İhlâsla inşa edilen bir Osmanlı eseri: Preze Kale Camii
Bereketli Preze Ovası’nın üzerine manevi bir gerdanlık gibi asılı bulunan Kale Camii’nin kesme taştan yapılmış minaresi altı asırdır Arnavutluk Müslümanlarını tevhide; namaza, arınmaya davet ediyor.
İbrahim Ethem Gören
Preze Kale Camii, TİKA’nın desteğiyle yeniden ihya edildi. Preze’nin en mutena yerinde muhkem bir kalenin içerisinde tecdiden inşa edilen camiinin tarihi duvarlarında cennetmekân imamlarının sesleri yankı buluyor: Hû, hû!
İmam Efendi sabah namazında “Lâ taknatû min rahmetullahi…/Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz…” ayet-i celîlesini kıraat ederken hemen arkasında duran Habib Aga’nın kirpikleri gözyaşlarını taşıyamaz oluyor…
Preze Camii, Arnavutluk’ta Tarihi Preze Kalesi’nin içerisinde inşa edilmiş… Kaleiçi camileri Osmanlı Cihan Devleti’nde eski bir gelenek… Rumelihisarı’nın içerisinde de kale komutanının, muhafızların, tabiri caizse küçük bir garnizonun barınması için ahşap evlerden müteşekkil mütevazı bir mahalle ile birlikte cami ve mühimmat depoları inşa edildiği tarih meraklılarının malumudur.
Akşemseddin Hazretleri’nin rahle ortağı, Osmanlı akıncılarının reislerinden Şeyh Bedreddin Mahmud (ks) Hazretleri’nin evlatları, silah ve zikir arkadaşları Konstantiniyye’nin fethinin manevi hazırlıklarını Rumelihisarı’nda yapmışlardı…
Rumelihisarı’na bin kilometre öteden içli selâmlar gönderen Preze Kale mahallesinden geriye geçtiğimiz günlerde ayağa kaldırılan cami ile birlikte elli üç basamakla çıkılan taş bir kule, hâlihazırda kıraathane olarak kullanılan bir kale burcu ile birlikte yıkık-dökük sur duvarları kalmış…
Bundan tam 563 yıl önce Rumelihisarı burçlarına çıkarak öteleri; ötelerin ötesini gözetleyen akıncılar, boğazının erguvan rahiyasını koklarken, 469 yıl önce Preze Kalesi’nin burçlarına çıkan akıncılar Adriyatik denizinin temiz havasını teneffüs edip ilay-ı kelimetullah rüyasını görüyorlardı… Son cümlede ‘İla-yı kelimetullah’ı yaşıyorlardı’ mı demeliydik acaba!
Kale Camii, Preze Kalesi içerisinde bulunuyor. Kale ve müştemilatı tamamlanıp da içinde içtimai hayat yaşanmaya başlanınca cami, kalenin sur duvarlarının üzerine inşa edilmiş… İbadethanenin, gönlü, fetih aşkıyla yanan imamı, akıncı cemaatine “Allah’u ekber” tekbirini getirerek ilk Cuma namazını kıldırdığında Miladi takvimin yaprakları 1547 yılını göstermektedir.
Preze Kalesi arkeolojik sit alanı… Cami, sit alanı içerisinde titiz bir çalışma ile yeniden ayağa kalkmış; Arnavut bürokratlar, dosyayı sümenaltı etmemiş, işi kolaylaştırmış ve ibadethane hizmete açılmış.
Haydi! Kolaysa, Rumelihisarı’nın içerisinde temelleri üzerine yıkılıp giden tarihi camii yeniden yapın bakalım! Arnavutluk’taki tarihi sit alanı örneğini bir yana bırakın Boğaziçi arka etkileşim alanında yer alan ve 27 yıl önce FSM Köprüsü’nün bağlantı yolları üzerinde kaldığı için yıkılan Uçaksavar Camii’ne bedel olarak tahsis edilen İBB’ye ait 3 buçuk dönümlük ibadethane alanına cami yapmak için tam 24 aydır ruhsat alınamıyor. Her neyse, bu husus bahs-i ahar!
