Rum kilisesinden Osmanlı Camii’ne…

Rum kilisesinden Osmanlı Camii’ne…

Şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Arnavutköy’deki Osmanlı Camii’nin hikayesi üzerine hasbıhal ettik

İbrahim Ethem Gören/ Dünya Bülteni – Kültür Servisi

Arnavutköy, Osmanlı döneminde bir zamanlar İstanbul’daki gayrimüslimlerin, Rum tebaanın oturduğu mekânlar arasında… 1923 yılında Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesinin ardından Arnavutköy bölgesindeki Rum halkı Yunanistan’a giderken; Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türklerin bir bölümü de buraya yerleşmiş. Mübadele neticesinde bölgede Rum halkı kalmayınca cemaatsiz kalan kiliseler de camiye dönüştürülmüş.

Bu mülakatın öznesinde mezkûr süreçte kiliseden camide dönüşen Arnavutköy Osmanlı Camii’nin restorasyonu yer alıyor…

Yaptığı çalışmalar ve hayata geçirdiği projelerle özellikle Balkanlardaki cami, mescit, türbe, medrese ve sebil gibi Osmanlı eserlerinin restorasyonu konusunda uzmanlaşan şehir plancısı ve restorasyon uzmanı Erhan Uludağ ile Osmanlı Camii’nin hikayesi üzerine Taksim’deki ofisinde hasbıhal ettik.

İbrahim Ethem Gören: Osmanlı Camii’nin nasıl bir hikâyesi, geçmişi var?

Erhan Uludağ: Osmanlı Camii aslında bir kilise yapısıdır. Yazılı ve görsel kaynaklarda yapı ile ilgili yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Günümüze ulaşıncaya kadar yapı değişik işlevlerde kullanılmıştır. Hatta bir dönem kışla olarak kullanılan bina 1991 yılında kuzeybatı köşesine minarenin eklenmesi ile cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yapıyı cami olarak işlevlendirilmek ile hem halka hizmet eden hem de yaşayabilen bir merkeze dönüşmüştür. Çünkü eski eserler her ne kadar restorasyonlarla onarım geçirse bile eğer işlev verilmez ise yalnızlığa terk edilirse eski bakımsız günlerine geri dönmeye mahkûmdur.

Kilise dediniz… Kilisenin ismi ve mimarı hakkında neler biliyorsunuz?

Yapı ile ilgili araştırma sürecinde herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bu nedenle yaptıran kişi ve mimarı bilinmemektedir.

ARNAVUTKÖY İSTANBUL İÇİN STRATEJİK BİR NOKTADIR

Gayrimüslim tebaa İstanbul’da daha çok Şişli, Pangaltı ve Taksim bölgesinde yaşamış. Rumların, Arnavutköy gibi az önce isimlerini andığımız semtlere nazaran “taşra” olarak adlandırılabilecek bir muhite gelmelerinin özel bir nedeni var mı?

Arnavutköy İstanbul’un stratejik bir noktasıdır. Arnavutköy tarihi içerisinde tarihi yarımada, galata, Beyoğlu gibi diğer semtlere göre öne çıkan bir yer olmamasına karşı Osmanlı için özellikle askeri savunma, lojistik açısından çok önemli bir noktada idi. O nedenle de Hadımköy tren istasyonu yapılmıştır. İstanbul’u batıdan gelecek saldırılara karşı koruyan, oradan gelecek tehlikeleri önleyen ilk giriş noktasıydı Arnavutköy. Bununla birlikte Osmanlı’da bu kadar önemi olan bir noktada o dönemin en önemli ulaşımının dahi gittiği bir yerde askeri birliklerin yanında ticaretin de geliştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ulaşım ile birlikte batıdan gelen ya da İstanbul’dan gelen Türk ve Gayrimüslimlerin yerleşme noktalarından birini oluşturduğu kesindir. Zaten Arnavutköy adı, geçmişte burada yaşayan Arnavut asıllı birinden gelmektedir. Arnavutköy’deki gayrimüslim nüfus, 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi Anlaşması sonrasında değişmiştir. Önceleri, çoğunlukla Rumların yaşadığı bölgeye, mübadele ile birlikte Yunanistan’ın Drama İli’ndeki Türkler yerleştirilmiştir.

