü, Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996.
ÜSTÜN; Ayşe : Osmanlı Arşivindeki İstanbul Cami ve Türbelerinin
Tamirleriyle İlgili Belgeler, D.E.Ü. Sos.Bil.Ens. İsl.Tarihi ve San. Ana. Bil. Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir 2000
YÜKSEL, İ.Aydın :Osmanlı Mimarisinde II.Bayezıd ve Yavuz Selim