Tiran’a 19 Nisan 2014 Cumartesi günü Kruja Murad Bey Camii’in açılışına gitmeye niyet etmiştik. Açılış, hizmetinde bulunduğum vakfın Özgün İyi Yönetim Uygulamaları Forumu IBPF2104 etkinliğiyle aynı güne tevafuk edince bu niyetimiz gerçekleşemedi. Ardından, Preze Kale Camii’nin açılışına gitmeyi kararlaştırdık. 14 Mayıs Çarşamba günü gerçekleştirilecek olan açılışı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yapacaktı. 13 Mayıs Salı günü Soma faciası yaşanınca Başbakan tüm programlarıyla birlikte Arnavutluk ziyaretini de iptal etti. “Hayırlı bir iştir, madem niyet ettik, gidelim” mülahazasıyla Arnavutluk yoluna revan olduk. Açılıştan birkaç gün önce Türkiye’den pek çok kişinin Tiran’a geldiğini müşahede ettik.
TİKA’nın güvenilir çözüm ortağı Erhan Uludağ arkadaşımız bizi havalimanında karşıladı. Uluslararası Tiran Havalimanı’ndan Tarihi Preze Kalesi’ne giden yol boyunca asılan pek çok Türk bayrağını ve flamayı Başbakan ve beraberindeki heyetin yolunu gözler vaziyette bulduk.
Otelde kahvaltı yaptıktan sonra ateist Arnavut rejiminin “Tiran’a nostalji katsın” mülahazasıyla şehir merkezinde yıkmadığı tek cami olan Edhem Bey Camii’ni ziyaret edeip iki rekat namaz kıldık; cemaatle ve camiinin cümle kapısında dini eserler satan Müslim Aga’yla hasbıhal ettik. Agamız bize 2014 yılında Tiran’da inşaatına başlanması planlanıp da henüz icra-i faaliyet sahasına giremeyen Kalender Camii’nin maket fotoğraflarını gösterdi.
Sonrasında Preze’nin yoluna koyulduk… Preze, Tiran’a 25 kilometre mesafede bulunan tarihi bir kasaba… Yağmur, içten içe yağıp dururken şehir merkezinden yavaş yavaş uzaklaşarak Trakya kasabalarını birbirine bağlayan mütevazı yollara benzer güzergâhlardan geçerek, etrafı bol ağaçlarla kaplı uzunca bir yokuşu tırmanmaya başladık.
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından Preze Kalesi’ne vardık. 30 bin nüfuslu bir kasaba burası… Preze Kalesi, tüm şehre; bir adım öte bölgeye hâkim olan yüksek ve stratejik tepeye konumlandırılmış.
Preze’de nesiller boyunca derebeyleri yaşamış… 15. asırda kendilerine komşuluk yapmaya gelen Türk aileler, derebeyleri tarafından hüsn-ü kabul görmüş. Osmanlı Cihan Devleti’nin serdengeçti akıncılarının; öncü muhyî Türk dervişlerinin güzel yaşantısına imrenen pek çok Balkan ahalisi ile birlikte söz konusu bölgenin derebeyleri de kendiliğinden Müslüman olmuş… Netice itibarıyla kalpler Allah’ın elinde…
Kale Camii, ihtida eden Arnavut derebeyleri ve akıncılar tarafından Preze Kalesi içerisinde konumlandırılmış. Kalenin yapımı tamamlanıp da içinde içtimai hayat yaşanmaya başlayınca cami, kalenin sur duvarlarının üzerine inşa edilmiş. İbadethanenin, gönlü fetih aşkıyla yanan imam-ı evveli, akıncı cemaatine “Allah’u ekber” tekbirini getirerek ilk Cuma namazını kıldırdığında Miladi takvimin yaprakları 1547 yılını göstermektedir.
Preze Kalesi’ne vardığımızda cami açılışı için tüm hazırlıkları tamamlanmış, çadırları kurulmuş, Türk ve Arnavut bayraklarını yan yana dizilmiş bulduk. Kısmetten ötesi olmuyor. Bir köy ahalisine yetecek büyüklükteki döner ve sair ikramı malzemesi program iptal edilince Tiran’da Kur’an kurslarında kalan talebelerin nasibi oldu.
Camiye girdiğimde minberin hemen önünde Habib Aga’yı gördüm. Zikirle meşguldü, Hucurat Suresi’nin mealini okuyordu. Sure-i celîlenin 13’üncü ayetinde geçen “li teârefû” emrine imtisalen tanıştık, hasbıhal ettik… Preze köyü sakinlerinden Habib Aga’nın yüzünde topyekûn İslami hayatın yaşandığı memleketlere olan hasretin ifadesini görmek kâbildi. Birbirimize hasretle sarıldık… Daüssıla kokulu bir hissiyatla kucaklaştık.