Osmanlı öncesinde Cenevizlilerin olduğu bölgede eski adı İmberin veya Emberin olan Boğazköy hakkındaki en eski tarihi belge ise 1497 tarihli tapu tahrir defterlerindeki kayıtlara göre Boğazköy küçük bir Rum köyüdür. 1553 tarihli tapu tahrir defterlerinde ise, buranın 2. Beyazıt’a ait vakıf arazisi olarak kayıtlı olduğu görülmektedir.

BOĞAZKÖY, SELİMPAŞA VE SİLİVRİ’DE DE CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLEN KİLİSELER VARDIR

Bölgede o dönemde başka kiliseler mevcut muymuş?

Bölgede eski Rum köyü olan Boğazköy’de kiliseden dönüştürülen bir cami vardır. Bunun dışında Aynı bölgede olmasa bile yine Gayrimüslimlerin yaşadığı yakın çevredeki Selimpaşa ve Silivri’de de daha sonradan camiye çevrilen kilise yapıları vardır.

Kilisenin camiye dönüştürülmesi nasıl ve hangi yılda olmuş?

Mübadele ile bölgedeki gayrimüslim nüfus azalmış ve Türk nüfus bölgede artmıştır. Bir süre boş kalan yapı daha sonra kışla olarak kullanılmıştır. Sonrasında uzun bir süre boş kalmıştır. Bu dönemde yapı harap duruma gelmiştir. Türk ve Müslüman nüfusun artması bölgedeki cami ihtiyacına sebep olmuştur. Bölge halkının gayretleri ile 1991 yılında yapının kuzeybatı köşesine eklenen minare ile camiye çevrilen yapının tekrar yaşama dönmesi sağlanmıştır.

Şantiyeyi kurduğunuzda bina ne durumdaydı? Kiliseden geriye neler kalmıştı?

Şantiye kurulduğunda cami olarak kullanılan yapıda cami işlevinden dolayı bir takım değişikliler yapıldı. Esere eklenen minare en önemli yeni müştemilattır. Bunun dışında tepe pencereli fil gözü şeklinde tanzim edilmiştir. Apsisteki niş kapatılarak imam odası olarak işlevlendirilmiştir. Kiliselerde görülen ahşap tonoz tavan bölümü alt kottan pvc levhalar ile kapatılarak düz tavana çevrilmiştir. Kadınlar mahfili planı değiştirilerek hareme doğru büyütülmüştür. Kadınlar bölümü zemin döşemesi tamamen betonarmeye çevrilerek özgünlüğünü kaybetmiştir. Pencereler pvc malzemeden yapılarak formları değiştirilmiştir. Camiinin dernek odası olarak kullanılan güneybatı köşesindeki odanın özgününde üst kata çıkış sağlayan merdiven yerinde yoktu. Buranın simetrisindeki mekânda bulunan merdiven betonarme olarak yakın dönemde yapılmış olup özgün formunda değildir.

KİLİSEDEN DÖNÜŞTÜRÜLEN CAMİLERDA KIBLENİN TAYİNİ VE MİHRABIN YERLEŞTİRİLMESİ ÖNEMLİ BİR ÇALIŞMADIR.

Daha önce benzer çalışmalar yaptınız mı? Kiliseler camiye nasıl dönüştürülüyor? Kilise ve müştemilatlarında hangi türden değişiklikler yapılıyor?

Kilise ve kiliseden camiye çevrilen bir çok yapının röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanması konularında daha önceden çalışmalar yapmıştık. Bu çalışmalarda kiliselerin camiye çevrilmesindeki esas değişiklik çan kulelerinin yıkılarak yerine minare yapılması olduğu tespit edilmiştir.

Kiliseden dönüştürülen camilerde kıblenin tayini ve mihrabın yerleştirilmesi önemli bir meseledir. Bu değişiklik dışında kıble yönüne uygun olarak mihrap yerleştirilmekte; minber ve vaaz kürsüsü konmaktadır.

Özellikle Osmanlı mimarları, kiliseler camiye çevrilirken yapının mozaik ve fresklere korumacı bir tarzla yaklaşmıştır.

ŞU ANDA MÜZE OLARAK KULLANILMAKTA OLAN KARİYE KİLİSESİ 16. YÜZYILDA CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR

Şu an uygulamasını yapmakta olduğumuz Kariye Müzesi de bildiğiniz üzere kilise iken Osmanlı döneminde 16. yüzyılda camiye çevrilmiştir. 14. yüzyılda Khora sanat akımını başlatan yapı içerisindeki mozaik ve fresklerin 1880 yılındaki fotoğraflarda büyük bir bölümünün açık olduğu, üzerinin kapatılmadığı görülür. Yapılan kapatmalarda da alçı sıvanın alt kısmına özel bir boya sürüldüğü ve boyanın üstteki katmanın mozaiklere hasar vermeden sıvanın alınmasını sağlamak için olduğu görülmüştür. Naostaki mozaikler de ahşap kapaklarla kapatılmıştır. Atalarımızın korumadaki hassasiyetlerini yine 1991 yılında camiye çevrilen Osmanlı Camii’nde de görüyoruz.

Osmanlı Camii’nin mimari özelliklerinden bahseder misiniz?

Hay hay. Eser avluda ilk yapımında kilise olarak inşa edilmesi dolayısıyla doğu istikametinde konumlanmıştır. Dikdörtgen plan şemasına sahip yapının doğu cephesinde apsis çıkmasını görmekteyiz. Bina, cephe düzeninde cephede alt kotlarda kemerli, üst kotlarda düz taş söveli, denizlikli ve demir parmaklıklı pencere düzeneklerinden oluşmaktadır. Güney ve kuzey cephelerinde de sağ ve solda bulunan odalara giriş kapıları bulunmaktadır.

YAPININ TİPOLOJİK ÖZELLİĞİ AHŞAP TONOZLU TAVANIDIR

Yapı, köşelerde düzgün kesme taş, genelde kaba yontu taş ile inşa edilmiştir. Ön cephe düzenine baktığımızda da orta aksta kemerli taş söveli, üstte üçgen alınlığı bulunan ana giriş kapısı ile iç hacme girilmektedir. Birinci kat kotunda taş saçak silmesi ile dönen, bu kotun üzerinde doğu ve batı cephelerinde üçgen alınlar bulunmaktadır ve kilise tipolojisinde bulunan gül pencere diye tabir ettiğimiz yuvarlak pencereler yer almaktadır. Plan şemasında bazalikal düzende yapılan yapıya giriş ve iki yanda odalarla bölümlerden geçilebilmektedir. Apsis, orta aksın bir yanında beş tanesi tüm, iki tanesi de giriş kısım duvar üzerine oturan toplamda 14 adet sütun kemerli sistemle çatıyı taşımıştır. Dışarıdan kırma çatı olarak gördüğümüz yapının çatısı iç hacimde ahşap tekne tonoz tavan olarak uygulanmıştır. Çatı makaslar ve de kaburga sistemle kurgulanmıştır. Yapının en tipolojik özelliklerinden biri de ahşap tonozlu tavanıdır. Giriş üzerinde bulunan mahfil katı vardır. Bu mahfile giriş iki yan odadan çıkılmaktadır.

Camiinin iç tezyinat unsurları nelerdir?