Cami için birkaç paragraf açalım… İbadethane kale sur duvarlarının üzerine inşa edilmiş. Kale kapısının yenilenmesi sırasında kale ve camiye giriş, dışarıya eklenen bir dış avludan sağlanmış. Kale ziyaretçilerini tuğla kemerli taç kapı karşılıyor. Bu kapıdan önce tonozlu bir mekâna giriliyor, daha sonra kale içinden taş basamaklarla cami girişine ulaşılıyor. Kale ve dolayısıyla cami eğimli bir arazi üzerine bina edilmiş.
1547 yılında yapılan cami özgün dikdörtgen plan şemasını koruyor. Mihrap nişi oldukça saded. Sur duvarları mihrap duvarından seki şeklinde görülüyor. Harime, mihrap duvarında üç adet, batı duvarında, iki tanesi alt kotta iki tanesi üst kotta olmak üzere dört adet, giriş cephesinde ise altı adet olmak üzere toplam 13 pencere açılıyor… Caminin duvarları moloz taşlardan örülmüş.
Kale, sur duvarları üzerine inşa edildiğinden duvar kalınlıkları yer yer 40 cm. ile 135 cm. arasında değişiyor. Çatı örtüsü ahşap. Minareye harimden açılan ahşap bir kapı ile ulaşılıyor. Literatür araştırmaları minareye sur duvarı üzerinden açılan bir kapı ile ulaşıldığını belirtiliyor olsa da biz böyle bir kapı görmedik. Günümüzde bu izler yapılan onarımlar sonucu kaybolup gitmiş olmalı.
Tarihi eser restorasyonu gurusu Erhan Uludağ ile camide yaptığımız mülakatta eser hakkında edindiğim efradını cami ayarını mani malumatı arz etmekte fayda var… Camii ele alındığında kullanılamaz vaziyetteymiş. Sıvalar sökülmüş, duvarlardaki ahşap hatıllar çürümüş. Tüm duvarlardaki ahşap hatılları yenilenmiş. Pencerelerin üst kotunda çatıya kadar olan kısmın harç özelliği kaybolmuş.
Bunlar sökülüp ahşap lentoları yenilenmiş, duvarlar tekrar örülmüş. Çatının tavan kısmı kontraplak kaplıymış. Kontra plak tabakası kaldırılınca çatının ahşap kısmının iyi vaziyette olmadığı görülmüş. Böylelikle çatı sökülerek komple yenilenme kararı alınmış. Yeni bir çatı projesi revize edilip uygulama yapılmış. 1970’li yıllarda yıktırılan minarenin hikâyesini birazdan arz edeceğim. Minarenin zemine oturduğu kısma beton enjeksiyonu yapılmış. Duvardaki boşlukları kapatılmış. Tiran ve civarında uygun taş bulunamayınca minarenin taşı İstanbul’dan getirilmiş. Minare, klasik Osmanlı usulü ile küfeki taşından inşa edilmiş. Camiinin iç zemininde düzensiz bir beton varmış. Beton tesviye edilip üzerine ahşap döşeme yapılarak Kayseri’den halı getirilmiş. Yerden ısıtma sistemi kurulmuş. Kalemişi tezyinatı yeni bir proje dâhilinde tatbik edilmiş.
Camiide üç mihrap bulunuyor. Preze kalesi sakinleri evvelemirde küçük bir cami inşa etmiş. Maddi durumları elverince artan cemaat da düşünülerek cami biraz daha genişletilince ibadethaneye bir mihrap daha eklenmiş. Sonrasında camiinin biraz daha büyütülme ihtiyacı gündeme gelip inşaat alanı genişletilince cami üçünü mihrabına kavuşmuş. Üç mihraplı camide namaz kılmak nasip oldu…
Camideki yazılarda Hamid Hoca’nın; Hüseyin Kutlu Hoca’nın neşesi; bu satırların yazarının da ufak bir katkısı var. Erhan Uludağ kardeşimiz yazı talep edince Hattat Mahmut Şahin arkadaşımıza müracaat ettim. “Yazının lafı mı olur İbrahim Ağabey, talebelerimle birlikte tüm yazıları fisebilillah yazarız biiznillah” dedi. Öyle de oldu… Camideki yazıları Hattat Mahmut Şahin üstadımız ve talebesi Taliha Sonsaat Hanımefendi fisebilillah yazdı…
Taliha Sonsaat’in kaleminden neş’et eden cihar-ı yârı güzîn takımları Preze Camii’nde durdukça cemaat, Osmanlı hat sanatının deryasından huzur dolu meltem esintileri hissedecek. Başını, bir nolu mihraba doğru kaldıran Besim Aga, mihrabın hemen üzerindeki ketebesiz Mahmut Şahin yazısındaki güzel gözlü “he”lerin içerisine girerek Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisari zamanlarına; Medreset’ül-Hattâtîn sıralarına gidecektir.