Yapı içerisinde sütun ve duvar yüzleri yakın zamanda çimento harç ile yenilendiğinden yapılan kalem işi raspalarında özgün kalem işine rastlanmamıştır. Bu nedenle de restorasyonda yapının özgün kurgusunu bozmamak adına kalem işi programı uygulanmamıştır. Sütun ve kemerlerdeki sıvalar dışında genel olarak beton sıva uygulanmıştır.

RESTORASYONDA AMAÇ YENİ BİR ESER YAPMAK DEĞİLDİR

Bu hususta başka neler söylemek istersiniz?

Uygulama süreci bizim açımızdan çok keyifli ve verimli geçmiştir. Osmanlı asırlarına tarihlenen bir eserinin yok olmaktan kurtulup işlev değişikliği ile onarılarak gelecek kuşaklara cami taşınmasına aracı olmak bizim için büyük bir mutluluk kaynağıdır.

Restorasyon ilkelerine uygun olarak yapının özgün dönemine saygılı bir şekilde onarımını gerçekleştirmiştir. Özgün ahşap tanzimli tonozu açığa çıkarılmış ve yenilenmiş, betonarme minaresi sökülerek yığma sistemde ve uygun ebatlarda yeniden yapılmış, pencere sistemleri yenilenmiş, özgün olmayan Kadınlar Mahfili betonarme döşemesi sökülüşmüş, alttan çıkan veriler ışığında ahşap karkas sistemde yenilenmiştir. Yine özgün plan şeması dikkate alınarak batı cephesindeki iki köşe mekânda yer alan merdivenler ahşap sistemde yenilenmiştir. Tüm bu çalışmalar yapının özgün durumuna uygun ve saygılı bir yaklaşım sonucunda yapılmıştır.

Restorasyonda amaç yeni bir yapı yapmak değil esere belli kurallar çerçevesinde yapılması gereken onarımını gerçekleştirerek gelecek kuşaklara taşımaktır. Bizler de Osmanlı Camii özelinde bunu başardığımız inancındayız.

İlginiz için teşekkür ederim.

Alakanız için ekibim adına ben teşekkür ederim İbrahim Bey.

Kaynak: Dünya Bülteni

Arınç, Ağa Camii’ni Nazım Hikmet’in şiiriyle açtı

Arınç, Ağa Camii’ni Nazım Hikmet’in şiiriyle açtı (Foto)        

İki yıl süren yenileme çalışmalarının ardından Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından ibadete açıldı. Arınç, Nazım Hikmet Ran’ın Ağa Camii için yazdığı şiiri okudu.

İbrahim Ethem Gören/Son Devir

M. 1594 yılında Galatasaray Ağası Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından yaptırılan İstiklal Caddesi’ndeki Hüseyin Ağa Cami 2 yıllık restorasyon çalışmaları tamamlanarak 14 Şubat Cuma günü yeniden ibadete açıldı.

CAMİ GÖLCÜK DEPREMİ’NDE HASAR GÖRMÜŞTÜ

Halk arasında Ağa Camii olarak bilinen 420 yıllık geçmişe sahip Osmanlı dini mimari eseri, 1999 yılındaki Gölcük depremide hasar görmüş, ardından kontrollü olarak ibadete açık tutulmuştu.

Cami yıkılma riskiyle karşı karşıya kalınca 2 yıl önce restorasyona alınmıştı. Tonozları çelik halat sistemiyle desteklenerek güçlendirilen camiinin çatı makas sistemi, ahşap döşemeleri, kalem işleri yenilendi.  Osmanlı dönemindeki orijinal mimari kurgusunda yer almayan tuvaletler yer altına indirilerek, avlu mermerle kaplandı.

AĞA CAMİİ’Nİ BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ AÇTI

Cami, restorasyon sürecinin titiz bir çalışmayla tamamlanmasının ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın katılımıyla İstiklal Caddesi için oldukça renkli bir günde  Beyoğlu Belediyesi İstiklal Caddesi’ni Sevgililer Günü’nde(!) şenlendirmeyi ihmal etmemiş!

Ağa Camii14 Şubat Cuma günü Cuma namazında ibadete açıldı.

AĞA CAMİİ ESKİ GÜNLERİNE DÖNDÜ

Ağa Camii’nin açılış töreninde konuşan Bülent Arınç, camiinin Osmanlı asırlarındaki ihtişamlı günlerine tekrar döndüğünü, işinin ehli uzmanlar tarafından usul ve kaidelerine uygun bir restorasyon süreci geçirdiğini belirttikten sonra konuyla ilgili olarak şu hususlara değindi: “Ecdadımızın yüzlerce, binlerce vakfiyesini, camileri, medreseleri, külliyeleri, imaretleri, okulları ve insanlara faydalı olsun diye, hatta onu da aşarak bütün mahlukata yararlı olsun diye sanatkar dedelerimizin yaptığı vakıf eserlerini tekrar ayağa kaldırıyoruz.

İSTANBUL VAKIF ZENGİNİ BİR ŞEHİR

İstanbul’umuz vakıf zengini bir şehir. Vakıf medeniyetinin en güzel örneklerini yaşayan İstanbul’da yüzlerce eseri tekrar ayağa kaldırdık; Yüzyıllar sonrasına insanlığa ortak bir hediye olarak takdim ettik. İtiraf etmeliyiz ki, bizim imkânlarımızla bunların hepsine ulaşmak, yapmak mümkün değil. Bizim (Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün) yıllık bütçesi takriben 500 milyon TL’dir. Gelirimiz ne kadarsa o kadar harcama yapabiliyoruz, ama vakıf olduğu için işin içinde bereket var. Bir ondan yararlanıyoruz, ikincisi de son yıllarda çıkardığımız kanunlarla vakıf eserlerini ayağa kaldırmak amacıyla hayırseverlerimizden de sponsorluk kabul ediyoruz.”

VAKIFLARLA ÖVÜNEBİLİRSİNİZ

Hükümetlerinin 11 yılda 3 bin 600 vakıf eserini tecdiden ihya edip eski günlerine kavuşturarak ayağa kaldırdığına vurgu yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç konuşmasını şu cümlelerle sürdürdü.

“Vakıflarla övünebilirsiniz. İftihar edebilirsiniz. Biz de sizden aldığımız destekle Sayın Başbakanımızın talimatlarıyla vakıflara, bu eserlere sahip çıkmaya çalışıyoruz.”

40 YIL ÖNCE BURADA İBADET EDERDİM

Sayın Bülent Arınç, açılışını yapmakla iftihar ettiğini belirttiği Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii’ne dair bir hatırasını da hazirunla, Cuma cemaatiyle paylaştı.

Bülent Arınç, 1971 yılında Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay adayıyken, okulun bölüklerinde Hüseyin Ağa Camii’nin iki imamının da askerlik görevinde bulunduğu, 40 küsur yıl önce Tuzla’daki askeri birlikten hafta sonları izne çıktıklarında bu camide ibadet ettiklerini söyledi.

Başbakan Yardımcısı Arınç, Ağa Camii’nde Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ve Şair Nazım Hikmet’in de hatıraları bulunduğunu belirterek sözlerine şu cümlelerle devam etti:
“Üzerimizde emekleri bulunan, bizim neslimizin çok sevdiği ve itibar ettiği rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in ’O ve ben’ isimli eserinde Ağa Camii’ne ait çok güzel hatıraları var.

1934 yılında Şeyh Abdülhakim Arvasi Hazretleri Ağa Camii’nde sohbet etmektedir. Necip Fazıl, Üstadıyla bu camide tanışır. Üstad Kısakürek, onun sohbetleriyle, Arvasi Hazretleri’nin gösterdiği yolla hidayetine vesile olduğunu söylüyor.