Camiinin kesme taştan inşa edilen minaresinin hikâyesi için de büyükçe bir paragraf açalım. Hocalığı sadece adından mülhem olan, Arnavutluk’a ilk ateist devlet sıfatını kazandıran Enver Hoca, ahaliye camilerin yıkılması emrini verir. Preze sakinleri kraldan çok kralcı; Enver’den çok Enver’cidir!
Ahaliden bazıları “Devletin imkânlarıyla yıkılmasın, bu işi biz görürüz” diyerek camiyi kullanılamaz hale getirir. Yıkım ekibi, Adriyatik denizinden gelip geçen gemilerin bronz âlemini gördüğü camiinin minaresini yıkmak için de paçaları sıvar! Buraya, “Dereyi görmeden paçaları sıvamak iyi değildir” notunu düşelim. Demir halatlarla zapturapt altına alınan minare traktörlerle öteye beriye çekiştirilmeye başlanır.
Allah’ın nuru ağızla söndürülebilir mi? Horasan harcında ihlâs bulunan Osmanlı taş minaresi “ha “ayret!” denilince yıkılabilir mi? Ne kadar uğraşsalar da minare bir türlü yıkılmaz. Epey bir müddet daha çabaladıktan sonra yıkım için ilave traktörler ve kamyonlar dereye girer. Bu esnada minare büyük bir gürültüyle yıkım ekibinin üzerine devrilir. Kimisi ölür, kimisi sakat kalır… Bilahare yıkım ekibinin sağlıklı, gürbüz çocukları aniden ölür.
Geçtiğimiz aylarda minare yıkıldığı yerden tekrar yükselmeye başlayınca yıkım ekibinden hayatta olanlar arz ettiğimiz vakıayı bin bir özür temennileri ve yardım talepleriyle birlikte Erhan Uludağ kardeşimize anlatır.
Akıncı beyinin ilk oku besmeleyle atması; ilk serdengeçtinin kapısı hafifçe aralanan bir kaleden içeriye Fetih Suresi’ni okuyarak girmesi ne ise Avrupa’da; Balkanlarda tarihi bir eserin, camiinin, medresenin tecdiden ihya ve inşa edilmesi de odur.
Akıncı ecdadımız gaza niyetine yola çıkar, kılıcını kınından gaza niyetine çıkarır, okunu “Ya Hakk” nidasıyla gaza niyetine nasıl attıysa gaza niyetine, tertemiz bir kalemle yazılan hat eserlerinin de öylece Dergâh-ı İzzet de hüsnü kabule mazhar olması ümit edilir.
Atina’yı, Tiran’ı, Üsküb’ü, Saraybosna’yı yol edinmek mühim; çok mühim… Türlü meşakkatlere katlanarak, atadan, anadan, yârdan, yârandan geçip at sırtında bin bir türlü lojistik sıkıntılara göğüs gererek İslâm’ın kutlu nefesini uzaklara, ihtiyaç duyulan yerlere taşımak çok önemli… Yârdan da önemli, atadan ve anadan da…
Preze Kale Camii’nin restore edilerek Arnavutluk Müslümanlarının hizmetine sunulması akıncı beylerinin bundan 500 küsur yıl önce Avrupa kapılarına dayanma sebebiyle aynı ruhu taşımaktadır.
Mevlâ Teâlâ, halis niyetli kullarına zaman içinde zaman halk eder. Osmanlı’nın Avrupa’ya Balkanlara bu kadar çok ve nitelikli eser armağan etmesi, alalâde değil; şakirâne iftihar edilecek, sanatkârane eserler bırakması ancak böyle bir terkiple izah edilebilir.
Preze Kale Camii’nde tüm serhat boyu cami cemaatlerinin ortak nabzı, tekbir sedalarıyla atıyor.
Son kelâmı, üstad Necip Fazıl Kısakürek’in hasret ve ümit burcunda yazdığı Sakarya Türküsü’yle bağlayalım…
(…)
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
(…)