Abdülhakim Arvasi Hazretleri Bağlum’da yatıyor. Cenab-ı Hakk, şefaatlerine nail etsin. Demek ki, biraz sonra cuma namazını kılacağımız bu Ağa Camii böylesi yaşanmışlıkları, hidayet ortamına zemin teşkil etmiş.”

CAMİ AÇILIŞINDA NAZIM HİKMET’İN ŞİİRİNİ OKUDU

Bülent Arınç konuşmasında Nazım Hikmet Ran’ın Ağa Camii için şiir yazdığını belirterek konuşmasına devam etti:
“Arkadaşlar, Ağa Camii konulu bir şiir getirdiler. Şiirin yazarının Nazım Hikmet olduğunu öğrendiğinde kulaklarına inanamadım. Emin olmak istedim. Arkadaşlarıma “Ciddi bir şey söylüyorsunuz, bana böyle bir şiir verdiniz. Gerçekten bu şiirin yazarı Nazım Hikmet midir?” diye sordum. Araştırdılar, aradılar, taradılar, bana bu şiirin o şahsa ait olduğunu söylediler. Tam cuma vaktinde Nazım Hikmet’in şiirin bir bölümünü okumak istiyorum:

“Havsalam almıyordu bu hazin hali önce   Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce   Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım   Allah’ımın ismini daha çok candan andım   Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen   Böyle sokaklarda ki, anası can verirken   Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var   Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar.”

Arınç, Nazım Hikmet’in mısralarını tamamlarken ezan okundu. Ve ardından Beyoğlu Müftü Vekili Yakup Kabalık’ın yaptığı duanın ardından kurdelesi kesilen Ağa Camii, Cuma namazıyla ibadete açıldı.

YÜKSEK MİMAR SEVİLAY ULUDAĞ: YAPILAN RESTORASYONLA CAMİİNİN MİMARİ ÖMRÜ 400 YIL UZADI

Cuma namazı sonrasında caminin restorasyonnu üstlenen firmanın yöneticilerinden Erhan ve Sevilay Uludağ ile görüşme imkânımız oldu.

Sevilay Uludağ caminin tüm müştemilatının restorasyon ilkelerine sadık kalınarak titiz bir şekilde ihya edildiğini vurgulayarak “Ağa Camii’nin Allah’ın izniyle en az 400 yıl kadar mimari ömrünün uzamıştır” dedi.

ŞEHİR PLANCISI ERHAN ULUDAĞ: AĞA CAMİİ’Nİ ASIL HÜVİYETİNE SADIK KALARAK RESTORE ETTİK

Restorasyon uzmanı ve şehir plancısı Erhan Uludağ da restorasyon projesinin araştırmalar sonucunda edinilen belgeler doğrultusunda hazırlandığını belirterek, camiinin Demirören Holding’in sponsorluğunda, İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’nün kontrolörlüğünde, İstanbul II. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan restorasyon projesine göre Cami restorasyon uygulaması işine 20.04.2012 tarihinde başladıklarını, uygulama sürecinde bilim kurulu oluşturduklarını, bilim kurulunda Prof. Dr. Oğuz Ceylan ile Prof. Dr. Feridun Çılı’nın bulunduğunu söyledi.

Balkan coğrafyasında TİKA’nın himayesinde cami, türbe ve medrese restorasyonları alanında pek çok hizmetleri olan restorasyon gurusu Erhan Uludağ “Camiin restorasyon projesini oluştururken nelere dikkat ettiniz?” şeklindeki soruma şu cevabı verdi:

“Ağa Camii’ni asıl hüviyetine, tarihi mimari kimliğine sadık kalarak restore ettik. Yapılan raspa sonucunda hazırlanan restorasyon projesini destekleyen izler ortaya çıktı. Camideki tarihi izlerle, eski fotoğraf ve belgelerinin örtüşüyor olması yapılan projelendirmenin ve uygulamanın doğru olduğunu göstermiştir.”

Kaynak: SonDevir